En Aptal Kim?

Oyuncular:

kral
kraliçe
deputat
hizmetçi
dansözler
Françesko (palyaço)
hırsız
onun arkadaşı
biznismen
baba
çocuk
1. kişi
2. kişi
3. kişi
1. talebe
2. talebe
3. talebe
4. talebe
5. talebe
Aysen Hanım (öğretmen)
Hülya Hanım (öğretmen)
1. yolcu
2. yolcu
3. yolcu
4. yolcu
biletçi
kontrolör
hemşire
doktor

Materyal: 4 iskemle - tavuk - altına boyanmış çiğ yumurta - yemekler - 2 cüzdan - bond çantası - kasetofon - 6 tane çubuk, bir tanesi daha kısa - bıçak


1. Sahne: Kralın sarayında

(kral ve kraliçe tahtlarda oturuyor; kralın canı çok sıkılmış)


Deputat: Sayın kral efendimiz! Size bazı mektuplar geldi.

Kral: İyi de, ... aç bakalım oradan bir tane mektup!

Deputat: "Sevgili kralımız! Ayın onbeşinde çocuğumun banketi olacak.

Sizin de katılmanız bizim için unutulmaz bir şeref olacak!

En derin saygınlıkla...

Kral: Uff! Kes be! Gene bu... her ay banket, banket, banket...

canım çıktı o banketlerden! Yau, bu herifin kaç tane çocuğu var? ... Ne bu ya? Her gün aynı suratlar görüyorum.

Kraliçe: Atın o mektubu, atın, atın! En iyisi yakın onu!

Haydi de, başka bir mektup açın! Belki kocamın keyfi yerine gelecek!

Deputat: "Sayın kral hazretlerimiz! Şell firmasının araştırmacıları olarak, büyük sevinçle size bildiriyoruz ki, sizin devletinizde petrol ve altın bulundu...

Kraliçe: Ay, sahi mi? Sahi mi? Bakın şimdi, kralımız nasıl sevinecek!

Kral: Ha öyle! Bu şimdi daha başka! Öyle haberlerden hoşlanırım!

Deputat: Ama maalesef, petrol çıkarılmayacak kadar derin bir yerde bulunuyor. Araştırırken bir patlama oldu, on işçimiz de öldü. Altınlara gelince, bize olan borçlarınızın karşılığı olarak firmamız onlara el koyuyor.

(kral gene surat asıyor)

Kraliçe: Tamam, tamam, mektuplar sonraya kalsın. Getirin kralımızın en sevdiği yemekleri... bir de en güzel şarapları!

(hizmetçiler, sakiler... kral herşeyden iştahsızca tadıyor)

Kral: Uff... !

Kraliçe: Haydi biraz eğlence olsun! Müzik! ... (dansözler giriyor)

Kral: (kraliçeye) Ne bileyim! Bugün bir türlü şen olamıyorum. Canım çok sıkılıyor!

Ha, buldum! Bizim palyaçomuz var ya... Hani... neydi adı..

Kraliçe: Françesko mu?

Kral: Ha evet, o... o... çağırın bakalım bizim küçük komikçimiz!

Kraliçe: Çok iyi fikir!

Hizmetçi: (Françesko'yu uykudan kaldırıyor)

Françesko! Çabuk... kral efendimiz seni çağırıyor!

Françesko: Hm... he... (uykudan kalkıyor) Ha... ha... ha..., tuttum seni, kaçacağını mı sandın, ha? Söyle, söyle! Tavuğumu çalacan, ha?

Hizmetçi: Françesko, kendine gel! Kral seni çağırıyor, aacık eğlendir onu!

Canı çok sıkılırmış!

Françesko: Kim, ben mi? İyi de, iyi de... gidiyorum!

(kralın tahtının önüne çıkıyor; bir koltuğun altında bir tavuk, öbür elinde bir yumurta, daha uzakta iken konuşmaya başlıyor)

Evet, kral hazretlerimiz! Beni çağırmışsınız!

Kahkahalar kralı Françesko emrinizdedir!

Bakın devletimizin finans problemlerini çözdüm!

... buyurun, altın yumurtalar yapan bir tavuk!

(tahta yaklaşırken düşüyor, yumurta kırılıyor)

Kral: (hemen gülmeye başlıyor) Ay... ay... bayılıyorum.

