Talantlar Benzetmesi



Yaş grubu: küçük - orta


Oynayanlar:


Osman aga - zengin adam -

Masume - Osman'ın karısı -

Hayri - birinci bırçet -

Hilmi - ikinci bırçet -

Hüsnü - üçüncü bırçet -

Zeyra – Hüsnü’nün karısı -

Muzo - Mikrobusta bir yolcu -

1.müşteri - (çorba dükkanında) -

2.müşteri - (çorba dükkanında) -

Canan - birinci imanlı kız -

Ceylan - ikinci imanlı kız -

Cahile - üçüncü imanlı kız -

Fatoş - Ceylan'ın kızı -

Ayfer - Ceylan'ın kızkardeşi -

Polis -

Donka - Cahile'nin bir imanlı kolejkası

1. Sahne:

Osman: (telefonda)

Ah... hmm... ahaa... Eeeh... Öyle mi?

Sahi mi? .... Yani sence bu iş kesin, ha? ...

Masume... Masume... şevik buraya gel, büyük bir haberim var.

(karısı içeri giriyor, kocasına tepsi üzerinde kahve getiriyor. Osman karısına işaretler yapıyor)

Germanya ilen konuşuyom... bak burada ne olacak şimdi.

Dinliyorum... dinliyorum... nerede? Nürnberg'te mi?...

Ne? Daha pazartesi günü başlayayım, öyle mi?

Olur ya, hep olur?... Tamam anlaştık, daha pazar akşamı uçağa biniyorum, sekundada oradayım, hemen işe başlayacaz.

Haydi, eyvallah güzel abiciim benim, Allah kolaylık versin.

(kravatı çıkarıp gömleğin yakasını açıyor, bir koltuğa düşüyor)

Masume: Abe Osman, ne oldu böyle? Konuşsana! Osman, iyi misin?

Osman: Ay karıcım benim... iyi ki, kave getirdin, içeyim de aacık kendime geleyim. (içiyor)

Masume: Ay, duramayacam, patlayacam meraktan. Konuşsana be herif!

Osman: Karı... karı... bu bize düşeş geldi... büyük udar yapacam.

Masume: Aaaaa... bu adam beni deli edecek.

Adam akıllı konuşacan mı, konuşmayacan mı?

Osman: Germanya'ya gidiyorum, daha pazar günü.

Öyle bir fırsat düştü bana, onu kaçırırsam, bana yuh desinler.

Agamla konuştum, beni ortak yapmak istiyor.

Büyük bir avtosalon satın alacaz, beraber işletecez.

Masume: Demek sen bayaa kalacan Germanya'da.

Osman: Eh, öyle. En azında bir sene, İşler oturana kadar.

Masume: Eee? Bütün paranı oraya attın mı, bize ne kalacak, nasıl idare olacaz?

Osman: Korkma, herşeyi düşündüm. Size her ay yollayacam.

Zaten bütün paramı oraya yattırmayacam.

Ne olur ne olmaz, bu işte çıkmak da var, girmek de var.

Onbeş bin Leva brakacam burada ana para gibi, onunla iş yapılsın. Döndüm mü, en azında otuz bin olacak.

Masume: Aaa, benim vaktım yok, öyle şeylerle anlaşayım.

Ben her gün zaettim. Te, yarına gene düğüncüyüz.

Osman: Sıkılma, karıcım, benim bırçetlerim var ya...

Masume: Hayri, Hilmi ve Hüsnü mü?

Osman: Evet, onlar. Her birine brakacam biraz kapital, iş yapsın.

Sonra döndüm mü, hiç olmazsa hazır paramız olacak.

Çağır bakayım onları, hemen anlaşalım, zerrem vakıt yok.

Masume: Onları nerede bulacam bu saatte?

Osman: Nerede mi olacaklar? Kartada tabii, git bak Goço'nun barçesine, bulacan onları.

(Masume gidiyor, onları buluyor)

Masume: Hayri, Hilmi, Hüsnü... gelin bakalım, Osman aga sizi çağırıyor.

