Bu sözlüğü nasıl kullanmak lazım?
Bu sözlük, Kitabı-Mukaddes'i ciddi olarak okumak isteyen imanlılar için hazırlanmıştır. Bu sözlüğün 5 ayrı parçası var:
A) 'Kitabı-Mukaddes'i doğru okuyalım!'
Bu parçada anlatıyoruz, Kitabı-Mukaddes'i okurken, hangi en önemli taraflara lazım dikkat edelim.
B) Türkçe Sözlük:
Kitabı-Mukaddes'te sık sık eski türkçe ya da İstanbul türkçesi sözleri rastlıyoruz. Onları alfabetik olarak dizdik ve açıklamasını verdik. Sözler şu kitaplardan alınmıştır: Eski Ahit'in eski tercümesi, 'Tekvin' ('Yaradılış') kitabının yeni tercümesi, Yeni Ahid'in eski tercümesi, Yeni Ahid'in 'Müjde' tercümesi ve Yeni Ahid'in 'Kitabı-Mukaddes Şirketinin' tercümesi.
(a) Bazı kere bir sözün iki farklı anlamı var; bu farklı anlamları göreceksiniz (1) ve (2) gibi, parantez içinde numaralarla.
mesela: burç - (1) kule (2) bir yıldız grubu
(b) Bazı sözleri doğrudan bulgarcaya çevirdik. Onu çift tırnak işareti ile ("...") gösterdik.
mesela: çağlayan - "водопад"
(c) Bazı sözler başka söze ek koymakla türemiştir. O eki parantezler içinde gösterdik.
mesela: cani(lik) - katil(lik)
bu demek ki: cani - sözü "katil" demektir ve canilik - "katillik" demektir
(ç) Eğer tırnaklar içindeki ekin önünde bir tire gelirse, önceki sözcüğün son ekini çıkarıp, parantez içindeki ekini koymak lazım.
mesela: denetim (-lemek) - kontrol (etmek)
yani: denetim - "kontrol" demektir ve denetlemek - "kontrol etmek" demektir.
(d) "Bknz.:" bakınız demektir. Yani bu sözün açıklamasını başka bir sözün altında bulabilirsin.
mesela: behane - bknz.: bahane (yani, 'behane' ve 'bahane' aynı anlamdadırlar.)
(e) Her sayfanın dibinde Türkçe alfabesini (азбука) olduğu gibi yazdık. Böylelikle sözcüklerini daha çabuk bulabilirsin.
C) Kişi adları
Sözlüğün bu parçasında Yeni Ahit'te geçen kişilerin adlarını bulabilirsin. Her addan sonra şu kategorileri yazdık: dişi/erkek - ne zaman yaşadı - ne görevi vardı - başka adı (ya da adları) - hayatı için bilgiler - hangi ayetlerde geçiyor. Dikkat: ~ 'aşağı yukarı' demektir. Bir not: İ.Ö. seneleri geri sayılıyor, mesela: İ.Ö. 550 senesi, 549 senesinden ÖNCE geliyor.
D) Yer adları
Burada yeni Ahit'te geçen kasabalar, balkanlar, ırmaklar, sancaklar ve devletlerin adlarını bu açıkladık. Her addan sonra şu kategorileri yazdık: ne tür yer (mesela: kasaba mı, ırmak mı, sancak mı) - eski adı - nerede bulunuyor - bugünkü adı / hangi devlette bulunuyor - hangi ayette geçiyor.
E) Ekler
Son olarak, Kitabı-Mukaddes'te bazı karışık konular için açıkla-malar koyduk: (1) Bütün Eski Ahit'in tarihini gösteren bir çizgi,
(2) Yeni Ahit'te kral Hirodes'in hanesini gösteren bir sayfa
(3) İsa Mesih'in apostolların adlarını açıklayan bir sayfa
(4) İsa Mesih'in 123 adını gösteren bir yazı (tabii ki, daha fazla adları var, biz sade birkaç tane seçtik) ve
(5) İsa Mesih'in son haftada ne yaptığını gösteren bir karta.
Lütfen, bize yardım edin. Bu sözlük daha faydalı olsun diye bize mektup yazın. Ne zaman bilmediğiniz ve burada açıklanması olma-yan bir sözcüğü rastlarsanız, bize bildirin.
Rabbin Sevgisi ile: СEВДА ООД, П.К.32, 4006 Пловдив
Kitabı-Mukaddes'i doğru okuyalım !
