- Rabbin Duası Serisi -
5.ders: "Bize bugünkü ekmeğimizi ver "


Matta 6: 7-13

Dua ettiğiniz zaman, aynı boş lafları tekrarlayıp durmayın. Allahsız milletler öyle yapıyorlar. Sanıyorlar ki, çok laf yaptılar mı, Allah onları işitecek. Onun için, onlar gibi olmayın. Babanız biliyor neye ihtiyacınız var, siz O´ndan dilemeden önce bile.

Onun için siz şöyle dua edin:

"Gökteki Babamız!
Senin adın kutsal bilinsin.
Senin krallığın gelsin.
Senin istediğin olsun - gökte nasıl olursa,
yeryüzünde de öyle olsun.
Bize bugünkü ekmeğimizi ver.
Bize karşı borçlu olanları bağışladık, Sen de aynı onun gibi bizi bağışla.
Bizi denemeye koyma, ama kötü olandan kurtar.
Çünkü krallık, kuvvet ve şan sonsuzlara kadar Senindir.
Amin."



İsa Mesih´ten dua etmeyi öğrenmeye koyulduk. Şimdiye kadar dört ders gördük. Bu derslerde beni en çok şaşırtıran, aynı zamanda en çok sevindiren şey neydi, biliyor musunuz? İsa Mesih bize, Allahı sevgi dolu bir Baba olarak tanımamızı, Ona "Gökteki Babamız" diye yakınlamamızı söyler. Allah bize Baba olmak ister. O, Babamızdır. Demek ki, biz Onun kızanlarıyız. Evet, İsa Mesih bizi Allahın kızanları olmaya, Allaha yakın olmaya, Allaha güvenmeye çağırır.

"Adın kutsal bilinsin, krallığın gelsin, Senin istediğin olsun" sözlerini yürekten söyledik mi, bunlarla Gökteki Babamıza olan sevgimizi, saygımızı ve Ona olan bağlılığımızı gösteririz. Bu, duamızın temelidir. Çünkü Allahı Baba olarak sevmedik mi, Onu Babamız olarak saymadık mı, övmedik mi, kızan gibi Ona yakın olmak istemedik mi, Onun sözünü dinlemek ve Onun isteğini yerine getirmek hoşumuza gitmedi mi, her halde boşuna duaya oturmuş oluruz. Obir yandan, baba, kızanın ona sevgi ve saygı göstermesine, kızanın ona yakınlamasına ve yüreğini dökmesine, ondan bazı şeyler istemesine ve kendisinden iyilik beklemesine sevinir. Gökteki Babamız da bize iyilik etmekten hoşlanır, çünkü O iyidir, merhameti çoktur, her zaman iyiliğimizi düşünür. Daha biz duaya oturmadan önce bile.

"Gökteki Babamız" duasının ikinci yarısı bizim ihtiyaçlarımız içindir. Bedenimizin bu dünyada yaşayabilmesi için ekmeğe ihtiyacımız var. Ama "Bize bugünkü ekmeğimizi ver" ricası, değil sade ekmek ihtiyacımız içindir, bütün yiyeceklerimizi, içeceklerimizi, ruba ve ayakkabımızı, bir de yağmur ve soğuktan korunmamız için ev ihtiyacımızı da içine alır. -- Ruhumuzun en büyük ihtiyacı bağışlanmak ve bağışlamaktır. Ruhumuzun esenlikte yaşayabilmesi için Allahla, hısım ve komşularımızla ve bir de kendi kendimizle barışta bulunmamız lâzımdır. Gökteki Babamızın kızanları olarak bu dünyada yaşayabilmemiz için korunmaya da ihtiyacımız var. Bizi kötü yollara götürmek isteyenlerden, içimizde bulunan kötü alışkanlıklarımız ve tutkularımızdan, aynı zamanda bize saldıran şeytan ve kötü ruhlardan da sade Gökteki Babamız bizi koruyabilir.