Çağırdım seni, aacık beni güldüresin, ama onu zaten yaptın.

Bak, Françesko, sen sahiden de kahkahalar kralısın!

Onun için, krallık çubuğumu sana veriyorum! (onun önünde diz çöküyor). Yaşasın kral Françesko!

Herkes: Yaşasın kral Françesko!

Kral: Yalnız, tek bir şartla! Benim bütün krallığımı gez,

eger kendinden daha büyük bir aptal bulursan,

krallık çubuğumu ona verecen, tamam mı?

Françesko: Hay, hay efendimiz! Hemen yola çıkacam!


2. Sahne - Otobüste

Hırsız: Bak, görüyon mu, kaç tane portmone çaldım? Sayayım bir kere!

... 1500 ...1700 ...1900 ...2000. Tam ikibin dolar!

Yannış annama, bunlar değil leva, bunlar dolar, dolar!

Arkadaş: Aşkolsun, bravo sana!

Hırsız: Şimdi bir kurs daha yapacam!

Arkadaş: Bu kadar yetmiyor mu sana?

Hırsız: Yok canım! Şimdi hazırlanıyorum, gideyim bir biznis adamına,

aacık yiyinletireyim onu! Sen de geliyon mu, yardım edesin, ha?

Çok kolay olacak, adamın her şeyini araştırdım.

Bak, her dernek günü gidip bütün kasalardan para topluyor.

Cepleri nah böyle dolu. Sonra otuzaltıya binip eve gidiyor.

Herif sıkı, korkuyor bir iki leva fazla harcayıp da takisiye binsin.

Ona güzel bir ders verecez şimdi.

Arkadaş: Tamam, varım. Ama benim payım ne olacak?

Hırsız: Herifte olacak 2000 dolar. Sonra yapacaz fifti fifti,

sana bin bana da bin! Haydi, çıkalım!

(çaldığı bütün paraları bir portmoneye kouyp cebine sokuyor)

Arkadaş: Aa, ne yapıyon sen? Bunları evde braksana, kimse çalmasın!

Hırsız: Arkadaş, hesabını yap, bende bu profesyada 35 sene stajım var.

Benden daha hızlısı yok. Ne, aldanıp da benden bir şey çalmaya kalksınlar?

Ho ho, nerede, yok öyle şey!

Haydi, saat ikiye on var, gidelim spirkaya.

Arkadaş: Hazırım.

(otobüs geliyor, ikisi biniyorlar)

Hırsız: (şmar yapıyor) Şşşşt, bu işte.

Arkadaş: Aacık heyecanlıyım, ya anlaşılıyorsa.

Hırsız: Beni daha tanımıyon mu?

(hırsız tam yaklaşırken, adam saatine bakıyor, hırsız uzaklaşıyor. Bu arada arkadaşı onun cebinden portmoneyi çalıp hemen otobüsten iniyor)

(ikinci denemede bir kişi araya giriyor, saatı soruyor, gene çalamıyor. Adam hırsızın omuzuna dokunup parmakla dışarısını gösteriyor. Arkadaşı hırsıza çaldığı portmoneyi gösteriyor).

Adam: Bakın, bu adam size el sallıyor!

Hırsız: Aaa... aaa... bunu nasıl yapabilirsin? Ayıp değil mi?

Françesko: Ne aptal mışsın sen, hırsılık yapmaya uzanırken, sana hırsızlık yaptılar.

Hem de kızıyorsun! Demek, sen yaptın mı, iyidir.

Ama sana yapıldı mı, ayıptır, öyle mi? Ne biçim ikiyüzlülük bu?

(seyircilere) Kaç kişi onun gibi düşünüyor: ben yaparsam iyidir, ama sakın kimse bana aynısını yapmaya kalkmasın. Bu adam neredeyse beni geçecek.

Aptallıktan yana ona bir beş veriyorum.


3. Sahne - Baba, oğul ve eşek

(Baba ve oğul eşeğiyle yolculuk yapıyorlar, ikisi yürüyorlar)

Çocuk: Buba, çok yoruktum. Olamaz mı, beni eşeğe bindiresin?

Baba: Tamam, bin bakalım.

