Önsöz: FARKLI OLMAYA CESARET ETMEK

Dünya ne derse desin, olayları nasıl yorumlarsa yorumlasın, bize ne gözüyle bakarsa baksın - Rabbimizin değer ölçüleri geçerlidir. Mesih inanlısı da Rabbinin değer ölçülerini kabul etmeye ve onun üzerinde hareket etmeye çağrılıyor. Rom 12:2'ye göre imanlı, "bu çağın gidişine uymamalı" ve "düşüncesinin değişmesiyle yenilenmeli". Imanlı açıkça diyebilir ki, "Bu dünyanın ruhu değil, Tanrı'dan gelen Ruh'u aldık" (1.Kor. 2:12). Tanrı'nın bu sözlerini ciddi alan herkes, bunları kendisinin içinde bulunduğu durumuna göre yorumlamasını öğrenmeli. Doğuştan beri 'dünya' denilen şeytanın krallığının değer ölçüleriyle büyümüş olan bizler Mesih'e tövbe edip, döndükten sonra, hatalı programlanmış bir bilgisayar gibi eski programı silip, yeniden programlanmalıyız. Yalnız bu sefer insanların öğretişleri değil, Mesih'in bize öğrettiği düşünceleriyle programlanacağız.

"Dünya ile dostluğun Tanrı'ya düşmanlık olduğunu bilmiyor musunuz?" (Yakup 4:4). Bu ilkeyi kimimiz tam olarak görmeye ve uygulamaya cesaret eder. Kim dünyanın değer verdiği herşeyine sırt çevirip, ilahide söylediğimiz gibi 'ben burada ancak garip yaşarım' diyebilir? Aramızda Petrus'la birlikte "Biz herşeyi bırakıp senin ardından geldik" (Luka 18:28) diyebilen kaç kişi var? İsa Mesih'in öğrencisi olmanın ciddiyeti ve kesinliğinin farkına varınca, Tanrı'nın egemenliği ile dünyanın arasındaki uçurumu da tam olarak göreceğiz. Aralarında barışın mümkün olmadığı, hiç bir zaman da olamayacağını göreceğiz, aynı anda iki efendiye hizmet etmekten de vazgeçeceğiz.

Dünya sistemi ile Tanrı'nın egemenliğinin arasındaki farklılığı ve düşmanlığı, evlilik ve onunla ilgili konularda çok açık bir biçimde baş gösteriyor. Evlilik, insan hayatının başlıca dönüm noktasının biri olduğu gibi, onu son derece önemli olan birtakım kararlar almaya da zorluyor. Aynı zamanda gizli bir işlem olmayıp, herkesin önünde cereyan ettiği için, çevresinin, ailesinin ve eşinin beklentilerini karşılamak konusu ortaya çıkıyor. Mesih inanlısı o durumdayken kendini çoğu zaman o beklentilerini ile Rabbin değer ölçüleri arasında seçim yapma zorunluluğunun karşısında buluveriyor. O yüzden evlenecek olan iki eşin önceden bütün konularda Rabbin düşüncelerine sahip olup, birlik içinde karar vermiş olmaları gereklidir (her ikisinin Rab İsa'yı sevip O'nun öğrencileri olduğunu varsayıyoruz).

Bu küçük broşürün amacı, henüz evlenmemiş olanlara bu dünyanın fikirlerinden vazgeçip, Tanrı'nın fikirlerine sahip olma konusunda yardımcı olmaktır. Kanımca, evlenecek olan imanlı gençlerin kendilerini bu konuda henüz evlenme durumuna gelmeden önce hazırlamaları son derece büyük bir önem taşıyor. Daniel de kendine, yabancı bir ortama girmeden önce, aynı şekilde günah işlemeyeceğine dair kesin karar aldı (Daniel 1:8). Evlilik durumuyla karşı karşıya gelen imanlı gençler de aynen öyle kendilerini hazırlamalı, karşılaşacağı dünyevi düşüncelere karşılık olarak, Tanrı'nın düşüncelerini öğrenmeli ve imanla sarılmalıdırlar.

Amacımız, Türkiyeli kardeşlerimizin içinde bulunduğu ortama göre yazmak, karşılaşacakları problemlerine somut çözümler önermektir. Aynı zamanda bu konuda bir tartışma yaratılır, imanlılar birlik içinde Tanrı'nın bu konudaki ve bizim durumumuza ilişkin düşüncelerini aramaya yönelirlerse, bu broşür amacına ulaşmış olacaktır. Duamız, imanlıların bu konularda farklı olmaya cesaret etmelerine ve karşılaşacağı zorluklarda Rabbimize sadık kalmalarına yöneliktir.

Bu broşür tabii ki, evlilikle ilgili tüm konulara değinemez. Amacımız da ancak biraz düşündürmektir. Ayrıca aşağıdaki kitapları okumanızı önemle tavsiye ederiz (broşürün sonunda yazılı olan adresten temin edebilirsiniz):

1) Bağlandım Sana (Yazar: Walter Trobisch)

2) Aşk ve Evlilik (Yazar: Jak Poonen)

3) Hıristiyan Gençlerin El Kitabı (Katoliklerin Yayını)

EVLENMELİ Mİ - EVLENMEMELİ Mİ?
YOKSA HİÇ DÜŞÜNMEMELİ Mİ?

"Öyle sanıyorum ki, şimdiki sıkıntılar nedeniyle insanın olduğu gibi kalması iyidir. Evli misin, boşanmayı isteme. Bekâr mısın, kendine bir eş arama."

"Bütün insanların benim gibi olmalarını dilerdim. Ama kimi şöyle, kimi böyle, herkesin Tanrı'dan payına düşen bir ruhsal armağanı vardır." ( 1.Kor. 7:26,7)

Ne yazık ki, toplumsal baskıların arasında erkeklerde 'askerlik-iş-eş' üçgeni, kızlarda ise 'yaşı gelmiş' kavramı en ön sıralarda yer alıyor. Bu toplumsal beklentileri karşılamayan gençler ise, ayıplanma hatta dışlanma tehlikesindedirler. Belirli bir yaşa gelmiş ancak henüz evlenmemiş erkeklerin eşcinsel, kızların ise hasta ya da daha kötü bir şey olduğu sanılıyor. Oysa Mesih'te 'evlenmek farzdır' diye bir kural yoktur. Dahası, dünya, evliliğe sadece insanlığın yok olmaması için gerekli olan bir kurum gözüyle bakarken, Mesih'in krallığında evlilik kendi kendine bir amaç değil, ruhsal değerleri koruyan bir araçtır. İmanlı, herşeyi Mesih'in bize vermiş olduğu yeni düşünceye göre değerlendirmelidir. Dünyanın ortaya koyduğu 'evli olma gereği'ne de ancak o ışıkta bakılmalı.

O yüzden burada büyük bir kesinlikle diyebiliriz ki, HİÇ KİMSE EVLENMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. Belki şu anda ailenin baskısının altında kalıp, ilk fırsatta evlenmeyi düşünüyorsun. Belki de bu noktaya kendini şartlandırarak geldin. Hatta, imanlı kardeşler bile sana o konuda gerek 'artık yaşın ilerlemiş' düşüncesiyle, gerekse 'imanlı çöpçatanlık' yapma hevesleriyle baskı yapmış olabilirler. O durumdaysan başka adımlar atmadan önce biraz durakla, içinde bulunan evlenme isteğinin nereden kaynaklandığını öğrenmeye çalış.

Rabbimiz senin durumundan habersiz değildir, senin ihtiyaçlarını sen sormadan önce bile bilir (Mat 6:8,32). Yeryüzünde bulunduğu sıralarda da her konuda kardeşlerine, yani bize, benzemesi gerekliydi (İbr. 2:17), bizim gibi de her çeşit denemeye tabii tutuldu (İbr. 4:15). İsa Mesih senin şu anda hissettiğin yalnızlık duygularına iştirak edebilir, çünkü kendisi de aynı yalnızlığı hissetti (örnek: Yuhanna 6:68 - öğrencilerin çoğu Mesih'i terk ederken, O şöyle soruyor, 'Siz de mi beni terk edeceksiniz?'). Kendisi de ailesinin 'sevgi'ye bürünmüş olan bağlanma teşebbüsleriyle karşılaştı (Luka 8:19-20), ancak onlara taviz vermedi (Luka 8:21). Şu anda sen de belki dünya ile Mesih'in krallığının arasındaki çelişkiyi yaşıyor, Mesih'in bizi bu dünyanın değer ölçülerinden çok daha üstün olan şeylere çağırdığını hissediyorsun. Mesih'ten cesaret al: o da aynı savaşımını verip galip geldi. Dahası, şu anda senin de aynı savaşımını verip, galip gelebilmen için dua etmektedir.

Dediğimiz gibi, evlilik amaç değil araçtır. Evlenip evlenmemeyi düşünürken imanlının tek bir düşüncesi olmalı: hangi durumda Rabbe daha iyi hizmet edebilirim? Evlilik konusunu içeren 1.Kor.7'inci bölümünde iki çeşit ruhsal armağandan söz ediliyor: evli olmak ve bekâr olmak. Pavlus burada her ne kadar bekâr olmanın iyi yönlerini överse de, evlenenlerin de Rabbe hizmet edebileceğini inkar etmiyor

(1.Kor. 7:7). Herhangi bir girişimde bulunmadan önce, Rab'den hangi ruhsal armağanı aldığını keşfetmen, o konuda kesinlik kazanman gerekecektir. Bu iki armağanı karşılaştırıp, bunları kullanan iki tür imanlıyı tarif edelim:

Bekâr olan şu avantajlara sahiptir:

- daha az kaygı çeker (1.Kor. 7:32)

- ilgisini tamamen Rabbe yöneltebilir (1.Kor. 7:33)

- hem beden, hem de ruhta kutsal (yani: ayırılmış) olabilir (1.Kor. 7:34)

- oruç ve duaya daha çok vakit ayırabilir

- ev, giyim ve yiyecek gibi konularda daha özgürdür

- başkasının kişiliğine uymak zorunda değildir

- dilediği zaman Rabbin kendisini yolladığı yere kaygısızca gidebilir

- Rab İsa'nın insan oluşundaki duygularına daha iyi iştirak edebilir (çünkü O da bekâr kaldı)

- Bekâr kadınlar, erkeğin desteği olmayınca daha özgürce hareket etmeyi öğrenirler

- evlilik yalancı bir huzur verebilir; bekâr kalanlar tüm ümidlerini Rabbe bağlayıp, kendilerini O'na daha yakın hissedebilirler (1.Tim. 5:5)

Evli olan ise şu avantajlara sahiptir:

- cinsel denemelerden büyük ölçüde korunmuş olur (1.Kor. 7:2)

- Mesih'le kilisenin arasındaki bağını daha iyi anlar (Efes 5:32)

- kendini başka kişilerin uğruna feda ederek Mesih'in kurbanını daha iyi anlayabilir (Efes 5:25-28)

- çocukları varsa Tanrı'nın 'babasal' yönünü daha iyi anlar (İbr. 12:9)

- bütün bunlardan dolayı kilisenin önderlik görevleri için daha uygundur (1.Tim. 3:2 'tek karılı' ve 3:4)

- kendi eşine uymak zorunda kaldığı için kişiliği daha dengeli bir biçimde gelişir

- hiç kimse bizi günahlarımızla, eksikliklerimizle eşimiz kadar yakından tanıyamaz; öylece evli olanlar kendilerini daha iyi tanıyabilirler, kutsal olma gereğini daha çok hissederler.

Tabii ki, burada isteyerek bekâr kalan ve isteyerek evlenmiş olanlardan söz ediyoruz. Evli olmayı arzulayıp da çeşitli nedenlerden bekâr kalanlar ya da zorla evlendirilenler de burada saydığımız bereketlerden mahrum kalacaktır. Tanrı'nın önünde ne bekârlığın, ne de evliliğin kendiliğinde bir değeri yoktur. Bunların her ikisi ancak ruhsal armağanlar olarak kullanıldığında bereket kaynağı olabilir. Bilinçli bir şekilde ve gönüllü olarak, kesin bir karar almış olarak evlenmeliyiz, ya da bekâr kalmalıyız.

Seni de bu konuda kendi ruhsal armağanını bulmaya teşvik etmek istiyoruz. 'Nasıl olsa bir gün evleneceğim' diye düşünme. Belki de Rab sana bekâr kalma armağanı vermiştir. Eğer öyle bir eğilimi hissedersen, kendine bir, iki yıl deneme süresi tanı. O zaman içerisinde ruhsal durumunu gözetle. Eğer hiç pişmanlık duymadan, gönül ferahlığıyla, kötü denemelere düşmeden bekâr kalabilirsen, o süreden sonra kesin bir karar al, kendini hayyat boyunca öyle yaşamaya ada

İşte, Mesih'in söz ettiği 'kendilerini Göklerin Egemenliği uğruna hadım saymış olanlar' (Matta 19:12) bunlardır. Fakat Mesih bu bölümü bir uyarı sözü ile bitiriyor: 'Bunu kabul edebilen, kabul etsin!' Öyle bir yaşam tarzı herkese göre değildir. Buna benzer olarak, oruç tutan da bunu güleryüzle ve zorla değil ancak sevinçle tutsun (Mat 6:16-18). Doğal olan yemeği sevinçle bırakamayan, hiç oruç tutmasın. Aynı şekilde, doğal olan evlilikten sevinçle vazgeçemeyen, hiç bekâr kalmaya söz vermesin. Rabbimiz herşeyeden önce itaat istiyor, kurban değil. Bu konudaki ruhsal armağanımızı farketmeden evlenir yahut bekâr kalmaya söz verirsek, bencil arzularımıza göre ve iman etmeden davranmış oluruz. İmanla yapılmayan herşey de günahtır (Rom 14:23).

Evlenmek ya da evlenmemek konusunu düşünürken, Pavlus'un şu önemli tavsiyesi unutmamalı. 'Cinsel ahlaksızlıklardan dolayı her erkeğin bir karısı her kadının da bir kocası olsun.' 'Kendilerini denetleyemiyorsa, evlensinler. Çünkü şehvetle yanmaktansa evlenmek daha iyidir.' (1.Kor. 7:2,9). Evliliğin cinsel ihtiyaçlarımızı karşılayacak ve o konuda günahları önleyecek Tanrı'dan buyurulmuş bir kuram olduğunu düşünürsek, onun değerini anlamaya başlayacağız. Bu da hiç de küçümsenecek bir bereket değil, ancak Tanrı'nın büyük bir lütfudur. İmanlıların arasında bile gerek düşüncede, gerek icraatta çok sayıda cinsel günahların bulunması üzücü bir gerçektir. Evliliğe gereken önem verilmiş olsa bunların büyük çoğunluğu önlenmiş olurdu.

