İsa'nın izinde

Yaş grubu: orta - büyük


Mitko (Vaiz)
Vaizin karısı
Basriye (Kaynana)
Nazlı (Gelin)
Komşu
1. imanlı
Osman (kuyumcu)
Oktay
Cengiz (delikanlı)
Cengiz’in anası
Cengiz’in arkadaşı
Hilmi (yaşlı adam)

Not: Bu oyunda 'Hilmi'nin rolü çok önemlidir. En büyük efekt için, seyircilerin hiç tanımadığı bir kişi bu rolü oynasın. O zaman, kişiler onu dilenci ve sonra da gerçekten öldüğünü sanacaklar; sanki adam dışarıdan geliyor, oyunu bozuyor. Bütün oyuncular bunun için çok iyi hazırlanmalı, gülmesinler.


1. Sahne: VAİZ’İN EVİNDE

V. Karısı: (evde iş yapıyor, kocası sevinçli içeri giriyor)

Abe kocam, ne için bu kadar seviniyon? Ne oldu?

Mitko: Super bir vaaz hazırladım. Sesle bakalım, beğenecen mi?

V. Karısı: Başla bakalım, sesliyom.

Mitko: Tema oluyor, imansızlara Rabbin sevgisini göstermek.

(kapı çalınıyor, yabancı biri kapıda duruyor)

V. Karısı: Kim o? Te şimdi bakayım.

Dilenci: Abla, olursa, bir ekmek parası veresen. Çok açım, daha fazla dayantıramayacam.

Mitko: Kim o yau? Bu saatte ne istiyorlar bizden?

V. Karısı: Dilencinin biri. Ekmek parası istermiş.

Mitko: Yaa, ekmek parası imiş! Gitsin işe, alın teri ile para kazansın. Ama bize geçiyor ya! Değil mi biz imanlıyız ya! Yok be, sındım usandım artık!

Uğratır onu!

V. Karısı: Abe yapma be kocacığım! Ver bir iki santim de gitsin. Kurtulalım bari ondan. Te komşular da merak etmeye başladı. Gülten abla nasılsın?

Mitko: (kitapları brakıp kapıya gidiyor)

Al sana otuz stotinka. Allah seni seviyor. Sen ona iman et, o sana çare bulacak.

Sana dua edecem, Rab seni doyursun diye. Haydi, Allah seninne olsun, git sen, git.

Dilenci: Eeh, sağ olasın aga! Madem gönlünden bu kadar koptu, ee, buna da şükür.

2. Sahne: GELİN VE KAYNANA EVDE

(gelin ve kaynana evde oturup televizyon seyrediyorlar)

Kaynana: Mar gelin saat kaç oldu?

Nazlı: Saat tam onbir.

Basriye: Brak bu süpürgeyi, hemen aç televizyayı. ATV’de “Aşkın Yolları” başladı. Kaçıracaz onu, çok heyecanlı yerde bitti.

Nazlı: Yaa, çocuk ortaya çıkıyor, galiba.

(TV seyreymeye başlıyorlar)

Nazlı: Te, te, te... Ben sana derken. Te haklı çıktım. Gördün mü şimdi! Çocuk ortaya çıktı.

Basriye: Değil öyle... sen anlamayon bu işlerden. Öyle görünüyor, ama kızın asıl sevgilisi o değilmiş. Görecen nasıl bu sade numara yapıyor, görecen sen.

(televizya bakarken, iki kızanı geliyor)

1. kızan: Ma anaa, açım, manca yap.

Nazlı: Te şimdi, ma kızanım. Ko şimdi bitsin dizi, hemen kalkıp sana yemek yapacam.

2. kızan: Nene, yörü, koy bana yiyeyim! (TV önünde duruyor)

(ikisi birden kızanın üstüne fırlıyorlar)

Basriye: Anaa, çok sinirimde geziyorlar bu kızanlar. Abe defolun buradan dedim size. Ko bitsin dizi, verecez size yemek.