1. Kişi: Vah, vah, vah... bugünkü gençlere bak. Saygısız, kültürsüz.

Bizim vaktımızda öyle bir şey olsun, ohoooo... lobuttan öldüreceydiler.

Bizim vaktımızda korkardık bir kavenin önünden geçelim.

Şimdi, kızanlar ana babaların önünde cigara içmeye utanmıyorlar.

Te, bu çocuğa bakın. Kendisi eşeğe binmiş, keyf çatıyor, o ihtiyar babacığı gene yürüsün. Cık, cık, cık...

Baba: Bak, çocuğum. Elalem maana buluyor. Haydi in oradan, ben bineyim eşeğe.

(çocuğu iniyor, babası biniyor)

2. Kişi: Te, te, te... bizim milletimizin kültürü bu kadar işte. Herkes kendini düşünüyor, kızanlara eyvallah yok! Herife bak! Eşeğin sırtına binmiş, keyf çatıyor.

Kızanı gene, yürüyüp bu sıcakta gebersin.

Hey aga, sen ne yapıyon böyle? Sen koca adam olmuşsun, evladın muskulları, bacakları kleçka gibi. Sen de eşeğin sırtında tumbak salıyon, kendi rahatını arıyon. Ayıp değil mi sana?

(kafa sallayıp uzaklaşıyor)

Baba: Adam haklı!

Çocuk: Baba, en iyisi, ikimiz de eşeğe binelim, kimse bize maana bulmasın.

Baba: Çok haklısın, haydi, sen de bin!

(çocuk da biniyor)

3. Kişi: Eeey, şunlara bak! Ne acımasız insanlar var imiş!

Şşşt, hey siz! Nerede bulunuyonuz, siz? Sizde hiç mi duygu yok?

Bu hayvanın canı yok mu? İnsanlardan çıkarasanız, hadi neyse, ama bu maksum ne yapmış size, ikiniz de binip yükten öldüreseniz onu?

Baba: O da haklı. Haydi inelim!

Çocuk: Sahi... biz eşeğimizi hiç düşünmedik. Zavallı garibancık. Baba, biliyon mu ne aklıma geldi? Hep o bizi taşımasın, aacık da biz onu taşıyalım.

(ikisi eşeğin ayaklarını bağlayıp bir sırıkla onu taşımaya başlıyorlar)

Françesko: Bu insanlar tamamen çıldırmışlar.

Ben iki saat düşünsem öyle bir aptallık aklıma gelmeyecek.

(seyircilere) Onlara gülüyoruz, değil mi? Ama her kim Allahtan korkmayıp,

daha fazla insanlardan korkarsa, aynı bunlar kadar aptaldır.

Onlara da bir beş verecem!

4. Sahne - Okulda

(sınıfta kızanlar oynuyorlar, müzik öğretmenini bekliyorlar; masada teyp duruyor)

1. talebe: Bakın, bakın... babam Estanbul'dan en yeni kaset getirdi.

2. talebe: Hii, sahi mi?

1. talebe: İnanmıyon mu? Babam her hafta gidiyor.

3. talebe: Ver bakayım göreyim! (herkes yaklaşıp kaseti elliyor)

1. talebe: Te şurada yazıyor: "Vuruldum ben sana!"

4. talebe: Aa onu biliyom, satelitte hep çalıyorlar.

5. talebe: Ver göreyim... Eh, öyle bir şey anlaşılmıyor. Lazım onu kasetofondan dinleyelim.

2. talebe: Eh, keske lokmançemi getirseydim. Agamda var bir tane.

3. talebe: Yok bişey! Te bakın! Mualliminin kasetofonuna takalım, sesleyelim!

1. talebe: Aa, yapma! Ya bir şey olursa?

4. talebe: Ama sen de, ne olacak? Çok da korkuyon! Ver sesleyelim bi kere!

2. talebe: Yapma, muallim anlarsa, işimiz ziyan olacak!

4. talebe: Hadi siz de! Şimdi göreceniz, bi şey olmayacak!

(kaseti takıyor, çalıyor, herkes hareket yapmaya başlıyor)

5. talebe: (kapının yanında duruyor) Şşşt, kapayın onu! Muallim geliyor!