Hayri: Şimdi vaktımız yok, karta oynuyoruz.

Hilmi: Öyle ya! Hiç rahat yok mu?

Hüsnü: Hep iş... hep iş... bu adam gene ne istiyor bizden?

Masume: Haydi çok uzatmayın. Kocam size güzel bir iş teklif edecek.

Hilmi: Haydi, kalkalım, bakalım, bu iş de neymişç


(birlikte eve gidiyorlar)

Osman: Hoşgeldiniz. çocuklar!

Hepsi: Hoşbulduk, hoşbulduk.

Osman: Oturun bakalım. Size çok güzel bir predlojeniem var.

Hüsnü: (Hilmi’ye) Ay çok merak ettim.

Osman: Bakın, ben pazar günü Germanya’ya gidecem.

Şöyle.. bir sene orada kalacam.

O zaman içerisinde her birinize bayaa para brakacam, onunla iş çevireseniz.

Hayri: Biz? İş yapalım? Nasıl olacak?

Osman: Biliyorum, şimdiye kadar yok yaptığınız, hep benim altımda işlediniz. Ama bundan sonra siz kendi kendinize şef olacanız. Nah alın bakalım para.

Hayri, nah sana sekiz bin Leva.

Hilmi, sana beş bin verecem.

Hüsnü, sana da iki bin.

Hepinize farklı farklı verdim, çünkü tanıyorum sizi.

Hilmi: İyi de, bundan sonra ne yapacaz, ne iş çevirecez?

Osman: Bu beni hiç ilgilendirmez. Te ben size verdim ana parayı ne yaparsanız yapın. Ama bir sene sonra 100 protsent daha fazla bekliyorum sizden.

Haydi gidin şimdilik, mülüslük yapmayın, çalışkan olun,

o zaman sizden memnun kalacam.

Hepsi: Sağol Osman aga... yolun açık olsun.



(üçü dışarı çıkıp paralarını saymaya başlıyorlar)

Hüsnü: Ne yapacaz şimdi? Ne iş tutacaz?

Hilmi: Ben biliyorum ne yapacam.

Hayri: Ben de bir şey düşündüm.

Hüsnü: Ya ben ne yapacam kendime? Ha?

Hilmi: Orasını sen düşün. Osman aganın sözlerini duydun, değil mi?

Hayri: Evet, aylak durdun mu, para yok olur. Mutlaka bir iş çevir.

Haydi, ben gidiyorum.

Hilmi: Hepsi iyi, çocuklar.

(herkes ayrılıyor, Hüsnü de eve gidiyor, Hüsnü’nün karısı ona kapı açıyor)

Zeyra: Hoşgeldin Hüsnü, ne yaptın bütün gün?

Hüsnü: Abe brak, başıma bir bela aldım.

Zeyra: Ne oldu, anlat!

Hüsnü: Osman aga bana 2000 Leva braktı.

Zeyra: Sahi mi? Demek zenginiz artık! (başlıyor köçek atmaya)

Hüsnü: Dur dur... bir sene sonra o parayı geri isteyecek.

Zeyra: (sönüyor) Demek boşuna sevindim.

Hüsnü: Ne yapsak acaba? (düşünüyorlar)

Zeyra: Ha buldum... Al bu mendili, ver bakayım paraları...

te şöyle ortaya koyuyoruz...

şimdi bir cümcük.... hazııır.

Hüsnü: Eee... şimdi?

Zeyra: Şimdi onu bir naylon torbaya koyuyoruz... ha. gördün mü? Sonra barankadan bir kürek alacan ve avluda onu gömecen. tamam mı?

Hüsnü: Ama...

Zeyra: Yok aması, sen karını sesle. Ben seni tanıyorum.

Para ortalıkta durdu mu, hep harcanıyor.

Hüsnü: Peki, madem öyle diyon... öyle olsun

(avluda kazmaya başlıyor)

Zeyra: Ha şöyle!