(dizi bitiyor, gelin Emrah’ın kasetini salıyor)

Basriye: Mar, çıkar bunu. Koy birhangi ilahi. Değil mi, imanlıyız, laam komşulara örnek olalım.

(çok ağır işlemeye başlıyorlar)

Nazlı: Ay kafam çok ağrıyor. Şimdi gene laam yemek yapayım...

(kapı vuruluyor, komşu kadını geliyor)

Komşu: Mar var mı aacık sirke veresen bana?

Nazlı: Var ya!

Komşu: Ya kaynanan evde mi?

Nazlı: Evde, yörü bak ne duyduk, anlatalım sana da.

Basriye: Mar komşu, duydun mu, Fatma’nın kocası gitmiş Fransa’ya.

Komşu: Eee, bunu herkes biliyor.

Nazlı: Dur de, ya sonrasını biliyon mu?

Hani haber yollatırmış, ki bir daana dönmeyeceymiş?

Bulmuş karı kendine, orada kalacaymış.

Fatma da elbette beklemeycek onu. O da koca buldu kendine.

Yazık o kızanlara, artık sokakta kaldılar. Olanlar kızanlara oldu işte.

Mar valla doğrusunu söylüyom sana.

Basriye: Mar, süüleme ‘valla’. Değil mi, biz imanlıyız. Bizim başka yeminlerimiz var. Söyle ‘Allahın önünde’.

Komşu: Off, Allah brakmasın bizi böyle günlere. Ben gideyim, zerrem koydum mercimek kotlona, yanmasın.

(çıkıyor ve bir dakka sonra gene geliyor)

Ay, muhabette karıştım, unuttum sirke alayım, dök aacık kadehe.

(çıkıyor)

1. imanlı: Mar kızkardaşlar! Ne yapıyonuz? Gelmeyeceniz mi kadın dersine?

Saat altı oluyor.

Basriye: Çok isterdim geleyim, ama içerlerini gör. Leş, darmadağın.

Manca da yapamadık. Abe bütün gün komşular geliyor.

Ne yapalım, onları da uğratamazsın.

Değil mi, laam onlara tuz ve ışık olalım.

1. imanlı: Nazlı, baalim sen gel.

Nazlı: Mar ana, gideyim mi? (göz kırpıyor)

Basriye: Mar nereye gidecen. Görmüyon mu, bir sürü iş var.

Ben onları nasıl yalnız yapayım.

Kişi kendi evine bakmadı mı, imansızdan beter olmuş oluyor.

Nazlı: Naapayım, kaynanam brakmıyor gideyim. Laam onu sesleyim.

Daha bir kere gitmezsem, ne oluyor sanki? Haydi, Rab seninle olsun!

Çok selam söyle bizden kızkardaşlara.

Söyle onlara neyçin gelemedik.

3. Sahne: KUYUMCU DÜKKANINDA

(Osman magazinde durup satıyor)

Osman: Bu kolye çok nazik bir şey! Son modeldir, Çak Türkiye’den getirdim onu.

Toçno 18 gram, bu da yapıyor... yakın 240 Lev.

Müşteri: Çook beğendim bunu. Gönlüme yattı. Alacam onu.

Parandan hayır gör, aga.

Osman: Sen de malından. Güle güle kullan.

(dükkanın önünde oturuyor, arkadaşı geçiyor)

Oktay: Selamün aleyküm, Osman aga!

Osman: Ooo nasılsın bırçet? Gel de aacık muabbet yapalım.

Oktay. Ee, zaten istediydim, sorayım sana, nasıl geçiriyon mallarını granitsadan.

Osman: Nasıl mı geçiriyom? Abe insan gibi.

Oktay: Ne demek ‘insan gibi’.

Osman: Abe, biliyon ya. Herkesin yaptığı gibi biz de yapıyoz. Herifler yeyici. Pasportuna yirmişer, otuzar evro koymadın mı, kıyametler kopuyor.

Oktay: Çok yapıcısın! Demek onun için işin çok iyi gidiyor. Ama sen de kurnazsın.