4. talebe: (teybi kapatıyor, kaseti çıkarmaya çalışıyor, çıkaramıyor, öbürleri hepsi oturuyor) Ee... ee... ne oldu buna? Niye çıkmıyor? Dur bakalım!

(vuruyor, çeviriyor, en sonunda bıçakla oynayıp kaseti çıkarıyor, çabucak oturuyor)

Aysen hanım: Günaydın kızanlar!

Hepsi: Günaydın gospojo!

Aysen hanım: Bugün size güzel bir sürprizim var! Bakın ne getirdim! (bir kaset gösteriyor)

Bugün biraz halk müziği dinleyecez. Sanıyorum onu Mozart'tan daha çok seviyonuz, öyle değil mi?

Hepsi: Eveeeet!

Aysen hanım: E şimdi! (kaseti takıp, düğmeye basıyor, ses yok)

Aa, buna da ne oldu? Hiç işlemiyor! (uğraşmaya devam ediyor)

Aa, bakın, bütün kapak kırıldı.

Anlamıyorum, daha yirmi dakka önce işlerdi.

Kim elledi onu? (yakından bakıyor)

Herhalde birisi zorla kapağı açmaya çalıştı, öyle kırıldı

Kızanlar, bunu kim yaptı? ... Ha, bunu... kim... yaptı...?

Bunu kim yaptıysa ona ödetiririm, hem de direktora sokacam onu!

Hepsi: Aa, ben yapmadım...

Aysen hanım: Hmm, demek kimse yapmadı, ha! Ama ben anlaşacam sizinle!

Hülya hanım: Aysenciğim... yarım saat kadar şu kasetofonu alabilirimiyim?

Tırjestvo için prova yapıyoruz da.

Aysen hanım: Eh, kısmetin yok! Az önce bozuldu. Daha doğrusu bozdular onu.

Hülya hanım: Aaa, kim yapacak öyle bir şey?

Aysen hanım: Bilmiyorum kim yaptı, ama bu kızanlardan biri. Sordum kim yapmış diye. Ama kimse kabul etmiyor.

Hülya hanım: Demek birisi yalan söylüyor.

Aysen hanım: Evet, öyle!

Hülya hanım: Fena bir şey, çok fena. Geçen sene benim sınıfımda aynısı oldu. Ama biz yalancıyı ortaya çıkardık. Biliyon mu nasıl?

(Aysenin kulağına konuşuyor, Aysen onu fikrini beğenmeye başlıyor)

Aysen hanım: Çok iyi fikir, öyle yapacaz. Kızanlar bir dakka, hemen gelecem

(ikisi odadan çıkıyorlar)

1. talebe: Eyvaaa, ne olacak şimdi. Senin işin fena!

4. talebe: Yok yaa... hepimiz sustuk mu, yok ne olsun. Hayatta anlamayacaklar bir şey.

Aysen hanım: (odaya giriyor) Eveeet, bakın ne getirdim. Şimdi anlaşılacak kim burada yalan söylüyor.

Kızanlar, elimde ne görüyonuz?

Hepsi: Çubuklar

Aysen hanım: Eveet, ama bunlar sıradan çubuk değil - bunlar sihirli, vılşebni çubuklar!

Hepsi: Ooooooo...

Aysen hanım: Evet, bunlar çok spetsyal. Bu çubuklar yalancıları gösteriyorlar:

hepinize birer tane verecem... sonra odadan çıkacam...

ve yalancı kim ise, onun çubuğu büyüyecek, öbürlerinden iki parmak kadar daha uzun olacak! Anladınız mı?

Hepsi: Haaa...

(muallim hepsine birer tane dağıtmaya başlıyor, dağıtırken herkesin gözüne bakıyor)

Aysen hanım: Eveet... oldu bu iş. Ben şimdi odadan çıkıyorum, beş dakka sonra gelecem, proverka yapacaz... (çıkıyor)

(hepsi bir araya gelip heyecanla konuşmaya başlıyorlar - sadece 4.talebe ayrı oturup saklıdan masanın altında bıçakla çubuğu kesiyor)

Aysen hanım: Eveet, ben geldim...