Kitabı-Mukaddes'i ciddi olarak okumak isteyen herkes, bazı söz-ler ve sistemleri öğrenmeli. Bunlara dikkat etmedik mi, çok şey anlamayacağız:
Kitabı-Mukaddes'in asıl sözlerine metin (ya da tekst) diyoruz. Eski Ahit'in metni İbranice olarak, Yeni Ahit'in metni gene Grekçe olarak yazıldı. Elimizdeki kitap sade bir tercüme (çeviri)dir.
Kitabı-Mukaddes'in metni böldüler, okunması daha kolay olsun diye. En büyük parçalara kitap diyoruz. Kitabı-Mukaddes'te 66 tane kitap bulunuyor (39 tane Eski Ahit'te, 27 tane Yeni Ahit'te). Yeni Ahit'teki kitaplar çoğu zaman, ya yazarın adını, ya da alıcının adını taşıyor.
Kitapların daha küçük parçalarına 'bölüm' (ya da Eski Ahit'te 'bap' (eski türkçe)) diyoruz. Bölümler de 'ayet' dediğimiz parçalara bölünüyor. Böylelikle değişik çevirilerde aynı sözü bulmak daha kolay oluyor.
Bu üçü, yani 'kitap', 'bölüm' ve 'ayet' arka arkaya yazılıyor. Mesela şöyle: 'Yuhanna 11:35' 'İsa ağladı'. Yani, 'Yuhanna' kitabı, 11inci bölüm, 35inci ayet. Bazıları buna 'ayetin adresi' dyorlar. Çoğu zaman da kitabın adını kısaltırıyoruz; yani şöyle: 'Yuh' = Yuhanna.
Çeviri yapanlar, bize kolaylık olsun diye, metnin içinde daha birçok bölmeler yaptılar: Dikkat edersen, satırların ("редица") hepsi aynı uzunlukta degil. Bazıları daha içeride başlıyor. Burada yeni bir paragraf başlıyor. Bir paragraf birkaç cümleyi ("изречение") içine topluyor. Bu cümleler tek bir meseleyi anlatıyor.
Kimi paragrafların yukarısında daha kalın harflerle yazılmış sözler var, onlara 'başlık' diyoruz. Bunlar asıl metinde bulunmuyor. Başlıklar bir ya da birkaç paragrafın konusunu (tema) ya da özetini gösteriyor. Konu, ya da tema, mesele demektir. Bu olup bitmiş bir şey olabilir, ya da bir kişinin bir şey hakkındaki fikirleri olabilir.
Paragrafları çok dikkatla araştımak lazım. Kimi sözlerin üstünde küçük harfler ("букви") bulunuyor. Bunları rastladın mı, hemen sayfanın aşağısına bakacan. Buna 'dipnot' diyoruz, çünkü sayfanın dibinde bulunuyor. Orada aynı harfın yanında bir açıklama görecen. Kimi defa bir sözün Türkçe karşılığı tam olarak bulunmuyor. O zaman çevirenler bunu belli etmişler.
Başka bir çeşit dipnot sayfanın en aşağısında bulunuyor. Bunların yeri ayetlerde harflerle gösterilmiyor! Onların başında kalın harflerle ayet numarası yazılıyor. Onun arkasında başka bir ayet numarası görecen. Ona 'yan ayet' diyoruz. Yan ayetler gösteriyor, aynı söz nerede geçiyor, ya da aynı konu nerede anlatılıyor.
Ayetlerde sık sık tırnaklar ( »....« - ya da - "...." - ya da - '....'). görebilirsin. Burada bir 'konuşma' var. Onlar gösteriyor, bir kişinin konuşması nerede başlıyor, nerede bitiyor. Bu çoğu zaman bir kişinin konuşmasıdır, ama kimi kere de Eski Ahit'ten bir ayet tekrar-lanıyor. O zaman buna 'aktarma' diyoruz. Bu Eski Ahit ayetinin adresini de dipnota bakarak bulabilirsin.
Yeni tercümelerde kimi sözlerin arkasında bir yıldız (*) bulunuyor. Bunu gördün mü, bu söz için kitabın en arkasında bir açıklama bulabilirsin. Mesela: Müjde'de Mat. 3:7'de şöyle yazıyor "...Sadukilerden* birçok kişinin vaftiz olmak için..." Kitabın en arkasında 'Sözlük' adında bir parça var. Orada yıldızlı bütün sözlerin alfabetik dizisini yapmışlar.
