Kral kim?

Bu uzun oyun aslında üç ayrı oyundur, ama üçü aynı konu işliyor: insan kendisi karar vermek istiyor, Rabbe ve başkasına boyun eğmek istemiyor.

Birinci sahne Kral Hirodes'in sarayında yer alıyor. İkinci ve üçünü sahne , İsa ve öğrencileri arasında geçiyor. Sahneler 4-7 bugünkü hayatımızda, Müjde adında bir kızın durumunu alnatıyor.


1. sahne - Hirodes'in sarayı

1. hizmetçi: Bak, sen yeni başladın sarayın hizmetinde. Var bazı meseleler, lazım çok dikkat edesin.

2. hizmetçi: Mesela?

1. hizmetçi: Mesela... bu çiçekler.

2. hizmetçi: Ne var onlarda. Bence çok güzel duruyorlar.

1. hizmetçi: Sen deli misin? Bizim Hirodes bunları gördü mü, kafamızı koparacak.

2. hizmetçi: Ama ne var onlarda?

1. hizmetçi: Sarı renk onun hiç hoşuna gitmiyor. Lazım dikkat edelim, sarayda en ufak sarı bir şey kalmasın.

2. hizmetçi: Ama da pimpirikli herif.

1. hizmetçi: Şşşşt... bizi duyuyan olursa, başımıza bela açıyon.

Aslında bizim Yahudi halkımız için çok iyilik de yaptı. Yeni yollar, binalar ve en önemlisi, bizim Allahevimizi yepyeni yaptı... çok da harcandı.

2. hizmetçi: Aaa, demek çok iyi adam.

1. hizmetçi: Abee, sen bakma, sade kendini düşünüyor. Herşeyi amaçla yapıyor, anıyon mu.. bir tselle.

2. hizmetçi: Aaa, demek gene de çok kötü adam.

1. hizmetçi: Elbette, herif çok güçlü. Boşuna Veliki Hirodes demiyorlar. Beceriyor, işte.

2. hizmetçi: Ah, benim de böyle sarayım olsa....

1. hizmetçi: Senin de böyle sarayın olsa, biliyon mu ne olacan.

2. hizmetçi: Ee... ne olacam?

1. hizmetçi: Sen de aynı Hirodes gibi olacan. Sen de sade kendini düşünecen. Doğrusu ben de öyle, hepimiz öyleyiz...

Şşşşt, geliyor şimdi hiç aazını açma.

2. hizmetçi: Ama niye?

1. hizmetçi: Sus artık be...



(borazanlar çalıyor, baraban sesi)

Ses: Sayın majesteleri... Hirodes Veliki

Hirodes: (esniyor - vezirine) Uaahhh, kafam ağrıyor. Çak saat üçte yattım, yoksa dört miydi?

Vezir: Saat dört idi, padişahımız.

Hirodes: Neyse, çok mahmurluyum, kimse bana asılmasın bugün, kimse nervlerimde gezmesin, annadın mı?

Vezir: Elbette, majestelerim.

Hirodes: Bugün programda ne var? Aman, fazla olmasın.

Vezir: Bugün programda var... (kağıda bakıyor) Önce küçük bir kahvaltı ve eğlence programı, sonra baş vergi memurumuzun raporu, sonra da üç yabancı sayın majesteleriyle görüşmeyi arzu etmişler.

Hirodes: İyi de, iyi de. Yeter ki saat 12'e kadar bitsin. O zaman beygir yarışmaları başlayacak; onları kaçırmayayım. FC Roma'dan bir takım var da...

Vezir: Sayın padişahımız hiç sıkılmasın. O zamana kadar rahat rahat yetişecez. İsterseniz şöyle buyurun, hemen kagvaltının getirilmesini buyuracam.

(Hirodes oturuyor, hizmetçiler yemek getirmey başlıyor)

Hirodes: Aaa... almalar, en sevdiğim meyva

(kokluyor, ısırıyor, önce beğenip elmayı çeviriyor, derken neredeyse boğuluyor)

(aazı doluyken konuşuyor) Ne bu? Ne bu? Sarı... sarı bir elma. Siz beni otalamaya mı bakıyonuz? Inanamıyorum, benim sarayımda sarı bir meyva var. Kim bunun için sorumlu? Kim meyvaları getirdi?

3. hizmetçi: (korkarak) Ben, sayın padişahımız...

Hirodes: Alın onun kafasını kesin

(parmağıyla kendi kafasında işaret yapıyor, sonra kafası ağırmaya başlıyor)

Ay kafam... Hayır kesmeyin, kırk tane kamçı yeter.

(askerler hizmetçiyi dışarı götürüyorlar, kamçılamaya başlıyorlar, sesleri duyuluyor)

Tamam, tamam, kesin nağaraları... ay kafam... bağışladım onu,

(vezire) Boşuna halk bana 'merhametli Hirodes' demiyor ya...

Vezir: Gerçekten de çok merhametlisiniz, padişahım. İsterseniz şimdi kahvaltınıza devam edin.

4. hizmetçi: Sayın majesteleri... Geçen hafta hazırladığımız sarmaları beğenmemişsiniz. Afedilmez hatamızı düzeltirmek için, bugün size daha özel hazırlanmış sarma hazırladık. Ekşi lahanayı çak Egiptten getirttik, zeytinyağı da İspanyadan.

Hirodes: (kahvaltısına devam ediyor, hem yiyor, hem konuşuyor. Sarmaları yerken sade onların içini yiyip, lahanayı atıyor)

Şey... Mısır derken aklıma geldi. Geçen hafta o buntovnikler vardı ya.

Vezir: (defterini karışıtırıyor) Eem.. hangileri.

Hirodes: Hani Egiptten. Onları ne yaptık?

Vezir: Onları... onları... Ha, buldum. Sayın padişahımız onların kafalarını kestirdi.

Hirodes: Onları asmadık mı? Her neyse... ama istiyorum bu iyi gibi anlaşılsın bütün devletimde: Merhametli Hirodes'e kafa kaldırılamaz. Kafa kaldıranların kafası kesilir. Anlaşıldı mı?

Vezir: Anlaşıldı.

Hirodes: Ne? Duyuyamıyorum...

Vezir: (daa yüksek sesle) Anlaşıldı.

Hirodes: Duyuyamıyorum....

Vezir: (dirigent gibi herkese söyletiriyor) Anlaşıldı.

Hirodes: Ha öyle. Şarabı getirin...

(5. hizmetçi şarap getiriyor)

Hirodes: (şarabı tükürüyor): Ne bu domuz sidiği mi? Kimin aklına geldi ılık şarap getirsin? Ha.. kimin?

5. hizmetçi: Sadece sayın padişahımızın iyiliğini düşündük. Dün buyurmuştunuz, bir daana soğuk şarap getirilmesin, sürgün olurmuşsunuz.