(onlar konuşurken 2. imanlı geçiyor)

2. imanlı: Merhaba Osman kardeş.

Osman: Te, ya sen? Nereye gidiyon büyle?

2. imanlı: Toplantıya gidiyom. Bugün çarşamba, incil dersi var.

Kalk sen de gel, zaten çoktan gelmiyon.

Osman: Ee? Dükkanı kime brakayım ya?

2. imanlı: E, kapa onu bir saatlık!

Osman: Aa yapma! Bugün zaten hiç oborot yapamadım.

Kapayamam, birkaç saat daha lazım işleyim

2. imanlı: Ee aacık da Rabbe güven. O seni aç brakmayacak.

Eger fikrin değişirse, buyur gel. Kapımız her daim açık sana.

Senin için duacı olacam. Rab seninle olsun.

Osman: Seninle de!

Oktay: Ba kim bu? Naş toplantı için konuşuyor? Yoksa sen de mi Haleluyalara gidiyon?

Osman: Ee, açan anam bubam giderdi o yere, ben de var gittiğim bir kaç defa. Oradan tanıyorlar beni.

Oktay: Abe brak bunları be! Demek senin de kafanı yıkamışlar.

Abe sen biliyon mu, bunlar sektacı? Sanki bizim türk dinimiz yok mu?

Sonra bak! Sen de asmışsın müslüman plakatları.

Demek azdan aza sen de öylesin.

Osman: Onlara bakma be! Onları sade astım, mal gitsin diye, hem de müşteri kaçırmayayım. Öbür türlü kimse gelmiyor.

4. Sahne: DELİKANLININ GÜNÜ

C. Anası: Ba Cengiz! Kapasana aacık maglitin sesini! Yörü git, at bokluğu,

Ben brakamam mancayı.

Cengiz: Mar sen kuduruk musun, deli misin, de gideyim bokluk atmaya?

Ne istiyon – rezil mi olayım kızların önünde. Sonra maana bulsunlar bana. Kaç kafamdan. Ben gidiyom gezineyim.

C. Anası: Allah sabır versin bana. Hiç anlaşamıyom bu çocuklan.

Akşama eve geç gelmeyesin! Saat dokuzda evde ol

Cengiz: Mar ben küçük müyüm, hesap tutasın bana, kaçta eve geleyim?

Ne de olsa ben delikanlıyım. Ne zaman istersem, o zaman gelecem.

(evden çıkıp arkadaşlarıyla buluşuyor)

1.arkadaş: Nasılsın Boru?

Cengiz: İyiyim ba Kümbet! Ver bana bir cigara, çok sinirlerimi kaldırdı anam.

Naş da akıllanmıyor bu karı.

1.arkadaş: (ona sigara veriyor) Tut ba! Yörü gidelim barçeye, bütün çocuklar orada. Bekliyorlar bizi, karta oynayalım.

Cengiz: Haydi gidiyoruz!

(barçede karta oynuyorlar)

Çak Boru! Yendik herifleri! Bizim gibisi yok. Verin paraları.

1.arkadaş: Haydi gidelim Aliaga mahallesinde Maksimler çalıyor.

Ya saat kaç oluyor?

Cengiz: Altıya beş var. Eyva ben lazım toplantıya gideyim. Bugün Çetvırtık, gençlik toplantısı var.

1.arkadaş: Abe nereye gidecen şimdi? Düğün daha interesno olacak.

Bugün de gitmezsen ne oluyor sanki?

Cengiz: Öyle be, yörü gidelim düğüne.

(dışarı çıkıyor, kısa bir zaman içinde dönüyor, kendi evine dönüyor)

(kapıyı çalıyor, anası açıyor)

C.Anası: Nerede kaldın be? Ben sana demedim mi, saat dokuza kadar evde olasan? Sen izobşto biliyon mu, saat kaç oldu? Saat onikiyi on geçiyor. Demek toplantıya da gitmedin. Çünkü delikanlılar geldiler, seni dolaşsınlar. Sordular neya gelmedin.