Bugün "Bize bugünkü ekmeğimizi ver" ricasına bakacaz. Bazı dil uzmanlarına göre, bu cümle "Bugün bize lâzım olan ekmeğimizi ver" diye çevrilmeli. Ama pratik olarak iki çevirinin anlamı hemen hemen aynıdır.

Geçenlerde bir gün alış verişe gittim. Sokakta yürüdüm. Aşağı yukarı elli yaşlarında bir adam gördüm. Elinde bir cep telefonu vardı. Türktü, çünkü söylediklerini anladım. Adam şöyle dedi: "Bu meseleyi bana bırak, onu ben halledecem." Adamın kiminle konuştu anlayamadım tabii, ama hayalimde şöyle bir durum canlandı: Adamın çocuğu ya da kızı babasına bir probleminden söz etmişti. Babası ondan daha tecrübelidir ve yardım edebilecek kimseleri tanır. Bunun için kızanına, "bu meseleyi bana bırak, onu ben halledecem" dedi.  -- Gökteki Babamız da ihtiyaçlarımızı bilir ve sanki bize aynen şöyle diyor: "Kızanım, gel, bana anlatır, sonra bu meseleyi bana bırak, onu ben halledecem."

İsa Mesih, öğrencilerine Gökteki Babamız duasını öğretirdikten sonra onlara: bedenin ihtiyaçları için kahırlanmanız yersizdir, dedi. Onun bu temadaki sözlerini birlikte okuyalım.

Matta 6: 25-34

"Onun için size diyorum: 'Ne yiyecez, ne içecez?' deyip hayatınız için kahırlanmayın. Ne de 'Ne giyecez?' deyip bedeniniz için kahırlanmayın. Hayat sade yemek için midir? Beden de sade ruba için midir?

Gökteki gargalara bakın: ne ekerler ne biçerler, ama gökteki Babanız onları besler. Siz onlardan daha kıymetli değil misiniz? Acaba, sizden var mı birisi, kahırlanmakla boyunu bir karış bile uzattırabilsin?

Ve rubalar için neden kahırlanıyorsunuz? Tarladaki çiçeklere bakın nasıl büyüyorlar: ne iş yaparlar, ne de iplik eğirirler. Gene de size şunu söyleyeyim: Kral Süleyman çok süslü yaşardı. Ama o bile, bunlardan bir tanesi kadar güzel giyinmezdi. Otlar bir gün tarlada, ertesi gün de sobaya atılır. Açan Allah otları bile öyle giydiriyor, o vakıt çok daha kesin değil mi ki, sizi de giydirecek? Ey siz imanı az olanlar!

Onun için kahırlanmayın, 'Ne yiyecez, ne içecez, ne giyecez' diye. Çünkü Allahsız milletler hep böyle şeylerin derdine düşüyorlar. Ama gökteki Babanız biliyor, açan bütün bu şeylere ihtiyacınız var. Siz gene, en birinci Onun krallığının ve Onun doğruluğunun peşine düşün. O vakıt size bütün bu şeyler de verilecek. Onun için, siz yarınki gün için kahırlanmayın. Hayır, yarınki gün kendisi için kahırlanacak. Her günün derdi kendine yeter."

Sevgili kardeşler, bu sözlerdeki müjdeyi fark ettiniz mi? Gökteki Babamız bize ne kadar çok değer veriyor! Evreni yaratan ve güden, her şeye egemen olan, sonsuzdan sonsuza kadar var olan Allah seni ve beni düşünüyor, kayırıyor! Bir de kusurlarımıza, eksiklerimize bakmıyor, ne kadar çalıştık, buna da bakmıyor. Bir de ister, Onun kızanları olalım. Yeter ki, Ona güvenelim ve Ondan iyi şeyler bekleyelim. Yeter ki, Onun krallığı ve Onun adının şanı bizim için önemli olsun. O, ihtiyaçlarımızı bilir, ve bize lâzım olanları vermeye ve bize bakmaya söz verir.