Hirodes: Ben mi onu demişim? Belki de.

(bir daa içiyor). Zaten o kadar ılık değil.

Vezir: Sayın padişahımız. Acaba, finans ministeri çağırsak mı. Sonra geç olabilir.

Hirodes: Boş ver o herifi. Zaten hep kötü haber getiriyor. Dakkada canım çekiyor iyi haber duyuyayım. O yabancı misafirleri getirin bakalım. Nereden onlar?

Vezir: (defterini karıştırıyor) Onlar... onlar... Ha, İran'dan imişler. Evet, İran'dan.

Hirodes: Zaten canım sıkılmaya başladı.

(kendi kendine kartalara dizmeye başlıyor)

Bakalım onlar hayırlı bir iş için mi geldiler. Ben kartalardan anlıyorum, hep doğru çıkıyor. ... Eveeeet, üç tane kırmızı kral, demek çok kısmetli imişim.

Haydi, onları içeri getirin.

(içeri geliyorlar, diz çöküp kalkıyorlar)

3 Y.: Selam, ey Yahudilerin kralı.

Hirodes: Demek, İran'dan gelmişiniz, he? Sizin kralınız dördüncü Frates ne yapıyor?

(Vezire) Benim eski bir ahbabımdır. Çoktan onunla avcılığa çıkmadım. Bir not yaz, lazım ona haber gönderiyim ziyaret için. Herifin super şarapları da var.

(Y.lere) Evet, nerede kalmıştık? Anlatırın bakalım, yolculuğunuz nasıl geçti, işiniz nedir?

1.Y.: Biz yıldızlara bakıp, insanın kaderini ve dünyanın tarihini anlamaya çalışıyoruz.

Hirodes: Ay çok güzel, ben de o zanaattan bayağa anlıyorum.

1.Y.: Aşağı yukarı üç ay önce gökte yeni bir yıldız gördük.

Hirodes: Yeni yıldız? Ay, bu çok interestno olacak?

1.Y.: Sonra anladık ki, o yeni yıldızın gelişi yeni bir zamanın nişanı olacak.

2.Y.: Evet, öyle bir zaman ki, dünya tarihinde hiç olmadı. Bir barış ve bolluk zamanı, sevgi ve selamet zamanı, dürüstlük ve dostluk zamanı.

Hirodes: Çok güzel, hepimiz zaten barışı istiyoruz, öyle değil mi?

Hizmetçiler: Evet, öyle..

Hirodes: Yalnız, anlamadığım bir şey var. Siz o yıldızı gördünüz ve sonra bana geldiniz. Bu iki meselenin arasında ne vrıska var?

3.Y.: Bu yeni zamanı başlatan, büyük bir kral olacak. O da sizin halkınızdan doğan bir kral.

Hirodes: (vezire) Herif bilmiyor galiba, açan ben Yahudi değilim.

(bir meyva yemeye başlıyor)

(3.Y'e) Aaa, öyle mi, demek bizim halkımızdan.

3.Y.: Evet, Yahudi halkından. Yıldızlardan anladık o kral zaten doğdu, şu anda aranızdadır.

(herkes şaşkınlık ve korku içinde; Hirodes neredeyse boğuluyor, vezir onun omuzuna vurup onu kurtarıyor)

Hirodes: Ne? Yahudilerin kralı mı doğdu? Ne demek bu, Yahudilerin kralı benim... benim !!!

2.Y.: Evet, sayın padişah. Şu anda küçücük bebektir. Ama günün biri Yahudilerin kralı olacak, hem de bütün dünyanın kralı olacak.

Hirodes: (bağırarak) Yahudilerin kralı... Yahudilerin kralı... Ben size gösterecem, Yahudilerin kralına ne yapacam... onu... onu...

(vezir ona şmar yapıyor) onu kendi efendim gibi kabul edecem, onun önünde ben de diz çökecem.

1.Y.: Yalnız bir problem var, zaten onun için de geldik. Sizin memleketinizi o kadar bilmiyoruz. Ve yıldızlar da bize sade devleti gösterdi, hangi kasabada doğacak göstermediler. Ama biliyoruz, sizin de çok bilgiç adamlarınız var. Onlar bize yol gösteremez mi?

Hirodes: (çökmüş, bitkin; vezire) Tamam, elbette bizim de okumuş adamlarımız var. Vezir, ne idi o yaşlı adamın adı, hani ikide bir bana Allah temaları açıyor?

Vezir: Rabbuni Hillel.

Hirodes: Evet, o. Sekundada gelsin.

(misafirlere) Demek öyle, ha? Aslında çok güzel haber: bizim halktan dünyanın en büyük kralı çıkacak.

(herkes içinden gülmeye başlıyor, sanki Hirodesle alay ediyorlar)

Aaa, geldi işte.

Hillel: Evet, sayın Hirodes. Veziriniz yolda bana meseleyi anlattı. Biz de o büyük kralın geleceğini büyük umutla bekliyoruz. Ona Mesih diyoruz. Ve Allahın sözü bize apaçık gösteriyor, o Mesih nerede doğacak. Bakınız yüzlerce sene önce Mika peygamberinin ağzından Allahımız şöyle konuşmuştu:

"Sen, Yahuda topraklarında bulunan Beytlehem,

Sen Yahuda büyüklerinin arasında asla en önemsiz kasaba değilsin.

Çünkü senden bir güdücü çıkacak,

Benim halkım İsrail'i güdecek olan biri."

Hirodes: Te, duydunuz: Beytlehem kasabası, Beytlehem. Yakındır, buradan onbeş kilometre ya var, ya yok.

Y.ler: Teşekkür ederiz, sayın Hirodes. Sonsuzca minnettarız. Göklerin tanrısı sizi ve kralınızı korusun ve bereketlesin.

Hirodes: Amin, amin... Gidin şimdi, o bebeği bulun. Yolunuz açık olsun.

(Y.ler ve Hillel çıkmaya başlıyor)

Şey... az kalsın unutacaydım. Bebeği, yani yeni doğan kralımızı buldunuz mu, bana da haber yollayın, ben de gidip ona saygımı göstereyim. Ne de olsa biraz Allah korkusu var bizde.

Y.ler: Hay hay, efendim. (çıkıyorlar)

(Hirodes kral iskemlesinde çökmüş, bitkin vaziyette duruyor)

Hirodes: İnanamıyorum, hala inanamıyorum. Bu üç yabancı kim oluyorlar da buraya gelip hiç utanmadan benim yüzüme söylüyorlar ki, yeni kral doğmuş. Yeni kral, yeni kral, ulan kral BENİM, BENİM. Bunu anlamayan var mı burada, ha, var mı? Bu devleti ben aydıyorum, ben ne dersem o olacak. Kimse bana karışamaz. Karışamaz, dedim. Kral benim.