(bir kızan geçiyor, elinde bir tabela ‘altı ay sonra’ diye)

(Hayri birkaç kişi bagajla bir mikrobusa bindiriyor)

Hayri: Haydi bakalım. Aacık şevik tutalım, yolumuz uzun.

Hazır mıyız? Haydi, Filibe’ye dönüyoruz

Muzo, gel yanımda otur.

Muzo: Hayri aga, ne zaman başladın bu işe?

Hayri: Altı ay önce.

Muzo: Mikrobusu kaça aldın?

Hayri: Uygun buldum, yedi bin idi?

Muzo: Yedi bin ne – Evro mu, para mı?

Hayri: Leva tabii. Osman aga bana para braktı işleyeyim.

Aklıma da bu iş geldi.

Muzo: İyi düşünmüşün. Dimitrovgrad’a hep giden gelen olur.

Hayri: Eh, ne yapalım. Akmazsa da damlıyor.

Bu halimize de şükür edelim.

Çönün aacık, katacılar var.


(başka szena: küçük bir çorbacı dükkanı, birkaç kişi bir masada çorba yiyorlar)

1.müşteri: Hilmi aga, dök bana daha bir çanak.

Hilmi: Nasıl olsun?

1.müşteri: İşkembe. be işkembe... te böyle (kendi tumbağını gösteriyor)

2.müşteri: Aşkolsun adama... yeni açtı, altı ay içinde mahallenin en hızlı çorbacısı oldu.

1.müşteri: Anlamıyorum, adam Osman aganın dükkanında işçi idi, birbenbire kendi restoarntı açtı. Nasıl yaptı acaba?

Hilmi: Buyrun... çorbanız! Dikkat sıcaktır. Daha sirke getireyim mi?

1.müşteri: Sağol agacım. Senin sayende artık aç karnına işe gitmiyoruz.

2.müşteri: Hilmi aga, olur mu sana bir şey sorayım? Ama darılmayacan. yamam mı?

Hilmi: Yok canım, sor.

2.müşteri: Sade merak ettik. Sen sıradan bir işçi idin, sonra birden bu dükkanı açtın, şimdi sen patron oldun, iki tane de işçin var. Nasıl oldu bu iş?

Hilmi: Osman aga sağ olsun, bana o yardım etti.

Braktı bana 5000 Leva kadar para,

yani yanlış anlamayın, borç olarak,

ana para gibi onunla iş yapayım, sonra onu geri isteyecek.

1.müşteri: Anladık... eee, memnun musun bu işten?

Hilmi: Eh, ne diyelim? Bereket versin, akmazsa da damlıyor.

Bu halimize de şükür olsun.


(szena değişiyor – Hüsnü’nün evinde – karısı yatakta yatıyor, adam huzursuz evin içinde geziyor)

Zeyra: Abe kocacıım ne yapıyon böyle. Yatsana artık, baksana saat kaç oldu. Te... üç buçuk

Hüsnü: Ne yapayım? Uykum tutmuyor.

Zeyra: Ne var, gene ne alıp veriyon?

Hüsnü: Ya bir kişi çaldıysa...

Zeyra: Nee? Neyi çaldıysa?

Hüsnü: Parayı konuşuyorum. Nasıl altı ay önce o parayı avluda gömdük, bir türlü rahat uyuyamıyorum.

Zeyra: Abe sen de... tamam, aacık tahta eksikliği eskiden de vardı sende, ama şimdi hepten kaçırdın galiba. Be kim çalacak avlunun içinden?

Hüsnü: Ne dersen de, ben rahat değilim. Daha şimdi gidecem bakacam.

Zeyra: Ne? Bu saatte? Üff, nereden buldum bu adamı?

(dönüyor, uyumaya devam ediyor)

Hüsnü: (dışarı çıkıp bahçede kazmaya başlıyor)

Paralarım! Paralarım nerede?

(en sonunda bulup naylon torbayı çıkarıyor, paraları saymaya başlıyor)

Oh, çok şükür. Kimse onlara dokunmadı...