Son olarak, hem evlenmiş hem de evlenmemiş kişilerin hayatlarını Kitabı-Mukaddes'te geçen bazı örnekler vererek incelemek istiyoruz:

1) bekâr kalanlar:

a) Luka 2:36-38 - Anna

Anna aşağı yukarı yirmi yaşındayken dul kalmış ondan sonra bir daha evlenmemiş 84 yaşında bir kadındı. Hayatını tamamıyla oruç tutmaya ve tapınmaya vermişti, tapınaktan ayrılmazdı. Öyle bir yaşam tarzında devam eden kişiler zamanla bu dünyadan kurtulup şimdiden Tanrı'nın huzurunda yaşamayı öğrenirler. Ruhsal gözleri açılır, ruhsal gerçekleri bir bakışta anlarlar. Anna da bir bakışta İsa'nın (henüz sekiz günlük bir bebekken) kurtarıcı olduğunu fark etmişti ve İsa'nın müjdesini Yahya'dan önce bile duyurmaya başladı. Öylesine büyük bir ruhsal güce sahip olmak isteyenlerin evlilikten vazgeçmeleri gerekir.

b) Elç.İşl. 21:9 - Filipus'un dört kızı

Filipus ilk önce yedi yardımcı (şemmas) arasında yer alıyordu. Sonra ise içinde bulunan ruhsal armağanı Samiriye'ye gidip orada mucize yaparak ve vaazederek kullandı. Etiyopiyalı vezirin Rabbe dönmesine sebep olan da oydu. (Elç.İşl. 6:5; 8:5; 8:26-40). Kutsal Ruh'un da kendisini anında Aşdot kentine götürmesi, Filipus'un Rab İsa'nın olağanüstü işler için kullanılan ve ruhsal güçle dolmuş olan bir aleti olduğunu kanıtlıyor. O tür ruhsal güçlerin anne-babadan çocuklara aktarılması çok görülen bir olgudur. Filipus'un dört kızı da aynı güçe sahiptiler. O armağanların kullanılmasını da ailevi bir hayatıyla bağdaştıramadıkları için bekâr kalmayı tercih ettiler.

2) evli olanlar:

a) Akvila ile Priskila - Elç.İşl. 18:2,18,26; Rom 16:3-4; 1.Kor.16:19; 2.Tim 4:19

Bu çift, İmparator Klavdius'un emri üzere Roma'dan sürgün edilip, Korint'e yerleştiler. Pavlus yanlarına gidip onlarla aynı meslekte çalışmaya başladığı zaman onların imanlı olup olmadığını bilemiyoruz. Sonra ise Pavlus'la birlikte Efes'e gittiler. Orada Rabbin işinde çok gayretli bir işçi olacak olan Apollos'u bulup İsa'nın yolunu öğrettiler. Yani, Pavlus'tan gördüklerini başkalarına aktarmaya gayret ettiler. Pavlus, onlardan mektuplarında 'emektaşlarım' diye söz ediyor, Pavlus için hayatlarını tehlikeye attıklarını, evlerinde de bir imanlılar topluluğun bulunduğunu işaretliyor. Bu çift, gösterişsiz ama yine de önemi son derece büyük olan hizmetiyle ilk inanlılar topluluklarının arasında büyük bir işi başardılar, Korint'te olsun, Roma'da olsun kendi evlerini kullanıp Mesih'in bedenini şekillendirmekte yardımcı oldular. Bu konuyu şöyle özetleyebiliriz: evli olanlar, içinde bulunduğumuz ruhsal görevinin görünen kısmında daha çok kullanılırken, bekârlar ağırlıklı olarak görünmeyen kısmında görevlidirler. Mesih'in bedeni bir arabaya benzetmek mümkünse, motoru bekârlardır, şasisi ve kasası ise evlilerdir. Manastırlara kapanan değil ancak dünyanın ışığı ve tuzu olan bekârların Rabbin görevindeki önemi çok büyüktür. Ancak, hiçbir görev ötekisinden üstün sayılmaz. Mesih'in bedeni her ikisine de muhtaçtır.

TENCERE YUVARLANMIŞ. KAPAĞINI BULMUŞ

Kitabı-Mukaddes'te eş bulma yöntemleri

'Ve İshak Yakubu çağırdı, ve onu mubarek kıldı, ve tenbih edip ona dedi: Kenan kızlarından kadın almayacaksın.' (Tekvin 28:1)

'Kadın dilediği kimseyle evlenmekte özgürdür; yeter ki, o kimse Rabbe ait olsun.' (1.Korintliler 7:39)

Açlıktan neredeyse ölmek üzere olup da, pirzolayı 'Ben ancak dana eti yerim' gerekçesiyle reddeden birini görürseniz, acaba ne derdiniz? Öyle gülünç bir vakaya rastlamak ne kadar zorsa da, evlilik konusunda aynı tutumun içerisinde bulunanlara rastlamak da o kadar kolay.

Rab'be danışıp, evlilik için yeşil ışık almış olanlar kendilerini derhal büyük bir sorunla karşı karşıya buluverirler: 'Kendime uygun bir eş nasıl bulabilirim?' Bu konuda büyük bir bilgisizlik ve düşünce ayrılılığı hakimdir. Kimi kardeşlere göre her imanlı için dünyada ancak tek bir kişi eş olarak uygun olur, o kişiyi bulma işinde de özel olağanüstü işaretler ve rastlantılara dayanılır. Başkaları ise bu konuya hiç önem vermeyip önüne gelen ilk kişiyle evlenirler. Kimi kardeşler için 'aşk' evliliğin vazgeçilmez bir unsurudur, başkaları ise evlenmeyi düşündükleri kişiye aşık olmaya, kendi benliğine dayanmanın belirtisi olup neredeyse evliliği olanaksız kılan bir etken gözüyle bakar.

Kitabı-Mukaddes'e baktığımızda ise bu konuda ne eski ne de Yeni Ahit'te Rab'den kesin bir emir ya da yöntem bulamıyoruz. Öte yandan Yeni Ahit'te hiç bir örnek bulunmazken, Eski Ahit'te birçok evliliklerle karşılaşıyoruz. Bunların kitapta geçmesi tabii ki, bizim için taklit etmemiz gereken örnekleri oluşturdukları anlamına gelmez.

Kısaca, bu tür eş bulma yöntemleriyle karşılaşıyoruz:

1) akraba evliliği: İbrahim ile Sarai (Tekvin 20:12)

2) olağanüstü işaret: İshak ile Rebeka (Tekvin 24:1-52)

3) aşk: Yakup ile Rahel (Tekvin 29:17,20)

4) kız kaçırma: Bünyaminliler (Hakimler 21:21-23)

5) ağabeylik görevi olarak: Tesniye 25:5-10

6) zinanın cezası olarak: Çıkış 22:16

7) siyasi nedenler: Süleyman (1.Krallar 11:3-4)

8) görücü usülü: Şimşon ile Delila (Hakimler 14:2)

9) mükafat olarak kızın verilmesi: Saul'un kızı Merab (1.Sam. 17:25)

Bunun karşısında yeni Ahit'te sadece bir şartın koşulduğunu görüyoruz: evlenenlerin her ikisi imanlı olmalı (1.Korintliler 7:39). Bunun sebebi de kolayca anlaşılıyor: karı koca aynı 'boyunduruk' altındadırlar. Bir 'çift' öküz nasıl bir boyunduruğun altında durup, ortak bir çaba için güçlerini birleştirip aynı istikamete doğru ilerlerse, karı koca da bir insan çifti olarak ortak bir hedefe doğru koşmalı, o amaç için de güçlerini birleştirmeli. Hedefleri farklı ve efendileri başka olan iki kişinin evliliği başarısızlığa uğramaya mahkumdur. Eşlerin biri Rab İsa'ya, öbürü ise rahatlığına kulluk ederse uzun vadede bu evliliği yıkacak olan anlaşmazlıkların ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Bu tür evliliklerde özellikle çocuk eğitiminde çok şiddetli görüş farklılıklar ortaya çıkacaktır. İmanlı olan eş, çocuklarına 'sağ yanağınıza bir tokat atana öbürünü de çevirin' ilkesini aşılamaya duygularını besleyecektir. İmanlı olan eşin en büyük eğitim hedefi sevgi ise, imansız olanın da 'erkeklik, delikanlılık' ya da biraz daha yüksek bir seviyede 'eğitim', 'başarı' veya para olacaktır. Böyle durumlarda asıl sorun çocukların hangi dine mensup olacağı değil ancak ne tür bir kişilikle büyüyecekleridir. Kitabı-Mukaddes'te ebeveynlerin sorumlulukları yiyecek, içecek, ev ve eğitim sağlamakla sınırlı değildir: Rab'bin düşünceleri gece gündüz, her durumda çocuklara öğretilecekti, böylece onlarda Rab'bin 'şahsiyeti' şekillenecekti (Tesniye 11:19). Yeni Ahit'te de ona benzer öğütleri buluyoruz: "Ey babalar, çocuklarınızı...Rab'bin terbiye ve öğüdüyle büyütün." (Efesliler 6:4). İşte, bütün bunlar ancak anne ve babanın birlik içinde aynı ruhsal hedefe doğru koştukları zaman mümkün olabilir.

Bunun dışında, çocuklar olmasa dahi, İsa Mesih'i yüceltmek amacıyla yaşayan birisi için kendi sahip olduğu sonsuzluk ve yücelik ümidini (Kol 1:27) paylaşmayan bir kişiyle evli olma düşüncesi dayanılmaz bir şey olmalı. Tabii ki, önceden evli olup da sonra Rab İsa'yı bulanların durumundan söz etmiyoruz. Oysa bile bile öyle bir ilişkiye girmek isteyen imanlı, kendi kendini ümidi ve yaşamıyla çelişen bir hayata mahkum ediyor. Güncel yaşantısında ve ömür boyu her şeyi paylaştığı kişinin sonsuzluğa dek Tanrı'dan ayrı olarak yaşayacağı düşüncesine kim dayanabilir?

Bütün bunlardan evlencek olan imanlının eşi de imanlı olma zorunluluğunun önemi kolayca anlaşılır. Yalnız, bu ilkeyi kavramış olan imanlılar bile birtakım soru ve zorluklarla karşılaşıyor. Bunların bazısı aşağıda yanıtlamaya çalıştık:

1) "Evleneceğim kişi belki şu anda imanlı değil, ancak benim yanımda kala kala sonunda Rabbi kabul edeceğinden eminim."

İncil bu tür düşünceye karşı kesin bir tavır alır gibidir. "Ey kadın, kocanı kurtarıp kurtarmayacağını nereden biliyorsun? Ey erkek, karını kurtarıp kurtarmayacağını nereden biliyorsun?" (1.Kor. 7:16) O tür evliliklerde imanlı olmayan tarafın imanlı olanın örnek davranışlardan etkilenerek sonunda Rabbe geldiği vakalar elbet ki, görülmüştür. Oysa o tür evliliklerin büyük çoğunluğu feci bir sona ermiştir. Diyebiliriz ki, durumların yüzde 90'ında ya imanlı tarafı Rab'bi terk edip dünyaya dönmüştür, ya da o evlilik boşanma ile sonuçlanmıştır.

Pavlus'un yukarıdaki ayetinde söylediği sözleri o tür bir evliliğini düşünenlere biraz uyarmak ve azarlamak amacıyla sarfedilmiştir. Kendini o denli güçlü sanan imanlılar dikkat etsinler: "Onun için ayakta durduğunu sanan sakınsın, düşmesin!" (1.Kor.10:12). Genellikle imansız olan eşlerin tarafı, erkek olsun kadın olsun, daha ağır basıyor. Kral Süleymanın hatasına düşmeyelim:

"Ve Kıral Süleyman Fıravun'un kızı ile beraber Moabiler, Ammoniler, Edomiler, Saydalılar, ve Hittilerden çok ecnebi kadınlar sevdi. Rab'bin İsrail oğullarına: Onların arasına gitmeyeceksinz, ve onlar da sizin aranıza gelmeyecekler; çünkü mutlaka yüreğinizi kendi ilahların ardınca saptıracaklardır, diye söylemiş olduğu milletlerden idiler. Süleyman onlara sevgi ile yapıştı ... Ve vaki oldu ki, Süleyman ihtiyarlığı zamanında karıları onun yüreğini başka ilahların ardınca saptırdılar. Ve babası Davud'un yüreği Rab ile bütün olduğu gibi onun yüreği bütün değildi. Ve Süleyman Saydalıların ilahesi Astarti'nin ardınca ve Ammonilerin mekruh şeyi Milkom'un ardınca gitti... Ve kendi ilahlarına buhur yakan ve kurbanlar kesen bütün ecnebi karıları için böyle yaptı... Ve Rab Süleyman'a karşı öfkelendi. (1.Kırallar 11:1-9)

Ne acı bir şey! Rab Allahın seçtiği ve meshettiği kral, yüreğinde Rab'den başka ilahlara yer veriyor. İnsanın içinde onu her zaman aşağı çeken, her zaman olumsuz yönlerin ağır basmasını sağlayan, düz değil ancak eğri olanı tercih ettiren güç nedir acaba? Ama daha da acı olan, bu aynı senaryonun aramızda her yıl defalarca terkrarlanmasıdır. Oysa Mesih inanlısı basit bir zeytinyağıyla değil ancak Tanrı'nın Kutsal Ruh'unun ta kendisiyle mesholunmuştur (1.Kor.1:21-22) Süleyman'dan daha büyük olan bir kırallığın içinde bulunuyoruz (Matta 12:42). Tanrı bize Mesih'te göstermiş olduğu güvenin yanısıra daha büyük bir sorumluluk da vermiştir.

Bu çağda uğruna kurban kesilen ilahların adları elbet de Astarti ve Milkom değil. Yine de Mesih'e sevmeyen biriyle evlenen bir imanlı kısa bir zaman içinde yüreğinin 'Rahatlık', 'Başarı', 'Para' ya da 'Mutlu bir aile yaşamı' adlı ilahlara doğru saptırıldığını acıyla fark edecektir. Birçok şeylerin yanında putperestlik de çağ atlamış bulunuyor. Artık heykellerin önünde durup buhur yakılmaz - onun yerini televizyon önünde oturduğumuz saatler almıştır. Artık bir putun uğruna ergeçler ve boğalar dünyada pek az kesilir - ama her ülkede zenginlik, maddiyat, kariyer ve yükselme hırsına kapılan babalar, eşleri ve çocuklarına karşı olan görevlerini ihmal edip ailelerini o hırslara kurban etmekte.

İşte, 'Benim yüküm hafiftir' diyen Rab, imanlı olmayanlarla evlenenleri yargılamayı amaçlamıyor. Ancak insanın yüreğini çok iyi bildiği için bizi bu konuda uyarmak, büyük felaketlerden alıkoymak istiyor.

2) "Evleneceğim kişi belki tam olarak benim gibi inanmıyor ama o da kiliseye gidiyor."