Yeni tercümelerde her bir kitabın önünde 'giriş' denilen açıkla-malar var. Orada kitap için ve onun yazarı için önemli bilgiler bula-can. Ayrıca, kitabın 'ana hatları' da yazıyor. Orada kitabı ayet ayet bölmüşler ve her parça için en önemli olan konuları çıkarmışlar. Orada ayetlerin özeti, yani özünü bulabilirsin.
Kitabı-Mukaddes'i okurken şunlara da dikkat etmeliyiz:
(1) Hiç bir zaman sade bir söz, ya da sade bir ayet üzerinde durmayalım. Her zaman hem önceki, hem de sonraki ayetlere dikkat ediyoruz. Araştırdığımız ayetin etrafını da araştırıyoruz. Buna 'kontekst' (yeni türkçe: 'bağlam') denilir.
(2) Kendi kendine sor: "Kim kime yazıyor? Ne amaçla yazıyor? Ne zaman ve nereden yazdı? Sembolik mi, düz yazı mı?"
(3) Ayetin sözleri o zamanki kişiler için ne demek olurdu? An-cak onu anladıktan sonra kendi kendine sorabilirsin: "Madem öyle, ondan bugünkü zaman için ne öğrenebilirim?"
Bu şeyleri öğrendiğin zaman, Kitabı-Mukaddes'te Allahın seni ne kadar sevdiğini anlayacan.
Aba - geniş ve uzun bir balton
Abba ! - 'Babacığım !' (değil: abla) (Aramice)
abluka - engel, bir şeyi bloke etmek ("блокирам")
acaip - değişik, normal değil, anlaşılmayan
acip - şaşılacak, beklenmedik
aciz - zavallı, gariban
açı - bakış, taraf
("Mersedes güvenlik açısından iyi, ama fiyat açısından uygun olmayan bir arabadır.")
ada - "остров"
adale - kas, "мускул"
adalet - doğruluk, hakikat
adamak - tam vermek, başkasına teslım edip unutmak ('adak')
adanmışlık - kendini tam olarak Rabbe vermek
adavet - düşmanlık, kin
adetâ - az kalsın, neredeyse
adil - doğrulukla karar veren
adlandırmak - ad koymak
afsun(cu) - büyü(cü)
ağ - serpme, "мрежа"
ağarmak - beyaz ya da sarı olmak
ağıl - kırda hayvanlara bakmak için sarılmış bir yer
ağıt (yakmak) - üzüntülü bir türkü (söylemek)
ah - inlemek sesi
ahali - eyhale
ahdetmek - kesin anlaşma yapmak, ahit yapmak
ahenk - uyum, hoşluk (müzik için)
ahiret, ahret - dünyanın sonu
ahit (ahdi) - kesin anlaşma
ahit kesmek - kesin anlaşma yapmak
ahlak(iyet) - güzel terbiye
ahmak - akılsız kişi
aile - hane
ait - bağlı ("Çalgıcıları ben ödeyeceğim, ama öbür düğün masrafları sana ait.")
akasya ağacı - çama benzer bir ağaç
akbaba - leş yiyen kartal gibi büyük bir kuş, "лешояд"
akçe - küçük bir para
akıbet(e uğramak) - sonuç (bir duruma gelmek)
akın etmek - kalabalıkça bir yere toplanmak, saldırmak
akıncı - saldırıcı beygirli asker
akik - kıymetli bir taş
aklamak - haklı çıkarmak; suçsuz olduğunu söylemek
aklanmak - haklı çıkmak, davalamadan serbest bırakılmak
akrep - "скорпион"
aksırmak - hapşırmak
aksi (halde) - ters, (yoksa, öbür türlü)
aktarmak - başka duruma getirmek, değiştirmek
al - kırmızı
âlâ - yüce, yüksek, güzel
alâmet - işaret, nişan
alay - (1) yürüyüş, (2) eğlenti
âlem - (1) dünya, (2) toplantı
alet - instrument
aleyh(inde) - karşı
alfa - Grekçe alfabesinin (азбука) birinci harfı (буква)
alıkoymak - engel olmak
âlim - bilen bir kişi
alnı ak - utanmaya sebep yok
âmade - hazırlanmış
amel - yapılan iş
âmil olmak - etkilemek, "преструвам се на..."