Haydi gene gömeyim.


(Osman aganın evinde, kapı çalıyor)

Osman: Buyurun çocuklar, içeri buyurun bakalım!

Hilmi: Oo, Osman aga hoşgeldin. Gurbetten ne zaman döndün?

Osman: Akşama saat dokuza doğru. Evet, en birinci işim sizinle. Bakalım kapitalcaazım ne halde!

Hüsnü: Neden, ne oldu? Yoksa Germanyadaki işinde battın mı?

Osman: Hayır, çok iyi geçti. Her şey yolunda.

Bu bir sene içinde o kadar para kazandım ki, bir daha çıkmayacam. Artık pensionist olacam.

Neyse, onun için toplanmadık, hesapları görelim.

(küçük bir defter çıkarıyor, onu karıştırıyor)

Evet, nerede kalmıştık? E te te burada yazıyor.

Hayri, sana 8000 Leva brakmıştım. Onlarla ne yaptın?

Hayri: Osman aga, sağ ol, var ol!

Sen olmaydın hiç düzelmeyeceydim.

Senin paranla aldım kendime bir mikrobuscağız,

hem Dimitrovgrad’a insan aydıyorum,

hem kendim biraz mal satıyorum.

8000 verdin bana, ben de 8000 daha kazandım.

Buyur 16,000 Leva.

Osman: Aferin be çocuğum. Yapıcı adamsın. Seninle daha çok iş yapacaz.

Evet, Hilmi. sen anlat bakalım. Seninle iş nasıl oldu?

Hilmi: Bak. Osman aga,

bilmiyorum benden memnun kalacan mı?

Zerrem, ben o kadar büyük tücar değilim.

Senin paranla aldım kendime bir yercez, döşedim onu, çanak kaşık bilmem ne. Açtım bir çorba dükkanı.

Bana 5000 verdin, 5000 de ben kazandım. nah sana 10,000 Leva.

Osman: Bravo sana! Tam gönlüme göre adamsın.

Maksat değil elinde ne var, ama onunla ne yaptın.

Beğendim seni. Seninle çok iş yapacaz.

Haydi bakalım Hüsnü. Sen ne diyecen?

Hüsnü: Osman aga, ne diyeyim sana? Seni tanıyorum, biliyorum nasıl bir adamsın. Bir elle veriyon, öbür elle geri alıyon.

Doğrusu, korktum senden.

İstemedim bir işe başlayayım, riske gireyim.

Sonra senin ana paranı da battıracaydım.

Onun için sardım senin paracıklarını, gömdün avluya.

Nah, al paralarını. Hepsi burada. Bir stotinka eksik değil.

Osman: (bağırarak) Sen... sen... sen iyi misin?

Senin kafan hiç mi işlemiyor? Ay hasta olacam.

Bu herif beni öldürecek.

Doğrudan benden çalmaya bakıyor.

Hüsnü: Aa Osman aga, ne diyon sen? Nerede senden çalmışım?

Sen bana 2000 verdin, ben de sana 2000 çeviriyorum.

Te say, hepsi burada.

Osman: Madem benden korkmuşun, en azında parayı bankaya vereceydin,

param lihva kazansın.

Sen benim lihvalarından çaldın.

Alın bu herifi kıra attın. Bir daha onu görmek istemiyorum.

(onu dışarı atıyorlar)

Cık cık... ne biçim insanlar varmış!

(kapıyı açık Hüsnü’nün arkasından bağrıyor)

Bana 2000 Leva borçlusun. Ödemedin mi. seni mahpusa sokacam. Anladın mı?

2. Sahne:

(üç kız, Canan, Ceylan ve Cahile, yanyana oturuyor - arkadan banttan bir ses)


Erkek sesi: Gökte ve yeryüzünde bütün kuvvet bana verildi. Onun için gidin, bütün milletleri öğrenci olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adında vaftiz edin. Onlara öğretirin, size her ne buyurduysam, onu yerine getirsinler. Ve işte, ben her vakıt sizinle birlikteyim, hem de dünyanın sonuna kadar.