Bunu söyleyenlerin çoğu büyük ama maalesef çok yaygın olan bir düşünce hatasına düşmüş bulunuyor: kümese girmekle tavuk olunmadığı gibi, kiliseye ya da toplantıya gelen herkes imanlı değildir. Rab kendisi bile bu gerçeği şöyle ifade etti: "Beni 'Rab! Rab!' diye çağıran herkes Göklerin Egemenliğine girecek değildir. Ancak göklerde olan Babamın isteğini yerine getiren girecektir." (Matta 7:21). O ayete gerçekten kulak vermiş olursak anlayacağız ki, kiliseye üye olmak, toplantılara katılmak, hatta o toplantılarda çok canlı bir görünüm vermek bile Rab'bin önünde hiç bir şey değildir. Geçerli olan tek şey itaatimizdir.

Mesih'in bir din kurmak amacıyla dünyaya gelmediğini herkese karşı savunup duruyoruz. Oysa bu gerçeğin ortaya koyduğu sonuçları kavramakta güçlük çekiyoruz. Bir kişinin Mesih hakkındaki gerçekleri kabul etmesi ve ona dayanarak belirli bir topluluğa katılması, ancak yolun başlangıcını oluşturuyor. Ondan sonra ise o kişi günden güne Mesih'i İZLEMELİ - yani, kalkıp bulunduğu noktadan hareket etmeli. Mesih, bir imanlı ile evlenmeyi şart koştuğunda o tür kişileri, yani izleyicileri kastediyordu - 'kilise üyeleri' değil. Mesih'in amacı, evlenenlerin aynı 'dine mensup' olduğunu sağlamak değildi. Burada söz konusu olan, sonsuz yaşam ve Mesih'i izleme konularında zorunlu olan birlik. Mesih'in buradaki amacı, 'cemaatin dağılmasını önlemek' değil. Kendi öğrencilerine dua etmeyi öğretirken 'Ayartılmamıza izin verme' diye yalvarmalarını buyurdu. Mesih iyi bir çoban olarak, kuzularının 'koyun postuna bürünmüş kurtlara' kurban düşmelerini önlemek istiyor.

Burada kendilerini doğuştan beri Hıristiyan sayan kardeşlerimize yönelik birkaç söz söylemek yerinde olabilir. Eğer kendi hayatımızda Mesih'e şartsiz kayıtsız teslim olup, O'nu son nefsimize kadar izlemeye karar vermişsek, o zaman evleneceğimiz kişinin de aynı yolda bizimle birlikte yürümesini isteyeceğiz. Oysa ne yazık ki, Mesih'in (= Hristos; Hıristiyan) adını taşıyıp da O'na laik bir biçimde yaşamayanların sayısı çoktur.

Çok defa şöyle bir durum doğuyor: imanlı bir genç, imanlı olmayan birine aşık olur. Bu aşk da karşılıksız kalmayıp imanlı olmayan tarafının ötekisinin beğenisini kazanmaya yöneltir. O amaç uğruna toplantılara katılır, Mesih hakkındaki öğretişleri candan kabul eder, hatta 'din değiştirmeye' dahi razı gelebilir. Bu durumda olanlara şunu demek istiyoruz: bir insana karşı duyduğumuz aşk, Mesih'in öğrencisi olmak için son derece zayıf ve güvenilmez bir temel oluşturuyor. Kendinizi şunu sorun: 'Ya izlemeye söz verdiğim Rab İsa şimdi aşık olduğum kişiyi benden alsa, yine O'nu izlemeye devam etmeye razı mıyım?'. Ne yazık ki, bu günlerde Mesih'i sadece ve sadece günahın affı karşılığında izleyenlerin sayısı giderek azalıyor.

Bütün bunların sonucu olarak bir Mesih inanlısı, evlenmeyi düşündüğü kişinin hakkında şunun gibi soruları sormalıdır: o kişi Rab'bi tüm yüreği, tüm gücü ve tüm aklıyla seviyor mu, ve o Rab'be karşı olan sevgisinin ürünleri hayatında belli oluyor mu? Toplantılara katılırsa ondaki amacı nedir? Ben olmazsam dahi, o kişi Rab'bi aynı canlılıkla izleyecek mi? v.s.

3) "Rab İsa bile 'Dirilişten sonra ne evlenir, ne de evlendirilir, gökteki melekler gibidirler' (Matta 22:30) diyerek, evliliğin sadece bu dünyaya ait olup, herhangi ruhsal bir boyuttan yoksun olduğunu söylemedi mi?"

Geleneksel kiliselerdeki nikah töreninde şu sözler yer alıyor: 'Sen karını sevecek, teselli edecek ..... ölüm sizi ayırıncaya dek ona bağlı ve sadık kalacak mısın?' Öte yandan Pavlus, Rom 7:2'de evliliğin ölümle sona erdiğini, eşlerin üzerinde hiç bir yasal yükümlülüğünün kalmadığı ilkesini örnek olarak kullanıyor. Ondan evliliğin yaşamımızın bu bedenin içinde geçirdiğimiz kısımla ilgili ve sınırlı olduğu kolayca anlaşılır. Bu yine de evliliğin İncil'de kullandığı manada 'bedensel' bir konu olduğu anlamına gelmez, tam tersi evlilik ilk planda 'ruhsal' bir işlemdir:

- Tanrı ilk evliliği kutsal kıldı (Tekvin 1:28)

- çocuklar,imanlı olan baba ya da anne tarafından kutsal kılınır (1.Kor.7:14)

- Hem Eski Ahit'te (İşa 62:4-5; Yer 2:32), hem de Yeni Ahit'te (Esin 19:7-8, 21:2) Tanrı, kendi halkıyla olan ilişkisini bir evliliğe benzetmekten çekinmiyor

- yukarıda gördüğümüz gibi, sadece başka bir imanlıyla evlenmeliyiz

- evlilik Mesih'le kilisesiyle olan ilişkisinin bir örneği ve ruhsal bir sırdır (Efesliler 5:32)

Mesih inanlısının hayatının tümü zaten ruhsaldır. 'Bedensel' diye adlandırdığımız şeyler dahi, ruhsal bir önemden yoksun değiller. İncil'de görüyoruz ki, yemek yemek kadar basit bir uğraşının dahi ruhsal değeri ve önemi vardır. 'Özet olarak, her ne yer ve içerseniz, her ne yaparsanız, herşeyi Tanrı'nın yüceliği için yapın.' (1.Kor.10:31) Bu ilke evlilik için de, hem de daha büyük ölçüde geçerlidir. Yanlış bir işe girersek, yahut Rab'bin bizim için öngörmediği bir yerde yaşarsak, ruhsal hayatımızı elbet de olumsuz şekilde etkilenecektir. Aynı şekilde evliliğin ruhsal boyutunu görmeyip, 'nasıl olsa sadece bedensel bir işlemdir' diyerek imanlı olmayan biriyle evlenmeye kalkışsak, ruhsal hayatımızın gelişmesi hatta aynı seviyede kalmasını dahi bekleyemeyeceğiz.

4) "Peki, bir imanlı ile evlenmemin şart olduğunu kabul ediyorum. Fakat benim çevremde öyle birisi yok ki."

Son olarak bu önemli noktaya da değinmek istiyoruz. Bu günlerde birçok kardeşlerimiz kendilerini bu durumda buluyorlar. Türkiye'deki imanlıların sayısı maalesef henüz çok düşük olduğu için, kendilerine uygun bir eş bulmakta güçlük çekerler. Onun çıkış yolları olarak da ya bir imansızla evlenmek, ya da yurt dışına gitmek görülüyor.

Eğer sen de öyle bir durumda bulunursan, sana bazı önerileri getirmek istiyoruz. Rabbimiz senin sorunlarından habersiz değildir. Sen O'ndan istekte bulunmadan önce bile arzularını tek tek biliyor. Yine de diyor ki, 'Hiç kaygılanmayın; her konudaki dileklerinizi, Tanrı'ya dua edip yalvararak şükranla bildirin. O zaman...Tanrı'nın esenliği Mesih İsa aracılığıyla yüreklerinizi ve düşüncelerinizi koruyacaktır.' (Filipililer 4:6-7). Ve tam olarak ihtiyacımız da o değil mi? Yüreklerimiz ve düşünce-lerimiz korunmaya muhtaçtır. Kaygılananlar çabucak yüreklerinde soğukluk ve düşüncelerinde saplantılar fark edecekler.

Bir eş ararken temeldeki tavırımız ne olmalı? Rab bunu çok basit sözlerle ifade etmiştir: "Size doğrusunu söyleyeyim, Tanrı'nın egemenliğini bir çocuk gibi kabul etmeyen, bu egemenliğe asla giremez." (Markos 10:15) Bizim de içinde bulunduğumuz Tanrı'nın Egemenliğe büsbütün çocuklardan oluşur. Çocuklar da yarın için kaygı çekmezler, düşünmezler bile. Ancak şöyle düşünürler: 'Babam nasılsa bilir. O bana zamanında verecektir'. Evet, göksel babamız her ihtiyacımızı karşılayacaktır - ister yiyecek olsun, ister giyecek olsun, ister imanlı bir eş olsun. Yine de, çocuğunu seven bir baba, onun her isteğini anında yerine getirmez. En iyi olanı, en uygun zamanında yapar. O yüzden evlilik konusunda beklemen gerekebilir. Belki hayatında Rabbin, sen evliliğe girmeden önce ortadan kaldırması gereken bazı noktalar vardır. O konuda şunları düşünmeni istiyoruz:

a. Belki sana Rab tarafından bekâr kalma armağanı verilmiştir

Bu konuya yukarıda yeterince değindik. Sen de samimi bir şekilde Rab'den ışık almaya ve bu konuda kesinlik kazanmaya çalış. Maalesef dünyanın baskısına yenik düşüp, Rabbin düşüncelerini öğrenmeye yeterince önem vermiyoruz. Sen de kendini ve şu anki durumunu denetle. Rab gerçekten evlenmemi istiyor mu?

b. Belki Rab evlenmeni istiyor ancak şu anda henüz evliliğe hazır değilsin

İki kişinin İncil'in deyimiyle 'bir beden' (Mat 19:5) olması, yeryüzünde mümkün olan en yakın ilişki, en sıkı bağı tarif eder. Burada söz konusu olan, cinsel birlikten çok, kişilik birliğidir. İki kişinin karakterleri, benlikleri ve kişilikleri o denli kaynaşıyor ki, evliliğin doğal ürünü olması gereken çocuklarda bile o kaynaşmayı görmek mümkündür (Bir çocuğun oluşmasına sebeb olan yumurta ile spermdeki kromozomların birleşip yeni bir varlık oluşturmaları, bence kadın ve erkeğin ruhsal olan 'bir beden' birliğinin somut örneğidir).

Öyle bir kaynaşmaya razı gelen eşler, kendi öz varlıklarından vazgeçip, kendilerini büyük ölçüde inkar etmek zorundalar. Kendi hayatını yaşamak isteyen, kişiliğini geliştirmek ve kendini değiştirmek istemeyen eşler, Rabbin istediği bir evliliği sürdüremez, eninde sonunda ayrılmak zorunda kalacaklar. Evlenmek isteyen bir imanlı için o yüzden hem ruhsal, hem de kişisel olarak belirli bir olgunluk seviyesini gelmiş olmak zorunludur.

Evlenenler, gerek kadın olsun, gerek erkek olsun, evliliğe şöyle bir anlayışa girerler: ben onu şu konuda değiştiririm, bana bu konuda uyması gerekir. Evimiz şöyle olacak, makyajı şöyle yapacak, ya da hiç yapmayacak, bana şöyle hizmet edecektir, adam falan huyundan vazgeçecek, kadın bana hep tabii olacak v.s.. Oysa tüm imanlıların arasında geçerli olan bir ilke vardır: 'Mesih'e duyduğunuz saygıdan ötürü birbirinize boyun eğin.' Bu söz, özellikle evliliğin içinde de geçerlidir. Bunda her ne kadar karı ve koca için ayrı görevler varsa da karşılıklı itaat ve birbirine uyma arzusu vazgeçilmez unsurlarıdır.

Söylediklerimizin tümü de insanın tabiatına ters düşer. Değişmek istemediğimiz gibi, eşimizin değişmesini bekleriz. Görüyorsunuz ki, Ortadan kaldırması gereken engellerimiz varken Rab, evlenmemizi tasvip etmez, edemez de.

c. Belki Rab hemen evlenmeni ister, oysa sen eş seçmek konusunda önyargılı olup, Rabbe şart koşarsın.

Yukarıda gördüğümüz gibi, Pavlus yazılarında evlilik konusunda son derece pratik bir yaklaşımda bulunuyor. "Genç dullar evlensin" (1.Tim.5:14) - "Yeter ki, o kimse Rab'be ait olsun." (1.Kor.7:39) - "Şehvetle yanmaktansa evlenmek daha iyidir" (1.Kor.7:9) - Evliliğin amaç değil, araç olduğunu unutmamalıyız. Oysa maalesef birçok imanlılar öyle bir tavır takınırlar ki, sanki kapalıçarşıda en uygun halı bulma avına çıkmış. Aradıkları eş konusunda birçok şartları koşarlar. Sadece bedensel şartlar değil. Daha çok yaygın olan konular maalesef şunlardır: eğitim seviyesi, maddi durumu, ırk ve ailesinin dini ya da mezhebi.

Saydığımız bütün etkenler, dünya için evliliği mümkün kılan ya da engelleyen unsurlardır. Ancak bir Mesih inanlısı için o seviyede düşünmek ayıp bir şey sayılmalı. "Bir kimse Mesih'te ise, yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur...Bu nedenle biz artık kimseyi insan ölçülerine göre tanımıyoruz." (2.Kor.5:17,16). Dünyaya karşı 'Aramızda din, dil, ırk ve sınıf ayırımı yoktur' diye övünüp duruyoruz. Evlilik konusuna gelince ise aynı gerçeği maalesef çok kolay unuturuz. Bunları başkalarına uygulamalarını söyleriz, kendimiz ise uygulamıyı unuturuz.

İçinde bulunduğumuz durum, ne yazık ki, evlenmek isteyenlere sınırsız seçme olanağı sağlamıyor. O yüzden, bir an önce önyargılarımızdan vazgeçebilsek daha gerçekçi olmuş olacağız. Genel olarak şunu diyebiliriz: Kim olursa olsun, Mesih'i seven iki kişi başarılı bir evlilik yürütebilirler. Çünkü Mesih'in öğrencisi zaten kendi kişiliğini giderek artan ölçüde kaybedip 'Mesihi giyiyor' yani, O'nun kişiliğine sahip olur. Evli olan iki kişi bunu yaptıkları zaman, en büyük pürüzleri dahi ortadan kaldıracak bir güce sahiptirler, başarılı bir evlilik yaratabilirler.

