İbrahim'in Hayatı

Oyuncular:
İbrahim
Eliezer (onun baş hizmetçisi)
Sara
Hacer
1. melek
2. melek
İsmail

1. Sahne: İbrahim - Sara - Hacer

(İbrahim içeri geliyor. Gelirken, Damaskuslu Eliezer ile konuşuyor)


İbrahim: Eliezer, bak şimdi.

Eliezer: Evet, İbrahim Bey!

İbrahim: Beni iyi sesle! Bugün yakın 300 tane koyun kırktık.

Beşbuçuk kileden, yapıyor, bir dakka..., evet, 1650 kile yapağı.

İstiyorum onu yarın Hebron kasabasına götüresin, orada satasın. Anladın mı?

Ama dikkat et! Seni geçen sefer gibi kandırmasınlar!

Ne yaparsan yap, en düşük 35'ten verecen, tamam mı?

Kırk olur, otuzyedi olur, ama otuzbeşten aşağı düşürme fiyatı, tamam mı?

Haydi, bakayım; şimdi geç oldu, yat artık. İyi geceler!

(Sara'ya dönüyor)

Aaaa, Sara, benim güzel karıcığım! Rabbimiz bizi bu sene gene çok bereketledi

(oturup yemek yemeğe başlıyor)

Yarın bu iş olursa, var ya! Biliyon mu, sana ne alacam?

Salem kasabasında te bu kadar bobaç bilezik gördüm. Sana çok yakışacak.

Sara: (hiç kafasını kaldırmıyor) İstemem!

İbrahim: Peki, dur bakalım. Başka ne alayım sana? Egipt'ten yeni parfüm?

Sara: İstemem !

İbrahim: Damaskus'tan yeni bir ipek kostüm?

Sara: (öfkeleniyor) İstemem, istemem, hiç bir şey istemem!

İbrahim: Saracığım! Neyin var gene? Yoksa gene o mesele mi?

Bak, Rab bize her şeyden fazla fazla vermedi mi?

Hatırlamayon mu? 18 sene önce Rab bizi çağırdıydı, biz de yola çıktık.

O vakıt neyimiz vardı, sanki? Hiç! Şimdi var 6000 tane koyun, bir de o kadar keçi, 200 katır, 100 deve, hizmetçilerimiz, kölelerimiz...

Hiç Allaha şükür etmiyor musun, bunlar için?

Sara: İyi de, sen geçindin mi, bütün bu mallar kimin olacak? Ha, kimin?

Bana ne lazım develer? Bana kızan lazım, kızan, anladın mı?

(ayağa kalkıyor) Sen gece gündüz uğraşıyorsun, ve en sonunda herşeyi bu Eliezer alacak, değil mi?

İbrahim: Sara, karıcığım, bak şimdi, akıllı ol! Rabbe güven aacık. O bana söz verdi...

Sara: (eğleniyor) Güven aacık, güven aacık! Ne zamana kadar?

(daha tatlı) Yarın ne gün biliyon mu?

İbrahim: Yarın? Dur, eee, cuma günü.

Sara: (kızgın) Ulan, yarın doğum günüm; seksenbirinci doğum günüm! Anladın mı?

Yok, bitti artık! Şimdiye kadar kızanım olmadı, olmayacak da artık.

İbrahim: (ayağa kalkıyor) Öyle değil, Saracığım! Allah bana kesin söz verdi.

Daha geçen hafta bana konuştu. Dedi ki, 'Eliezer senin mirasçın olmayacak.

Ama senden doğan çocuk mirasçı olacak.

Ve gökte ne kadar yıldız varsa, senin kızanların o kadar kalabalık olacak!'

Sara: Ha, Allahmış! O isteseydi, şimdiye kadar verecekti.

En olmayacak yirmi yaşında kızların üç, dört erkek çocukları var.

Ben bu yaşa geldim, tek bir kızanım yok. Sen boşuna iman ediyorsun!

Allah şöyle, Allah böyle. Rab şöyle yapacak, Rab böyle yapacak!

Hepsi boş laflar. Allah seninle eğleniyor. Bak, doğuramayom, işte.

Ve niçin? Allah bana vermiyor, işte, Allah!

İbrahim: Böyle konuşma karı, çarpılacaksın!

Sara: İyi, belki Allah hakkatten sana konuştu. Belki hakkatten çocuğun olacak!

Ama benden için hiç bir şey konuşmadı.