Ama Kutsal Ruh üzerinize geldi mi, kuvvet alacanız. O vakıt benim şahitlerim olacaksınız, hem Yeruşalim kasabasında, hem bütün Yahudiye ve Samiriye sancaklarında, hem de dünyanın en uzak köşelerinde.


Kız sesi: Hepimiz tek bir Ruh ile tek bir bedenin içine vaftiz olduk. Hepimiz de tek bir Ruhtan içtik.


Erkek sesi: Ama Mesih her birimize merhametinden verip derece derece vergiler dağıtırdı.

(tavandan birer bahşiş kutusu iniyor)

Kız sesi: Bütün beden Ondan fırsat alıyor. Hani şöyle: bağlı olan her parça bir şey katıp bedeni bir arada tutuyor ve birleştiriyor. Her bir parça tek tek tertipli işliyor. Böylelikle bütün beden kendi kendini sevgide büyütürüyor ve yetiştiriyor.


----------


Canan: Kızanlar, kim istiyor bir oyun oynayalım?

Herkes: Ben, ben..

Canan: Haydi bakalım, dizilin, yapın bir krıgçe... ha şöyle.

Şimdi... 'kuzu' diye bağırdım mı, herkes çönsün, 'çoban' bağırdım mı, herkes ayağa fırlıyor, anladınız mı?

Herkes: Anladık...

(biraz 'kuzu - çoban' oynuyorlar, 'cüce - velikan' gibi)

Canan: Yeter bu kadar! sakin olun aacık!

Şimdi size çok önemli bir şey soracam: biliyonuz mu kim o çoban, kim kuzu?

Herkes: Hayır, bilmiyoruz.

Canan: Bakın o kuzular biziz.

Aynı kuzular gibi hep yolumuzu şaşırıyoruz,

bilmiyoruz ne yol tutalım.

Hep kayboluyoruz, yanlış şeyler yapıyoruz.

Ama Rab İsa bizim iyi çobanımız.

Ona yakın kaldık o bize yol gösteriyor, bizi koruyor.

Bunu anladınız mı?

Herkes: Anladık, Canan teyze.

(kapı kakılıyor. heyecanlı bir ses)

Zatiye: Canan abla, benim Zatiye, şevik aç polis geliyor.

Canan: Polis mi? Benim ne işim var polisle?

Zatiye: Bilmiyorum, ama en iyisi saklan.

Canan: Yok be, niye saklanayım, yasak bir şey yapmıyoruz.

Polis: İyi günler, efendim. Delikanlı bir adam arıyoruz, te böyle bir seksen beş, sarı saçlı, kara gözlüklü, narkomanın biri... bu vhoda daldı, bir şey göreseniz?

Canan: Hayır memur bey, bir şey görmedim.

Polis: Aa... bu kızanlar ne arıyor burada? Ne yapıyorsunuz onlarla?

Canan: Te, gördüğünüz gibi, Allah türküleri söylüyoruz, dua ediyoruz... Kutsal Kitaptan okuyoruz.

Polis: İyi yapıyorsunuz, devam edin, devam edin.

Ne kadar kötü yola düşmesinler.

Haydi iyi günler, gitmem lazım.

Zatiye: Canan abla, inanamıyorum... sen çok değiştin.

Eskiden ağzını açamazdın,

böyle insanların karşısında dilini yutardın.

Ne oldu sana?

Canan: Çok şükür Allaha. Eskiden imanlıydım, ama uyardım.

Anlamazdım, Rab istiyor, onun için işleyim.

Ama sonra Rab bana gösterdi, bende ne vergi var.

Te bu kızanlarla anlaştım mı, mutlu oluyorum.

Zatiye: Ay... bak ne buldum (bahşiş kutusunu gösteriyor)

Canan: Bu da ne? Bunu anlamıyorum. Bak iki tane oldular.