İşte, bununla ana konumuza dönmüş bulunuyoruz. Uygun bir eş nasıl seçilir? -

Bu konuda çok değişik yaklaşımlara tanık oluyoruz. Kimi imanlı olağanüstü bir 'alamet' ya da işaret bekler; kimisi rüya görmeyi bekler; kimisi bütün kardeşleri arasında anket yapar; kimisi ise önüne gelen ilk fırsatta hiç beklemeden evlenir. Bazıları için aşık olmak evliliğin vazgeçilmez bir önkoşuludur; başkaları içinse aşk 'nefsani' bir duygu olduğu için evliliği neredeyse imkansız kılacak bir olgudur. Doğru olan nedir, acaba?

Herhalde, her iki aşırı uçtan sakınmaya çalışacağız. Ne 'nasıl olsa Rab bana zamanında bir eş gönderecektir' düşüncesiyle en ufak girişimden uzak kalacağız, ne de düşüncesizce damdan düşer gibi önümüze çıkan ilk kişiyle nikah dairesine koşacağız.

Yukarıda 'Kim olursa olsun, imanlı olan iki kişi başarılı bir evlilik sürdürebilir' diye iddia ettik. Ancak, iki insanın karakter yapılarının arasındaki farklılıkların da derecesi vardır. Kimi çiftlerin arasında az, kimilerin arasında ise çok büyük farklılıklar vardır. Onlardan doğan pürüzleri ortadan kaldırmak için değişik ölçüde iman gerekecektir. O yüzden kendimizi evlenmeden önce tartmalıyız:

- O kişinin karakteri ile benimkinin arasında ne gibi farklılıklar vardır?

- O farklılıklar ne gibi sorunlara sebep olabilir?

- O sorunları ortadan kaldıracak kadar iman, sevgi ve alçakgö-nüllülüğümüz var mı?



Kanımızca, doğru eşi seçmek konusunda en önemli faktörler şunlardır:

(a) açık fikirli olmak: Rabbin bana göstereceği kişiyle evlenmeye hazır mıyım? Yoksa Rabbin yoluna engel mi koyuyorum? Benim toplumumdan (ırkım, dinim, seviyem) olmayan birisiyle evlenmeye razı mıyım?

(b) Rab'den istemek: Gerçekten dua ediyor muyum? Evlenme arzum Rab'den midir? Bekâr olma armağanına sahip olmadığımdan emin miyim?

(c) tanışmak: Karşımdaki kişi nasıl bir yapıya sahiptir? Hangi konularda bana benziyor, hangi konularda benden farklıdır? Onun huzurundayken rahat miyim? Ve en önemlisi: bu kişi Rab İsa'yı seviyor mu? Tanıklık veriyor mu? Kendini imanlı olarak kanıtlamış mıdır?

(d) tüm kaygıları Rab'be bırakmak: Beklemeye razı mıyım? Ortak geleceğimize imanla bakabilir miyim? Toplumun tepkisine karşı koymaya hazır mıyım? Rab'bin sesinden başka seslere karşı kulaklarımı tıkadım mı?

Eğer bulunduğun ortamda tanışma fırsatın yoksa başka yerde aramakta sakınca yoktur. Başka toplantılara git, başka şehirlerdeki imanlılarla tanış, yıllık tatil kampımıza katıl. Çevresi geniş olan bir iki olgun ve güvenilir kardeşle evlenme arzunu paylaş. Ancak her ne yaparsan Rab'be danış ve içinde bulunduğun durumda O'na sevinçle hizmet et.

Son olarak da aşk konusuna değineceğiz. Aşk, sevgi ile karıştırılmamalı. İyi bir evliliğin temeli sevgidir, aşk değil. Aşk, evlilik çorbasının tuzudur, ancak tuz, tek başında pek besleyici değildir. Ve aşçılıktan anlayanlar biliyorlar ki, tuz en son olarak yemeğe katılır. Bir kişiye aşık oluşumuz da evliliğe pek sağlam bir temel oluşturmaz. Ancak gerçek sevgiyi öğrendikten sonra 'seni seviyorum' diyebiliriz.

Öte yandan aşkı, nefsani, neredeyse şeytani bir şey olarak görmeyelim. Rab'bin öyle bir düşünce olsaydı, Neşideler Neşidesi kitabının ne işi olacaktı, Kitabı-Mukaddes'te. Evli olduğumuz kişiye aşık olmak büyük bir duygu sermayesi oluşturuyor. O zaman onun zayıflıklarını daha kolay taşırız, hoşgörümüz de artar. Yine de, bu aşk zamanla gerçek sevgiye dönüşmezse, o sermaye de çabucak tükenmiş olacaktır.

Peki, başka bir imanlıya aşık olmuş bir imanlı ne yapmalı? Cevap: o aşkı Rabbe kurban etsin; yok saysın. O zaman Rab ona o kişiyle evlenmenin iyi olup olmayacağını gösterebilir. Aksi halde, o aşkı pahası ne olursa olsun , evliliğe dönüştürmeye çalışırsa herhalde hedefine ulaşacaktır. Ancak o durumda Rab'siz bir evliliğe girmiş olmanın olasılığı çok büyüktür.

Gerçek AŞK, gerçek bir SEVGİye dayanmalı. Nikah öncesi ya da balayında aşık olmak marifet değil. Öte yandan onbeş yıl evli kaldıktan sonra, eşimizin bütün zayıflıkları ve günahlarıyla içli dışlı olduktan sonra yine de ona aşık olan, takdire layıktır, gerçekten kıskanacak bir durumdadır.

KANBERSİZ DÜĞÜN OLMAZ

"Ve güvey gelinle nasıl sevinirse, Allahın da seninle öyle sevinecek." (İşaya 62:5)

"Özet olarak, her ne yer ve içerseniz, her ne yaparsanız, her şeyi Tanrı'nın yüceliği için yapın." (1.Korintliler 10:31)

   

İstatistik olarak Türkiye'de kişi başına düşen ortalama yıllık gelirini ele alsak (yaklaşık 1900 dolar) orta hali bir düğünün masrafı normal bir ailenin bir yıllık gelirinin seviyesindedir demektir. Başka bir deyimle aile, bir yıl boyunca sadece düğün masraflarını karşılamak için çalışmış olur. Bu denli büyük ve kanımızca anlamsız bir çabanın tek sebebi vardır: incilin deyimiyle, insan korkusu.

Düğün, sevinç dolu, çoşku verici bir tören olmalı. Kitabı- Mukaddes'te düğün her zaman sevinçle eş anlamındadır (İşa 62:5; Yeremya 7:34; 16:9; 25:10 - Esin 18:23; 19:7). Nitekim Kurtarıcımız İsa Mesih bile bir gün, kendisine inananlarla düğün yapacaktır. Karı ile koca arasında yapılan düğünler bu görkemli düğünün ufacık bir yansımasıdır. Evlenmeden önceki zor, endişe dolu bekleme zamanı artık sona ermiştir. Düğün, hem karının, hem de kocanın uzun zamandan beri düşlediklerinin gerçekleşme zamanıdır. O anı elbet de sevdikleri kişilerle paylaşma arzusunu hissederler.

Kalabalık düğünlerin başka, tarihsel bir nedeni daha vardır: belediye nikahı henüz bilinmediği çağlarda, evliliğin geçerli sayılma konusunda şahitlerin çok büyük önemi vardı. Herhangi bir ihtilaf durumunda düğüne gelen misafirler, tanıklık yaparak evliliğin geçerliliğini tasdik edebilirlerdi. Düğünün asıl anlamı da odur: iki kişinin bundan böyle ortak bir yaşam sürme arzusunu şahitlerin önünde ilan etmek.

Bugünkü düğünlerimize baktığımızda maalesef başka bir tabloyla karşılaşıyoruz: sevinç ve çoşkunun yerini, stres, gerginlik, can sıkıntısı ve gösteriş almıştır. Her şeyde olduğu gibi, düğünlerde de amacımız Rab'bi hoşnut etmek olmalı (1.Kor.10:31). Onun yerinde ailemizi ve çevremizi hoşnut etmeye çalışıyoruz. Toplumun beklentileri Rab'bin isteğinden ağır basıyor. Keşke o çevre korkusundan kurtulabilsek, Rab'bin evlatlarının tam özgürlüğüne kavuşabilsek.

Şimdi evliliğin basamaklarına tek tek olarak incilin ışığ

nda ve bir imanlı için taşıdıkları anlamı açısından bakalım:

Söz: İki kişinin yaklaşım sürecinin başlangıcıdır. Söz kesmenin önemi ve anlamı şudur: Herkes bu iki kişinin bundan böyle birbirleriyle daha iyi tanışmak için gerekli olan ortamı sağlamak ve yakınlığı göstermek niyetinde olduğunu bilsin. Çevre de gereken anlayış ve kolaylık göstermelidir. Bu, biraz kapalı toplumumuzda gerekli olan bir adımdır.

Sözlü olma zamanı bir deneme zamanıdır. Ve yukarıda belirttiğimiz gibi son derece büyük bir önem taşıyor. O zamanlarda müstakbel eşimizin bize uygun olup olmadığını tartıyoruz. Söz kesmenin tek anlamıda budur. Aksi halde karar vermiş iki kişinin daha fazla beklemesinin hiç bir anlamı ve yararı yoktur, hatta zararı vardır. Sözlülüğün önemi müddetin uzunluğunda değildir. Kimi çiftler birbirlerini iki haftada iyi tanımayı becerirler; kimi çiftler ise yıllar sonra bile birbirlerine yabancı gibidirler. O yüzden, sözlü olanlar birbirleriyle mümkün olduğu kadar çok konuşmalı, birbirinin düşünceler ve huylarını öğrenmelidirler.

Nişan: Evlenmeye kesin karar vermiş olan çiftler, birtakım 'teknik sorunlarla' karşılarlar. Yeni bir ev bulunmalı, hazırlanmalı, ve döşenmeli. Büyük bir düğün için gerekli olan hazırlıklar yapılmalı v.s. İşte, bu gibi durumlar için 'nişanlılık dönemi' icat edildi. Oysa bu zaman, çiftler için son derece güç ve sıkıntılı bir dönemdir.

Mesih inanlıları ise, kendileri öyle gereksiz bir yükün altına sokmak zorunda değildir. Daha aşağıda da göreceğimiz gibi, Mesih'e seven, sade ve basit bir yaşam tarzı tercih eder. Böylelikle maddi sorunları ve onunla birlikte gelen bekleme zamanını da asgariye indirmiş olur. Nişan düğünün anlamı nedir, zaten? Bu soruya bugüne kadar henüz tatmin edici bir yanıt bulamadık.

Düğün: Belirttiğimiz gibi, evlilik düğünümüz dahi Rab'be yücelik getirecek bir şekilde geçmeli. İmanlıların düğünü iki yönlü bir törendir: hem bizimle beraber İsa'nın ümidini paylaşanlarla birlikte seviniriz, hem de imanlı olmayan akraba ve arkadaşlarımıza tanıklık ederiz. O yüzden, düğüne hazırlık yaparken inisiyatif gelin ve damatta olmalı. Tüm hazırlıklar, ailelerinin fikirlerine bakmaksızın say-dığımız iki amaca (kardeşlerle birlikte sevinmek ve paylaşma fırsatı) yönelik yapılmalı. Gerek ailesi Müslüman, gerekse ailesi Hıristiyan olanlar için diyebiliriz ki, geleneksel düğün törenler Mesih'e yücelik getirecek bir şekilde geçmiyor. Onun için bu konuda yaratıcılık ve yenilik isteniyor.

Kendimizi çok sayıda alışagelmiş, kalıplaşmış düşüncelerden arındırmalıyız. Türkiye'deki Mesih inanlıların tümü 'ruhban sınıfı yoktur' ilkesini savunurlar. Dr. Çetin Özek'in hazırladığı hukuki rapor 'İnancımızın esasları' bölümünün ikinci kısmının 11'inci maddesinde bu ilkenin Türkiye'deki tüm Mesih inanlılarınca benimsenmiş olduğu yazılıyor. Buna rağmen, imanlıların çoğu, düğünlerinde papaz, çoban, ya da önder saydıkları bir kişinin 'takdisi'nden mahrum kalmak istemezler. Böylelikle evliliklerinin üzerine Tanrı'nın bereketini indirmeyi ve onayını almayı düşünürler. Oysa evliliği kutsal kılan,Tanrı'nın kendisidir. O'nun bereketini indirecek olan ise, itaatimizdir. Herşeyde de olduğu gibi, önce Tanrı'nın Egemenliği ve O'nun doğruluğunun ardından gitmesek, çobanın ya da papazın takdisi de bize fayda getirmez.

M.Ö.'ki çağlarda evliliği geçerli kılan, damat ve gelinin karşılıklı ve şahitlerin önünde verdikleri sözüydü. İlk yüzyılların kilisesinde ise, hem Yahudilerde olduğu gibi hahamın nikahta bulunmasını örnek alarak, hem de kiliseyi putperestlerden temiz tutmak gayesiyle, kilise ihtiyarlarının nikahtaki görevi giderek artıyordu. Zamanla, çobanların evliliği onaylama zorunluluğu gelişti. İmparator Trajan zamanında (M.S. 98-117) Roma'da aslanların önüne atılarak şehit olan Antakyalı gözetmen İgnatiyus, İzmirli gözetmen Polikarp'a yazdığı mektubunda şöyle diyor: "Evlenecek olan kadınlar ve erkeklerin gözetmenin onayıyla birleşmeleri doğrudur. Bu yolda evlilikleri şehvetin arzularına dayanmayıp Tanrı'nın isteğine uygun olacaktır. Her şey Tanrı'nın şerefini çoğaltmak amacıyla yapılsın." (Polikarp 5:2)

Kilise önderlerin bu evlendirme ve evliliği denetleme imtiyazı ilk olarak iyi ve Mesih'in bedenin güçlendirecek bir şeydi. Kilisenin dördüncü yüzyılda uğradığı yozlaşma döneminden sonra ise, bu görev de yanlış anlaşılmaya başladı. Gözetmen görevi papazlık ve onay takdise dönüştü. Oysa İncil'de, nikah töreninin özel bir ruhsal işlemin olduğunu okumuyoruz. Bütün Kitabı-Mukaddes'te bile düğün töreni hakkında hiç bir şey okumuyoruz. Düğünlerden söz edilirse de (Hakimler 14:1-18; Mezmur 19:5; Matta 22:1-14; 25:1-13; Luka 14:7-11; Yuhanna 2:1-11; Esinleme 19:7-9), Tanrı'nın halkına düğünleri hakkında herhangi bir kural ya da öğüt verilmiyor. Değişik çağlarda, değişik toplumlarda, değişik şekillerde yapılıyordu ve halen yapılmaktadır.

Evlilik ilk önce yasal bir işlemdir: iki kişi bir anlaşma ya da mukavele yapıyor, karşılıklı olarak aynı konuda aynı taahütte bulunuyorlar. Dolayısıyla evlenecek olanların içinde bulundukları toplumun gözünde geçerli olan evlenme işlemi ne ise, Rab da onun aynısını kabul ve tasdik ediyor. Öte yandan, toplumun gözünde evli görünmeyen iki kişi istedikleri kadar 'ruhsal' işlemlere başvursun, Tanrı onların evliliğini geçerli saymayacaktır. Yani, evliliğin ruhsal boyutu, yasal geçerliliğine bağlıdır.