(Hacer'e dikkatle bakıyor, hafifçe gülmeye başlıyor, kendi kendine konuşuyor)

Hmmm, niye olmasın? Kızan kızandır. Hep aynı!

İbrahim: Ne? Ne dedin?

Sara: Bak, İbocuğum, çok güzel bir fikir geldi bana!

İbrahim: Anlat bakalım!

Sara: Senin koyunların, keçilerin, develerin hepsi senin malındır, değil mi?

İbrahim: Eeeee ?

Sara: Senin kölelerin ve cariyelerin de senin malındır.

İbrahim: Herhalde... ne istiyorsun, yau?

Sara: O kölelerin kızanları da gene senindir, değil mi?

İbrahim: Allah, Allah!

Sara: Benim cariyelerimin kızanları da benimdir, değil mi?

İbrahim: Sen..., sen..., lafı nereye getiriyorsun?

Sara: Hacer! Gel sana, bir dakka!

Hacer: Buyurun, hanımefendim!

Sara: Bak, madem Allah beni kısır yaptı, bu işi sana brakıyorum.

İbrahim: Sen çıldırdın mı?

Sara: Hayır, hayır. Herkes öyle yapmıyor mu?

Benim bir bırçetkam var. Onun da 35 senedir hiç kızanı olmuyor.

Daha geçen hafta onun cariyesi onun kocasına bir erkek çocuk doğurdu.

Git de gör, ne kadar mutlu oldu.

İbrahim: Ama..., ama... Allah bana dedi ki...

Sara: Ne dedi sana, ha? Senin kendi çocuğun olacakmış.

E te işte, al Hacer'i ve Allahın sözü yerine gelecek.

İbrahim: Öyle mi, hmmm, belki de senin dediğin gibi!

(Hacer'e) Sen ne diyon bu işe?

Hacer: Ben..., ne diyeyim ben? Siz.. nasıl.. karar.. verirseniz.

Sara: Sesle beni, İbrahim! Ben böyle yaşayamam! Benim dediğimi yapacaksın, yoksa babama dönecem! Bu rezilliği taşıyamam!

İbrahim: (bir Hacer'in arkasına bakıyor, bir Sara'ya bakıyor, ve hiç konuşmadan dışarı çıkıyor)

Sara: (yalnız kaldı ve hızlı ağlamaya başlıyor)

2. Sahne: Sara - Hacer - İbrahim

(Haceryatakta yatıyor - karnını tutup dönüyor - Sara aynanın önünde oturup saçlarını tarıyor)

Sara: Haceeeer! Dakkada bana gelesin! Saçlarımı bir türlü düzeltemiyorum.

(Hacer ağır, ağır kalkıp Sara'nın yanına gidiyor, saçlarını taramaya başlıyor)

Sara: Ay! Dikkat etsene, be! Saçlarıma ne yapıyorsun?

Hacer: E, ne yapayım, kendime mi bakayım, senin saçlarına mı bakayım?

Sara: (ona öfkeli bakıyor ve kafasını silkiyor)

Baksana, ne günlere kaldık! Cariyelerimiz bize ne biçim laflar yapyor!

Hacer: (taramaya devam ediyor) Tabii ki, sen benim halimden anlayamazsın.

Üç aydan beri sırtım ağrıyor, ayaklarım şişiyor, rahat uyuyamıyorum, ağrılarım kalkıyor. E, kime anlatıyorum böyle şeyleri, hani beni zaten anlayamayacak.

Sara: Ay çıldıracağım artık. Dayanamayacağım bu hizmetçinin laflarına.

(Hacer taramaya devam ediyor; kolundaki bilezikler ses çıkarıyor)

Sara: Bu da ne? Kafamı şişirdin benim.

Hacer: Ne ne?

Sara: Te bu, kolundaki bilezikler nereden? Onları kim aldı sana?

Hacer: Aaaa, bunlara mı merak ettin?

İbrahim efendimiz bunları aslında senin için alacaktı.

Ama sen hep 'istemem, istemem' dedin ya.

E, o da bunları bana layık gördü.

Ne de olsa, karnımdaki çocuğunun babasıdır.

Sara: (ayağa fırlıyor, Hacer'e tokat atıyor)

Seni aşağılık hizmetçi parçası! Sen beni çıldırtmaya mı bakıyorsun?

Hacer: (öfkeden ağlamaya başlıyor) Bana bak, bunları hepsini sen istedin olsun.