İsa Mesih "Gökteki Babamız" duasını öğretirmeden hemen önce öğrencilerine, "saatlerce duaya oturmayın, çok sözler etmeniz yersizdir" demişti. Neden? "Çünkü Babanız biliyor neye ihtiyacınız var, siz Ondan dilemeden önce bile."

İsa Mesih ölüp dirildikten birkaç yıl sonra Apostol Petrus bir mektubunda imanlı kardeşlerine şunları yazdı:

"Onun için kendinizi Allahın kuvvetli eli altında alçaltırın. Öyle ki, sizi uygun zamanda yükseltirsin. Bütün kahırlarınızı Ona brakın, çünkü size bakan Odur. (1 Petrus 5: 6-7)

Hani alış verişe giderken bir adam gördüm ve adam telefonda, "Bu meseleyi bana bırak. Onu ben halledecem" demişti. Düşünün ki, kızanı o meseleyi babasına bırakmış, baba da kızanını sıkıntısından kurtarabilmiş. Tabii ki, bunu duyanlar babaya saygı duymuşlar, onu övmüşlerdir. Biz de bütün kahırlarımızı Gökteki Babamıza götürelim, Ona güvenelim. O bu meseleyi halledecek, O sayılacak, O övülecek, O şanlanacak.

Kahırlanmadan sevinçle uçuşan, Allah tarafından doyurulan kuşlar ve Allah tarafından renkli rubalarla giydirilen kır çiçekleri her gün Allahın şanı ve merhametini anlatırlar. Allahın kızanları da, Gökteki Babalarına bütün ihtiyaçları için yürekten güvenmeleriyle Onun adına şan getirmeye çağrılmışlardır.

Bazılarınız "keşke" diyecekler. "Keşke biz de hiç kahırlanmadan, çalışmadan, işlemeden, sade bir duanın karşılığı olarak bedenimize ve hanemize lâzım olanları bulabilseydik!" -- Böyle düşünenlere, "maalesef siz İsa Mesih´in sözlerini yanlış anlamışsınız" demek zorundayım.

Allaha dua etmek ve Ondan iyi şeyler beklemek, tembel tembel yatıp armudun ağzımıza düşmesini beklemek anlamına gelmez. Tam tersine. Gökteki Babamızın kızanlarıyız. Allahın isteğini biliyoruz. Haftanın altı gününde çalışacaz, hem kafamızı, hem de ellerimizi kullanacaz, hem geçimimizi sağlamak için, hem de yoksullara verecek bir şeyimiz olsun diye. Haftanın bir gününde Gökteki Babamıza bayram edecez, Onunla ve de imanda kardeşlerimiz olanlarla bol bol vakıt geçirecez.

Allahı tanımayanlar ile Onu tanıyanlar arasında önemli bir fark var. Allahı tanımayanlar, para için, bol bol yemek için, lüks eşya için, şan ve şeref için yaşarlar, geçici dünya için yaşarlar. Allahı tanıyanlar, Allah için yaşarlar, her şeyde Ona hizmet ederler, her işlerinde Allahın adı temiz çıksın diye, kimseye zarar vermeden dürüstlükle ve candan çalışırlar. Kendi bedenlerinin ve hanelerinin ihtiyaçlarını da düşünürler, ama kahırlanmazlar. Ekmek ihtiyaçlarını Rabbe bildirir, Rab´den beklerler. Gökteki Babamız onları unutmaz.