Bu evlilik işlemi de, toplumdan topluma değişiyor. Eğer Amazon ormanlarında yaşayan bir kabilede gelin ile damat üç defa aynı ağacın etrafında koşmakla evli sayılırsa, Tanrı da onu öyle kabul edecektir. İskoçya'da Gretna Green adında bir köyün yüzyıllardan beri süregelen başka bir evlenme töreni vardı: oranın muhtarı geleneksel olarak demirciydi. Kendisine nikah kıymak için gelenleri de çekicini üç kez örse indirmekle evlendirirdi. Tabii ki, bu köy zamanla kız kaçıranların cenneti olarak ün kazandı. Bu yöntem garip olmakla birlikte, toplumun gözünde geçerli sayılırdı. Dolayısıyla Rab de onu geçerli sayıyordu.

Kimi ülkelerde evlendirme yetkisi dini kuruluşlara verilmişse de, günümüzün Türkiye'sinde yasal olarak geçerli olan tek evlenme yöntemi belediye nikahıdır. Dini nikahların geçerliliğini sona erdirip resmi nikahı Türkye'de kanun seviyesine getiren, Atatürk'ün bizzat kendisiydi. Türkiye Medeni Kanun'nun 108 inci maddesi şöyle diyor:

"Evlenme reşit iki şahit muvacehesinde (huzurunda) belediye dairesinde veya heyeti ihtiyariyede, belediye reisi veya reisin evlenme işlerine memur ettiği vekili veya muhtar tarafından alenen aktolunur."

Ve yine 110 uncu maddesinde şöyle diyor:

"Evlendirme memuru merasimin hitamı üzerine derhal karı ve kocaya evlenme kağıdı verir. Evlenme kağıdı ibraz edilmeden, evlenmenin dini merasımı yapılamaz. Bununla beraber evlenmemin tamamen dini merasıminin icrasına mütevakkıf değildir."

Yani, evlenmeyi geçerli kılan ancak ve ancak belediye nikahıdır, dini bir tören istek üzere olabilir, yalnız evlilik daha önce yasal geçerliliğini kazanmış olmalı. Buna karşı hareket eden dini memurlar ayrıca Türk Ceza Kanunun 237 inci maddesine göre cezalandırılır.

Mesih inanlıları da altında bulundukları hükümetlere severek tabii olurlar, onların yasal sistemine saygı gösterirler. (Romalılar 13:1,4) O yüzden biz de belediye nikahını hor görmeyelim, ona 'formalite' ve kilisedeki nikah törenine 'asıl geçerli olan budur' demeyelim. Nitekim Rab de belediye nikahını tek geçerli olan nikah oolarak kabul ediyor

Bunu söylemekle evliliğin ruhsal boyutunu inkar etmiş olmuyoruz. Yalnız, bu ruhsallık, dini bir törenin yapılıp yapılmamasıyla ilgili değildir. O boyutu sağlayan, imanlı olanın İMANI ve o imanını ailesinin içinde kanıtlamasıdır (1.Kor. 7:14). Başka bir deyimle: Rab'bin bereketi evlilikle ilgilidir, nikahla değil.

O halde imanlıların düğünü nasıl olacaktır, neye dayanır? Yanıt: Rom 12:15 - 'Sevinenlerle sevin, ağlayanlarla ağlayın.' ve 1.Kor.12:26 - 'Eğer bir üye acı çekerse, bütün üyeler birlikte acı çeker. Bir üye yüceltilirse, bütün üyeler birlikte sevinir.' İki imanlının evlilikte birleşmesi, gerçekten sevinç getirici ve Mesih'in bedenini güçlendiren bir şeydir. O yüzden bütün beden doğl olarak onun törenine katılmak ister. Ancak bu sevinç sadece nikahlara mahsus bir şey değildir. Bir kişinin okuldan mezun olması, askerlikten dönmesi, çocuğunun doğumu ve buna benzer olaylar da Rabbin önünde kutluyoruz.

Nikah töreninde Rab'den bereket almaktan ziyade O'na evliliğimizi sunuyoruz. Kardeşlerle birlikte sadece evliliğin bereketli (ki, onu kafamızda çoğunlukla 'rahatlık' ile eşanlamında canlandırıyoruz) geçmesi için dua etmiyoruz. Daha çok, kendimiz evliliğin içinde 'Tanrı'ya diri, kutsal, O'nu hoşnut eden kurbanlar olarak' (Rom 12:1) sunuyoruz. Evliliğimizi bedenlerimizle birlikte 'doğruluk aracı' olarak sunuyoruz (Rom 6:13), hem de başka imanlıların huzurunda. Evliğimizin amacı artık keyifli bir yaşam sürmek değil, ancak Rab'bin yeryüzünde kullanabileceği araçlar olmaktır. Çocuklarımız bizim değil, Rabbindir. Evimiz bizim değil, Rabbin ve Rabbin göndereceği misafirler içindir. Malımız bizim değil, Rabbin ve ona ait olan muhtaç kardeşlerimizindir. İşte, bütün bunlar insanın doğal benliğine son derece aykırı düşen şeylerdir, kimse bunları doğal olarak yapmak istemez. O yüzdendir ki, ta evliliğin başında buna şahitlerin önünde karar ve söz veriyoruz. Bundan böyle Rab, hepimizi bencillikten arındırsın

AYRILMAK VE YAPIŞMAK

ya da: Mesih'in Kılıcı

"Bunun için insan babasını ve anasını bırakacak, ve karısına yapı$acaktır; ve ikisi bir beden olacaktır." (Matta 19:5; Tekvin 2:24 - eski çeviri)

"Bir başkası, 'Rab' dedi, 'senin ardından geleceğim ama, izin ver, önce evimdekilerle vedalaşayım.' (Luka 9:61)

   

"Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının, kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven, bana layık değildir... Canını kurtaran, onu yitirecek. Benim uğruma canını yitiren ise onu kurtaracaktır."(Matta 10:34-39)

Rab Mesih'e kızdığınız hiç oldu mu? O, birçok defa anlaşılması güç ve uygulaması neredeyse olanaksız olan sözler sarfetmiştir. Tanrı'nın Egemenliğinin mantığı her konuda insanın doğal mantığına ters düşmektedir (1.Kor.1:25,27). Kutsal Ruh'unun yardımı ve aydınlaması olmadan, Mesih'in sözleri kesinlikle anlaşılmaz bir sır ve saçmalık kalacaktır. "Sağ yanağınıza bir tokat atana, öbürünü de çevirin." (Matta 5:39) diyen ve gerekli olduğu zamanlarda kılıcı kullanmayı reddeden, kullananları da ağır bir şekilde azarlayan (Matta 26:51-54) İsa, dünyaya bir kılıç getirdiğini iddia ediyor - hem de aile efratlarımıza karşı. Düşmanlarını seveceksin (Matta 5:44) diyen İsa, bize ailemizden nefret etmeyi (Luka 14:26) emrediyor. 'Annene babana saygı göster' ilkesini vurgulayan (Matta 19:19) İsa, aynı zamanda bunun tam aynısını yapmaya kalkan adamı öğrenciliğine layık saymıyor (Matta 8:21-22).

Acaba, İsa aile ilişkilerimizde ne gibi yanlışlıklar görüyor ki, o denli sert ve katı bir tepki gösteriyor? Bizim için büyük fedakarlıklarda bulunan, kendi rahatlarını düşünmeyip aksine gece gündüz bizim iyiliğimizi düşünen annemiz ve babamız değil mi? İsa sözleriyle asilik ve isyankarlığı desteklemiş olmuyor mu? Bu çelişkiyi çözmek için biraz etraflıca düşünmemiz gerekecektir.

"Ve Allah yaptığı herşeyi gördü, ve işte, her şey çok iyi idi." (Tekvin 1:31) İnsan, ilk yaratıldığında mükemmel ve kusursuz bir durumda olduğu halde, onun günah işleyişi onu sadece Tanrı'yla olan ilişkisinden mahrum etmedi. İnsanın günahı, onun sonsuz hayatını kay- bettirmesinin yanısıra, bütün insani ilişkiler de zehirleyip bozdu. Tanrı'nın elinde olduğu takdirde birer büyük bereket kaynağı olan şeyler artık şeytanın eline geçip onun insanı yönetmekte kullandığı başlıca aletler oldu. Örneğin: şeytan, başta Tanrı'nın sevgisinin bir ifadesi olan cinselliği bugün artık her türlü kötülüğü doğuran bir alet olarak kullanmaktadır. İletişim ya da konuşmak, ilk başta tanrısal bir armağan olup artık her türlü kötülüğün giriş kapısı durumuna gelmiştir (Yakup 3:2-12).

Aile ilişkilerimiz de maalesef bu yozlaşmaya uğramadan bugünümüze gelmemiştir. İlk önce Tanrı'nın büyük bir bereket kaynağı olan aile kuramı, artık Tanrı'ya düşman olan güçlerin hizmetindedir. Ebeveynler Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcileri olacaktı. Çocuklar, hem her konuda tam gelişmedikleri, hem de vicdanlarının henüz olgunlaşmadıkları için Tanrı'yla kendi başlarında bir ilişki yürütecek kapasitede değildir. Ebeveynler ise çocuğa karşı Tanrı'yı temsil edecekti. Bu görev, koruma ve büyütme sorumluluğun yanısıra yetki ve itaat edilme hakkını da getirdi. O yüzden Eski Ahit'te itaatsiz ve anne babalarına karşı işyan ya da küfür eden çocukların (herhalde yetişkin çocuklardan söz edilir) idam cezasına çarptırıldığını okuyoruz (Levililer 20:9; Tesniye 21:18-21). Aynı zamanda, çocukların anne babalarına karşı saygı göstermeleri gerekli olduğu söyleniyor (Çıkış 20:12).

Yalnız, ebeveynlerin bu saygı görme ve itaat edilme hakkı onlara Tanrı'dan şartsız olarak verilmemiştir. Tanrı'nın onlara verdiği 'vekaleti' suistimal edilmemeli, onun ancak vekalet verenin isteğinin doğrultusunda kullanıldığında geçerli olduğu unutulmamalı. Gerçek itaate ve saygıya layık olan Tanrı'nın kendisidir. Ebeveynler ancak O'na tabii olduğu sürece çocuklarından aynı itaati ve saygıyı bekleyebilirler. Aksi halde Tanrı, onlara vermiş olduğu vekaletini iptal edebilir.

Onun dışında, çocukların ailelerinden kopmasını gerektiren başka bir neden daha var: insan başkalarıyla irtibatta bulunurken, onların toplumsal konumunu gözetmeden hareket edemez. Büyüklerimizin karşısında başka, ahbaplarımızın karşısında başka davranıyoruz. Anne babamızın gözünde hayat boyunca çocuk kalacağız, biz de tepki olarak daima çocuk rolünü üstleneceğiz. Evlendiğimiz zaman ise, yeni bir aile kurar çocuk rolünden anne ya da baba rolüne geçiş yaparız. O role hazır olmak da, eski bağlardan kopmak ve eski düşünce alışkanlık- larımızdan vazgeçmemizi gerektiriyor.

Bu kopma işleminin önemi o kadar büyük ki, Rab ondan Eski Ahit'in ta başında söz ediyor. Onun üç ayrı yönü ayırt edebiliriz:

(a) özgörüş: evlendikten sonra artık kendimizi başka bir aileye ait sayıyoruz. İlk ve en önemli kopma noktası budur. Babama, anneme her ne kadar saygı göstereceksem de, artık onlara eşit sayılıyorum' diye düşünmeliyiz.

(b) sorumluluk: 'Artık ilk etapta babamın, annemin beklentileri değil, eşimin beklentilerini gerçekleştirmem gerek.'

(c) ikamet yeri: düşüncesel ve duygusal ayrılışımızı ifade etmek ve güçlendirmek için ayrı bir eve taşınmak iyidir. Aramızda fiziksel mesafe olunca eski ailemizden daha kolay kopabiliriz. Evlenecek olan imanlı çiftlere ancak şu tavsiyede bulunabiliriz: mümkün olduğu kadarıyla eski ailelerinizden bağımsız olmaya çalışınız.

- Yeni eve taşındığınızda, başka bir mahalleyi tercih edeniz.

- Salonda asılacak olan perdeleri kendiniz seçiniz v.s.

- Çocuklarınızın eğitimine anne ve babanızın karışmasına izin vermeyeniz.

- Kocalar, karılarını kendi anneleriyle kıyaslayıp onlardan gerçekçi olmayan beklentileri gütmesin.

Bu gerçekleri aktarırken, amacımız evlenecek olan gençleri anlamsız bir isyana sürüklemek değildir. Herşeyin üstünde olan, Tanrı'nın Mesih'teki isteğidir. Hedefimiz onu anlamak ve hayatlarımızda uygulamaktır. Ebeveynlerimiz imanlı ise, tabii ki, onlara daha büyük bir titizlikle itaat edeceğiz, fikirleri ve tecrübelerinden faydalanmaya çalışacağız. Sormamız gereken soru şudur: 'Annem, babam Mesih'i gerçekten seviyor mu? Bana bu tavsiyede bulunurken Rabbin isteğini uygulamak amacında mıdır?' O zaman itaat etmemiz gerekli olup olmadığı da ortaya çıkacaktır.

Rab İsa ailevi bağların, Tanrı'nın Egemenliğine girişimize engel oluşturacak nitelikte olduğunu çok iyi anlamıştı ve birçok ayette bizi o konuda uyarmak istiyor. Kendi hayatında bile aile sevgisi ile Tanrı'nın sevgisinin arasındaki bu gerilimi hissetmiş ve her zaman tanrısal sevgiyi üstün tutmuştu. Yine de bencil bir bireyselliğe düşmedi: Annesi babasına itaat etti (Luka 2:51) ve çarmıhta ölürken bile annesinin iyiliğini düşündü (Yuhanna 19:26-27). Oysa çok defa ailesi ile olan iliş

kisinin kendi görevini engellediğinin farkındaydı:

- 12 yaşındayken bile gerçek babasının Tanrı olduğunu söyledi (Luka 3:49-50), oysa Meryem ile Yusuf onu anlamamışlardı

- İlk mucizesinde annesine bir yabancıya hitap edercesine 'kadın' diyor (Yuhanna 2:4), çünkü annesi onun zamanından önce meşhur olmasını istedi

- Kalabalığın içinde gerçek ailesinin Tanrı'ya itaat edenlerden oluştuğunu söyledi. Annesine ve kardeşlerine hiç öncelik tanımadı (Luka 8:19-21).

- Kendi öz kardeşleri dahi O'na inanmayıp O'ndan kurtulmak bile istediler (Yuhanna 7:1-10).