Sen madem doğuramıyon, ondan benim suçum ne?

Sara: Bu Allah nasıl Allah idi. Uş bizi bereketlermiş, ama bir tane kızanımız bile olmadı.

(dönüp gözlerini azıcık yukarı kaldırıyor, hatırlıyor eski günlerini)

Ah, keşke memlekette kalaydık, hiç yola çıkmaydık.

Orada ne güzel evimiz, bahçemiz vardı. Rahat idik, yani.

Sonra bilmem ne, Allah konuşmuş efendime,

istermiş bunların hepsini brakalım, yola çıkalım, bizi bereketleyecekmiş,

falan fişman.

(birden yine kızıyor) Ve şimdi... Bir damla kızanın önünde rezil oluyorum.

Bu mu bereket? Bu lanettir, lanet.

Ama biliyorum, başıma bu işi kim açtı. İbrahim! Neden uydum senin aklına?

Yok, ben nazik bir kadınım. Bu çöl hayatı beni hasta etti. Onun için doğuramıyorum.

Hacer: (Sara'yı eğlentiye alıp gülüyor)

Bak gene! Bizim Sara hanım sarayda yaşıyor, ama kıskançlıktan sararıp soluyor.

Sara: (başlıyor Hacer'i dövmeye)

Seni, pis Egiptli karı! Defol burdan, defol!

Gözüm seni bir daha görmesin, yoksa seni binbir parça yapıp atarım.,

(Hacer kaçarak çıkıyor - Sara gene aynıda oturup ağlamaya başlıyor)

İbrahim: Sara, be karıcığım. Hacer'in bu hali ne böyle? Aranızda neler oldu?

Yoksa sen onu kıra mı attın?

Sara: Nasıl onu kıra atmayacam? O benimle alay ediyor. Sen de bana hesap soruyorsun.

İbrahim: Bak şimdi, Saracığım. Senden bir şey rica edeyim:

Hacer'in doğurma vaktı yakınlıyor. Ona çok eziyet verme.

Allah korusun, kızanıma bir zaval olmasın!

Sara: Aaa, demek senin kızancığına bir zaval olmasın!

Allah belanı versin senin! Ya bana yapılan zaval, onu düşünmüyon, ha?

İbrahim: Ne zaval be?

Sara: Bak, Hacer'i sana ben verdim, ben! Ben uğraştım, çocuksuz kalmayalım.

Ve şimdi, ne karşılığım oldu? O lanetli karı gebe kalınca beni kafaya aldı.

Bunlar hepsi senin yüzünden, bunun cezası senin başına gelsin.

İbrahim: E, madem sen onu uğrattın, senin dediğin gibi olsun, karıcığım.

Hacer: (geri dönüyor, Sara'nın yanına gidiyor, diz çöküyor)

Ey, hanımefendim! Ne olur, beni bağışla.

Hakkım yoktu, sana öyle konuşayım.

Bir daha sana karşı gitmem.

Sara: (ona sırtını çevirip, soğuk davranıyor) Ha!

İbrahim: Hacer, nasıl oldu da sen geri döndün?

Hacer: Baştan ben istemezdim bir daha buraya döneyim.

Kesin karar verdim, Egipte dönmeye.

Ama sonra senin Allahın bana konuştu.

Bana bir melek gönderdi, bana dedi ki, hanımefendime döneyim, onu sesleyim.

3. Sahne: Üç melek - Sara - İbrahim

(İbrahim çadırın önünde oturuyor, dinleniyor. Sara içerde uyuyor)

İbrahim: Öf be! Ne sıcak! Bu böyle giderse, hayvanlara su bulamayacaz.

Ben de çok fena susadım.

(Çadırın kapısını kaldırıp Sara'ya bağrıyor)

Saracığım! Git çağır bu Hacer'i, söyle bana biraz ayran yapsın.

Sara: (uykulu) Ha? Ne? Brak beni şimdi, uyuyorum. Git kendin çağır.

İbrahim: Te işte, al sana bir cevap! Evin direği imişik! Ha!

(güneşe karşı uzaklara bakıyor)

Bu da ne? Üç kişi geliyor. Allah Allah, bu sıcakta kim yolculuk yapacak?

Herhalde çok acele işleri var.

(bakmaya devam ediyor)

Aa, bunlar bize doğru geliyorlar.

Bunlar olmasın...? Ama.. olamaz..! Yoksa sahiden mi? Evet...

