Musa'nın Hayatı

1. Sahne: Fıravun'un emri

Fıravun: Uff, ne yapsak? (kalkıp huzursuz geziyor)

Ahh, bir çare bulmak lazım...

Bu İsrail halkı artık bizim Mısırlılardan daha kalabalık olmaya başladı.

Böyle giderse, tezlerde biz köle olacaz, onlar da efendilerimiz olacak. Buna asla müsaade etmeyiz.

Bir de, yarın öbür gün bir savaş çıksın, onlar düşmanlarımızla bir olup bizim devleten kaçacaklar.

Onlara karşı lazım iyi gibi aklımızı kullanalım. Onları hepsi birden öldürmek olmuyor. Usul usul onları azaltıracaz.

(bağırıyor) Askerler, bana akuşerkaları getirin!

1. asker: Fıravun, efendimiz, hangi akuşerkaları getirelim?

Fıravun: Tabii ki, İsrail halkının akuşerkaları! Ne sanıyorsun?

(askerler akuşerkaları getiriyor)

Ebeler: Ey Fıravun, güneşin oğlu. Bizi çağırmışsınız.

Fıravun: İsrail halkının kızanlarını dünyaya getiren siz misiniz?

Ebeler: Evet, efendimiz. Görevimiz o.

Fıravun: Şimdi bana bakın; size çok önemli bir görev veriyorum.

Sizin halkınızın geleceği artık sizin elinizde.

Ve sanıyorum, siz de İsrailli olduğunuza göre...

onlar için en uygun şeyi yapmak istiyorsunuz... öyle değil mi?

Ebeler: Elbet de, efendimiz. Sizin emrinizdeyiz.

Fıravun: Ha öyle! Bildiğiniz gibi, sizin halk artık tavşanlar gibi çoğalmaya başladı. Ve dikkat etmezsek, tezlerde bizden daha kalabalık olacanız. Biz Egiptliler buna asla izin vermeyecez

(bir sinek eziyor - ebeler korkuyor)... anlıyorsunuz ya!

Demek siz burada seçebilirsiniz.

Ya yeni doğan erkek bebekleri öldüreceniz,

ya da bütün halkınız yok olacak.

(ayağa kalkıyor) Evet, bize uygun göründü:

Siz akuşerkalar yeni doğan bebek oldu mu, bakacanız:

eger kız ise, onu brakın yaşasın. Ama eger erkekse, onu öldürün! Anlaşıldı mı? Eger siz öldürmezseniz, ben askerlerime buyuracam ki, bütün erkek bebeklere Nil ırmağına atsınlar. Tamam, gidebilirsiniz.

(çıkarken birbirlerine konuşuyorlar)

1. Ebe: Eyvah, ne yapacaz, şimdi? Fıravunun sözlerini duydun mu?

Ne yapacaz, şimdi, ne yapacaz?

2. Ebe: Ey Allahımız, İbrahimim tanrısı, bize bir yol göster.

Bu durumda ne yapalım?

(ikisi ağlıyorlar)

1. Ebe: Hayır, hayır, onu yapamayız.

Fıravun bizim kralımızdır, ama gökte daha büyük bir kralımız var.

2. Ebe: Ama görmedin mi, ne kadar ciddi baktı.

Biz onun dediğini yapmazsak, o bizi be öldürecek.

1. Ebe: Hayır, biz lazım Allahtan korkalım. Allahın verdiği canı biz alamayız. Biz Allahın istediğini yaptık mı, o bize yardım edecek.

Bize bir yol açacak.

2. Sahne: Musa'nın doğumu

Yohebed: Bak, Miriam, nasıl gülüyor. Allah bize ne güzel bir bebek verdi.

Çok mutluyum. Ama bir tarafta çok korkuyorum,

onu bizden almasınlar.

Miriam: Ben de korkuyorum, anne. İstemem, erkek kardeşime bir şey olsun. Onu kendi canımı kadar seviyorum.



1. asker: Bak, orada iki İsrailli kadın var.

2. asker: Aa, çocukları da elinde


Yohebed: Miriam kızım, şevik! Kardeşini arka odaya getir, sakla onu.

Miriam: Tamam anne!


1. asker: Kızanların adları ne?