anane - gelenek, adet
and - ant, yemin
andırmak - hatırlatmak
angarya(cı) - zorunlu iş, kölelik (o işi yaptıran)
anı - hatıra
anımsa(t)mak - hatırla(t)mak
anıt - heykel, "паметник"
anız - saman ufağı
ant, and (içmek) - yemin (etmek)
antlaşma - iki kişi birbirlerine kesin söz veriyorlar
araç - alet, instrument
aracı(lığıyla) - yardımı(yla)
armağan - bahşiş
argaç - örülmüş giysi
arış - dokuma giysisi (dokumadan)
arıtmak - paklamak
ark - kanal, sulama deresi
arş etmek - marş etmek
arşın - bir uzunluk örçüsü (yarım metre)
arzetmek - daha büyük bir kişiye vermek
asa - baston, gege
asır, asrı - yüzyıl, "век"
âsi - otoriteye karşı giden, başkaldırıcı
asil - efendi, terbiyeli, saygın
asilzade - soylu, bey oğlu
asude - sessiz, sakin
asüman - gökteki, göksel
aşılamak - daha çok meyva versin diye, güzel bir ağaç-tan bir çubuğu alıp daha zayıf bir ağaca takmak
aşırmak - azar azar çalmak
aşikâr - belli, açık, meydanda
aşiret - birkaç hane, cins, boy
aşkın - daha büyük ('aşmak'-tan geliyor; değil: aşık)
aşmak - geçmek, daha fazla olmak
ata - baba, dede, büyükler
atamak - görev vermek
("Emperator Klavdius, Pilatus'u Yahudiye valisi olarak atadı.")
atım - bir uzunluk ölçüsü (mesela: ok atımı)
atışmak - kavga etmek
atiye - hediye, bahşiş
atkı - şal, omuzlara sarılan süs giysisi
atmaca - yırtıcı bir kuş, "ястреб"
attar - hoş kokuları yapan usta, parfümcü
avare - amaçsız ve boş gezen
avdet (etmek) - dönüş (dönmek)
ayaklan(dır)mak - hükümete karşı gitmek, (kişileri onu yapsınlar diye kandırmak)
ayakyolu - tualet, kenef
ayartmak - kötü yola götürmek
ayaz - çok soğuk hava, don
aygır - erkek beygir
ayırt etmek - fark etmek
ayin - din toplantısı, "тържество"
aykırı - ters
ayrıcalık - spesyal bir hak
ayrım - fark
ayrıntı - bütün meselenin küçük bir parçası, detayl
ayyaş - içkici
aza - parça, aylat, organ, "член"
âzade - serbest, bağımsız
azamet - büyüklük, şan
azap - çeki
azat(lı) - serbest (olan bir kişi)
azgın(-mak) - kudurmuş (olmak)
azık - yemek, yiyenti
aziz - kutsal, mukaddes
Bac (baç) - ödenen vergi, "данък"
badana(lı) - boya(lı)
bağbozumu - üzüm toplama zamanı
bağımlı(-sız) - tabii, seslemek zorunda (zorunda değil)
("Kadınlar Mesih'e bağımlı olduğu kadar kocalarına da bağımlı olsunlar.")
("Makedonya şimdi bağımsız bir devlet oldu.")
bağış - hediye, bahşiş
bağışlamak - (1) bahşiş olarak vermek (2) af etmek
bağnaz - fanatik ve ikiyüzlü bir kişi
bağrında - içinde
bahane - maana, boş bir sebep göstermek, yalancık
("Zaten gitmek istemedim, kendime bir bahane uydur-dum. Dedim ki, benzin param yokmuş.")
baharat - "подправка"
bahis (bahsetmek) - laf (söz etmek)
bahsedici - tartışmacı, karşılıklı konuşmalarda hep üstün çıkan bir kişi
bahtiyar(ca) - mutlu
bakımdan - ona göre, onun için
("İbranice sağdan sola yazılıyor. O bakımdan bizim için zor bir dildir.")
baki - kalıcı, bozulmayan
bakire - delikanlı kız
bakiye - geri kalan şey
bâlâ - yüksek, uzun boylu
balçık - kil, çömlek yapmak için çamur
baldır - kalçanın arka tarafı
barbar - Grek olmayan, kültürsüz bir kişi
barınmak (-nak) - saklanmak (saklanmak için bir yer)
barışçıl - barışı, anlaşmayı seven
basiret(li) - anlayış(lı), dikkat(li)
basit - süsü olmayan, "прост"
baskı - zorluk, kötülük
("Arap devletlerde Hristiyan-lara baskı yapılıyor.")