(onlara doğru koşmaya başlıyor - onlara erince, yere kadar eğiliyor)

Ey efendim, şimdi eğer senin gözünde hoş ise, bana misafir olmadan geçme.

Bak, biraz su getirtecem, ayaklarını yıkasanız,

Te bu ağaçların altında gölgede dinlenin.

Bir lokmacık ekmek getirteyim de karıncağızınızı doyurasanız.

Öyle gidin.

1. Melek: Peki, senin dediğin gibi olsun.

2. Melek: Tamam, biraz kalacağız

İbrahim: (heyecanla) Ay çok güzel, çok sevindim, beni layık gördünüz diye.

Şimdilik aacık burada oturun. Dakkada herşey hazırlatırıyım.

(Çadırın içine koşuyor) Sara, şevik ol! Kalk, kalk!

Sara: Ha ne oldu? Bir şey mi var?

İbrahim: Kalk, diyorum sana. Misafirler geldi, üç kişi. Onları karşılamak lazım.

Sara: (hala uykulu) Ee, sefte mi geliyor misafirler?

Hizmetçilere söyle hazırlasınlar yemeği.

İbrahim: Yok, yok yok! Sen anlamıyorsun.

Bunlar sıradan yolcular değil, bunlar Allahtan gelen haberciler.

Yani, melek annadın mı? Bunları sen karşılayacan.

Sara: Tamam, tamam, kalktım işte.

İbrahim: Al 20 kile un, ama en güzelinden, anladın mı?

Suyla karıştır, yoğur, pide yap.

(başka yere koşuyor)

Eliezer, Eliezer! Gel bu yana!

Bak, üç kişi geldi bize misafir, bunlar çok önemli kişiler.

Git, al yanına bir kişi, seç en güzel buzağı dakkada kesin, ızgara yapın.

Haydi şevik tut!

(gene başka yere koşuyor)

Hacer! Hacer! Neredesin gene? Aa, bıktım şu hizmetçilerden!

Hacer, dakkada buraya gelesin!

Hacer: Buyurun efendim!

İbrahim: Nerede idin gene?

Hacer: Beni bağışlayın efendim, ama oğlumuz İsmail biraz keyifsiz, yatıyor.

Ben de ona ilaç getirmiştim. Onun için hemen gelemedim.

İbrahim: Neyse, şimdi yok vakıt! Misafirler geldi.

Git, birkaç koyun saa, sütü hazırla.

Yoğurt al, ayran yap, şöyle dört beş kova kadar.

Anladın mı? Rezil olmayalım.

(herkes işine devam ediyor - İbrahim kendi kendine konuşuyor- heyecanlı)

İnşallah rezil olmayacağız. Acaba niçin geldiler. Ne haber getiriyorlar.

(misafirlere) Evet beyler, hoşgeldiniz, sefa geldiniz.

Melekler: Hoş bulduk.

İbrahim: Ee, nasıl geçti yolculuğunuz?

Şey, eem, yemek aacık sonra hazır olacak. Şimdilik dinlenin.

(başlıyor onların ayaklarını yıkamaya - bitirince yemek getiriliyor)

Haydi yiyin bakalım, şimdi.

(misafirler yiyorlar - İbrahim ayakta duruyor)

1.Melek: İbrahim!

İbrahim: Buyur efendim!

1.Melek: Senin karın yok mu? Nerede o?

İbrahim: (yavaşça kendi kendine) Eyvah, yandık şimdi.

(meleğe) Ee, şey, efendim, çadırda. Evet, çadırda, aacık keyifsiz de.

1.Melek: Sesle beni. Tam bir sene sonra gene senin yanına uğrayacam.

Ve o zaman senin karın Sara sana bir erkek çocuk doğurmuş olacaktır.

İbrahim: (şaşkın ve sevinçli) Sahi mi? Sahi mi?

Sara: (çadırın içinden gülüyor - kendi kendine konuşuyor)

Hadi sen de! Çocuğum olacakmış, kaç defa duyduk bu hikaye!

Kocam yaşlı, ben de yaşlandım. Bu yaştan sonra ana mı olacam.

Bu mutluluğu bana kim tattıracak? Gebe kalacakmışım, gülünç bir şey. Güleceğim kalktı, napravo güleceklik. Haha!

1. Melek: Sara gülüyor, ha? İnanmıyor gebe kalacağına, öyle mi?

Fazla yaşlı imiş, kocası da yaşlı imiş, öyle mi?