En büyük düşmanımız, iyi olan bir şeyi yapıp en iyi olanı unutmaktır. Ferisilerin hatası da tam aynısıydı - Matta 23:23-24; Luka 11:42-44. Mesih, aile sevgisinin önemini inkar etmiyor, ancak Tanrı sevgisinin daha büyük olması gerekliliğini savunuyor. Eğer zamanında ailesinin isteklerine boyun eğseydi, Tanrı'nın öngördüğü işini gerçekleştiremezdi. Bizim için de aynı durum söz konusudur: babasına bakmak isteyen ve ailesi ile vedalaşmak isteyen iki öğrenci de İsa Mesih'in çağrısına cevap verecek durumda değillerdi.

Bazen şöyle itirazda bulunanlar oluyor: "Türk toplumunda aile bağlar batıdakilerinden çok daha sıkıdır. Mesih inanlıları olarak da ona uymamız gerekiyor." - Şunu unutmamalı ki, Mesih inanlısı olarak yaşamak, batılılaşmak anlamına gelmez. Mesih bize yeni bir kültür değil, yepyeni bir hayat ve yepyeni bir kişilik veriyor. Batıda isyan, bireysellik ve ailenin parçalanması sözkonusudur. Oysa Mesih'te doğal bağlarımız inkar ediliyor, onun yerini de artık ruhsal bağlarımız almıştır. Bizi bu dünyaya bağlayan ne kadar unsur varsa, Mesih'te hepsi geçersiz sayılırlar. Bir Mesih inanlısının kimlik kartı şöyle olmalı:

- Din ve mezhep: İsa Mesihi'n kendisi

- Irk: İbrahim'im zürriyeti

- Vatandaşlık: Göklerin Egemenliği

- Doğum Tarihi: (Vaftiz Tarihi)

- Baba Adı: Göklerdeki Babamız

- Kardeşler: Tanrı'ya itaat edenler

Bu doğal olan herşeyden kopma şartı, yeni doğuşun hayati ancak bu günlerde maalesef pek rağbet görmeyen bir yönüdür. Herkes yeni hayatı arzuluyor, ancak onun önşartı olan bu dünyadan kopmaktan çekiniyor. Fakat Mesih, yeni şarabın eski tulumlara konulmamasını tavsiye ediyor (Matta 9:17). Eski bağlarımız devam ederken, yeni hayatın bize ulaşması ve bizde etkin olması olanaksızdır.

İncili dikkatle okuduğumuzda, aile sevgisinin eski bağlarımızın en kuvvetlilerinden sayılması, bizi bir hayli şaşırtıyor. Oysa Mesih bu sözler düşüncesizce ve sorumsuzca sarfetmedi. Onun içinde bulunduğu toplum, bugünün Türkiye'sinden çok, çok daha sıkı aile bağlarına sahipti. Yine de Mesih, Tanrı'nın Egemenliğinin herşeyden büyük ve önemli olduğunu belirtiyor, insanı ondan ayıran ne varsa onun üzerine 'kılıcını', ki o yargılayan sözüdür, indiriyor.

Evlenmeyi düşünen tüm kardeşlerimizi herşeyden önce Tanrı'nın Egemenliğini ve O'nun doğruluğunu aramaya teşvik etmek istiyoruz. Ne yazık ki, bir annenin, bir babanın çocuklarına karşı duydukları doğal sevgi çok kez ona mani olmuştur. Rab bize başka bir şehre gönderiyor, oysa annemiz, babamız yüzünden gidemiyoruz. Rab çocuklarımızı belirli bir şekilde büyütmemizi isterken, anne babamız karışıp onların bildiği gibi terbiye etmemizi isteyebilir.

Rab İsa saydığımız buyruğu verirken bizi teselli ve ümitten mahrum bırakmıyor, aksine kendisine iman edip, doğal bağlantıları koparmayı ve ruhsal bağlantıları daha önemli saymaya cesaret edenlere çok büyük şeyler vaad ediyor: "Size doğrusunu söyleyeyim" dedi İsa, "benim ve Müjde'nin uğruna evini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakıp da şimdi, bu çağda çekeceği zulümlerle birlikte yüz kat daha fazla eve, kardeşe, anneye, çocuğa, toprağa ve gelecek çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak hiç kime yoktur." (Markos 10:29-30) Doğal ailesini Rab için kaybeden, daha sıkı, daha gerçekçi bağlara sahip olan ruhsal bir aileyi bulur. İkinci doğuşumuz bize çok sayıda Ruh'ta ve gerçekte olan kardeşlere kavuşturuyor. Onlarla olan bağlantımız beden kardeşlerimizle olan bağımızdan çok daha sıkıdır. Aramızdaki 'kardeş' ilişkilerinin bu denli zayıf olmasının bir sebebi belki de, Mesih'in kılıcını henüz anlayamayışımızdır.

KILIBIK KİM?

Erkeklere bazı özel Sözler

"Ey kocalar, Mesih inanlılar topluluğunu nasıl sevip onun uğruna kendini feda ettiyse, siz de karılarınızı öyle sevin." (Efesliler 5:25)

"Ey kocalar, karılarınızı sevin. Onlara sert davranmayın." (Koloseliler 3:19)

   

"Ey kocalar, aynı şekilde siz de karılarınızla olan yaşayışınızda anlayışlı olun. Daha zayıf varlıklar ve yaşam lütfunun ortak mirasçıları oldukları için onlara saygı gösterinz. Öyle ki, dualarınıza bir engel çıkmasın." (1.Petrus 3:7)

Türk sinemasının ünlü yıldızı ve her filminde 'sert erkek' rolünü oynayan, Cüneyt Arkın'ın evde ilginç bir alışkanlığı var: bulaşıktan çamaşıra kadar karısına yardım ediyor, hem de seve seve. Cüneyt Arkın gibi sert, kazak tipi bir erkek bunda bir sakınca görmedikten sonra, erkeklerin çoğu karılarına yardım etmeyi gururlarına yedirememeleri zor anlaşılan bir şeydir. Mesih inanlıların dünyadan farklı olma zorunluluğundan söz etmiştik. İmanlı erkekler de kendini pek çabuk bir ikilemin içinde buluveririler: bir yandan eşlerinin ev, çocuk belki de başka bir işin getirdiği yükün altında ezildiğini görüp ev işlerinde yardım etme isteği var, öte yandan ise kılıbık damgasını yeme korkusu var. Evliliği düşünen ya da halen tarif ettiğimiz durumlarda bulunan erkeklere şu teşviki vermek istiyorum: eğer eşinize yardım etmek ile toplumsal baskıların getirdiği ayıplanma veya hor görülme olasılığının arasında seçim yapmak söz konusu olursa, her zaman eşinizin menfaatini üstün sayın.

Belki siz de benim gibi, evlilik hakkında bir kitap ya da broşür gördüğünüzde demişsiniz ki, 'Amaaan, sen de. Evlilik, hakkında kitap yazılacak bir konu mu, yani?'. İşte, biz erkeklerin genel tepkisi hep böyledir. Eşimizi ve evliliği o kadar doğal karşılıyoruz ki, o konuda düşünmek, hele hele çaba sarfetmek hiç istemiyoruz. Sonra da evliliklerimizde zorluklarla karşılaştığımızda son derece şaşıyoruz.

Rab, bu durumdan habersiz değildir. Herhalde o yüzden İncil'de evlilik konusunda erkeklere hitap eden ayetlere, kadınlara hitap edenlerden daha sık rastlıyoruz. Biz erkekler bu konuda Rab'den daha çok öğretiş almaya muhtacız. Genellikle yanlış anlaşılan bazı konulara değinmemiz gerek:

(1) Boyun eğmek (Tabii olmak)

"EY KADINLAR! Rab'be boyun eğdiğiniz gibi, kocalarınıza boyun eğin." (Efes 5:22). Bu, ve buna benzer ayetler (Kol.3:18; 1.Petrus 3:1; 1.Kor.14:35; 1.Kor.11:3) ne kadar da hoşumuza gidiyor, ne kadar da gururumuzu okşuyor, değil mi? Oysa bu ayetin hemen bir önceki ayetini unutmayı tercih ederiz: "Mesih'e duyduğunuz saygıdan ötürü BİRBİRİNİZE boyun eğin.". Mesih inanlıların (erkekler de dahil olmak üzere) genel tavrı, hizmet edilmeye değil, ancak hizmet etmeye yönelik olmalı (Matta 20:28). Rabbin Egemenliği'nde ancak hizmet etmeye öğrenmiş olan bir kişi yönetme yetkisini hak etmiştir. Bu ilkeyi evliliklerimizde unutmayalım. Eşimizden hizmet beklerken, aynı zamanda bizim de ona hizmet borcumuzun olduğunu unutmayalım.

Erkeğin eşinin üzerindeki yetki, ancak ve ancak kendisinin Mesih'e bağlı ve tabii kaldığı sürece Rab tarafından tasdiklenir. Rabbe dinlemeyip, eşinden itaat bekleyen bir erkek, Tanrı'nın gözünde yetkisini suistimal eder. Biz erkekler ne yazık ki, işimize gelince kendi arzularımızı 'Rabbin isteği' kamuflajıyla ailemize sunup, ona göre mutlak itaat bekleriz. Canımız sıkılınca, ailemizi evde yalnız bırakıp 'bir kardeşin ziyaretine' gideriz. Aslında eşimizle ilgilenmemiz gereken zamanlarda 'ruhsal' bir meşgale bulmakta hiç de güçlük çekmiyoruz.

Genel olarak, diyebiliriz ki, biz erkekler ailemizden tek taraflı bir itaat bekleriz. Oysa eşlerimiz bizden aşağı bir konuma sahip değildirler. Herşeyden önce bizimle ortaktırlar. İncil'de 'dualarınıza bir engel çıkmasın' (1.Petrus 3:7) diye bir uyarı bulunuyor. Burada herhalde ortak dualardan söz ediliyor. Oysa erkekler, gerek kadının önderlik etmemesine yönelik ayetlere dayanarak, gerekse belirsiz bir üstünlük duygusundan kaynaklanarak, çoğu zaman ruhsal işlerin kendilerine ait olduğunu düşünür, karılarını ruhsal işlere dahil etmek istemezler. Bu tutumdan vazgeçelim, eşimizle sık sık dua edip, her şeyi paylaşıp tam bir ekip oluşturalım. O'nun fikrine danışmadan önemli ruhsal kararları almayalım. Kadın, erkeğin tamamlayıcısı olduğu gibi, onun bazen tek yönlü olan düşünce ve duygularına bir denge sağlayabilir. Her iki eşin Mesih'e boyun eğdiği bir evlilikte tek yönlü askeri usülü bir emir-itaat silsilesine yer yoktur.

(2) Sevgi

'Yılları durduracak bir sevgi istiyorum!' Evet, şarkının sözleri Rabbin Egemenliğinde gerçekleşiyor. Onda gerçek ve kalıcı sevgi bulunuyor. Onda birbirlerine düşman olanlar birleşir, birbirlerinden nefret etmiş olanlar sevmeyi öğrenirler. Mesih'te, Filistinli ile İsrailli, Müslüman ile Hindu, zengin ile fakir birleşir, gerçek ve kalıcı bir sevgi ortamı yaratırlar. Bu yeni hayatın en küçük hücreleri, imanlı aileler oluşturur. Bu tür sevgi de insanın doğal halinde bulunmayan, Tanrı'nın isteğine yerine getirmeye dayanan bir sevgi türüdür. Öyle bir sevgi ancak zamanla öğrenilir. Henüz nişanlıyken müstakbel eşimizin kulağına 'Seni seviyorum' diye fısıldarken aslında demek istediğimiz şudur: 'Seni sevmeyi öğrenmek istiyorum.' Oysa, nikahtan sonra da bu sözümüzü yerine getirmeye hazır mıyız? Çoğu zaman evliliğimizin gündelik moral erozyonuna kurban gidip, gerçek sevgiyi öğrenecek kadar uğraşmak istemiyoruz.

Mesih ile inanlılar topluluğun arasındaki ilişki, karı-koca ilişkisine benzer. Oysa bunun gerçeği Mesih'in kendisidir, evlilikse ancak o ruhsal ilişkinin bedensel simgesi. O yüzdendir ki, evliliğe bakıp Mesih'in kişiliği hakkında ruhsal dersler anlamıyoruz, tam tersi, Mesih'e bakıp evliliğin gerçekten nasıl olması gerektiğini öğreniyoruz. Mesih ile kilisesi arasındaki ilişki bize evliliğin asıl ve günah yüzünden henüz bozulmamış gerçek yüzünü sergiliyor. Karısını sevmeyi öğrenme yoluna koyulmuş olan bir erkek, Mesih'in örneğine baksın. "Ey kocalar, Mesih inanlılar topluluğunu nasıl sevip onun uğruna kendini FEDA ettiyse, siz de karılarınızı öyle sevin." (Efesliler 5:25), İncil'den başka hiç bir yerde, gerçek sevgi hakkında bu kadar yüce ve ulaşılması zor olan bir öğüt bulamıyoruz. Mesih'in buradaki amacı, kadınlara belli başlı yasal hakları sağlamak kadar basit bir iş değil. Onlara, hak kavramı üzerinde kurulmuş olan kısır birtakım özgürlükleri değil, ancak lütuf kavramının üzerinde kurulmuş olan gerçek sevgiyi sağlamak istiyor.

Biz erkekler de, bu sevgiyi öğrenmeye yüz tutalım. Henüz evliliğe girmeden önce de şunu anlayalım:

(3) İletişim

Son olarak, belki de basit ya da doğal gibi görünen bu konuya değinmekte fayda görüyorum. Yukarıda 'sessiz boşanma' dediğimiz problemin belki de başlıca sebebi zaten budur. İki eşin imanlı hatta son derece alçakgönüllü ve Rabbe karşı büyük bir itaat arzusuna sahip olduğunu

varsayalım. Yine de bu evliliğin bozguna uğrama olasılığı vardır. Nedeni de çok basit ve giderilmesi aslında kolaydır: iletişimsizlik. En iyi niyet sahibi olanlar dahi, güncel stres hayatında birbirlerinin hareket ve sözleri yanlış yorumlarlar, en olmadık yerlerde arg niyeti ararlar.