Cengiz: Ee yeter be! Gidiyom yatayım artık!

5. Sahne: TOPLANTIDA

Mitko: Sevgili kardaşlar ve kızkardaşlar! Biliyorsunuz ve her hafta tekrarlıyoruz, ama istemiyoruz alışkanlık gibi olsun.... Rab bizim içinde öldü, öyle ki..., öyle ki....

Cengiz: (sakız patlatırıyor, Nazlıya konuşuyor)

Bak şimdi diyecek ‘biz artık yeni bir yaşam sürelim’

Mitko: Öyle ki... biz artık yeni bir yaşam sürelim.

Cengiz: Ben sana derken. Bunların laflarını artık ezberledim. Şimdi herkesi coşturacak ve amin dedirtecek. Bak şini...

Mitko: Rab hepimize daha fazla AKIL versin!

Herkes: AMİN.

Basriye: (öksürmeye ve balgam çıkarmaya başlıyor, geline konuşuyor)

Mar kızım, getir bana bir suucaaz.

Nazlı: Ya kadeh?

Basriye: (sağa sola bakıp bir kadeh buluyor)

Na! Şevik ol, zerrem dayantıramayacam.

(Nazlı terliklerini sürükleyip çok sesli bir biçimde su almaya gidiyor)

Mitko: Rab kapıda duruyor! Senin yüreğinin kapısını sabırla vuruyor, SABIRLA!

Osman: Off bu da... gene tutturdu. Bir başladı mı, gitti sussun. En azında bir 20, 30 dakka daha uğraştıracak bizi. (GSM’i çalıyor)

Alo! (usul, usul kalkıp kapıya doğru ilerliyor)

Alo, kimsin sen? Duyamıyorum seni, daha hızlı konuşsana! Obhvat yok, obhvat!

O, Hüsnü Bey! İstanbul’da hava nasıl? Kapalıçarşıda işleriniz nasıl gidiyor?... Borcum mu, ne borcum?.... A o mu? Yaa... tamam. Şey ne diyeceydim... Şu anda konuşmak biraz zor oluyor, tam kilis... şey camiideyim de, kusura bakmayın. İki gün içinde sizi düzeltirecem, tamam mı? (çıkıyor)

Mitko: Rab hepimizin yüreğine dokunsun.

Herkes: Amin

Mitko: Son olarak da bir ilahi söyleyecez, ‘Kararımı ben verdim’, 95 numara. Gerçekten de kararımızı verdik mi, ha? Gerçekten öyle mi acaba?

(herkes ilahi söylemeye başlıyor, Hilmi usul usul kapıdan içeri gelmeye başlıyor)

Hilmi: Af edeceniz, olabilir mi, bir şey söyleyeyim.

(vaiz kürsüden iniyor, Hilmi konuştukça herkes onun etrafında toplanıyor)

Meço: Amca, bak olur mu sonra konuşasın? Dakkada tiyatro oynuyoruz.

Hilmi: Sade bir dakka, be çocuğum. Sizi çok tutmayacam.

Bakın, aslında bana da iyi gelmiyor, toplantınızı öyle bozayım, ama istiyorum size önemli bir şey söyleyeyim ve bilmiyorum bir dahana fırsatım olacak mı.

Bakın, adım Hilmi, Pazacıklıyım. Biliyorum üstüm başım perişan, hepiniz benden iğreniyonuz, ama ben de istemedim, öyle olayım.

(öksürüyor) 35 sene işledim akumulator zavodında. Orada ciğerlerim perişan oldu. (gene öksürüyor), erken pensiyaya çıktım. Her ay alıyorum 60 Leva. Ama o da bana kalmıyor; daha pensiya aldığım gibi, kızanlarım gelip elimden alıyorlar.

Naş hastalandım, karım beni braktı başkasına gitti. O zamandan beri evde yalnız yaşıyorum. Yok kim bagajımı yıkasın, bana yemek yapsın.