1. kadın: Benim çocuğumun adı Benyamin.

2. asker: Ya senin kızanın adı ne?

2. kadın: Ona kaynatamın adını koydu. Adı Şimon.

1. asker: Haydi, yapalım!

Kadınlar: Hayır, brakın! Bebeklerimizi geri verin!

1. kadın: Ay bu benim ilk bebeğim! Benyamin, yavrum!

2. kadın: Geri verin oğlumu, katiller! Şimon!

2. asker: Bu Fıravunun emridir. Karşı çıkmayın, yoksa sizi de öldürürüz.

(bir gebe kadına bakarak) Senin erkek çocuğun olursa, onu da alırız.


Yohebed: Miriam, bu bebek artık üç ay oldu, daha fazla saklayamayacaz.

Miriam: Anne, ne demek istiyorsun?

Yohebed: Miriam, arka odadan bana sepeti getir!

Miriam: Ama Anne, onunla ne yapacan?

Yohebed: Kızım, zift ve de bir fırça getir.

Miriam: Ne?

Yohebed: Sakin ol, Miriam. Ben sana herşeyi anlattıracam.

Şimdi otur ve iyi dinle. Ben kaç günden beri Allaha yalvarıyorum,

bu çaresiz durumda bize yardım etsin.

Sonra aklıma geldi, bu sepeti hazırlayalım ve bebekle birlikte Nil ırmağına salalım.

Miriam: (yüzünü ellerinin içine gömüyor - sonra ona kuraj gelince...)

Evet, Allahım bu kardeşimi sen koru, sana güveniyoruz ve senin eline brakıyoruz.

3. Sahne: Musa'nın bulunması

Prenses: Ayol, bugün canım istiyor, Nil'de yıkanayım.

Derhal benim havlumu ve kokumu getirin!

1. hizmetçi: Evet, Prenses Azaliah.

Prenses: Hayır bunu değil. Öbür yeni kokumu getir.

Hani prens Amenotep bana geçen hafta Nubia'dan getirdi ya!

1. hizmetçi: Evet, hemen getiriyorum.

2. hizmetçi: Evet, prenses Azaliah. Bunu çok iyi düşünmüşsünüz.

Hava bugün bir harika.

3. hizmetçi: Nil suyu sizin migrenanıza çok, ama çok iyi gelecek, prenses.

Prenses: Ay, sanki havada bir şey var bugün.

Hissediyorum, sanki kısmetim açıldı. Galiba bugün çok sevinecem.

1. hizmetçi: Prensesimiz bugün çok neşeli, ne dersiniz?

2. hizmetçi: Ay, ben de heyecanlandım. Sanki bugün bir şeyler olacak.

3. hizmetçi: Evet, bugün bir şeyler olacak.

Prenses: Ay orada, Nil içinde ne yüzüyor?

Anub, Giyah ve Kelita derhal bana getirin.

1. hizmetçi: Bir sepet.

2. hizmetçi: Şevik, açalım, bakalım ne var içinde. Heyecandan patlıyorum.

3. hizmetçi: Kesinlikle olmaz, prenses kızacak.

Hizmetçiler: (birlikte) Buyurun!

Prenses: Açın sepeti!

Hizmetçiler: (şaşarak) Aa, bir bebek!

Prenses: Bu İsrailli bir çocuk. (onu eline alıyor)

Bu artık benim çocuğum olacak.

Ben onu sudan çıkardım, onun için ona Musa adını verecem.

Ay, onu susturamıyorum.

Miriam: Prenses Azaliah! Belki bu bebek aç!

İsterseniz, size İsrailli bir sütanne getireyim.

Prenses: Evet, çok iyi bir fikir.

Miriam: (Yohebed'e konuşurken)

Anne, düşün! Allah bizim dualarımıza nasıl güzel cevap verdi. Kardeşim yaşıyor ve şimdi prenses istiyor,

ben ona bir sütanne bulayım. Haydi anne, sen gel.

Yohebed: Rab şaşılacak işler yapıyor.

Prenses: Sen bana bu çocuğu emzir, ama bil ki, bu benim kızanım olacak. Oğlumun adı Musa. (Hizmetçilerle ilerliyor)


Yohebed: Allahım, sana şükür ediyorum, çocuğumu koruduğun için.