baskın - polisin birdenbire suçluları yakalaması
başak - buğdayın üst parçası, "клас"
başarı(lı olmak) - önceden düşündüğünü yapabilmek
başbuğu - askerlerin güdücüsü, subay
başkan - prezident, güdücü
başlık - (1) kafanın üstüne takılan süs
(2) bir paragrafın en önemli fikrini gösteren yazı
bat - şarap ve zeytinyağı gibi şeyler ölçmek için kullanılan ölçü (= 37 litre) (İbr.)
batıl - boş, geçersiz, yalancı
bayağı - aşağılık, iğrenç
baykuş - kukumal, "кукумяфка"
bazirgan - tüccar, satıcı
bazu - kol, kuvvet
bedel - fiyat
beden - ten
bedevi - yerden yere göçen ve çadırda yaşayan kişiler
bedv - kırlık, kurak ve boş yer
beğeni - razılık, hoşnutluk
behane - bknz.: bahane
behemot - su aygırı, "морско конче" (İbr.)
bekçi - koruyucu, "пазач"
belirle(n)mek - seçip belli etmek (edilmek) ("Uğrayacağımız kasabaları henüz belirlemedik.")
belirli (-siz) - seçilen, belli olan (seçilmeyen, belli olmayan)
("Katolikler belirli günlerde et yemiyorlar.")
belirmek - ortaya çıkmak
("Birdenbire suyun üstünde yürüyen bir kişi belirdi.")
belirti - (1) gösterici bir şey, işaret, nişan (2) mucizat
("Ateş birçok hastalıkların belirtisidir.")
belirtmek - göstermek
bencil(lik) - hep kendi işini düşünen (düşünmek)
benimsemek - kabul etmek, seçmek
benlik - tabiat, karakter
beraat - suçsuzluk
beri - serbest, suçsuz
beril - kıymetli bir taş
berrak - renksiz, cam gibi
besin - yiyenti
besiye çekmek - bobaçlattırmak
beşaret - müjde, iyi bir haberi yaymak
beşer - yeryüzünde yaşayan bütün insanlar
beyan - açıkça söylemek, bildirmek
beyhude - boşuna
beyzade - bey oğlu, soylu kişi
bezdirmek - bıktırmak, usandırmak
bezenmek - süslemek
bıldırcın - "пътпъдяк"
bid'at - yenilik, doğru öğretiş-ten sapan yeni öğretişler
biçare - çaresiz, çalımı olmayan
bildiri - haber
bilge(ce) - doğru karar verebilen, "мъдър"
bilgelik - "мъдрост"
bilgi - bilinen şeyler
bilgiç - çok okumuş olduğunu göstermekle gururlanan kişi
bilgin - çok okumuş bir kişi
bilim - "наука" ("Meteoroloji hava bilimidir.")
bilinç - farkında olma
("Ağzına giren, insanı kirletmez. Ama herkes bunun bilincinde değildir.")
billur - kristal cam
bina - ev, yapı
bina etmek -
(1) ev kaldırmak
(2) kişiye destek vermek
binici - beygir aydayan kişi
birader - kardeş
bit - insanın ve hayvanların üzerinde yaşayan her türlü küçük böcek
bitim - son
bitişik - yan yana
bitki - çiçek ya da ot (değil: son)
bitmek - büyümek (ot ve ağaçlar için)
bodrum - binanın toprağın altındaki tarafı, "изба"
bohça - sırtında mal taşımak için bir çarşaf, borça
borazan - boru, "търба"
boru - içi boş, uzun bir metal, "търба", mesela: kümbet için kulanılan boru
boşanmak - nikâhı bozmak
boşboğaz - boş boş şeyler konuşan
bozguna uğratmak - tam yenmek
bozgunluk - yenilmiş ve perişan olmak
bozkır - ağaçsız ve kuru bir yer
böbürlenmek - gururlanmak
böğürmek - hayvanın bağırması
bölge - etrafı
bölüm - parçe
bön - budala, akılsız
broş - takı, altın süsü
budamak - ağacın dallarını kesmek
buğzetmek - nefret etmek
buhur - yakılan bir taş
buhurdan - buhur yakma tası
bukağı - beygirlerin ayaklarına takılan demir, köstek
bukalemun - tenin rengini çabucak değiştirebilen bir sarımancalak, "хамелеон"
buran yeli - topaç gibi dönen çok hızlı rüzgâr, dönemeç
burç - (1) kule (2) yıldız grubu
burun - denizin içine uzanan sivri toprak parçası
bünyan - ev yapma, bir kişiye destek olmak
bürhan - delil, kanıt, "доказателство"
bürünmek - bir şeyle sarın-mak, başka bir şeymiş gibi gözükmek ("Allahın Sözü ete bürünüp dünyaya geldi.")