Tipik bir sahne şudur: Hüseyin, bir arkadaşını ailesiyle birlikte akşam yemeğine çağırır. Kendisi için öyle bir ziyaretin asıl amacı sadece biraz çene çalmak, iki ailenin birbirlerini daha iyi tanışmalarını sağlamaktır. Ayşe içinse böyle olaylar resmiyet gerektiren bir düzeydedir. Erkek, olayı o yüzden fazla önemsemeyip, diğer ailenin geleceği günün saat 5 civarında evine telefon edip diyor ki, 'Ha, az kalsın unutacaktım. Bu akşam Ahmetler bize gelecek. Sence bir mahsur yok, değil mi?'. Kadında kırmızı ışıklar yanıp sönüyor, tehlike çanları çalmaya başlıyor. Panik! Yeniden alışverişe gidilmeli, daha kaliteli bir yemek yapılmalı, salon iyice süpürülmeli ve masa örtüsü yeniden ütülenmeli! Bütün bu zaman içerisinde çocuklara kim bakacak? Elektrik süpürgeyi çalıştırırken, kocasına ilk intikam planları yapmaya başlıyor. Her neyse, akşam huzur içinde geçerse de, Ahmetler gidince, Hüseyin ile Ayşenin arasında ilk buzulların oluşması bu dargınlığın da günlerce sürmesi gözleniyor. Oysa tümüyle gereksiz bir hoşnutsuzluk. Kadın (belki de haklı olarak) kocasının kendisini hiç sevmediğini düşünüyor, erkek ise eşinin neden bu kadar çabuk darıldığını anlamıyor, misafirler de akşamın çok soğuk ve resmi geçmesinden şikayetçi.

Bu yanlış tutumların giderilmesi zaman alır:

- eşinizle bol bol vakit geçirip, konuşmaya zaman ayırın

- kendi hareketlerinizin sebeplerini eşinize açıklayın

- kendi beklentilerinizi ifade edin

- kendi önyargılarınızı keşfedip, eşinize açıklayın

- birlikte eliştirmeyi ve eleştirileri kabul etmeyi öğrenin

- eşinizin hareketlerini sizin üzerinizde yaptığı etkisine göre değerlendirmeyin, ancak onu o hareketlere iten sebepleri araştırın

Evet, karılarımızdan sadece hizmet beklemek yanlış ve bir Mesih inanlısına hiç yakışmayan bir tutum. Eşimizden itaat beklersek unutmayalım ki, erkeklerin sırtına yüklenen sorumluluk daha büyüktür: sevmek. 'Bir yerine, iki mil gitmek' sorumluluğu ilk önce erkeğe düşüyor. Nitekim Mesih de önce kendini feda etti, sonra kilisesinin itaatini bekler oldu. Hatta diyebiliriz ki, itaati yaratan, kendini kurban eden bir sevgidir. Sevgi, içimizin araştırılmaz derinliklerinden fışkıran bir duygu şelalesi değil, Rabbimizin bize EMRETTİ+İ bir reflekstir. Ayrıca, bize yakın olanı sevmek daha zor, uzakta olanı sevmek ise son derece kolay bir şeydir. Rab boşuna 'KOMŞUNU kendin gibi sev' diye emretmedi. Bizim hayatımızla temas noktası az olan ya da hiç olmayanı sevmek, büyük bir başarı sayılmaz. Ancak gece gündüz birlikte olan, birbirlerinin tüm günah ve zayıflıklarını bilen karı-koca, gerçek sevgiyi öğrenme fırsatına sahiptir. Biz erkekler o fırsattan kaçmayalım, aksine onu tam olarak değerlendirelim!

EN İYİ DOSTUNUZ KİM?

Kadınlara bazı özel Sözler

"Ne var ki, Rab'de ne kadın erkekten, ne de erkek kadından bağımsızdır."(1.Korintliler 11:11)

"İki tarafın onayıyla geçici bir süre için kendinizi duaya vermekten başka bir nedenle birbirinizi reddetmeyin. Sona yine birleşin ki, Şeytan kendinizi denetleyemediğinizden dolayı sizi ayartmasın."(1.Korntliler 7:5)

"Ve Rab Allah dedi ki: 'Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım.'" (Tekvin 2:18)

"Faziletli kadın kim bulabilir? Çünkü onun değeri yakutlardan çok üstündür. Kocasının yüreği ona güvenir, ve adamın kazancı eksik olmaz. Kadın ona kötülükle değil, hayatının bütün günlerince iyilikle öder." (Süleyman'ın Meselleri 31:10-12)

   

Biz kadınlar için eskiden çok değerli bir isim kullanılırdı: cins-i-latif, yani ince ve zarif olan cinsiyet. Ben bir Mesih inanlısı olarak o ismi büyük bir iltifat sayıyorum. Sadece eski anlamda, yani ince ruhlu, çabuk incitilen, ölçülü hareketlere sahip hatta biraz naz yapan yaratıklar anlamında değil. Fakat 'latif' sözcüğü 'lütuf'tan türemiştir. Başka bir deyimle, 'latif' olan biz kadınlar, Rabbin lütfunu aktarmaya çağırıldık. Bu, özellikle evliliğin içinde geçerli olan bir gerçektir.

Sekiz yıllık evliliğimin getirdiği tecrübeme dayanarak bu gerçeğin önemini vurgulamak istiyorum. Ne yazık ki, biz 'cins-i-latif' mensupları, zaman zaman hiç de lütuf dolu hareketlerde bulunmuyoruz. Hepimizin içinde, hafif de olsa, erkekleri hor görme eğilimi yok mu? Erkeklerden birtakım beklentilerimiz yok mu? Onların duygularımızı kazanmak için uğraşıp savaşmalarını beklemiyor muyuz? İşte, bütün bunların ışığ

nda evliliği düşünenler için aşağıda lütuf dolu hareketlerin ne anlama geldiğini açıklamaya çalıştım.



A. Gönül ve Can Birliği

Yukarıda 'sessiz boşanma'dan söz etmiştik. Onun gibi durumları önlemek için elimizden geleni yapmak zorundayız. Aksi halde aynı akıbete uğrayacağız. Bizim için değerli olan şeylere vakit ayırıyoruz. Toplumumuzda çalışan tarafın çoğu zaman erkek olduğu için, eşleri tarafından gereken ilgi görmemekten şikayetçi olanlar genellikle biz kadınlarız. Oysa şu gerçeği unutmayalım: kocalarımız bizi değerli bulursa, eminim ki, bizimle seve seve zaman geçirecekler. Vakitlerini daha çok kahvelerde ya da başka erkek arkadaşlarıyla geçirmelerinin sebebi ne ki? Çoğunlukla bizim cazibemizin ortadan kayboluşu değil midir? Tabii ki, aileleriyle vakit geçirme zorunluluğunu anlamayan ve sorumsuzca davranan erkeklerin sayısı da az değil. Yine de bize düşen payını araştıralım.

Birliğimizi bozan şu hareketlerden sakınalım:

(1) Durmadan şikayet etmek, söylenmek

(2) Eşimizi sürekli eleştirmek

(3) Kocamızı başkalarının önünde küçük ya da gülünç bir duruma düşürmek

(4) Eşimizden gücünü aşan şeyleri beklemek. Bedensel, düşün-cesel ve duygusal, tüm ihtiyaçlarımızın kocamız tarafından karşılaşılmasını bekleriz. O konuda eşlerimizin insani sınır-larını unutmayalım. En güçlü insan dahi tüm ihtiyaçlarımızı karşılayamaz. Karşılamaması da onun bizi sevmediğinin anlamına gelmez. Ancak Rab, bizim her ihtiyacımızı karşılayabilir.

(5) İçimizde bulunan tatminsizlik ve saldırganlık duyguları için kocamızı hedef olarak seçmeyelim.Onun yerinde ona herşeyi paylaşmasını istediğimizi söyleyelim. Birlikte zaman geçirme, işleri ve zamanı paylaşma arzularımızı ifade edelim. Kocamızı hayatımıza davet etmezsek, ortakça paylaştığımız tecrübelerin olmasını istemez ya da ona o isteğimizi belirtmezsek, sonra bizimle vakit geçirmediğinden şikayetçi olmayalım. Özellikle çocuk eğitimi konusunda erkeklerin daha aktif bir rol alması gerekir. Toplumumuzun gözünde, erkek küçük çocuklarla uğraşmaz, onlarla vakit geçirmez. Oysa özellikle genç yaşlarda babanın çocuklarıyla zaman geçirmesi hayati bir önem taşıyor. Bir kişinin Tanrı'ya 'Baba' şeklinde konuşabilmesi, genç yaşlarda babasıyla elde ettiği olumlu tecrübelere dayanıyor. Biz de eşlerimizi bu konuda teşvik edelim, onlara tam bir gönül ve can birliği oluşturma arzumuzu belirtelim. Kocamız sadece eve para getiren bir şahıs olmamalı, dahası aynı zamanda SEVGİLİMİZ ve EN İYİ DOSTUMUZ olmalı.

B. Güven

Bir sorun ortaya çıkınca kiminle paylaşıyorsunuz? Umarım, koca- nızla. Peki, kocanızla bir sorun çıkınca kiminle paylaşıyorsunuz?Umarım, yine kocanızla. Onunla, bir de Rab'le tüm düşünceler, duygular ve sorunlar paylaşabilirsiniz. En derin duygular, saklamak istediğimiz tüm düşünceler aslında eşimizle paylaşılmalı. Günahımızı ikrar etmek istediğimizde (ki, onun önemini henüz pek anlamadık - Yakup 5:16), onu bizi az tanıyan ya da hiç tanımayan bir papazın önünde değil, kocamızın huzurunda yapmalıyız.

Bir sorun olursa, başvurmamız gereken yetkili makam, kocamızıdır. Annemize, kaynanamıza, ablamıza koşup onlara dertlerimizi anlatmak, içimizden gelebilir, ama yine de evliliğimizi zedeleyen bir harekettir, kocamızla olan güven bağını zayıflatır. Bir kavga esnasında, ne olursa olsun evden kaçmayalım. Bir an önce ya af edelim, ya da özür dilelim: Efesliler 4:26 - öfkemizin üzerine güneş batmasın.

Evliliğimin ilk yıllarında eşimin birçok alışkanlıklar, hareketleri ve duygularımı bilmesini istemezdim. Oysa eşimize ancak olumlu ve hoş taraflarımızı gösterip, diğer yönlerimizi saklamaya çalışırken zamanla gerçek yüzümüzü değil, bir maske, hatta çok maskeler takmış oluruz. Onları indirelim!

C. Sevgi + Saygı

Sevgi, daha doğrusu incilde geçen anlamdaki sevgi, doğal bir duygu değildir, ancak öğrenmemiz gereken bir reflekstir. Titus 2:4 - yaşlı kadınlar, genç kadınlara kocalarını sevmeyi öğretsin. "Ona hayatının bütün günlerince kötülükle değil iyilikle öder." Böyle bir sevgi duygudan çok bir kararı içeriyor. Belki zaman zaman kocamda sevilecek bir tarafı göremiyorum. O zamanlarda Rabbi hatırlayıp, beni de sevimsiz durumumda sevdiğini aklıma getirip kocamı sevmeye KARAR VERİYORUM.

Öyle bir anlayışla en zor durumlarda bile, kocama destek olur, saygı gösterebilirim. Kocam artık benim için diğer insanlardan çok daha üstün bir mertebeye sahiptir. Annem veya başka akrabalarım evime gelince, kocama daha değişik davranmıyorum, onu bir kenara da itmiyorum. Zaman zaman eski ile yeni ailemin arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyorum. O zaman eşime karşı olan bağlılığımın daha ağır basması gerektiğini duyuyorum.

D. Dayanışma

Mesih'te doğal hayatımızda zıt kutuplar birleşiyor, düşmanlar barışıyor. Mesih'in krallığında cennet başlamış bulunuyor. Doğal benliğinin denetiminin altında bulunanlar, evliliklerinde ister istemez eşleriyle bir gerilim alanında bulunuyorlar. Ancak Mesih'te kadın erkek ayırımı ortadan kaldırılıyor, gerçek bir dayanışma mümkün kılınıyor. Yanlız, bu bile kendiliğinden oluşan bir şey değildir, eşlerin çabalarına bağlıdır. Bilinçli bir şekilde eşimize destek oluruz, teşvik ve teselli ederiz.

Her insanın çok, çok farklı olduğunu kavramalıyız. Herkes ayrı ayrı şeylere önem verir, eşinden ayrı ayrı şeyler bekler. Doğal eğilimimiz, herkesi kendi kalıbımıza sokup kendimize uymasını sağlamaktır. Oysa imanlıların evliliklerinde şöyle bir anlayış hakim olması gerek: 'ben hem kendi kişiliğimi unutur, hem de eşimin kişiliğinin tam gelişmesini sağlamak isterim'. Kocamızın zayıflıkları ve yetenekleri nedir? Zayıflıkları konusunda nasıl hareket etmeliyim? (1.Petrus 4:8 'Her şeyden önce birbirinize olan sevginiz candan olsun. Çünkü sevgi birçok günahı örter.'). Olumlu yönlerinin gelişmesine yardımcı olur muyum?

E. Kadının yaradılışındaki amacı

'Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım.' Biz kadınlar o 'yardımcı' sözcüğünü kabul edebilir miyiz? Birçoklarımız böyle bir şey aşağılayıcı ve küçümseyici bir görev buluyoruz. Oysa Mesih'te zaten başkalarına tabii olmak, sevinçle yerine getirdiğimiz bir görevdir. 'Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek ve Mesih'in başı Tanrı'dır.' (1.Kor.11:3). Burada güce dayanan, kör itaatten oluşan askeri bir disiplin söz konusu değildir. Ancak gerçek sevgi, ancak birisine tabii olunca mümkündür. O yüzden bizim de sevgi kaynağımız olan İsa Mesih bile, kendini seve seve alçalttı (Filipililer 2:6), itaat öğrendi (İbraniler 5:6) ve böylelikle yeryüzündeki görevini yerine getirdi. Mesih inanlısı da bu gönüllü itaat ve alçalma bir an önce öğrenmeli. Bencilliğin zulmünden tek kurtuluş yolu budur.

Tanrı - Mesih - erkek - kadın - çocuklar. Bu gönüllü itaat ve kendini alçaltma zincirinin neresinde bulunmak, bizim için sorun değildir. Tek önemli olan, alçalma konusunda takındığımız tavır. O yüzden diyor ki, "Ey kadınlar, RABBE BOYUN EĞDİĞİNİZ GİBİ, kocalarınıza boyun eğin." Kocalarımıza olan itaatimiz, Rabbe karşı olan itaatimizin bir ölçüsüdür. Görünen eşimize itaat etmezsek, görünmeyen Rabbe nasıl itaat ederiz?

Bir hahambaşı, Tekvin 2:21'i (kadının erkeğin kaburgasından yaratılması) yorumlarken şöyle dedi: "Rab kadını erkeğin kafasından yaratmadı ki, erkeğe hakim olsun. Ne de ayaklarından yarattı, ona köle ve hizmetçi olsun. Ancak kaburgasından yarattı, ona eşit ve yüreğine her zaman yakın olsun diye". Kadın, ancak bu görevi anlayıp kabul ettiği sürece mutlu olabilir, tatmin edici bir evliliğe sahip olabilir.