Ha.. yeni kral imiş. Ne ya? Ufacık bebek. Onu hayatta brakmayacam, onu yok edecem. Bu devlette iki kral olamaz. O lazım ölsün, ya ben ya o. Ona yer yok burada, YER YOK.

Ay fena olacam, galiba, kafam, yüreğim, ay !!! (çöküyor)

Vezir: Çabuk, onu neşelentirin. MÜZİK !

2. Sahne - En büyük kim?

(İsa 12 Öğrenci ile kapıdan dalıyor, yolda konuşuyorlar

1. Öğrenci: Şimdi üç buçuk senedir İsa ili köy köy geziyoruz. Hayatımımda çok şeyler gördüm, ama bugünkü gibi görmedim.


2 Öğrenci: Doru, efendimiz çok defa körlerin gözlerini açtı, sakatlara saalamlık verdi. Ama bugün sefte gördüm, nasıl İsa bir ölüyü diriltirdi.


3 Öğrenci: Yaaaaa, doru. Hayatta unutmayacam nasıl panika oldu.


1 Öğrenci: Böyle giderse bütün halk bize iman edecek.


4 Öğrenci: Eh, zaten İsa onun için gelmedi mi. Hep diyor ya 'Allahın krallıı yakındır'.


5 Öğrenci: Görecen, tezlerde kendini nasıl kral yapacak


(Herkes duruyor)


İsa: Çocuklar, sizi bilmiyorum ama ben çok yoruldum. Zaten öğlen oldu. Burda bir iki saat poçivka yapacaz.


(İsa yatıyor, herkes oturuyor ya da uzanıyor)


Yuhanna: Hmmm, evet öyle... Doru ya. (uzaklara bakıyor)


Yakup: (Onun yanına vuruyor) Ne ya gene gündüz rüya mı görüyon .


Yuhanna: Bak, ne düşündüm. İsa kral oldu mu biz ne olacaz.


Yakup: Biz ne mi olacaz. Biz olacaz, olacaz... Ne olacaz ya?


Yuhanna: Abe düşünsana. Biz olacaz minister, minister. Mi-ni-ster.


Yakup: Hiiii doru ya. Bunu hiç düşünmedim. Ben olacam olacaaaam ministır na vıtreşnite raboti.


Yuhanna: Ben gene olacam minister na finansite.


Yahuda: Ne, ne, ne bu. Ne duydum inanamıyorum. Sen ne olacak mışsın. Sen bilmiyon mu açan kasier benim.


Yuhanna: İyi be YAhuda, yanlış anlama. Ben demiyorum şimdi, daa ötelerdr, İsa kral oldu mu. O zaman artık ben o işi yapacam.


Yakup: YAaa, öyle YAhuda. Sen de kabul et artık biz ikimiz kardeşim Yuhanna ile ben daa eskiyiz senden. En birinci İsa bizi çaardı. Sen sonradan görmesin.


Yuhanna: Bak şini İsa kral oldu mu, kendimize vizitkalar yaptıracaz. YAkup için çzacak ministır na vıtreşnite raboti. Bende gene yazacak ministır na finansite.


Yakup: Evet öyle olacak, toçno öyle olacak. İsa bizi en çok seviyor, bizde Onun saında ve solunda oturacaz.


Yahuda: (öbürlerine dönerek) Hey çocuklar duydunuz mu, aramıza iki padişah var.


Petrus: Ne konuşuyorsun sen, İsa padişah olacak. İyi de ikincisi kim?


Yahuda: Ee te bunlar. Bizim Zebedioulları var ya, ikisi büyük ministır olacakmışlar. Birisi İsanın saında, öbürüsü gene solunda oturacakmış.


Petrus: YAaa be oşte malko. İnsan burada 5 dakka uyamıyor, hemen kafa kaldırmaya başlıyorlar. Bakın, bunu güzel anlauyın, kafanıza sokun: İsa bana dedi kaya sensin , anadın mı. Onun saa tarafında oturacak birisi varsa benim. (göüsüne vuruyor­)


Andreas: Oop, oop ne oluyor burda.

(YAhudaya) Kardeşime Petrusa ne için böyle konuşuyon. O haklı. O iki boşlafçı ne sanıyorlar kendilerini. Ministerlik bize yakışıyor. (Petrusa sarmaşıyor)


Yakup: (Yuhannaya yavaş konuşuyor) Bak bu işin içinden çıkamayız. İsa anladı mı açan böyle konuştuk, bizi minister yapmayacak.


Yuhanna: Haklısın. Biliyon mu aklıma ne geldi. Bak anamız geliyor, ona ısmarlayacaz İsa ile konuşsun bizden için.

(ikisi kalkıyor anasının yanına gidiyorlar ve kulaına konuşuyorlar)


(Bu arada öbürler sessizce konuşmaya ve tartışmaya devam ediyorlar. İsa bu gürültüden uyanıyor.)


İsa: Çocuklar, ne oluyor burda. Ne barıyorsunuz böyle? Siz yorgun insana vermiyonuz yarım saat raat raat uysun.


Herkes: Aam, eee, deil, bişey, prosto ...


Petrus: Deil bişey, prosto bir ayet üzerine tartıştık.


İsa: (yorgun) İyi de hangi ayet idi.


Petrus: (Dönüp şmar yapıyor) Şey, Filipus hangi ayet idi ya?


Filipus: Eeee şey 5 Krallar kitabı, emiii orada 18 bölümde bir yerde ...


İsa: Çocuklar, akıllanın azıcık.


Salome: (Diz çöküp İsanın elini tutuyor) İsa efendimiz, müsaade ver, çok önemli bir ricada bulunayım.


İsa: Galiba anladım ne istediini.


Salome: İzin ver, sen kral olduun zaman, benim iki evladım, hani YAkupla Yuhanna senin saında ve solunda otursunlar.


İsa: Kadın, kadın. Sen ne dilediini galiba anlamıyorsun: benim içeceim kahi siz içebilir misiniz? Ben çekeceim şeyleri siz çekebilir misiniz?


Yuhanna ve Yakup: Hazırız, yapacaz.


İsa: Çocuklar, siz daa bir şey anlamadınız.


Petrus: Ben zaten baştan bilirdim bu ikisi meraklarını alacak. Aa, iyi geldi mi şimdi, ha? İsa nasıl aazınızı kapattırdı. Ha gidin bakalım, minister olun şimdi.


(Herkes bir şeyler baırıyor)


İsa: Çocuklar... çocuklar... kesin artık, kesin. Susun, bir şey diyeyim/


"Biliyorsunuz, Allahsız milletlerin güdücüleri onları bondruğa sokarlar, ve ileri gelenler onlara diktatörlük yaparlar. Ama sizin aranızda öyle değil: aranızda kim isterse büyük olsun, o size hizmetkâr olacak. Ve aranızda kim isterse birinci olsun, o size esir olacak.