Sen onu büyüttür, sen onunla ol!

Anlıyorum, onun hayatı için senin bir planın var.

Sen o planı gerçekleştir.

4. Sahne: Musa katillik yapıyor ve kaçıyor

1. köle: Hava ama da sıcak oldu, be!

2. köle: Biraz su olsaydı, iyi olurdu.

3. köle: Bize hayvanlar gibi davranıyorlar.

1. köle: Evet, bizi hiç insan yerine koymuyorlar.

2. köle: Direktno rob yerine kullanıyorlar.

3. köle: Bütün gün çalışıyoruz, hiç dinlenmiyoruz.

2. köle: Kız, buraya gelir misin. Aacık su veresin.

Kız: Buyur aga!

Pazaç: (yetişiyor ve kadehi elinden düşürüyor)

Hey tembel! Niye çalışmıyorsun?

2. köle: Su içmek de mi yasak?

Pazaç: Bir de karşı çıkıyorsun! Şimdi seni döverim de gör!

(dövmeye başlıyor)

2. köle: Merhamet edin!

Pazaç: Bir de merhamet bekliyorsunuz, ha?

2. köle: Brakın beni! Ben bir suç işlemedim.

Pazaç: Sus diyorum sana

Musa: Durun, ne oluyor burada?

Pazaç: Prens Musa, bu adam bütün gün sade konuşuyor, hiç işlemiyor.

Onun için bunu hak ediyor! (dövmeye devam ediyor)

Musa: Dur diyorum sana, duymadın mı?

(etrafına bakıyor ve adamı boğuyor)

Köleler: Eyva!

(Musa adamı gömmeye başlıyor - sonra uzaklaşıyor)


(1. ve 2. köle kavga ediyorlar)

1. köle: Ne için benim küreğimi çaldın?

2. köle: Ne demek, çaldın? O zaten benimdir.

1. köle: Yalancı, hırsız!

Bak bir kere onun arkasına. Ha çevir bakalım.

Te gördün mü, ben oraya nişan yaptım.

2. köle: Çekil be ulan, bu kürek benim! (kavga etmeye başlıyorlar)

Musa: Ne için kardeşini dövüyorsun?

1. köle: Sen de kimsin, be? Sen bizim sidyamız olmayasın.

Kim seni burada kmet yaptı, ha?

Yoksa bizi de öldürmek istiyorsun, hani dün nasıl o Mısırlıyı öldürdün?

Musa: (korkarak) Bu iş ortaya çıktı! Hemen buradan kaçmam lazım.

Bir dahana saraya giremem. Nereye kaçsam acaba?

5. Sahne: Musa Tsipora ile evleniyor

1. kız: Hayvanlar susadı; biraz su versek!

2. kız: Evet, iyi olur.

3. kız: Haydi birlikte kuyuya gidelim, su çekelim.

1. çoban: Çekilin buradan. Biz burada su çekecez.

4. kız: Hayır, biz daha önce geldik ama!

2. çoban: Bizim hayvanların daha çok ihtiyacı var sudan! Uzak durun!

5. kız: Rahat brakın bizi, su çekelim!

6. kız: Biz lazım eve yetişelim.

7. kız: Yoksa sıkılacak bizim için, arayacak bizi!

Musa: Durun! Ben burada otururken, sizi izledim.

Bu kızlar daha önce geldiler. Ne için onlara haksızlık ediyorsunuz? Buyurun kızlar gelin, su çekin!

Kızlar: Çok teşekkür ediyoruz!

(kızlar su çekip eve gidiyorlar)


Yitro: Aa kızlar, bugün daha erken eve döndünüz. Ne için öyle?

3. kız: Kuyunun başında en önce başka çobanlar bizi rahatsız ettiler.

4. kız: Ama sonra bir adam bize yardım etti, öbür çobanları kovdu.

1. kız: O bir yabancı idi, Mısırdan galiba. Öyle urbalar sade Mısırlılarda var.

Yitro: Bu adam nerede şimdi? Nasıl onu eve buyurmadınız?

2. kız: Ee baba, heyecandan aklımıza bile gelmedi, onu eve çağıralım.