Şini... yanlış anlamayın, gelmedim sizden bir şey dileneyim. Zerrem ben de imanlıyım. İki sene oldu sudan geçtim. Ama bizim kasabada kiliseler hiç insanlarına bakmıyorlar.

Sonra hasta hasta gene iş aramaya çıktım. Buldum bir iş bir Türk çastna firmasında. Ama patron koyu müslüman idi. Bir öğrendi benim imanlı olduğumu, beni işten attı. O zaman hepten perişan oldum. Artık oraya buraya gezom, iş arayom ama bulamom. Garalarda, barankalarda yatom.

Te, az önce sizin mahalleye daldım. Duydum nasıl ilahi söyleniyor. Bir bakayım, dedim kendi kendime, belki burada kardeşler bulabilirsin.

Ve az önce nasıl bu genç pastor konuştu, içimden bir ses duydum: “Kalk kardaşlara konuş”. Tutamadım kendimi, lazımdı konuşayım. Bakın istemiyorum kimseyi suçlayım, ama prosto soruyom, değil mi. Temin söylediniz, ‘Ayak izi Mesihin olacak yolum benim’. Ama bu ne demek? Değil mi, hani, İsa ne yaparsaydı, aynısını ben de yapacam. Öyle değil mi? Ama... ama... bunu kim yapıyor ya? Kim kendi kendine her adım atışı soruyor: “Acaba, İsa bu durumda ne yapacaydı?” Kim öyle yaşıyor?

Herkes öyle yaşarsaydı, ben bu hale düşmeyeceydim. Ama yannış anlamayın: kimseyi istemiyorum suçlayayım. Kardaşlar, istiyom size bir vıpros sorayım: acaba diyorum, acaba denersek bu sözleri yerine getirelim, ne olacak. Her yaptığımızda sorsak: “Acaba, İsa bu durumda ne yapacaydı?”

İstiyorum sizinle bir baas yapayım. Bir sene öyle yaşayın. Bir sene adım atışı kendi kendinize sorun: “Acaba, İsa bu durumda ne yapacaydı?” Ve göreceniz bir dahana şimdi gibi yaşamacanız. Bir sene öyle yaşadınız mı, çok şeyler kaybedeceniz, bütün hayatınız değişecek. Ama baasa girecem ki, bir sene sonra kimse pişman olmayacak. Kimse istemeycek şimdiki durumuna dönsün.

Sade bir sene, bir sene, ondan sonra bir daha dolaşacam sizi ve bakacaaz... Aaaa, canım ağrıyor. (düşüp can veriyor)

Mitko: Şevik, doktor getirin... doktor!

Osman: (Hilmi’nin nabzını tutuyor) Geç oldu artık, puls yok.

(birisi onu canlandırmaya bakıyor, faydasız)

Yok fayda, adam gitti. Ne yapacaz şimdi, ne yapacaz?

Mitko: Ne mi yapacaz? Adamın son sözlerini işittiniz.

Bu Rabbin bir habercisi idi bize. Onun son sözleri kutsaldır, bize vasiyettir. Herkes onları yerine getirecek.

“Acaba, İsa bu durumda ne yapacaydı?” diye soracaz kendi kendimize. Bir sene deneyecez öyle yaşayalım, bir sene.

(Hilmi’nin cesedini dışarıya taşıyorlar)

6. Sahne: BİR SENE SONRA

Mitko: Sanıyorum, aramızda yok öyle kişi hatırlamasın, bugün tam bir sene önce ne oldu. Rab bize bir melek gönderdi, ama biz onu tanıyamadık, onu dilenci sandık. Meğerse onun sözleri bütün topluluğumuzu değiştirdi, değil mi?

Herkes: Öyle... tamam... tam öyle... toçno..

Mitko: Hilmi kardeşimiz söz verdi bir sene sonra gene aramıza gelsin, baksın acaba hayatlarımız nasıl değişti.

Ama dakkada kendisi daha güzel bir yerde, hani Rabbin yanında.

Hilmi dakkada bize gökten bakıyor ve gülümsüyor.

Ve istiyor duysun, acaba sahiden mi bir şeyler hayatımızda değişti?