(herkes şok ve utanç içinde bakıyor)


İsa: Ne oldu, daa da anlamadınız mı. Bakın size başka tştrlşt de anlatracam.

(bir kızan çaırıyor)

"Size doğğru bir şey söyleyeyim: Siz dönüp kızanlar gibi olmadınız mı, zaten gökün krallığına girmeyeceniz. Onun için, her kim kendini bu kızan kadar alçaltırırsa, gökün krallığında en büyük olan odur. Ve her kim bunun gibi bir kızan benim adıma kabul ederse, o beni kabul etmiş oluyor.


(herkes kafasını aşağı alıyor)

3. Sahne - Fısıh Sofrası

(öğrenciler İsa ile yolda; İsa önde, onlara dönüyor)

İsa: Bakın, biliyorsunuz, en büyük bayramımız yakınlıyor. İstiyorum bu Fısıh kurbanımız için her ieyi hazırlasanız. Hani, zaten biliyonuz, her sene yaptığımız gibi... bir kuzu, mayasız ekmek, acı otlar ve şarap. Bildiğiniz gibi onu her sene kutladık, ama bu sefer çok farklı olacak.

Petrus: Ay, ne gibi? Bize söyleyecen mi? Çok merakta kaldık.

İsa: Sonra... toplandık mı, size söyleyecem. Başka bir şey de var: şimdi kasabaya girin, size söylediğim adam var ya, ona deyin, eşek yavrusunu size versin, Rab için lazım deyin.

Yahuda: Yaaa... verecek galiba!

İsa; Siz şimdi beni sesleyin, nasıl nasıl dediysem, aynı öyle yapın. Haydi gidin, ben burada bekleyip dua edecem.

(öğrenciler yürümeye devam ediyor, İsa kalıyor, dua ediyor)

Petrus: (ellerini kakıyor) Haydi çocuklar, duydunuz. Hiç vakıt kaynbetmeden, her şeyi hazırlayın. Andreas... sen buraya gel. Sen o adamı bul, o eşek yavrusnu buraya getir.

Andreas: Seve seve.

Petrus: Yuhanna, sen gene git, ekmek al.

Yuhanna: Aaa... niye öyle? Eşeği getimek daa önemli değil mi? Andreas gitsin, ekmeği alsın, ben gene eşeği getirecem.

Andreas: Yok yaaaa.... sen daa ağzının tadını almadın mı. Gen aynı numara yapıyon, pfff, İsa'nın sağında oturacaymış.

Yuhanna: Bir şey unutuyonuz galiba: İsa en çok beni seviyor. Onun için ben seçecem, hangi işleri yapacam. Eşeği ben alacam.

Andreas: "Eşeği ben alacam... eieği ben alacam"... Sen kendin eşeksin.

Yahuda: Durun çocuklar, durun. Kavga etmeyin. Madem anlaşamıyonuz, o işi ben yapacam.

Petrus: Haydi, öyle olsun. Yakup, sen gene kuzuyu al, kestir. Bu birhangi karı, bizim için pişirsin.

Matta, sen maydanoz al. Şarapları da .... dur bakalım... (bakınıyor) .. haydi sen al, Bartalmay.

Andreas... neredesin, buraya gel. Sen git kasabada bir oda bul, nerede yiyelim. Tomas, sen de gel, sesle, ne diyecem sana. Sen bulacan iki, üç hizmetçi, bütün iş bize kalmasın.

(Herkes çıkıyor, bütün öğrenciler İsa'ya dönüyorlar)

Petrus: Bak, efendimiz, her şeyi tam tamına yaptık. Her şey hazır.

İsa: :Çocuklar, üç sene benimle berabersiniz. Evinizden bargınızdan uzak kaldınız. Ama bugün göreceksiniz, insan oğlunu nasıl kral olarak kabul edecekler.

(İki çocuk sokakta oynuyorlar)

1. çocuk: Bak, bir sürü kişi geliyor. Acaba kim onlar?

2. çocuk: Önde birisi eşek üzerinde, arkada hepsi yayan geliyorlar. Dur, öağırayuım anamı. Maaar anaaaaa.... bak burada bir sürü kişi geliyor.

Anne: (sokağa çıkıp kalabalığa bakıyor) Aaaa.... ondan için var dyduğum. Celile'den Nasıtalı İsa. Dur kocamı çağırayım... Eliezer, gel bak kim geliyor.

Kalabalık:. Rabbin adıyla gelene, İsrailin kralı övgüler olsun. Hozanna, hozanna

(herkes 196 numaralı ilahi söylüyor)

(herkes odaya biniyor)

Petrus: Bak İsa, her ieyi dediğin gibi yaptık, her şey hazır.

İsa: O zaman başlayalım, çocuklar.

(herkes oturuyor; dikkat: herkes yalın ayak olmalı)

İsa: (kalkıyor) Bakın, Ben çok iştedim, çeki çekmezden önce bu Fısıh sofrasını sizinle beraber yiyeyim. Çünkü size diyorum ki, bu sofra ne vakıt Allahın krallığında asıl anlamda yerine gelecekse, o zamana kadar ondan bir daa yemeyecem."

(dua ediyor) Ya Rab, İsrailin tanrısı, Sen yüzlerce sene öncesi halkımızı Egiptteki kölelikten kurtardın bu kuzunın kanıyla. Sen adına hamdolsun,. Amin - Afiyet olsun.

(hepsi yemeğe başlıyor)

Yakup: (koklamaya başlıyor; surat asmaya başlıyor) Ne kokuyor böyle ?

(Yuhannın ayaklarına kadar kokluyor)

Tabii, git de ye. İnsanın iştahı kaçmaz mı? A be Yuhanna, senin ayakların leş kokuyor.

Yuhanna: Eh, nasıl kokmayacaklar? Hizmetçi var mıydı sanki, ayaklarımı yıkasınlar?

4. Öğr.: Doğru ya! Hiç hizmetçi yok. Hani hizmetçi getireceydiz.

Yakup: Kimin suçu bu? Kimin görevi idi hizmetçi getirsin.

Petrus: Ben bunu Tomas'a ısmarlamıştım.

(ayağa kalkıyor) Tomas, ne bu? Ben sana demedim mi, hizmetçi tutasa?

Tomas: Bak şimdi, Petrus aga, tamam, sen bana bu işi verdin.

(kalkıyor) Bütün kasabayı gezdim, baktım, ama bir türlü bu işi yapacak hizmetçi bulamadım. Kasaba kalabalık. Böyle günlerde hiz hizmetçi bulamasın.

Yakup: (kalkıyor) Madem işini yapamadın, sen şimdi hepimizin ayaklarını yıkayacan.

Tomas: Ne? Sen deli misin? Ben senin ayaklarını mı yıkayayım?Sen lazım benim ayaklarımı yıkayasın.