Nasıl olur da Gökteki Babamızın çocukları arasında bayağı fakir kimseler bulunur? Onlar ihtiyaçları için dua etmiyorlar mı? İsa Mesih bize ekmeğimiz için dua etmemizi söyledi. Kuzu pirzolasından, pastalardan, son Fransa modasından, altından kolyeden, yüzme havuzlu villalardan söz etmedi. İsa Mesih´in kendisi fakirdi, dünyanın lüks şeylerini aramadı. Onun evi yoktu, yatağı da yoktu. Ekmeği için dua eder, ekmeğiyle yetinirdi. Efendimiz ve Önderimiz bu kadar fakir olarak yaşamış, biz neden ağlanalım? neden dünyanın lüks mallarını özleyelim? Neden kendimizi dünyanın zenginleriyle ölçelim, onları kıskanalım? Efendimiz İsa´nın birinci isteği, her şeyde Gökteki Babasının isteğini yapmak, Onun övgüsünü kazanmaktı. İsa Efendimiz, Allahın sevgisini dünyanın her malından daha değerli saydı. İsa Mesih´le aynı fikirde olalım, o zaman bizim için de dünyadaki şeylerin değeri azalır. Sade ekmeğimiz olsa da, yetiniriz.

Neden değil "Bana bugünkü ekmeğimi ver", ama, "Bize bugünkü ekmeğimizi ver" diye yalvarmalıyız? Çünkü Gökteki Babamızın kızanları olarak tek başına yaşamıyoruz. Bir hane gibiyiz. Her birimiz değil yalnız kendi ihtiyaçlarını, ama diğer imanlı kardeşlerin de ihtiyaçlarını düşünmeli.

İsa Mesih ve on iki öğrencisi bir hane gibi yaşadılar, onların her şeyleri hepsinindi. Bütün öğrenci grubunun bir para kutusu vardı. Bu para kutusu Yahuda´daydı. Grup bir yerden para aldı mı, Yahuda´ya verirlerdi, grup bir şeyler satın aldı mı, Yahuda bunları öderdi. (Yuhanna 13: 29)

İsa Mesih ölüp dirildikten ve göklere alındıktan sonra Penetikost bayramında Petrus ve obir apostollar insanları tövbeye ve İsa Mesih´e imana çağırdılar. O gün aşağı yukarı üç bin kişi vaftiz oldu ve imanlılar topluluğuna katıldı. Bu imanlılar her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı. Mallarını, tarlalarını satıyor ve bunun parasını ihtiyaçta olanlara dağıtıyorlardı (Elçilerin İşleri 2: 45).


Bu birinci imanlılar birbirlerine sevgi ve bağlılık gösterdiler. Bir yandan onlara hayran oluruz. Ama büyük bir topluluğun her şeyi beraber kullanması hemen hemen imkânsızdır ve sayısız problemler yaratır. İmanlıların arasında bile, başkalarından faydalanmak için kendilerini çok fakir gösterenler olur. Bunun için birinci imanlılar arasındaki "her şeyi beraber kullanma" sistemi çok sürmedi. Ama bununla beraber imanlılar topluluğunda ihtiyaçta bulunanlara yardım etmek her zaman çok önemli bir temaydı. Aramızda İncil Kitabını okuyanlar Apostolların İşleri kitabının altıncı bölümünü hatırlarlar. Orada imanlı fakir dul kadınların bazısı lâzım olan yardımı almamışlar. Okuyoruz orada ağlantılar olmuş. Bu durumun karşısında on iki apostol bütün imanlılar topluluğunu bir araya getirmiş ve fakir dullara yardım verilmesinde sorumlu olsunlar diye yedi kardeş seçmişler. Bu mesele apostollar ve bütün topluluk için çok önemliydi.


Bugün de imanlılar sade kendilerini ve hanelerini düşünmemeli. Duamızda hem imanlı kardeşlerimizin ekmeği için yalvarmalı, hem de fakir bir kardeşimizin bir ihtiyacı karşısında imkânlarımıza göre elimizi açmalıyız.