Onun için şimdi istiyorum fırsat vereyim şahitliklere.

Kim isterse ayağa kalksın anlatsın, acaba son bir sene içinde hayatında ne değişti. Buyurun!

Basriye: Kardaşlar, kızkardaşlar! Hepiniz beni tanıyonuz; yok lüzümü uzun uzun anlatırayım.

Diyebilirim ki, eskiden çok fena günahlarım yoktu: yok hırsızlık ya da gezgincilik yapayım, ya da öyle bir şey. Bayağı zamandır imandayım. Evimde oturup gelinimle anlaşırdım. Prosto... prosto sıradan bir hayat sürerdim. Ama komşulardan da çok farklı değildim. Onlar eylenir miydi, ben de eylenirdim. Onlar zem yapır mıydı, ben de yapardım. Onlar başkalarına maana buldular mı, ben de maana bulurdum. Ama şimdi anladım ki, açan Rab İsa benim yerimde olsaydı, öyle yapmayacaydı. Dimi, naş da diyor İncilde, nerede idi ya, te arka tarafta bir yerde: “Olamaz bir çeşmeden hem acı, hem tatlı su çıksın”. Te bizim aazımız da öyle, laam hep tatlı su çıksın, hep güzel laflar.

Sonra, evde bütün günlerimiz mülüslük içinde geçerdi. Te gelinim de şahit, aacık o da anlatırsın. Kalk mare!

Nazlı: Kardaşlar, kızkardaşlar. Kaynanam haklı. Hatırlıyorum, daha bir sene önce naş idim, kendime şaşıyorum. Bütün gün evde oturup televizyaya bakardık. Kızanlarıma dikat çevirmezdim.

Toplantıya giderdim, ama böyle formalnost, hani kocamı mutlu edeyim diye. Ara sıra incili karıştırırdım, ama bir şey anlamazdım. Fakat bir gün baktım, kocamın incili evde açık durardı, te büyle tam camın altında, yukarıdan şöyle bir ışık geldi, toçno kitabın üzerine. Bir baktıysam kocam bazı sözlerin altını çizmişti. Şöyle derdi, te bugüne kadar hatırlıyorum, anlatırken tüylerim diken diken oluyor: “Her şeyin sonu artık yakınladı. Onun için akıllı olun ve dua etmek için uyanık durun.”

Basriye: Evet, öyle. O günden sonra ikimiz de değiştik, Artık anlayoz, açan vaktımız çok kıymatlı, paradan da kıymatlı. Artık sabah oldu mu, kalkıyoruz, duacağızımızı yapıyoruz. Sonra evde ne iş varsa, çabucağına bitiriyoruz. Sonra çıkıyoruz kızkardeşleri dolaşmaya. Artık hiç boş kalmayoz, Rabbin işini yapıyoz. Şükür olsun diri Allahımıza.



Mitko: Hamdolsun, kızkardaşlar. Başkası var mı?

Osman: Olursa, ben de bir ki laf yapayım.

Kardaşlar, biliyonuz eskiden ne idim. Sanıyorum, toplantıda benden zengini yoktu. Mahallede sözüm geçirdi, zerrem altın satmakla çok para kazanırdım.

Ama gördüğünüz gibi bugünlerde artık bende bir şey kalmadı. Arabamı çevirdim taksimetreye, çak mecbur kaldım GSM’imi satayım toklarımı ödeyebilmek için.

Ama buna seviniyorum, zerrem bu Rabbin isteği idi. Eskiden param çoktu, ama bunu kazanmak için hep rüşvet verirdim, mito ödemeyim diye. Sonra Rab bana konuştu: “Kime lazımsa ona saygı verin, kime lazımsa, ona danık ve mito ödeyin.” Değil mi, İncilde öyle yazıyor.

Bunu yapmaya kalktım, ve çok sürmedi kazanç yapamadım, Prosto hesap yoktu.