Yakup: Aaa... ne biçim laf bu? Ben size köle olmayayım? Hepinizden daa yaşlıyım

(Yuhannaya) Eh, benim bu akıllı kardeşim yapsın bu işi.

Petrus: Tsk... tsk... yazık sana, .. çok yazık. Kendi kardeşine, he?

Biliyorsunuz, İsa en çok beni seviyor. Eh, bu bizim superapostolumuz Petrus var ya? O yıkasın ayaklarımızı, ha bakalım!

Petrus: Arkadaşlar, bunu size yakıştıramadım. Bu iş bana layık değil. İsa bana 'Kaya' dedi. Kaya da ne demek. Bu demek, hepinizden daa önemliyim. Sonra o 'kaya' gitsin, ayakları yıkasın.. uymuyor

(kafa sallıyor). İsterseniz, Yahuda yapsın.

Yahuda: Aaaa, nai? Ben kasierim bu iş benim için değil. Eeee, Matta yapsın.

Matta: Çocuklar, biliyorsunuz, bütün zenginliklerimi nraktım, İsa'nın peşine düştüm. Zaten kendimi çok alçaltırdım. Ama bunu bendne beklemeyin. Yakup, bütün meseleyi başlatan sensin. Ya sen yıka ayaklarımızı, ya da başka bir çalım düşün.

Yakup:: Te... insan gerçekleri konuştu mu, fena olur. Darıldım size, benimle konuşmayın artık.

(herkes dargın olarak oturuyor, yemeğe devam ediyor)

(İsa ayağa kalkıp odadan çıkıyor. Herkes merak içinde onun arkasından bakıyor. Sonra İsa leğen ve havlu ile içeri dalıyor ve birkaç kişinin ayaklarını yıkıyor)

Petrus: İsa, ne yapıyorsun?

İsa: "Anladınız mı, size ne yaptım? Siz bana muallim ve Rab diyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz, çünkü sahiden de oyum. Ve madem ben, Rab ve muallim olarak, sizin ayaklarınızı yıkadım, siz de lazım birbirinizin ayaklarını yıkayasınız. Çünkü size bir örnek verdim: ben size nasıl yaptım, siz de öyle yapasınız.

4. sahne - Gelinlik dü kkanında

(Gülten'in dükkanı - Gülten abla ve Müjde abiturient fıstanı için prova yapıyorlar)

Gülten: Te buradan, bel tarafından biraz almak lazım. Çok fazla yayılıyor.

Müjde: Sence öyle mi?

(aynanın önünde dönüyor) Bence iyi, hiç elleme. Aslında zaten o kadar merağım yoktu, fıstan alayım, ama onsuz da olmuyor. Anam o kadar üste geldi, en sonunda olsun dedim.

Gülten: Yok canım, ne konuşuyon sen. İnsan hayatta bir kere abiturient oluyor. O günde anan baban sana sevgi göstermedi mi, ne zaman gösterecekler.

Müjde: A be Gülten abla, sevgi öyle mi belli oluyor? Bence sevgi lazım her daim gösterilsin.

Gülten: Şimdi gene başlayacan bana bu Allah laflarını yapasın. Bak kızım, hiç uğraşma, biz böyle doğduk, böyle de gidecez.

Müjde: (gülüyor) Bak, anam babam bana daa doğarken ne güzel ad vernişler: Müjde. Sen biliyon o ne demek?

Gülten: Nereden bileyim?

Müjde: Müjde demek iyi bir haber. Nasıl anlatırmayacam İsa Mesihin iyi haberini? Sen anladın mı, İsa neden geldi dünyamıza?

Gülten: Tamam, kızım, kaç defa bana anlatırdın.

(elbiseye bakıyor) Oldu galiba. Sen şimdi probnaya dal, bu fıstanı çıkar. Sonra ütülesinler.

(Müjde soyunmaya gidiyor. Tam o anda Makbule dükkana dalıyor, bakınıyor)

Gülten: Buyurun, bir şey beğendin mi?

Makbule: Abiturient fıstanı arıyorum. Ama sıradan bir şey olmasın. İstemiyorum herkes gibi görüneyim.

Gülten: Hmm... dur bir düşüneyim. (bakınıyor) Tam sana layık bir şey var. Akşam onu İstanbuldan getirdiler. Kumaşı original koprina, Yaponyadan... Bak naş şıllayor.

Makbule: Mmm... fena değil. (eline alıyor) Bir deneyim.

Gülten: İyi ama

(tam o anda telefon çalıyor - Makbule probnaya giriyor) Ama...

Makbule: (probnada birisini görüyor) Ay, afederseniz, göremedim.

Müjde: (dönüyor) Yok bir şey zaten çıkardım... Ayyyyy, Makbule

Makbule: Müjde abaaaaaa... Kaç sene görüşemedik. Sen de mi abiturient oluyon?

Müjde: Yaa,

Makbule: Nerede idin bunca sene?

Müjde: Sofya'ya taşındık, babam orada İncil mektebini bitirdi. Birkaç ay önce döndük.

Makbule: Eee, hep o Allah işlerlen uğraşıyonuz. Neyse, artık mahalleye döndün, en önemlisi o. Anlat bakalım, Abiturientten sonra ne yapacan? Var mı düşündüğün bir şey.

Müjde: Var, var. Gel, otur aacık, sana bir şey göstereyim.

(ikisi oturuyolar, Müjde fotoğraflar gösteriyor)

Makbule: İiii... ne bunlar? Ay bana böyle şeyler gösterme, midem kalkıyor. Nereden buldun bu snimkalar.

Müjde: Bak, bu kızanları görüyon mu? Hepsi sakat, çoğu da kafadan hasta. Balkanlıktan bir köyde onlar için bir dom yaptılar.

Makbule: Eee... bana ne?

Müjde: Ben karar verdim, sestra için okuyayım, sonra orada işleyeyim.

Makbule: Bizim kıza bak... Bilmiyom, karışmak istemiyorum senin hayatına, ama bence çok büyük greşka yapıyon, çok.

Müjde: Ne gibi?

Makbule: A be, biliyorsun, benim anam babam da o yolda; güzel bir yol, ona lafım yok. Ama senin fanatik baban kafanı yıkadı. Senin gibi güzel bir kızın ne işi var öyle kokuşmuş bir yerde. O köyde in cin yok. Hiç eğlenmeyecen mi? Düğünlere gitmeyecen mi? Sonra, ne kadar aylık verecekler sana... 200 mi, 300 mü, ha?

Müjde: Emi, başlangıç için 190, sonra 240. Ama...

Makbule: Biliyorum, biliyorum ne diyecen. 'Ama Allahın işini yapacam. Onun için aylık önemli değil.' Hep aynı laflar. Küçüklüğünden beri hep öyle konuşuyon. Kızım, sen artık kızan değilsin, uyan artık, realnostta yaşa. Sen babana bakma, o çok şey konuşabilir. Sen kendi hayatına bak. Sen o balkanlıkta kalugerka mi olacan? Ha...? Kimse almayacak seni orada, kalacan sonra.