(5. ve 6. kız koşuyor Musa'yı çağırsınlar)

5. kız: Efendimiz! Babamız bizi yolladı.

Acaba bizim eve, hani şey, bizi palatkamıza kadar gelebilir misin?

Musa: Tamam, gelirim!

6. kız: Bu gece bizde misafir kalacaksın!


(eve varınca)

6. kız: Babaa! Babaa! Bak kimi getirdik!

Yitro: Hoşgeldin, evladım! Yanıma otur. Anlat aacık, nasıl olmuş bu mesele? Nereden geldin, nereye gidiyorsun?

Kızlar! Hadi şevik, yemek hazırlayın bakalım! Misafirimiz sigur acıktı. Haydi daha ne duruyonuz?

Evet, nerede kalmıştık? Anlat bakalım herşeyi baştan.

Bizim burası aacık ıssız bir yer.

Üç senedir, hiç yabancı gelmedi buraya.

Ve birisi elimize düştü mü, onu kolay kolay brakmayız.

(gülüyor ve Musa'yla birlikte içmeye başlıyor)

Musa: Sen benim urbalarıma bakma. Sahi ben Mısırlıyım, ama aslında... aslında bir İsrailli ailenin çocuğuyum.

Yitro: İsrailli mi? İyi, çok iyi! Onlar da bizim gibi koyun yetiştiriyorlar.

Ee sonra... dur ya... adını bile öğrenemedim!

Bak, benim adım Yitro, Midian devletinin en anılmış ailelerinden.

Ama şimdi fukara olduk.

Musa: Benim adım da Musa!

Yitro: Musa mı? Ne biçim ad? Sen suda büyümeyesin!

(gülüyor) Ben seni tuttum, delikanlı.

(Musa'nın sırtına vuruyor) Seni güveyi olarak yanıma aldım mı, hiç şaşma!

(kızlar arkada durup gülüşüyorlar)

Musa: Sahiden de öyle. Bütün Yahudi erkek kızanları öldürürdüler.

Son çare olarak anam beni bir sepetin içine koyuyup Nil'e braktı.

Ama sonra Prenses Azaliah, hani Fıravunun kızı, beni buldu.

Ben de onun yanında sarayda büyüdüm.

Yitro: (içerken neredeyse boğuluyor, öksürüyor)

Sarayda mı? Affedecen... ben... ben bilmezdim,

açan bu kadar soylu birisisin.

Musa: Hiç sıkılma. Ben soylu, moylu değilim. Mısırdan sade bu urbalar kaldı. Ben artık bir daha oraya dönmen, dönemem de!

Yitro: Ama ne için?

Musa: Boş ver, uzun hikaye!

Senin anlayacağın, ben kendime yeni bir yer arıyorum.

Yitro: Ee, öyle ise, bizim yanımızda kal.

Senin gibi kurajlı bir erkeğe zaten ihtiyacımız var, değil mi kızlar?

(kızlar hepsi gülüyorlar)

Ne dersin? Hangisi hoşuna gidiyor. Seç, istediğini al!

Musa: Ama ben... şey yani.

Yitro: Neyse, aç karnına kafa çalışmaz!

Haydi kızlar, daha ne duruyonuz, yemekleri getirin bakalım.

(hepsi birer yemek getirip, nağmeli nağmeli Musa'ya bakıyorlar. Son olarak Tsipora da geçiyor, Musa'ya hiç bakmıyor)

Musa: (onu elinden tutup zaptettiriyor) Kız, senin adın ne? (Tsipora susuyor)

Yitro: Bunun adı Tsipora, en büyük kızım. Ama çok yavaş, hayvan gibi!

Musa: Sanıyorum, seninle anlaşacaz.

(öbür kızlar bir köşede durup kızgın kızgın bakıyorlar)

Yitro: Sahi mi, sahi mi?

(ayağa fırlıyor, Musa'ya sarılıyor, dans etmeye başlıyor)

Kızlar, duydunuz mu, duydunuz mu?

(Musa ve Tsipora'nın ellerini birleştiriyor, sevinçten sallıyor)

Oldu bu iş, oldu bu iş! Ay, bu hayatımın en mutlu günü!

(kadehi kaldırıyor) Yaşasın yeni çiftimiz: Musa ile Tsipora!