Hepsi: Hiii... (çabuk çabuk oturuyorlar)

Aysen hanım: Şimdi herkesin çubuğuna bakacam, ve anlayacaz, kim burada yalan söylüyor

(tek tek çubukları topluyor, en sonunda 4.talebeninkini)

Evet, bulduk adamımızı ! (gösteriyor, onun çubuğu daha kısa)

Françesko: Evet, yalanın bacakları kısadır. Kızan kurnazlık yapmaya kalktı, çubuğum büyüyecek diye, onu kesti ravno olsun.

Ama böylelikle kendini ele verdi.

Bu kızan süper akılsızlık yaptı, ona da bir beş verecem.

Ama ona maana bulmayın, kaç kişi var Allahı da kandırıp

ondan daha akıllı olmaya kalkıyorlar.

Ama o bir gün herşeyi açığa çıkaracak.

5. Sahne - Tren istasyonunda

(bilet gişesinin önünde)


2. yolcu: Ay, çok heyecanlıyım. Sefte gidiyorum denize.

1. yolcu: E, biraz daha dayanacan. Çak yarın sabah beşte Varna'da olacaz.

(biletçiye) İki tane Varna'ya... ikinci sınıf... sigarasız.

Biletçi: Sıradaki!

3. yolcu: İyi akşamlar.

Biletçi: İyi akşamlar! Nereye?

3. yolcu: Nasıl?

Biletçi: Bilet... nereye? (3. yolcu sade bakıyor) Aa.. bu yabancı galiba, Türkçe anlamıyor.

Bi...let... ne...re...ye?

3. yolcu: Evet, bir tane bilet istiyorum.

Biletçi: (kendi kendine) A... değilmiş yabancı. (adama) Beyfendi.. anladık - bir tane bilet istiyorsunuz. Ama nereye, NEREYE?

3. yolcu: Nereye mi? Ne bileyim, yau! Niye bana soruyonuz?

Biletçi: Ya Rabbi, sabır ver! Bu adam galiba tımarhaneden kaçmış.

Beyfendi, bakınız.

Ben Bulgaristan Devlet demiryollarının bir memuruyum.

Benim işim bilet satmak. Yolcular önceden karar veriyorlar,

nereye gidecekler diye, sonra bana gelip benden bilet alıyorlar.

Sistem böyle. Onun için size son defa soracam...

(bağırarak) NEREYE GİDECENIZ?

3. yolcu: Daha usul, be! Ne bağırıyonuz, ben sağır değilim.

4. yolcu: Abe ne oluyor burada? Ya bilet alacan, ya kuyruktan çekilecen!

Biletçi: (artık sinirden ağlıyor) Nereye gideceniz?

3. yolcu: Nereye mi? Aaa, fark etmez. Gördüm hava güzel, tam yolculuk için. Canım çekti aacık trene bineyim, yolculuk yapayım. Dedim kendi kendime, abe Hüsnü, dedim, git garaya, dedim. Al bi bilet kendine.. dedim.. trene bin, aacık gezin.

4. yolcu: Güzel abiciğim benim... iyi, güzel düşündün... söyle şu biletçiye nereye gitmek istiyorsun... hade be çocuğum.

3. yolcu: Aa.. ne bileyim ya. Dur bakayım... Ee, te o sarı tren var ya. çok hoşuma gitti... Çok da güzel mavi koltukları var. Tamam ona binecem.

4. yolcu: O Sofya'ya gidiyor.

3. yolcu: Ee, giderse, ben ne yapayım. Dedim ya, bu treni çok beğendim.

4. yolcu: (biletçiye) Aga!

Biletçi: (ağlamasını kesip adama bakıyor) Ha ?

4. yolcu: Bak, ver bu adamcağıza Sofya'ya bir bilet, gitsin.

Biletçi: Oh, hele çok şükür... Buyurun biletiniz... tren te şurada, birinci kolovozda.

3. yolcu: (ödüyor)... teşekkürler (gidiyor)

4. yolcu: Uff, ama da insanlar varmış!


3. yolcu: (trene binip, yerini buluyor, öbür yolculara konuşuyor) İyi akşamlar!

1. yolcu: İyi akşamlar! ... Yolculuğunuz nereye?

3. yolcu: Ne bileyim, yau... Dur bir kere, te şurada bilette yazardı (okuyor) So-fi-ya

(1. ve 2. yolcu birbirlerine bakıyorlar -'delidir' diye işaretler yapıyorlar)

2. yolcu: Biz gene, Varna'ya gidiyoruz. O taraflarda bir bırçetimiz var. Orada kalacaz iki hafta... çok heyecanlıyım.