Bakın, Rab için olmayacak hiç bir iş yok.

Anlayın artık: O söyledi mi, mutlaka yerine getirecek.

(hepsi ayağa kalkıyorlar, gitmeye hazırlanıyorlar)

Tekrar söylüyorum: tam bir sene sonra, gene bu mevsimde yanınıza dönecem ve Sara'nın bir oğlu olacaktır.

Sara: Ama ben gülmedim ki.

1.Melek: Sen güldün. Gülmeyi çok seviyorsun galiba.

Sıkılma, birkaç ay sonra yüzün gülecek.

(öbür meleklere) Ne dersiniz? Madem bu karı gülmeyi çok seviyor,

çocuğun adını koyacağız 'Güler', yani onların dilince 'İshak'.

(hepsi gülerek uzaklaşıyorlar)

4. Sahne: Sütten kesilme düğünü

(orkestır çalıyor - horo çekiyorlar - Hacer oğlu ile bir kenarda duruyor)


İshak: Anne! Bu insanlar niçin oynuyorlar?

Sara: (bebek İshak'ı kucağında tutuyor)

Oğlum, İshak! Bugün senin için çok önemli bir gün.

Artıkın ana sütünden içmeyeceksin. Artık büyük kızan olacan.

Biz de buna çok seviniyoruz. Çünkü seni Rab bize verdi.

Üç sene önce Allah bize melekler yolladı,

onlar da bize söz verdiler, kızanımız olacak.

(sırayla herkes İshak'ı kucağına alıyor, onu seviyor, yukarı kaldırıyor, en sonunda İbrahim de)

İbrahim: Ah İshakım, benim güzel çocuğum, evladım, oğlum.

Seni bize Rab verdi, Rab! Hamdolsun onun adına.

Onun merhameti kuşaktan kuşağa kendisinden korkanların üzerindedir.

Misafir: Hey Eliezer! Senin de işin bitti artıkını.

Mırası unut, da kendi derdine bak!

Eliezer: Sus ya, ben efendimin arkasından bu amaçla gitmedim.

Onun mutluluğu benim de mutluluğumdur.

(oynamaya devam ediyorlar)

İbrahim: Hacer, sen de oynasana bizimle.

Niçin bir köşede durup turşu gibi bakıyorsun.

İsmail: Evet, anne. Hakkatten, ne için oynamıyorsun böyle sevinçli bir günde?

Hacer: Ah, oğlum, İsmail, sen de ne anlıyorsun bu işlerden.

Artık bu evde hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.

İsmail: Nasıl, yani?

Hacer: Nasıl mı? Baksana, bu senin kardeşin, daha doğrusu üvey kardeşin, Allahın verdiği çocukmuş.

İşte, bundan sonra efendim İbrahim artık sade onu tanıyacak.

Seni de, beni de hiç saymayacak.

İsmail: Ne? Nasıl olacak bu iş?

Değil mi, ben onun ilk çocuğuyum ve mirası ben alacam.

Ne yani, bu meret mi mirasçı olsun?

(İshak'a parmağını uzatıyor)

Hışt, bakın şu cüceye! Tılsım gibi bakıyor! Agana bak, agana! Ha öyle; öğrenesin, bu evin sahibi bir gün kim olacak, kimin sözü geçecek. Haa!

(çok gülmeye başlıyor)

Sara: (ayağa fırlıyor- müzik duruyor) Seni hayırsız evlat, seni!

(ona bir şamar atıyor) Tam anana çekmişsin. Aynı dikkafalılık sende de var.

Hem de oğluma nasıl dersin 'tılsım gibi bakarmış'?

İbrahim: Saracığım ne oluyor burada?

Yalvarırım, bu mutlu günümüzü bozma.

Çocuğumuzun hatırı için, hem de ehalinin gözünde rezil olmayalım.

Zaten herkes bize bakmaya başladı.

Sara: Baksınlar! Baksınlar! Maana bulsunlar bize! Bana ne?

Bu zaten senin istediğin değil miydi? Değil mi, söylesene.

Sen büyük oğlunu daha çok seviyon, ha! Söyle, söyle!

Sen geçindin mi, o mirasçı olsun,

ben de şu Egiptli partsallı kuklasına kölelik yapacam, öyle mi?

İbrahim: Pşşşt, rezil oluyoruz! Sussana, yau! Usul konuş da, anlaşacağız.