Fakir kardeşlerimize yardım etmek temasında size Eski Antlaşma kitabından, Süleyman´ın Özdeyişlerinden çok güzel bir ayet vereyim:


"Yoksula acıyan kişi RAB´be borç vermiş olur, iyiliği için RAB ona karşılığını verir." (Süleyman´ın Özdeyişleri 19: 17)


Dönelim "Gökteki Babamız" duasına. Neden İsa Mesih bize "bugün yememiz için ekmeğimizi (ya da lâzım olan ekmeğimizi) Allahtan istememizi söyler? Daha iyi olmuyor mu, Allah bize bir sene kadar yetecek ekmeğimizi birden versin? Yetişkin insanlar genellikle para ve mal biriktirmeyi severler. "İlerde her ne olursa olsun, fakirliğe düşmeyelim, kimseye muhtaç olmayalım" diye, ya mal ve altın biriktirirler, ya apartman daireleri alırlar, ya da paralarını bankalara yatırırlar. Belki çok mal toplamışlar, ama hep yetmeyecek diye kahırlanırlar. Bu kahırlar, bu mal biriktirme hırsı çok kötü bir hastalıktır. Kızanlar genellikle yarın obir gün için kahırlanmazlar. Bugün doyurulsunlar, onlara yeter. Ana babaları, ilerdeki günlerini düşünecekler, kızanlar buna güvenirler. İsa Mesih bu temada kızanlara benzememizi ister. Gökteki Babamızdan sade bugünkü ekmeğimizi istememizi söyler.

İsa çok iyi biliyor, bazılarında bulunan para ve mal biriktirme hırsı çok korkunçtur, para biriktirme hırsı insanı nereye kadar götürüyor. İsa, mal toplamak için bir benzetme anlattı, her halde hatırlıyorsunuz. Bu benzetmedeki uyarıyı ciddiye almalıyız.


Luka 12: 15-21

İsa herkese şunu söyledi:

"Dikkat edin, kendinizi her türlü açgözlülükten kollayasınız. Çünkü bir adamın çok fazla malı olsa da, onun yaşamı değil o şeylerdedir." Onlara şu benzetmeyi anlattı:


"Zengin bir adamın toprağı çok fazla harman vermiş. Kendi kendine düşünmüş ki, 'Ne yapayım? Yok nereye harmanımı saklayayım!' Ve dedi: 'Evet, şöyle yapacam: ambarlarımı yıkacam, daha büyüklerini yapacam. Bütün harmanımı ve mallarımı oraya saklayacam. Ve canıma diyecem, 'Ey canım, şimdi çok sene yetecek kadar malların var, rahat et, ye, iç, sefa sür.' Ama Allah ona dedi: 'Ey akılsız adam! Bu gece canını senden isteyecem. Ve işte, hazırladığın şeyler, onlar kimin olacak?' Evet, kim kendine mal biriktirirse, ama Allahın önünde zengin değilse, bu akılsız adama benziyor."

Mal bakımından Allahın bereketini görmüş olanlara İsa, fakirlere vermekle Allahın katında zengin olmayı söyler. Hepimize, değil para ve mal için, ama Allahın krallığı için yaşamamızı söyler.

Yanlış anlamayın, İsa, "sonraki günü düşünmeyin" demedi. Tabii ki, yaz günlerinde toplayacaz ki, kış günlerinde yiyeceğimiz olsun. Bu temada çok tanınmış bir Eski Antlaşma ayeti var. Şöyle:

Süleyman´ın Özdeyişleri 6: 6-8

"Ey tembel kişi, git, karıncalara bak, onların yaşamından akıl öğren.
Başkanları, önderleri ya da güdücüleri yok, ama yazın çalışırlar, harman vaktında yiyeceklerini toplarlar."

Gökteki Babamızın çocuklarıyız, ne tembellik eder ve her şeyi oluruna bırakarız, ne de kendimizi para ve mal biriktirme hırsına kaptırırız. Önemli olan: Her gün her bakımdan Gökteki Babamıza muhtacız ve her gün Ona güvenmeliyiz. O düşünecek ve bize bakacak. Ona güven bağlamakla Onu şanlarız. Aynı zamanda muhtaç olan kardeşlerimizi de unutmamalıyız.