1. yolcu: Dur bi dakka! Siz Sofya'ya mı gidiyorsunuz?

3. yolcu: Haa?... Ya, öyle galiba.

1. yolcu: Ne yazık ki, bu tren Sofya'ya gitmiyor, Varna'ya gidiyor.

3. yolcu: Hmmm... öyle mi? Çok ilginç. Ama ne olsun ya? Sofya imiş, Varma imiş... hep aynı! Öyle değil mi?

1. yolcu: (gülümseyerek) Beyfendi, affederseniz, ama güleceğim kalkıyor.

Bakınız, biz doğru trendeyiz, siz gene yanlış trene binmişsiniz.

Biz istediğimiz yere varacaz, siz gene varamayacanız!

3. yolcu: (omuzlarını kaldırıyor) Eee...?

Kontrolör: Biletleriniz lütfen!

3. yolcu: Buyurun!

Kontrolör: Teşekkürler! Sofya.. ikinci sınıf.. sigarasız... tamaaam. İyi yolculuklar!

2. yolcu: Buyurun!

Kontrolör: Nee? Bu biletler Varna için... Bakınız, bu tren Sofya'ya gidiyor, yanlış trene binmişsiniz. Tam ters tarafa gidiyorsunuz.

1. ve 2. yolcu: Neee?... Ay, ne yapacaz şimdi?

Kontrolör: Üzgünüm, ama en iyisi trenden hemen inin, çünkü daha ne kadar giderseniz, o kadar da uzaklaşacanız gitmek istediğiniz yerden. Ee, birkaç dakka sonra Pazarcığa varacaz. Orada inin Varna trenini bekleyin. (çıkmaya kalkıyor)

2. yolcu: Ya biletler, onlara verdiğimiz paraya ne olacak?

Kontrolör: Üzgünüm, onlar herhalde yandı! (çıkıyor)

(1. ve 2. yolcu sönüp koltuklara düşüyorlar)

1. yolcu: Ne yapacaz şimdi?

2. yolcu: Yandık... bittik... mafolduk!

3. yolcu: Ne bu telaş? Neye kahırlandınız? Sofya... Varna... hep aynı değil mi?

2. yolcu: Değil aynı, Sofya'da deniz yok! Ve bırçetimiz Varna'da yaşıyor, Sofya'da değil.

3. yolcu: Ee, madem o kadar kaprizlisiniz... ineceniz.

1. yolcu: Te, te, te... yazıyor .. Pa-zar-cık. Ne yapacaz şimdi, ne yapacaz? İnelim mi?

2. yolcu: Ya biletler ne olacak? Ha? Onu düşündün mü hiç?

Bunca para verdik onlara! Ha?

1. yolcu: Aslında lazım inelim, ama artık geç olmadı mı?

2. yolcu: Ah, bu kara bahtımız bizim! Kaderime küskünüm!

3. yolcu: İnsenize! Tren azdan kalkacak.

1. yolcu: Eh, ne yapalım? Kaderimiz bu işte, bize öyle yazıldı.

2. yolcu: Te, te, te... tren kalkıyor... geç kaldıııık.

Françesko: (kafa sallıyor) Ne insanlar var imiş bu dünyada!

(3. yolcuyu gösteriyor)

Çoğu kişi tutmuşlar bir yolu, ama bilmiyorlar bu yol nereye gidiyor, onun sonu nedir? Merak bile etmiyorlar?

Bu koca hayatın sonu ne olacak, sanki onların işine gitmez.

(1. ve 2. yolcuyu gösteriyor)

Başkaları gene, anlıyorlar, açan hayatları eğri gidiyor, yanlış yere varacaklar. Ama gene de inip, hayatlarını değiştirmiyorlar. Vakıt varken, tövbe edip Allaha dönmüyorlar. Sonra geç olacak. Onlara da aptallıktan yana bir beş veriyorum!

(telefon çalıyor) Bu da ne? - Alo, nereden... saraydan mı arıyon? Ee, ne oldu gene?

Hii, sahi mi? Kral hasta mı? ... Eyvaa, durumu o kadar mı kötü? ...