Zatiye: Ah keşke ben de senin gibi olabilsem.

Canan: Ama olabilirsin, bu fırsat her imanlıda var.

Dua et Rab sana göstersin sende ne vergi var.

Zatiye: Edecem... edecem!


-------------


Fatoş: Ana, ben gidiyom şimdi.

Ceylan: Nereye, be evladım.

Fatoş: Mektebe tabii, saat 12 oluyor, bugün ikinci smenayız.

Ceylan: A ya! Unuttum. Ama önce ötur aacık yemek dökeyim sana.

Fatoş: (oturup yemek yemeye başlıyor)

Hmmm... ellerine sağlık anacığım,

yemek çok güzel olmuş....

Mar ana, niye bu kadar çok manca yapıyon,

kim bütün bunları yiyecek?

Ceylan: Sen pazar günü toplantıda duymadın mı:

Şengül kızkardeş hastanede.

Kimse de ona yardım etmiyor.

Fatoş: Nasıl ya? Yok mu onun gelinleri, kızları?

Ceylan: Yok, sade erkek kızanları var onda.

Yok kim onlara yemek yapsın.

Çocukları da hepsi yaramaz,

bir parmak bile kaldırmıyorlar, analarını dolaşmıyorlar.

Fatoş: Ay, çok yazık... Ama sen de çok fazla uğraşıyon,

her gün başka bir mesele çıkıyor.

Hep sen mi koşacan hastalar için...

ko toplantıdan başkaları da aacık uğraşsın.

Ceylan: Yok kızım... ben de eskiden öyle düşünürdüm,

ama Rab benim fikirlerimi değiştirdi.

Artık kimseye bakmayacam.

Allah bana bir görev verdi, ben de onu yerine getirecem.

Ben başkaları gibi büyük dersler yapamıyorum,

güzel sesim de yok, elimden ne gelirse, onu yaparım... yemek pişiriyorum, temizlik yapıyorum, hastaları dolaşıyorum. Te bu kadar.

Fatoş: Neyse, ben gidiyorum. Çao, çao!

Ceylan: Rab seninle olsun... mektepte dikkat et!

(ilahi söyleyerek, yemek pişirmeye devam ediyor, sonra bitirip evden çıkmaya hazırlanıyor)

Ayfer: (hiç kapıyı kakmadan içeri dalıyor)

Mar Ceylaaan! Geldim sana kadar,

aacık bana yardım edesin.

Ceylan: Ayfer nasılsın? Gene mi kocanla çekiştin?

Ayfer: Hayır, onun için gelmedim.

Değil mi, anlaştık bir gün gidecez tapet bakmaya.

Tsentırda çok ucuz dükkan buldum. Haydi çıkalım.

Ceylan: Dur aacık, bugün hiç vaktım yok.

Ayfer: Ne demek 'vaktım yok'? Sen kendi kızkardeşine vakıt ayırmadın mı, kime yakınlık gösterecen?

Ceylan: Öyle konuşma, biliyorsun açan hepinizi seviyorum, ama bugünkü işim daa önemli.

Ayfer: Naş iş ya? Gene o toplantı meselesi mi?

Sen artık hepten insanlıktan çıktın.

Hiç bizi saymıyon. Balim yarın gidelim.

Ceylan: Yarın... yarın da işim vardı. Dur bakayım, neydi?

(küçük bir deftere bakıyor)

aa, evet, yarın Burgas'tan bir imanlı kızkardeş gelecek,

onu karşılamak lazım.

Haydi, geç oldu... lazım çıkayım... Haydi görüşürüz.

Ayfer: Te... te... kendi kızkardeşini brakıyor.

Bu protestantlar da yedi milletten dışarı...

Dur... bir şey unuttun! (kutuyu gösteriyor)

Ceylan: O mu? Ah? O da nereden geldi. Şimdi iki tane oldular.

---------


(iki kadın aynı işte çalışıyorlar, Cahile türkü söylüyor)

Donka: Ay ne güzel söylüyorsun. Nerede öğrendin.