Bir de dükkanımda hep böyle müslüman posterler vardı. O da ne için? İnsanlardan korkardım. Onları indirip incil ayetleri astım. Bunu görünce müşteriler gelmemeye başladı.

İnanın, bütün bunlar bana zor geldi: artık yok her gün et yemek, pahalı pahalı bagaj giyimek. Ama gene de mutluyum. Artık Rabbe daha yakınım. Onun izinde yürümeye başladım. Bu da en önemlisi.

Mitko: Çok şükür kardeşim. Başkası....

Osman: Şey olabilir mi, ben de şahitlik yapayım?

Mitko: Elbette! Buyur başla!

Osman: Ben anama çok saygısızlık yapardım, onu hiç seslemezdim. Sonra okudum, naş yazıyor Eski Ahitte, açan diyor: “Kim anasına, babasına küfür ederse, o lazım taşlansın”. Sahi söylüyom size, direktno korkmaya başladım. Ve aklıma geldi İsa’nın kendisi. O Allahın Oğlu olduğu halde, gene de Meryemi ve Yusufu sesledi. Ben de lazımdı aynısını yapayım.

Sonra, bütün günüm boş geçerdi. Arkadaşlarla düğünden düğüne, barçeden barçeye giderdik. Bütüüün gün. Ama nasıl gördüm geçen sene bu Hilmi kardeşimiz gözlerimizin önünde öldü, anladım ki, hayat kısadır. Lazım faydalı bir şey yapayım da, Rab benden memnun kalsın.

Öylelikle gene mektebe yazıldım. Herkes bana gülmeye başladı. Ne ya, dört sene gitmedin, şimdi bütün sınıftan daha yaşlı olacan” dediler. “Mektebe ne yapacan. papaz mı olacan” dediler. Aldırış etmedim. Biliyorum, Rab benim yerimde olaydı, aynısını yapacaydı. O da uzun uzun hazırlık yaptı, kendi işine başlasın. Biliyorum, Rab beni da hazırlıyor, bir gün benimle de bir iş bitirmek istiyor.

Mitko: Çok teşekkür ediyoruz, Oktay kardaşımıza.

Ve sanmayın, sade siz etkilendiniz Hilmi kardeşimizin sözlerinden. Belki diyeceniz, o adam pastor, zaten Allah adamı. Ama ben de istiyom şahitlik yapayım, bir sene içinde nasıl değiştim.

Eskiden size konuşurdum, Allah lafları yapardım. Kimi kere konuşurken kendimi kaptırırdım. Ama bu hepsi laf idi. Hep konuşurdum: Kutsal Ruhla dolu olun. Ve beklerdim, bir gün büyük bir şey olsun benimle. Ama artık anladım ki, Kutsal Ruhla dolmak bir duygu meselesi değildir, karar neselesidir.

Eskiden bana iyi gelirdi, vaaz ederken, kendi sesimi işiteyim, sesleyicileri cendem ateşiyle korkutayım. Ama şimdi anladım ki, başkalarına konuşurken, kendi kendime konuşmazdım. Lazım ben de öğreneyim de başkalarına öğretireyim.

Kardeşler, sanıyorum, İsa benim durumda olsaydı, artık bir dahana vaaz vermeyeceydi. Ben de artık karar verdim, bir vakıt için vaaz vermeyeyim.

(anvondan iniyor)

Herkes: Yapma kardaş... Aa ne yapıyor böyle?...

Osman: Kardaş yapma öyle... Hepimiz seni seviyoruz. Hepimiz istiyoruz vaaz etmeye devam edesin.

Basriye: Yapmaaa kardaş, laam bir kişi pastır olsun.

(herkes onu anvona kakıyor)

Mitko: Sağolun kardeşler. Gerçekten beni seviyorsunuz. Tamam, vaaz etmeye devam edecem, ama istiyorum benim için dua edeseniz. Zerrem ben de Rabbin merhametine muhtacım. Artık önce kendi kendime soracam, “Rab İsa bu halka ne konuşacaydı” o olmadan bir daha konuşmak istemiyorum.

Rab hepimize yardım etsin.