Ne, beni mi istiyor görsün? ... Tamam, herşeyi brakıp hemen dönecem.

6. Sahne - Gene kralın sarayında

(kral kapalı bir odada, yatakta - kraliçe onun elini tutuyor - kapının önünde askerler, doktor ve hemşire)


Doktor: Dur, kimsiniz? Ne işiniz var sarayda? Buraya giremezsiniz.

Hemşire: Evet, kralımız çok ağır hasta. Kimse onu rahatsız etmesin.

Françesko: Ben onun palyaçosuyum. Beni görmek istiyor.

Çak telefon açtı bana, geleyim.

(doktor ve hemşire onu brakıyor girsin, kendileri de giriyorlar)

Kraliçe: Françesko, iyi ki geldin! Kralımız çok istiyor seni görsün.

Françesko: Ama ne oldu ona?

Kraliçe: Birden hastalandı. Doktorumuz da yardım edemedi.

Doktor: Kralımız birden ateş kaldırdı, bir türlü onu düşüremedik.

Kraliçe: Yapmadığımız şey kalmadı...

hoca getirdik, muska yazdırdık, yedi çeşmeden su getirdik...

çak Allah adamların toplantısına kadar gittik, dua etsinler, kralımız şifalansın. Hiç bir şey fayda etmedi.

Françesko: (krala yaklaşıyor, onun önünde diz çöküyor) Kralımız, efendimiz!

Kral: İyi ki geldin. Françesko, ben ölüyorum, ölüyorum.

Ve ölmeden önce istedim, bir kere güleyim.

Sen beni güldürecen, değil mi?

Ve... ve... benim dediğimi yaptın mı?

Françesko: Ne o?

Kral: Bütün devleti gezip, kendinden daha büyük bir aptal buldun mu?

Benim kral çubuğumu ona verdin mi?

Françesko: Evet, ama tam uygun bir kandidat hâlâ bulamadım.

Ama bu şimdi önemli değil? Senin için ne yapabilirim?

Kral: Bak, ben ölüyorum... sanki... sanki... uzuuun bir yolculuğa çıkıyorum -

ve bilmiyorum bu yolculuk beni nereye götürecek.

Françesko: Ama... kralımız... bunu nasıl diyebilirsiniz?

Her insan yolculuğa çıktı mı, biliyor nereye gidecek.

Kral: Ama... ben... bilmiyorum benimle ne olacak.

Kocaman bir krallığım var, her istediğimi alabilirim...

her ne zaman istersem kişiler bana hizmet yapacak.

Bütün devletin kaderi benim elimde.

Ama... ben kendim... nereye gidiyorum... onu bilmiyorum.

Doktor: Françesko, brak onu şimdi, daha fazla yorulmasın.

Hemşire, yap ona bir iğne, rahat uyabilsin.

Hemşire: Tamam. Hemen hazır.

Kral: Hayır, hayır, brakın adamı beni aacık güldürsün.

Françesko: Ama kral efendimiz!

Sizde bunca kitaplar, bilgili kişiler ve muallimler vardı.

Onlara danışabilirdiniz.

Hiç mi hazırlık yapmadınız bu uzun yolculuk için?

Kral: Hayır... hiç... hiç!

Françesko: Kralımız, efendimiz! Bütün devleti aradım, ama aradığım kişiyi ancak şimdi buldum.

Kral: Ne? Kim?

Françesko: O kişi sensin! Çünkü bütün hayatını başka, başka şeylerle geçirip, sonsuzluk için hazırlık yapmamak... işte, en büyük aptallık odur.

(krala çubuğu geri veriyor)

Kral: Haklısın, Françesko, haklısın! Bin kere haklısın.

Benden daha büyük aptal yok bu devlette.

(gözlerini kapayıp ölüyor, Françesko onun göz kapaklarını indiriyor)

Françesko: (seyircilere) Bakınız, adama üzüldüm...

Okumaya, eğlenceye, paraya... her şeye önem verirdi,

ama bu sonsuzluğa giden yolculuk için hazırlık yapmadı.

Ona önem vermedi. Onun için artık geç oldu.

Devletimizin en aptal adamı o oldu.

Arkadaş! Daha fırsat varken seni yaratanı ara,

sen de en aptal olmayasın!