(ikisi birkaç sekunda susuyorlar - Müjde düşünüyor)

Makbule: Sen brak bu fantazyaları. Hayatın tadını çıkarmaya bak. Mesela ben...

Müjde: Ee, sen ne yapacan? Okuyacan mı?

Makbule: Yok be, kim uğraşacak kitaplarla? Ben altı ay önce bir kursa yazıldım fotomodel için. Sonra biliyon mu ne oldu?

Müjde: Ne oldu ya?

Makbule: Bir adam geldi Sofya'dan, model aradı bir reklama için. Beni beğendi. Bir de gittiysek, vardı orada bütün Bulgarıstandan kızlar. Sıstezanie gibi bir şey. Ve biliyon mu ne oldu? Beni seçtiler... beni! İki ay sonra beni televizyonda görecen.

Müjde: Güzel bir şey. Herhalde mutlusun.

Makbule: Ne diyon sen... Super mutluyum. Ve biliyon mu ne kadar ödeyecekler bize? Bir reklam için 3000 Leva. Sen gene o köyde 10 ay çalış.

(Müjdeye bakıp düşünüyor) Biliyon mu, ne düşünüyom? Yazık olacak sana, o köyde çürüyesen. Bir şey deneyecem: yürü bakalım kapıya kadar... şimdi de dön bir kere. Ha şöyle... şimdi yanıma gel. Sana bir şey diyeyim mi? Sende var talant fotomodel için.

Müjde: (sönük) Ama ben aslında öyle şeylerle uğraşmak istemiyorum, çünkü...

Makbule: Çünkü Allah böyle istemiyor ve kendimizi dünyayla bir tutmayalım ve bu dünyada zaten herşey yanacak. Tamam, tamam ben de bu laflarlan büyüdüm. Ama artık gözlerim açıldı. Bana bak, sen ne zaman karar verirsen, bana telefon aç.

(ona bir vizitka veriyor) Benim agentsyamın telefonu burada yazıyor. Haydi çao çao. Zaten bu bokluk dükkanda bana göre bir şey yok

(gidiyor; Müjde çöküp bir iskemlede oturuyor)

5. Sahne - Müjdenin evinde

(Hikmet, Müjdenin babası, televizyon seyrediyor, Müjde anasıyla mutfakta yemek pişiriyorlar)

Hikmet: Müjde... Müjde... gel sana aacık.

Müjde: Ne oldu, baba? Dakkada yemek yapıyoruz... gelemem.

Hikmet: A be, şevik gel, bak ne gösteriyorlar televizyada.

Müjde: Ne ya?

Hikmet: Aaa... buraya gel dedim sana. Gösteriyorlar senin hastaneni, hani nerede işleyecen. Hayriye, sen de gel aacık... a be şevik, ikiniz.

(Müjde, anası Hayriyele birlikte babasının yanına geliyorlar, önlükle, elleri hamurlu v.s., hepsi TV'a bakıyorlar, Müjde bakarken rahatsız oluyor, ofluyor, bakamıyor)

Hayriye: Eee... ne oldu?

Hikmet: Baksana, bir reportaj yaptılar toçno senin çalışacağın hastanede. Bak görmüyon mu, kızanları?

Hayriye: Ay... garibancıklar. Hele şuna bak, Yazık... bak, bak, bir deri bir kemik kalmış. Ay anacığıma, bakamayacam, bakamayacam. Kapat televizoru !!!

Hikmet: Kes aacık sesini adamı duyuyamıyorum.

Reporter: Sayın müdür bey. Sizce hastanenizin en büyük ihtiyacı nedir, finans mıdır?

Müdür: Hayır, çok şükür, son yıllarda yabancı devletlerden yeterince yardım almaya başladık. Hükümet de bütün binaların remontunu üstledi. O konuda ağlaşamam. Yalnız, en çok sıkıntı çektiğimiz konu personaldır. Devletin verdiği aylıklar düşük olduğu için doktor ve sestra bulmakta güçlük çekiyoruz. Ama aylıklar yükseltirirseler bile, bizim buraya balkanlık tarafına kimse gelmek istemeyecek. Herkes büyük kasabalara kaçıyor. Yani, bir lafça işimiz Allahlık.

Reporter: Sözleriniz Allahın kulağına. Sayın müdür beye teşekkür ediyoruz. Böylece reportajımız sona erdi. Biz de şimdi hava durumuyla devam ediyoruz

(Hikmet TV'u kapatıyor)

Hikmet: Ee, kızım, görüyon mu şimdi, nasıl dualarımız boşa gitmedi. Bunca sene dua ettik, Rab sana uygun bir profesya göstersin. Kendin işittin; sanki adam reportajda bile dua ediyor. Ama çok sükür, Rab seni bu iş için hazırladı.

Hayriye: Sahi, kolay olmayacak. Sanma ki, bizim için kolaydır, seni o balkanlık köye gönderelim. Biz de isterdik, yanımızda kalasın, en azında mahallede kalasın. Ama ne yapalım, madem Rab istiyor...

Hikmet: (karısına) Eh, biraz da lazım Rabbe güvenelim. Sen çok güzel biliyorsun ne diyor bu konuda: "olamaz bir adam Allahın krallığından için braksın evini, karısını, kardeşlerini, anasını ve babasını ya da kızanlarını, ve onların kat kat fazlasını almasın."

Müjde: (çok sıkılmış) Baba, olamaz mı, bir laf yapasın ayet katmadan?

(Hikmet ve Hayriye birbirlerine şaşkın bakıyorlar)

Hayriye: Ay kızım, ne oluyor sana?

Müjde: Bakın, lazımdı sizinle çoktan konuşayım, ama hep sonra, sonra dedim.

Hikmet: Neden? Korkuyor musun? Bizimle herşey paylaşabilirsin, onu biliyorsun.

Müjde: Biliyorum, ama istemedim sizi kırayım.

(sessiz duruyor)

Hayriye: Eeee? Söylesene. Bir şey mi oldu sana?

Müjde: Bakın şimdi... Biliyorsunuz, beni hep örnek imanlı gibi gösterdiniz. Ben de hep sesledim, hep isterdim, Mesihin istediğini yerine getireyim, ama sonra...

Hayriye: Kızım, konuşsana... ne oldu seninle?

Müjde: Bir şey olmadı, prosto...

(kapı çalınıyor. Agentsyanın şefi Zongo dışarıda)

Zongo: Merhaba madam, Müjde evde mi?

Hayriye: (şaşkınlık ve şüphe içinde) Müjde mi? Ne istiyorsunuz Müjde'den?

Zongo: Aaa, ne isteyecem ondan? Birlikte ip atlayacaz galiba. Bana bakın, Zongo agayı uğraştırmayın, benim kıymetli vakıtcazımı boşa harcamayın, bir sürü terminlerim var. OK mi?