(kadehi birden bitiriyor, yere atıyor, sonra düşüyor)

6. Sahne: Allah Musa'yı Mısıra gönderiyor

Musa: Bir zaman prens idim, ama şimdi bir çobanım. Midyanda yaşıyorum. Gene de... Mısırda kalsaydım şimdi bir köle olacaktım...

Acaba benim halkım hala eziyet altında mı?

Allah neden susuyor? Bunları görmüyor mu; neden yardım etmiyor?

Ben olsam bir plan kurar onları kurtarırdım.

(eşi karşıdan gelirken)

İyi ki böyle anlayışlı, olgun ve güvenilir bir karım var.

Tsipora: Musa ben kimseyi göremiyorum.

Kim var yanında? Kiminle konuşuyon?

Musa: Sadece halkımı düşünüyorum.

Çünkü hala aklımdalar, onları unutamadım.

Acaba Harun ve Miriam yaşıyorlar mı?

Onları özlüyorum. Onları bir kere olsa bile görmek istiyorum.

Ama oraya gidemem ki; beni hemen yakalarlar ve öldürürler.

Tsipora: Kim seni öldürmek istiyor? Ne yaptın?

Musa: Geçmişte bir hata yaptım çok pişmanım.

Olayı unutmak istiyorum ama bir türlü unutamıyorum.

Oğlum ne yapıyor?

Tsipora: Biliyorsun babamın ilk torunu oldu için çok şımartırıyor onu...

Musa al... yemek getirdim sana... ye aacık ve bir şey düşünme.

(Musa yemek yerken yanan ama sönmeyen çalıyı göruyor)

Musa: Sen burda dur koyunlara bak.

Şu yanan çalıya bakayım, niye sönmüyor

(Musa çalının yanına gidiyor)

Rab Tanrı: (Musa'nın yaklaştını görünce, çalının içinden)

"Musa, Musa!"

Musa: Buyur, Rab!

Rab Tanrı: Fazla yaklaşma! Çarıklarını çıkar.

Çünkü bastığın yer kutsal topraktır.

Ben babanın, İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı'yım.

(Musa Tanrı'dan korkuyor ve yüzünü kapıyor)

Rab Tanrı: Halkımın Mısırda çektiği sıkıntıyı çok iyi biliyorum.

Angaryacıların yüzünden ettikleri feryadı duydum.

Acılarını biliyorum .

Bu yüzden aşağaya indim. Onları Mısırlılar'ın elinden kurtaracağım,

o ülkeden çıkaracam, ve öyle bir yere getirecem ki,

toprakları geniş ve verimli, süt ve bal akan bir yere.

İsrailliler'in feryadı bana erişti.

Mısırlılar'ın onlara yaptığı baskıyı görüyorum.

Gel, halkım İsrail'i Mısır'dan çıkarmak için seni Firavun'a göndereyim.

Musa: Ben kimim ki Firavun'a gidip İsrailliler'i Mısır'dan çıkarayım?

Rab Tanrı: Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım.

Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak:

Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapacaksınız

Musa: İsrailliler'e gidecem de Beni size atalarınızın Allahı gönderdi dersem, Adı nedir? diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?

Rab Tanrı: Ben Ben'im! İsrailliler'e de ki:

"Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi".

İsrailliler'e de ki,

'Beni size atalarınız İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı YAHVE gönderdi.'

Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım.


Söz verdim, sizi Mısır'da çektiğiniz sıkıntıdan kurtaracağım;

süt ve bal ülkesine götüreceğim.

İsrail ileri gelenleri seni dinleyecekler.

Sonra birlikte Mısır Kralı'na gidip,

'İbraniler'in Tanrısı Yahve bizimle görüştü' diyeceksiniz,

'Şimdi izin ver, Tanrımız Yahve'ye kurban kesmek için çölde üç gün yol alalım.'

Ama biliyorum, güçlü bir el zorlamadıkça Mısır Kralı gitmenize izin vermeyecek.

Elimi uzatacağım ve aralarında şaşılak işler yaparak Mısır'ı cezalandıracağım. O zaman sizi salıverecek.

Hem de, gittiğinizde eli boş gitmeyeceksiniz.

Her kadın Mısırlı komşusundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz.