Sara: (herkese konuşuyor - sakin ve otorite ile)

Bakınız! Ben kesin bir karar verdim.

Bu evin kadını olarak, hiç bir zaman izin vermeyeceğim ki,

kendi öz oğlum İshak'tan başka bir çocuk mirasçı olsun.

Bugünden sonra ne cariyem Hacer, ne de onun çocuğu İsmail'in hanemizde yeri yoktur.

(herkes bu lafa şaşıyor, fısıldıyor)

Hacer: Hayır! Olamaz! Bunu yapamazsınız bize! Benim oğlum daha büyük.

İbrahim efendimizin birinci çocuğudur. Sen nasıl bizi kovabilirsin?

Bu meseleye efendimiz İbrahim karar versin.

Sara: Evet, İbrahim, söyle de bitsin artık bu iş. Uğrat onları buradan.

Göster senin asıl oğlun kimdir, asıl karın kimdir.

Herkes: Evet İbrahim, sen ne diyorsun?

İbrahim: (kafasını tutuyor) Aaaa! Bırakın beni. Defolun buradan hepiniz. Görmeyim sizi. Beni rahat bırakın. Yalnız kalmak istiyorum, yalnız!

(herkes çekiliyor)

Ben bu meseleyi nasıl çözecem? Ben değil, Rab buna cevap versin.

Kendi oğlumu nasıl uğratıracam? Nasıl?

Gökten bir ses: İbrahim, İbrahim!

Senin cariyen ve onun çocuğu meselesi için sıkılma.

Sen şimdiye kadar hep karını seslerdin. Al, şimdi de onu sesle!

İbrahim: Ama bu nasıl olabilir? O vakıt tek bir çocuğum kalacak.

Ya onun başına bir şey gelirse.

Gökten bir ses: Sen bu mesele için sıkılma.

Zaten senin soyun İsmail'den sayılmayacak, İshak'tan sayılacak.

İbrahim: Peki Rab, senin dediğin gibi olsun.

Ama İshak, benim sevgili yavrucuğum, biricik oğlum o kalacak.

Ne olur, onu koru, onu benden alma, Rab, benden alma!

5. Sahne: İshak'ın kurbanı

(İbrahim yatağında yatıyor - korkulu bir rüya görüyor - rahatsız olup hep dönüyor)

Gökten bir ses: İbrahim! İbrahim!

İbrahim: (birdenbire yatağında doğruluyor) Evet, işte buradayım!

Gökten bir ses: Şimdi oğlunu al. Sevdiğin biricik oğlunu, İshak'ı al,

Moriya balkanlarına git. Orada sana bir tepe gösterecem.

Ve oğlunu orada keseceksin, bana bir yakılan kurban olarak sunacaksın.

İbrahim: Ama... Rab..., sen ciddi olamazsın, sen bunu benden isteyemezsin.

Herşey olur, ama bunu... isteyemezsin.

(ayağa fırlıyor)

Hayır, olamaz. Birhangi kötü ruh beni şaşırtmak istiyor.

Lazım bu sese kulak vermeyim.

Gökten bir ses: İbrahim! İbrahim!

İbrahim: Aaa! Ne yapayım ben?... Rab bu senin sesin mi?...

Sen.. nasıl kurban edeyim biricik oğlumu? Sen nasıl bir Allahsın?

Bu acımasız Filistiler gibi artık insanlar mı keseyim sana, ha?

Artık hayvanlar sana yetmiyor da, insan etinden hoşlanmaya başladın?...

Ha, öyle mi, konuş bana, konuş!

Gökten bir ses: İbrahim! İbrahim!

İbrahim: Hayır, olamaz! Demek sen beni bunca sene boşuna uğraştırdın,

bunca sene sana boşuna iman ettim, sen beni aldattın.

Memleketinden çık dedin - çıktım. Babandan ayrıl dedin - ayrıldık.

Yola çık dedin - yola çıktık. Bereketledin beni, korudun beni.

Çocuğumuz olmazdı, mucizat yaptın,

bu geç yaşta çocuk sahibi olduk; ve şimdi...?

Niçin bu kadar zahmet, niçin? Ha? Sen benimle oynuyorsun!........

Hani büyük bir soyum olacaktı. İshak olmadan bu nasıl olacak? ....

Ama sen gene Allahsın, gene kuvet sende.

Gökten bir ses: İbrahim! İbrahim!