(GSM çalıyor) Hey Fredi... yes its mi, Zongo... from Bulgeria.... uat... yu miyn tumoro.. şur... koal mi egen... adios muçaços

Pardon, iş, iş ve gene iş. Evet, ne olacak şimdi: Müjde evde mi, değil mi?

Hayriye: Hikmet, gel aacık, bir adam Müjdeyi soruyor.

Hikmet: Sen kimsin, Müjdeden ne istiyorsun?

Zongo: Aaa, şunlara bak. Sanki onların kızını çalmaya geldik. Müjde size bir şey anlatmadı mı?

Müjde: Baba, brak adamı içeri dalsın. Aslında iyi oldu böyle. Korkma, herşey sırada. Haydi hepiniz oturun, anlatıracam.

(herkes oturuyor)

Müjde: Bakın, bu Zongo aga. Agentsyanın sahibi, o bana iş buldu.

Hayriye: Agentsya mı? Naş agentsya bu?

Müjde: Ben karar verdim fotomodel olayım.

Zongo: Evet, hem de pırvo kaçestvosun, kızım.

Hikmet: Ne, fotomodel mi? Bu... bu nasıl oldu? Kim senin aklını çeldi?

Zongo: Sıkılma, güzel abiciim benim, kızın iyi insanların elinde, bizde herşey na red, yok yamukluk.

Hikmet: Müjde... bu nasıl olabilir. Değil mi, sen hep Rab için işlerdin, hep sorardın "Rab ne istiyorsun senin için yapayım. Ne oldu sana, yoksa imandan mı düştün?

Müjde: Hayır, baba, öyle değil. Ben gene imanlıyım...

Zongo: Elbette, herkesin inancı kendine. Bana sormuş olursanız...

Müjde: Olabilir mi, susasan. Bu senin anlayacağın bir iş değil.

(babasına) Bak, babam, bunca sene kendimi sıktım. Arkadaşlarım kendine her ay yeni ruba alırdılar, son model GSM taşırdılar. Ama sen? Sen ne yaptın, bana vereceğine parayı fukaralara verdin, kiliseye verdin.

Hikmet: Ama, sen de biliyorsun...

Müjde: Sonra, diskoteka yasak, düzünmek yasak, kısa etek yasak... yau, biz insan değil miyiz? Benim canım yok mu? İman sade bu mu, yapma, etme, gitme, içme, bakma? İsa kendisi düğünlere gitmedi mi? Ama bana yasak ederdin düğünlere gideyim. İsa şarap içmedi mi, ama bana yasak ettin, 18. doğum günümde bile aacık şampansko içeyim.

Hayriye: Kızım, ne oldu sana böyle, Sen o kadar kolay mı imandan düştün?

Müjde: Anam, ben imandan düşmedim, ama artık kon s kapatsi olmayacam. Artık istiyorum biraz kendim için yaşayayım. Hep siz beni aydardınız, ama bundan sonra ben kendi yolumu çizecem, hayatımı ben aydayacam.

Hikmet: Kızım, bizi nasıl bu kadar yanlış anlayabilirsin. Değil biz senin hayatını kontrol edelim, sen hayatını Mesih'e vermiştin, vaftiz oldun, ondan sonra o senim hayatını kontrol etti.

Müjde: (kulaklarını kapatıyor) Yeter artık, yeteeer... Daa fazla anlatma. Ben gene İsa'ya iman edecem, ama kendi hayatımı ben aydayacam, annadınız mı, BEN! Kimse bana karışamaz artık, kimse.

(Zongo'ya) Haydi çıkalım.

Hayriye: Nereye gidiyorsun, Müjde?

Zongo: Sıkılmayın, Diskoteka Paparazı'ye gidiyoruz, yeni bir fotografçıyla tanışacaz. Haydi, hepsi nay nay.

Hayriye: Kızım!!! (ağlamaya başlıyor)

Hikmet: (kolunu onun omuzuna koyuyor, yukarıya bakıyor)

Rab, ben bir şey yapamadım, sen kızımı kolla, onun fikirlerini sen değiştir.

6. Sahne - Studioda

(büyük bir foto studio; Zongo ve Corc bir kenarda bazı resimlere ve negatiflere bakıyorlar, Müjde ve Makbule öbür yanda aynanın önünde makyajı çıkarıyorlar)

Zongo: Corc, bunu görüyon mu, bir kere gölgelere bak, Müjdenin suratı kapkaranlık. Bütün o seriayı bir daana çekmek lazım.

Corc: Aa, yapma. Nayır... noolamaz. Tam eve gideceydik.

Zongo: İşime girmiyor. Bu seria lazım bitsin, hem de dört dörtlük, razumiş kolega? Hem de bu akşama kadar.

Corc: Eee, sen de! Sanki yarına bitirirsek ne olacak?

Zongo: Bu akşam BiTiVi'nin şefi gelecek. Yeni bir yarışma programı için model arıyor. Bu iş bizim için süper vajniçko, komprende amigo?

Corc: İyi de, iyi de.

(kendi kendine) Gene UEFA maçını kaçıracam. Her hafta aynı numara yapıyor bana. Bir gün anlaşacam seninle.

Zongo: Ne dedin?

Corc: Bişey... eski bir mani aklıma geldi de. Kızlar, hazırlanın gene. Son seriyayı bir daana çekmek lazım.

Makbule: Aaaa, neden.

Müjde: Haksızlık bu, 12 saattir uğraşıyoruz, dogovorda yazardı günde sade 8 saat işleyecez diye.

Zongo: Eee, naapalım? Meşhur olmak istersen, her türlü zorluğa dayanacan.

(onun yanına geliyor) Sıkılma, hele bu iş bitsin, seninle şöyle bir tur atacaz. Çok güzel bir yer biliyorum.

Müjde: Yeni Ferari ile mi?

Zongo: Tabiii, canımmm.

(Makbule ikisine kızgın bakıyor)

Corc: Haydi, kızlar. İş başına. Makbule, sen başlıyorsun. Al şu islemeyi, otur. Ha şöyle. Saçlarını yay. Zongo, sal aacık muzik.

(müzik başlıyor, Zongo kendine bir viski döküyor, Corc çekmeye başlıyor)

Ha şöyle... süperrr... optimalno.

(bu zaman içinde BTVnin şefi içeri dalıyor, bir muz yiyior, Corc çekerken geri gerisine yürüyüp onunla çarpışıyor)

Corc: (dönüyor) Kim bu salak? Aga, görmüyon mu burada işimiz var. Zongo söyle bu herife defolsun.

Zongo: Sen kimsin, ne arıyorsun burada?

Marinov: Benim adım Marinov. BTV'nin program şefi. Yeni fotomodelleri görecektim.