Mısırlılar'ı soyacaksınız.

Musa: Ya bana inanmazlarsa? Sözümü dinlemezlerse,

'RAB sana görünmedi' derlerse, ne olacak?"

Rab Tanrı: Elinde ne var?

Musa: Değnek

Rab Tanrı: Onu yere at!

(Musa onu yere atıyor değnek yılan oluyor, Musa ondan kaçıyor)

Elini uzat, kuyruğundan tut

Bunu yap ki, ataları İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı RAB'bin sana göründüğüne inansınlar.

Elini koynuna koy!

(Musa elini koynuna koyuyor. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz oluyor)

Rab Tanrı: Elini yine koynuna koy

Rab Tanrı: Eğer sana inanmaz, ilk nişanı önemsemezlerse, ikinci nişanına inanabilirler.

Bu iki nişana de inanmazlarsa, Nil'den biraz su alıp kuru toprağa dök. Irmaktan aldığın su toprakta kana dönecek.

Musa: Aman, ya Rab! Ben ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum.

Çünkü dili ağır, tutuk biriyim.

Rab Tanrı: Kim ağız verdi insana?

İnsanı sağır, dilsiz, görür ya da görmez yapan kim? Ben değil miyim?

Şimdi git! Ben konuşmana yardımcı olacağım.

Ne söylemen lazım, onu sana öğreteceğim.

Musa: Aman, ya Rab! Ne olur, benim yerime başkasını gönder.

Rab Tanrı: Ağabeyin Levili Harun var ya! Bilirim, o iyi konuşur.

Hem şu anda seni karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek.

Onunla konuş, ne söylemesi gerektiğini anlat.

İkinizin konuşmasına da yardımcı olacak,

ne yapacağınızı size öğreteceğim.

O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak.

Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın.

Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla yapacaksın.

(Musa kaynatasının yanına dönüyor)

Musa: İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim" dedi,

Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?

Yitro: Esenlikle git oğlum kendini kolla!

(Harun'la karşılaşıyor)

Musa: Harun, Harun! Agam, kardeşim, canım benim!

Harun: Musacığım! Bir tanem!

Ben senin yanına gitmeye kalktım, ama sen nereye?

Musa: Rab, hani tanrımız, İbrahimin tanrısı bana konuştu.

Ve dedi ki:

Musa, Mısıra dön çünkü canını almak isteyenler hepisi öldü.

Döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılacak işleri Firavun'un önünde yapmaya bak.

Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek.

Sonra Firavun'a de ki, İsrail benim ilk oğlumdur.

Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim.

Ama sen onu salıvermeyi reddettin.

Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.

Hem de Allah bana bildirdi ki, açan sen yoldasın,

hani yanıma gelmeye kalkmışsın.

Harun: Çok değişmişsin Musa ama İsraili olduğun belli.

Musa: Harun sana anlatacaklarım var, şimdi beni iyi sesle.

Bir gün Allah bana bir yanan ama tükenmeyen bir çalıda göründü

ve dedi ki: Mısıra dön, İsrailileri zülümden kurtar

ve onları oradan çıkar, Horev dağına ğötür, bana tapsınlar.

Harun: Musa, ne yapıyorsun? Sen çıldırdın mı?

Sen ne istiyorsun, bütün halkımızı mı kessinler?

Musa: Biliyorum, bu iş çok korkunç. Ama çıldırmış falan değilim.

Hem de sen de işin içindesin.

Harun: Ben mi, nasıl?

Musa: Rab bana buyurdu ki, sen benim sözcüm olacaksın.

Biliyorsun, ben güzel konuşmayı beceremiyorum.

Firavunun önüne çıktık mı, sen benden için konuşacan.

Harun: Aaaaa ?!

Musa: Hayır, korkma! Vakıt geldi artık. Bizim halk hep köle olmayacak.

Rab bizi kurtarmak istiyor. Onun kurtuluşu hazırdır, haydi gidelim,

onu Rabbin kuvvetiyle tamamlayalım!

7. Sahne: Firavun'un önüne çıkıyorlar

(Fıravunun sarayında - Fıravun vezirlerlen konuşuyor)

Fıravun: Son aylarda bu İbranilerin meselesi beni gittikçe daha fazla rahatsız etmeye başladı.