Evlilik, Martin Luther'in dediği gibi, hem yeryüzündeki cennet hem cehennem olabilir. Biz kadınların ondaki payı çok büyüktür. "Faziletli kadın kim bulabilir? Çünkü onun değeri yakutlardan çok üstündür." (Sül.Mes. 31:1) ve yine "Faziletli kadın kocasının tacıdır." (Sül.Mes. 12:4). Oysa tam tersi de geçerlidir: "Utandıran kadın onun kemiklerinde çürüklük gibidir." (Sül.Mes. 12:4) "Geniş evde kavgacı karı ile beraber olmaktan ise, dam köşesinde oturmak iyidir." (Sül.Mes. 21:9) ve yine "Çok yağmurlu günde ardı kesilmeyen damlama, ve kavgacı karı birbirine benzerler." (Sül.Mes. 27:15)

Sevgi, Mesih inanlının başlıca niteliğidir. Kardeşlere ve düşmanlara sevgi göstermek şart olduktan sonra, kocamızı ne kadar da daha çok sevmeliyiz. Yine de zaman, zaman en zor sevgi türü, eşimize göstermemiz gereken sevgidir. O sevgiyi öğrenmeye gayret gösterelim.

AYNI BOYUNDURUK ALTINDA

ya da: Evliliğin Hedefi

"İmansızlarla aynı boyunduruğa girmeyin." (2.Kor.6:14)

"Ey kocalar, aynı şekilde siz de karılarınızla olan yaşayışınızda anlayışlı olun. Daha zayıf varlıklar ve yaşam lüfunun ortak mirasçıları oldukları için onlara saygı gösterin. Öyle ki, dualarınıza bir engel çıkmasın." (1.Petrus 3:7)

"Bu sır büyüktür; ve ben bunu Mesih ve inanlılar topluluğu için söylüyorum." (Efesliler 5:32)

Yukarıda evliliğin amaç değil, araç olduğunu belirtmiştik. Amaç da, dünyanın düşündüğü gibi sadece türeme yoluyla inasanlığın yok olmasını önlemek değildir. Amaç, aşk olma yoluyla kendini duygusal yönden tatmin etmek de değil. Elçi Pavlus, evliliğin bekâr kalmanın yanısıra aynı seviyede olan ruhsal bir armağan olduğunu söylüyor (1.Kor.7:7). Ruhsal armağanların da, kendi bina edişimizi değil ancak Mesih'in bedeninin tümünü bina edişini amaçladığını biliriz (1.Kor.14:26). Yukarıda Akvila ile Priskila'nın örneğinde gördüğümüz gibi, Rabbin yüceliği için yaşamaya adanmış bir aile, Mesih'in bedenine büyük bir güç kaynağı olabilir.

Evlilik İncil'de bir boyunduruğa benzetildiği zaman içimiz karar-masın. Onun anlamı, çıkması mümkün olmayan zorunlu bir kölelik ilişkisi değildir. 'Boyunduruk' sözcüğü daha çok şunu ifade ediyor: ortak bir efendi, ortak bir istikamet ve ortak bir iş. Ayrıca, Mesih'in üzerimizde olan boyunduruğunun hafif ve taşıması kolay olduğunu biliriz (Matta 11:28-30). Kendi iradesine göre yaşayan bir kişi, bunun getirdiği yükün altında ezilir. Oysa Mesih'in denetiminin altında bulunanlar, başkalarının bilemediği ve hiç bir zaman anlayamayacağı bir özgürlüğe sahip olacaklar. Mesih bize evlilik konusunda da birtakım yasalar ve kurallar getirmeyi amaçlamıyor. Evli olanları bir boyunduruğun altına sokarken hedefi, onları kısıtlamak değil, tam tersi kendi iradesini yapmanın getirdiği köleliğinden azat etmektir. Şimdi de bu boyunduruğun yönlerine tek tek bakalım:

1. Boyunduruk, ortak bir EFENDİ demektir.

Roma ordusunun ilginç bir geleneği vardı: bir meydan savaşında galip geldiği zaman yenilgiye uğramış ordunun askerleri üç mızraktan oluşup boyunduruğu simgeleyen, dar ve alçak bir kapıyı andıran bir çerçeveden geçmeye zorladılar. Romalılar, bununla diğer ordu ve temsil ettiği halkın artık kendilerine boyun eğip Roma'nın boyunduruğunun altında bulunduğunu işaretlemek istiyorlardı. Egemenlik artık o halkın reisinde değil, ancak Roma senatosu ve imparatorunda olacaktı.

Evlenirken Mesih'in boyunduruğunun altına giren iki imanlı, zorla değil ancak gönüllerinin rızasıyla aynı ruhsal işlemi gerçekleştirirler. Mesih'te o eski cinsiyet kavgası son bulmuştur. Ne kadın, ne de erkek üstün olmaya çalışmaz. Erkek 'reislik', karısı da 'kadın hakları'nı tasarlamaz. Ancak her ikisi, ailenin gerçek reisi İsa Mesih'in kendisi, kendileri de ancak O'na tabii kalan birer hizmetçisi olduğunu kabul ederler. Bu teslimiyet, hayatlarımıza büyük bir ferahlık ve özgürlük getirir. Güncel hayatında en büyük çekişme konuları dahi, 'Acaba, Mesih bu durumda ne yapmamızı ister' düşüncesiyle çözülür.

Çağımızın tanık olduğu kadın hakları hareketi, erkeğin ezzelden beri süregelen hakimiyetini kırıp, evliliğin diktatörlükten demokrasiye geçişini sağlamayı amaçlıyor. Ve gerçekten de toplumumuzda evli kadının birçok haksızlıklara uğradığını, neredeyse ikinci sınıf vatandaşı durumunda olduğunu görüyoruz. Mesih'in çağında da aynı durum söz konusuydu. Öğle vakti köylü bir kadınla konuşmaya tenezzül eden, bir fahişenin kendisine yaklaşmasına izin veren İsa, çağdaşlarında kadınlara karşı takındığı tavırla şok etkisi yarattı. Eskiçağın hor görülmüş, hakları kısıtlanmış olan sınıfların (özellikle köleler, kadınlar ve çocuklar) durumunun iyileşmesine sebep olan İsa Mesih'in gösterdiği etkinlikleridir.

Ancak, Mesih'in yolu dünyanınkinden çok farklıdır. Dünyanın yolu, haksızlığı haksızlık edenleri yok etmekle ortadan kaldırmaktır. Oysa bunu yaparken, kendileri de haksız olurlar. Örneğin: büyük haksızlık-lara neden olan krallık sistemini ortadan kaldıran Fransız devrimi, eninde sonunda daha da zalim bir yönetime yol açtı. Bunun nedeni de, insanın gerçek sorunu, içinde bulunduğu ortam değil ancak kendisinde bulunan günahtır. Mesih de o günahı ÇARMIH yoluyla ortadan kaldırdı.

Bu gerçeği anlamayan inanlı yoksa da, ondan doğan sonuçlarını bilenlerin sayısı çok düşük: MESİH'İN ÇARMIHI BİZİM ÇARMIHIMIZ-DIR. O, haksızlıkları suçsuzların yerinde elem çekmek suretiyle ortadan kaldırdı. Bize de aynı çarmıhını miras olarak bıraktı. Dünyada ne kadar haksızlıklar varsa, Mesih inanlılar onlar için elem çekmeye çağırılıyor. Kötülüğü karşı direnmeyip, ancak kötülerin yerinde ölen - kötülüğe karşı gerçek zaferi kazanmış olan odur; gerçekten dünyayı hükmeden odur.

Bu derin gerçeğin evlilikle olan ilgisi çok büyüktür. Artık ne kadın, ne de erkek hakkını aramıyor. İhtilaf durumlarda, ki onların ortaya çıkmaması mümkün değildir, Mesih'in yolu, ne bir eşin hakkını elde etmesi, ne de siyasi yoldan karşılıklı taviz vererek bir uzlaşmaya varması değildir. Mesih'in yolu sevinçle haksızlığa uğramaktır. Mesih'in boyunduruğunun altında duran bir çiftin başlıca niteliği, kendi haklarını aramamalarıdır. 'Hak' kavramı onlar için tümüyle ortadan kalkmıştır. Onun yerini 'lütuf' almıştır. Rab'den aldığımız kurtuluşun aslında 'haksız' olup, ancak O'nun lütfuna dayandığını biliriz. Aynı şekilde o lütfu başkalarına aktarmaya çağırıldık. 'Ne mutlu barışı sağlayanlara' sözünün asıl anlamı da budur. Mesih inanlının yeni yaşamı, almış olduğu lüfunun kendi hayatına tercüme etmekten ibarettir: 2.Pet 3:18 - lütufta büyümek

Efe 4:29 - sözlerimiz lütuf dolu olmalı

Rom 12:6 - lütufla başkalarına hizmet etmek

Kol 3:16 - lütufla ilahi söylemek

2.Kor 8:7 - lütufla para yardımında bulunmak

İnanlı ailelerin bu konudaki işlevi çok büyüktür: Rabbin Egemen-liğindeki yeni yaşamın en küçük toplumsal birimini oluştururlar. Göksel krallığın hücreleri oluştururlar. Birer küçük kilise oluştururlar. Onlarda Mesih'in yeryüzündeki hakimiyeti başlamıştır.

İşte, Mesihin efendimiz olması ilk önce, haklarımızdan vazgeçip başkalarının, yani bu örnekte, eşimizin, kendimizden daha üstün saymamız demektir. "Mesih'e duyduğunuz saygıdan ötürü, birbirinize boyun eğin." (Efe 5:21) Artık ne erkeğin kadına, ne de kadının erkeğe kör bir itaatle bağlanması söz konusu olamaz. Ancak her ikisi Mesih'e tabii olunca inanlı, evliliğin gerçek amacına ulaşmıştır. İki imanlı, evliliklerinde şu iki altın kural öğrenmeli ve uygulamalaı:

1. kural: - Kendi hakkını arama! - Suçlandığın zaman kendini savunma! - Senden bir şey istendiği zaman onu esirgeme!

2. kural: Önce git, birinci kuralı iyice öğren!



2. Boyunduruk, ortak bir İSTİKAMET demektir.

Bir çift öküz, tarlayı sürerken mutlaka paralel yürüyüp aynı hedefe doğru ilerlemesi gerek. Aksi halde, hem yükümlü oldukları işini bitiremez, hem de birbirlerine zarar verirler. Biri sağa, diğeri sola dönmek isteyince, saban ilerleyemez, aynı zamanda boyunduruk boğazlarını sıkacaktır. İmanlı olmayanlarla evlenmenin yıkıcı zararı, bu örnekten kolayca anlaşılyor. İmanlı olmayan eş, imanlıyı Rabbin işini yapmaktan alıkoyacak. İmanlı eşin Rabbi izlemesi de, evliliğe dayanılmaz bir yük olacaktır.

İmanlı eşlerin de 'gözlerini, imanlarının öncüsü ve tamamlayıcısı İsa'ya dikmeleri gerek.' (İbraniler 12:2), aksi halde herkes ayrı ayrı yollara sapacaktır. Mesih'e boyun eğen ancak yine de aynı istikamete sahip olmayan bir çift düşünelim: eşlerin biri, 'açık ev politikası' izlemek, evinde misafirleri ve kimsesizleri barındırmak ister. Öbürü ise mümkün olduğu kadarıyla bir yere bağlı kalmayıp, istediği zaman başka şehirlerde oturan kardeşleri ziyaret ve teşvik etmek ister. Bu gibi konular, tabii ki, evlenmeden önce öğrenmeli ve ona göre karar vermeli. Ya da (ki, bu durum çok daha sık rastlanır), eşlerin biri hayatını şartsız, kayıtsız Rabbin hizmetine adamak ister, ötekisi ise, imanlı olmakla birlikte, yine kendi rahatını arar, hayatındaki biricik amacı, mutlu bir aile kurmaktır. Bunun gibi durumlarda aynı boyunduruk ağır gelebilir.

Genel olarak, evliliğin kendi kendine amaç olmadığını unutmamalı-yız. Eşler de, daha iyi bir evliliğe sahip olmak için birbirlerine düşünmekle yetinmemelidirler. Kocanın karısını, ya da karının kocasını hoşnut etme çabaları son derece önemli olmakla birlikte, ancak Mesih'i hoşnut etme arzusunun himayesinde başarılı olabilir. İmanlı eşler, ancak gözlerini Mesih'e dikip özel hayatlarında O'na yaklaştıkları zaman, birbirlerine yaklaşabilirler. İmanlıların evliliğinin merkezi ve ortak istikametleri Rab İsa olunca, eşler giderek birbirlerinebağlanacaktır.



3. Boyunduruk, ortak bir İŞ demektir.

Kimse öküzünü tarlada turistik amaçlarla gezdirmez. Rab de, bizi ancak ruhsal bir işin görülmesi için boyunduruğunun altına sokuyor. 1.Petrus 3:7'de karı ve koca, 'yaşam lüfunun ortak mirasçıları' diye adlandırılır. Bu ortak mirasla ne yapacaklarını da söylüyor: dua etmek. Ve yine 1.Kor.9:5'te elçilerin Rabbin işinde bulundukları sıralarda yolculuklarda bile eşlerin refakatlarında olduklarını söylüyor.

Mesih'te kadın-erkek ayrımı olmadığı gibi (Gal 3:28), onlar birbirlerine muhtaçtırlar (1.Kor 11:11). Rab, kadın ve erkek için kilisesinde her ne kadar ayrı ayrı görev öngörmüşse de ruhsal işlerinde ortak olabilirler. Örneğin: çobanlık ya da gözetmen görevinin ancak erkeklere mahsus bir şey olduğunu okuyoruz. Ancak uygulama safhasında kadın ve erkek bir bütün oluşturur, nitekim çobanların evli olması şart koşuluyor (1.Tim 3:3,5). Ruhsal sorumluluk taşımak, kilise üyelerinin sorunlarına çözüm bulmak ve buna benzer görevler, bir erkeğin gücünü aşar. Çobanın karısı, kendisiyle birlikte çobanlık görevini yerine getirir. İmanlı kadınların sorunlarıyla ilgilenmek, gelen herkese konukseverlik göstermek gibi görevler, ancak bir karı koca ekibi tarafından başarıyla yerine getirilebilir.

İşte, broşürümzün sonuna gelince evliliği düşünen ya da hazırla-yanlara bu konuda teşvik etmek istiyoruz. Belki uzun bekleme yıllarının getirdiği yorgunluğunu atlatmak istiyor, ileride huzurlu bir aile hayatına kavuşmayı düşünüyorsunuz. Belki de eş bulamama korkusuna kapılıp, bir an önce alyansları almaya çalışıyorsunuz. Durumunuz ne olursa olsun, şu iki gerçeği unutmayınız:

(1) evliliğin ruhsal bir boyutu vardır - o yüzden Rabbi tanımayan ve sevmeyen kimseyle evlenmeyi düşünme konusu dahi etmeyiniz.

(2) evlilik, son değil, bir başlangıçtır. Sadece yalnızlığın sonu değil, daha çok yeni bir hizmet alanının açılışı demektir. Nikahtan (daha doğrusu balayından) sonra Rabbe hizmet etmekten tatile çıkmıyoruz, onun için yaptığımız görevde yeni ufuklara doğru açılıyoruz.