Zongo: (kendi kendine) Şimdi yandık. Aaaaa, hoşgeldiniz, hoşgeldiniz. Sahi sizi biraz daha sonra beklerdik. Corc, sen de misafirimizden özür dile paspallığın için. (Corcun ensesine vuruyor) Kusura bakmayın, Corc biraz kafadan kontakt. Neyse işimize devam edelim

Marinov: (muzun kabuğunu arkasına atıyor, tam yolun üzerine)

Corc: Haydi Müjde, sıra sende şimdi. Senden bu sefer aacık yürüyüş istiyorum. Oradan başla bana doğru yürü.

(Müjde yürüyor, ayağını iskemleye koyuyor, her türlü poz yapıyor, Corc hep komentar veriyor - üçüncü kursta muz kabuğunun üzerinden kayıyor, düşüp ayağını kırıyor)

Zongo: Müjdeeee... ne oldu?

(Marinov ve Makbule gülmeye başlıyor)

Marinov: Ayy... ay.. düşerken çok komik durdu, Sanıyorum benim işim bitti, seçmek çok da kolay oldu.

Corc: Makbule, durma, öağır lineykayı, Müjdeyi hastaneye kaldırsınlar.

7. Sahne - Hastanede

(Müjde büyük gipsayla yatakta)

Müjde: Off... vakıt geçmiyor, aacık televizyon bakayım

(distansyonla uğraşıyor, TV işlemiyor)

O da bütün bokluk, (bağırıyor) Sestra, sestra! Onlar da insanı yapayalnız brakıyor gebersin. SESTRA !!! Ay patlayacam bu hastanede (dist. atıyor)

(kapı kakılıyor - Zongo ve Makbule içeri dalıyor)

Zongo: Kvo stava be? Benim kınalı kuzum ne yapıyor?

(ondan 'yanak alıyor' - Müjde onun eline vuruyor) Düzeliyor musun?

Müjde: Çek elini, be. Nerede idin bunca zaman. Biliyon mu günler ne kadar yavaş gidiyor?

Makbule: Yaaa, Müjdeciim, naapalım? O kadar iş oldu ki, içinden çıkamıyoruz. Gece gündüz iş, iş ,iş.

Müjde: Ne biçim arkadaşsınız siz. Hiç mi merhametiniz yok?

Zongo: Emi, Makbule haklı... BTVle anlaştıktan sonra, işlerimiz öyle açıldı ki, kenarı yok.

(GSM çalıyor) Alooo... bonjiorno Adriano .. o bella Napoli.. kuatro stajione... si, si.. Haydi çao çao areviderçi. Te kendin görüyon... gene iş, Haydi, yolcu yol, misafire küskü. Bizden bu kadar.

Makbule: (Zongonun cebinden bir anahtar çıkarıyor)

Zongocuğum, bu akşam gene bir tur atacaz, değil mi?

(ikisi kol kola çıkıyorlar - anahtarı Müjde'nin önünde sallıyor)

Müjde: (hırstan bağırıyor) Aaa.... deli olacam... deli olacam. Sestra.. sestraaaa... Niye kimse gelmiyor.

(etrafındaki eşyaları atmaya başlıyor) Niye kimse gelmiyor?

Meryem: Geldim.. geldim. Ne oluyor burada? Ne bu kaos? Müjde sen misin?

Müjde: Evet, sen de kim oluyorsun?

Meryem: Ben sestra Meryem. Ben aslında burada işlemiyorum, ama çağırdılar beni sana bakayım. Öbür sestralar bıkmış senden. Kimse sana bakmak istemiyor. Çok fena imişsin.

Müjde: Nasıl insan fena olmasın. Ah.. başıma gelenleri bir bilsen.

Meryem: Ne gelmiş başına ya? Snimka çekerken düşmüşsün, ayağını kırmışsın. Hepsi o kadar. Dur bakalım, odanı aacık toplayayım....

Evet, böyle daa iyi. Biraz da yastıklarını düzeltireyim.

(onu yaparken Müjde onun boynunda bir haç görüyor, onu elliyor)

Müjde: Sen imanlı mısın?

Meryem: Hem de nasıl! Küçüklüğümden beri. Ya sen? Sen İsa'yı tanıyor musun?

Müjde: Ben İsa'yı tanıyor muyum?

(düşünüyor, sonra ağlamaya başlıyor) Ben de artık bilmiyorum.

Meryem: Ne ya şimdi, ona iman ediyor musun, etmiyor musun? Ağlama şimdi, yüreğinde bir sıkıntı varsa, söyle bana, Allah bir yol açacak sana.

Müjde: Ah, sen benim yaptıklarımı bir bilsen.

Meryem: Sıkılma, ben hayatımda çoook şeyler gördüm.

Müjde: Ben İsa'dan ayrıldım. İçimde hep iman vardı, ama ona göre yaşamadım, Hep isterdim kendi kafama göre aydayayım hayatımı. Sanki... sanki... ben kral olayım, İsa gene kenarda dursun.

Meryem: Ooo, bu çok yaygın bir hastalık. Hepimiz ondan çekiyoruz. Kimse istemiyor, Rab hayatımızı kontrol etsin. Bak, hayatımız bir arabaya benziyor. Ve İsa volanda durdu mu, yolculuğumuz iyi geçiyor. Ama biz gene ne yapıyoruz. 'Hayır, volanı bana ver, ben aydayacam' diyoruz. Ama sana bir şey diyeyim mi? Biz o kadar iyi şoför değiliz. Hep katastrof yapıyoruz.

Müjde: Tam beni anlatırıyorsun. Ne yapacam şimdi?

Meryem: Ne mi yapacan? Çok kolay - nereden ayrıldın Rabbin yolundan oraya dön ve eski yoluna devam et. Ben senin için dua edecem.

(kalkıyor) başka işim var.

Müjde: Hayır... gitme. Olamaz mı, şimdi dua edeyim?

Meryem: Olur, tabii. Haydi şimdi.

Müjde: Allahım... Rabbim... Gökteki Babam. Son senelerde senden çok uzaklaştım. Kendi kafama göre yaşadım. Rab İsa beni yeniden kabul et. Artık böyle devam etmek istemiyorum. Bundan sonra sen benim efendim olacan. Ben yapamadım, sen yap. Amin.

Ve başka bir şey daa var. Anam ve babam, daa fazla babam aslında, hep bana akıl verirdi, sanki... sanki Rabbin sesi idi bana. Ama ben onlara sırt çevirdim. Benim için sigur çok ağladılar.

Meryem: Ve şimdi onunla barışmak istiyorsun, öyle mi? Ee, ona bir telefon aç.

Müjde: Açacaydım, ama benimkisi yere düştü kırıldı.

Meryem: Kırıldı, ha? Peki benimkisini al, konuş. (ona veriyor)

Müjde: Baba... babam sen misin... ben Müjde.