Vezir: Hani, onların çoğalması için mi konuşuyorsunuz?

Fıravun: Evet, rahmetli babam başladı onlara baskı yapmaya, ama fayda etmedi. Onlar azalacağına daha da fazla çoğalmaya başladılar.

Vezir: Ve... şey... sizi boşuna telaşa sokmak istemiyorum. Ama...

Fıravun: Ne bu aması maması? Bildiğin bir şey varsa, açıkça söyle.

Vezir: Biliyorsunuz, onların arasında sokucular ve bizim ajanlarımız var...

Fıravun: Eee?

Vezir: Ve aldığımız bilgilere göre bir ayaklanma planlıyorlar!

Fıravun: Nee? ... Bu nasıl oldu? Kim onların güdücüsü?

Vezir: Öğrendiğimiz kadar Musa adında biri. Midyan tarafından geldi buraya. Aslında burada doğmuş, ama uzun seneler o devlette saklı yaşamış ... diyorlar.

Fıravun: Ve polisimiz onu brakıyor, rahat yaşasın, öyle mi?

Vezir: Şey Fıravun hazretlerimiz, yanlış anlamayın: biz de bir an önce onu yok etmek isterdik. Ama İbranilerin bizden daha kalabalık olduğunu biliyorsunuz. Sahi, silahları, askerleri yok. Ama gene de, şimdi o Musa herifi yakalarsak ya da öldürürsek bütün halk kuduracak, çok kan akacak.

Fıravun: Ne? Anlamıyorum... o adam daha dün gelmiş Mısır'a ve herkes ona bağlanıyor. Bu nasıl olacak?

Vezir: Diyorlar ki, onda kuvvet var, mucize yapsın.

Tanrıların gücü onunla beraberdir.

Fıravun: Ha, şarlatanın tekidir.

Bizimkilerin de büyücüleri var, fokus pokus yaparlar.

Ben zaten öyle şeylere inanmıyorum.

Din, halk için bir çeşit uyuşturucudur.

Hizmetçi: Fıravun hazretlerimiz! Dışarıda iki adam sizinle görüşmek istiyorlar. Diyorlar ki, size önemli bir haber getirirmişler.

Fıravun: Haber mi? Kimden, birhangi başka devletten mi?

Hizmetçi: Hayır, diyorlar ki, en büyük tanrıdan, hani göklerin tanrısından bir haber imiş.

(Fıravun ve vezirler birbirlerine bakışıyorlar)

Vezir: Adamların adlarını öğrendin mi?

Hizmetçi: Harun ve Musa imiş.

Fıravun ve Vezir: Musa mı?

Hizmetçi: İçeri buyurayım mı?

Vezir: Onlar da kim imişler, ha? Hiç çağrılmadan saraya geliyorlar, bir de Fıravun efendimizle görüşmeye kalkıyorlar. Defet o pis köleleri bizim saraydan.

Vaktı geldi mi, onların kafalarını kesecez. Hiç merak etme.

(hizmetçi gitmeye kalkıyor, Fıravun onu zaptediyor)

Fıravun: Hayır, hayır öyle değil. Çağır adamları, yanıma gelsinler.

(vezire) Bir düşmanı yenebilmek için onun stratejisini öğrenmelisin.

Şimdi öğrenecez, İbranilerin planları nedir.

(Musa ve Harun içeri gelip eğiliyorlar)

Fıravun: Konuşun bakalım. Öğreneyim bari, köleciklerimizin arzuhalini.

Harun: Ey Fıravun dinle: İsrailin tanrısı, Rab Yahve şöyle diyor:

"Halkmı brak, gitsin, çölde bana bayram etsin."

Fıravun: (eğlenerek) Ne? Anlayamadım? Kim söylermiş bunu?

Harun: Bunu söyleyen İsrailin tanrısı, Rab Yahve'dir.

Fıravun: (vezirlerine) Yau, kulaklarım gene kumla mı doldu, yoksa nedir.

Onların dediklerinden bişey anlamıyorum. Ya siz?

(Harun ve Musa'ya - sert) Bakın sizin dediğiniz tanrı... adı neymiş onun?

Harun: Rab Yahve!