İbrahim: Tamam, tamam gidiyorum! Kazandın! Senin istediğin olsun!

(hizmetçilerini çağırıyor, uykudan kaldırıyor)

Eliezer, Elparan, kalkın bakalım! Yolculuğumuz var!

Eşekleri hazırlayın, odunlar, su, yiyenti, herşey hazır olsun.

Eliezer: (uykudan kalkıyor) Elbet efendim. Yolculuk nereye?

İbrahim: Moriya dağına.

Eliezer: Moriya mı? Çok uzak, üç günlük yol. Ne yapacağız orada?

İbrahim: Rab bana konuştu, orada kurban keseceğiz.

(İshak'ı kaldırıyor)

Oğlum, evlatcığım, kalk bugün bir işim var. Onu bitirelim.

İshak: Ne var Babam? Nasıl bir iş?

İbrahim: Allah istiyor ona bir kurban keselim, Moriya dağlarında.

İshak: Çok iyi, açan öyle hemen kalkalım, gidelim.

İbrahim: Evet oğlum, gidelim.

(hizmetçilere)

Herşey hazır mı, artık? Çıkıyoruz mu? Haydi bakalım.

Ey göklerin Rabbi! Senin yolların, insan yolları değildir.

Senin anlayışın, insanın anlayışına benzemiyor.

Senin kuvetin herşeye yeter. Senin istediğin olsun.

(hepsi yola çıkıyorlar - İbrahim kendi kendine konuşmaya başlıyor)

Ya Rab! Bana bu kadar uzun ömür verdin, 114 yaşına geldim.

Beni şimdiye kadar hiç brakmadın. Fakat şimdi seni anlamıyorum.

Nasıl olacak bu iş?...

Ama gene de biliyorum, sen bir yol bulacaksın.

Evet, senin yolların iyidir. Sen yapacaksın... yapacaksın.

İshak: Ne yapacakmışım, Baba?

İbrahim: Yok bir şey, yok bir şey. Sen değil, Rab yapacak, Rab!

(yolculuğa devam ediyorlar - en sonunda eşeklerini bir ağaca bağlıyorlar)

Eliezer, Elparan! Siz burada kalın, eşeklerin yanında. Bizi bekleyin.

Çocuklan beraber dağa çıkıp orada tapınacağız ve ikimiz hemen döneceğiz.

(odunları İshak'a yükletiriyor ve tırmanmaya başlıyorlar)

İshak: Babacığım!

İbrahim: Ne var çocuğum?

İshak: Bak gene, biz de çok sersemlik yaptık.

İbrahim: Nasıl, yani?

İshak: Her şey aldık yanımıza: yiyenti, su, odun, ateş.

Ama en önemlisini unuttuk. Kurban için hayvan nerede?

İbrahim: (neredeyse ağlayacak) Kurban kuzusunu Rab verecektir, oğlum, ... Rab verecek!... İşte, geldik.

(İshak bakınıyor - İbrahim başlıyor bir mezbah kurmaya, odunları dizmeye)

İshak: Ee, burada ne var, sanki?

İbrahim: Burada kurban edeceğiz. Gel oğlum.

(İshak yaklaşıyor, İbrahim ona sarılıyor, onu öpüyor, gözlerini bağlıyor, ellerini ayaklarını bağlıyor - en sonunda odunların üstüne koyuyor)

İshak: Baba!

İbrahim: (bıçağı çıkarıp ellerini göke kaldırıyor)

Ya Rab, topraktan insanı yaratan yüce Tanrımız!

Hayatımız senin elindedir.

Hayatımızı geri aldığın gibi bir gün bizi gene topraktan çağıracan.

Bu kurbanı sen kabul et !

Gökten bir ses: İbrahim! İbrahim!

İbrahim: Ha, bu ne? Bu ses ne? Evet, benim, buradayım!

Gökten bir ses: Çocuğa dokunma, ona zarar verme.

Şimdi artık iyice anladım ki, sen Rabden korkuyorsun.

Çünkü kendi oğlunu, senin biricik oğlunu benden gizlemedin.

(İbrahim İshak'ın iplerini çözüyor, aşağı indiriyor, sarılıyorlar)

Gökten bir ses: İbrahim! İbrahim!

Madem sen biricik oğlunu gizlemedin, onu kurban ettin,

ben de seni bereketleyeceğim.

Senin soyunda yeryüzünde bütün milletler mubareklenecek,

çünkü sen beni sesledin.