Cahile: Bir yerde, daha küçükken hep türkü söylerdim.

Donka: Aaa.... öyle bir ses Allah vergisi, seyrek bulunuyor.

Cahile: Eh... ne yapalım... kime ne verilmişse.

Donka: Cahile kızkardeş. Bak aklıma ne geldi:

Madem ikimiz de imanlıyız, hem de aynı yerde işliyoruz.

Olamaz mı böyle işlerken birlikte birkaç ilahi söyleyelim

Senin o kadar güzel bir sesin var,

bunu Rab sana verdi, onunla onu övesin

İstersen deneyelim bir tane ilahi (başlıyor söylesin)

Cahile: Şşşt... sen deli misin ne?

Donka: Neden? Ne oldu ya?

Cahile: İş yerimizde başlıyon ilahi söylemeye.

Ya bizi duyan olursa?

Donka: Duysunlar, ne olacak?

Cahile: Ne mi olacak? Maana bulacaklar, belki de işten atacaklar bizi. Onu mu istiyon ha? Bu pahalılıkta olamaz işsiz kalayım. Sonra ne yapacam kendime?

Donka: Yok canım, sen de ama abarttırdın.

Madem Rab sana o güzel sesi vermiş, lazım onu onun için kullanasın, Öyle değil mi?

Cahile: Eh... aslısına bakarsan öyle, ama bu krizada herkes lazım kendine baksın. Ne yapayım. Allah anlayış gösterecek.

Ay... benim küçük bir kutum vardı, ne oldu ona?

Bir yerde bulamayom...

3. Sahne

(Canan, Ceylan ve Cahile diziliyor - arkada beyaz çarşaf, onun arkasından ses geliyor)


Ses: Evet, herkes elindeki hediye kutuları göstersin. Sırada kim var?

Canan: Ben.

Ses: Anlat bakalım, bu kutuları nasıl aldın?

Canan: Ben de tam anlayamadım. Her zamanki gibi, kızanlarla uğraştım, bir de baktım, kutular çoğalıyor.

Ses: Evet, onu ben buyurdum, Kimde varsa, ona daha fazla verilecek.

Sen küçük meselelerde sadık kaldın, şimdi seni büyük işlerin üzerine koyacam. Buyur, gel yanıma!

(Canan sevinçle hopluyor, arkaya gidiyor)

Ceylan: Ay çok heyecanlıyım. Benimle ne olacak acaba?

Ses: Ceylan, sen de göster bakalım.

Ceylan: Buyur, efendimiz. Bana da aynısı oldu, Hiç anlamadım, kutular nasıl çoğaldı. Biraz misafirlerle anlaştım, biraz hastaları dolaştım... o kadar.

Ses: Sen de yanıma gel. Sen de boş durmadın, elinde ne varsaydı onu benim için kullandın. Gel yanıma.

(Ceylan da sevinçle gidiyor)

Cahile: (sabırsız) Haydi artık, ben de gideyim.

Ses: Cahile, senin kutuların nerede?

Cahile: Kutular mı, naş kutular?...

Aa, anladım, hani şu kadar bir şey, hediye gibi sarılmış.

Ses: Evet, o.

Cahile: Ne bileyim yau? Birdenbire ortadan yok oldu.

Çok mu önemli o kutu? Onsuz olamaz mı yanına gideyim?

Ses: Ben sana çok kıymetli bir hediye verdim, ama sen onu kullanmadın.

Ne yüzle şimdi yanıma geliyorsun? Nasıl brakacam seni, yanıma gelesin? Ha'

Cahile: Ama... ama... ben bilmezdim, açan o kadar önemlidir.

İstersen, ver bir daha, bu sefer daha çok dikkat edecem.

Ses: Hayır, senin fırsatın vardı, ama sen onu kullanmadın.

Artık geç oldu, yanıma gelemezsin! Sen çekil git karanlığa.

(Cahile ağlayarak uzaklaşıyor)