Fıravun: Aa, evet.. (eğlenerek) Rab Yahve! Sizin dediğiniz tanrıyı tanımıyorum.

Ra, Ptah, Anubis, Osiris, Horus ve Aton, Aştoret ve On -

işte benim bildiğim tanrılar bunlardır. Asıl, güçlü tanrılar bunlardır.

Sizin Yahve de ne yapacak bunlara karşı, madem tektir.

O da kim oluyor ki, onun sözünü dinleyim, sizin halkınızı serbest brakayım?

Harun: Bakınız... İsraillilerin tanrısı bizimle görüştü. Şimdi, izin verin ki, üç günlük yol alalım, çölde tanrımız Rab Yahve'ye kurban keselim. Yoksa... yoksa belki onun hatası dokunacak bize, belalar, hastalıklar gelmesin başımıza. Siz bir kral olarak herhalde vatandaşlarınız iyiliğini düşünüyorsunuz, öyle değil mi?

Fıravun: Heehey, çok kurnazsın sen! Ne yapmak istediğini anladım.

Birtakım Allah laflarını uydurup halkını işten alıkoymak istiyorsun. İşleyeceklerine mülüs, mülüs bayram yapsınlar o 'Rab Yahveye', ha?

Yok öyle şey!

Sekreter! Yaz bakalım. Fıravun'un buyruğu:

İbrani köleler bundan böyle gene aynı sayıda tuğla yetiştirmek zorunda, yalnız.. onlara artık saman verilmeyecek, kendileri bulsunlar.

Harun: Ama...

Fıravun: Şşşt... İsrailliler mülüs insanlardır, onun için bu dini meseleleri karışıtırıp bakıyorlar, işten sıyrılsınlar. Yok öyle şey!

(vezirlere) Bundan sonra onların işini iki kat daha ağır yapacaksınız. Anlaşıldı mı?

(Harun ve Musa'ya) Hadi çıkın artık huzurumdan, gözüm görmesin sizin gibi sahtekârları.

(Musa ve Harun çıkıyorlar)

Harun: Te, te şimdi senin gönlün oldu mu? Ha? Bunu mu istedin?

Ben sana en baştan söylemedim mi, herif bizi seslemeyecek?

Musa: Ama lazımdı Rabbin sözünü yerine getirelim.

Harun: (eğlenerek) "Ama lazımdı Rabbin sözünü yerine getirelim".

Hey, bak hele, bizim mahaleye döndük mü, ne yapacaklar bizi.

Bıçakla çentik çentik yapacaklar bizi. Seni gene dilim dilim doğrayacaklar.

Musa: (diz çöküyor) Rab! Rab! Niçin kendi halkına bu fenalık yapıyorsun?

Fıravun'un önünde rezil olduk, halkımız da bizi paramparça yapacak.

Bizi kurtarmak için bişey yapmadın. Beni bunun için mı göderdin?

Gökten bir ses: Ben Rab Yahve'yim. Dedelerinize İbrahim'e, İshak'a ve Yakub'a göründüm. Onlar Kenan devletinde yabancılar olarak yaşardılar. Ama onlara söz verdim, Kenan devleti bir gün onların torunlarının olacak diye.

Ve şimdi Fıravun'a ne yapacağımı kendi gözlerinle göreceksin. Elim onun üzerinde o kadar ağır olacak ki, sizin halkınızı serbest brakacak.

---------------------------------------------------------------------------

Anlatıcı:

1) kan: iki kız kuyudan su çekmeye gidiyorlar, steple kırmızlaşmış su çıkıyor

2) kurbağalar: oyuncak kurbağalar ekmek kutusundan çıkıyorlar

3) sivrisinekler: kişiler kendilerini vuruyorlar

4) at sinekleri: Fıravun tahtta oturuyor, hizmetçileri palkalarla onun kafasındaki sinekleri vuruyorlar

5) hayvanlar ölüyor:

6) çıbanlar:

7) tolu:

8) çekirgeler:

9) karanlık: kişiler kapalı gözlerle yürüyüp çarpışıyorlar; kızanlar korkudan bağrıyorlar

10) ilk doğanların ölümü: Fıravun'un oğlu - sokakta yaşayan bir dilencinin oğlu yanyana ölüyorlar