Cadde - geniş bir sokak ("Vitoşa Caddesi"), (değil: cadı)
caiz - yapılması serbest, yasak değil
cani(lik) - katil(lik)
cariye - kadın hizmetkâr
casus - gizli ajan
cazibe - çekicilik
cebbar - çok kuvvetli olan
ceberut - şanlılık, Allahın yüceliği
cedvel, cetvel - (1) "списък"
(2) tarlada sulama kanalı
cefa - kötülük, acımasızlık, kötü etki, acılık
cehdetmek - savaşmak, muharebe etmek, uğraşmak
celal - görkem, haşmet, şan, yücelik
celil - büyük, tanınmış, önemli
cellat - ölüm cezalarını yerine getiren kişi, "палач"
cemaat - kalabalık
cemal - güzellik
cemiyet - topluluk
cemiz ağacı - yabani incir ağacı
cenah - kanat, kol
cendere - üzümleri ezmek için bir yer
cenin - henüz doğmamış bir bebek
cenk - savaş, muharebe
cenub - güney, "юг"
ceset - ölü kişinin teni
cevahir - altın süsleri
cevher - bir şeyin özü, asıl tabiat
cılız - zayıf, iyi beslenmemiş
cıvıldamak - kuşların ötmesi
cihan - dünya
cihat - (1) uğraşma, 'cıat etmek' (2) müslümanlıkta Allah için savaşıp insan öldürmek
cila(lı) - parlak boya, "лак"
cimri(lik) - para harcamak istemeyen, sıkı (sıkıcılık)
cinayet - katillik
cinsel - seks hakkında
cirat - yara
cisim, cismi - (1) bir şey
(2) parça, ten
cismani - tene düşkün
cismaniyet - hep tenin işlerini düşünmek
civar - etrafı
civciv - piliç
cömert(lik) - parasını ve malını paylaşmayı seven, (sevmek)
cübbe - kolsuz manto
cümhur - kalabalık
cümle - (1) hepsi
(2) "изречение"
cüret - cesurluk, "кураж"
cüruf - geri kalan değersiz ve iğrenç parçalar
cürüm - suç
cüzam - lepra (bir deri hastalığı)
Çadır - kumaştan yapılan ev, "палатка"
çağ - zaman (değil: zorluk)
çağdaş - (1) aynı zamanda yaşayan kişiler ("İsa ve Pilatus çağdaş idiler.")
(2) modern ("Eskiden çamaşır için sabun kullanırdık. Ama şimdi çamaşır tozu kullanıyoruz, çünkü daha çağdaştır.")
çağlamak - (su için) bol bol akıp yüksek yerden düşmek
çağlayan - "водопад"
çakal - kırda yaşayan küçük kurt gibi hayvan
çalı çırpı - ufak çubuklar
çamçak - su içmek için tahta çanak, çapçak
çap - etraftaki ölçü, genişlik
("Büyük bir torta lazım bize; en azında 30 cm çapında.")
("Polis, katili bütün Bulgar-istan çapında aramaya başladı.")
çapul (etmek) - savaşta çalınan mallar (çalmak)
çarçur etmek - boşa harcamak
çardak - çok ince ve zayıf bir külübe
çare(siz) - çalım(sız)
("Bir kişinin hastalığına derman bulunmadı mı, o çaresiz kalıyor.")
çarık - açık ayakkabı
çark - tekerlek, dönen bir şey
çarmıh - haç
çarpıtmak - eğri yapmak
("Barnaba İncili, İsa hakkındaki gerçekleri çarpıtan sahte bir kitaptır.")
çaşıt(lamak) - "шпион", (gizlice araştırmak)
çatkı - kadınların alnına sarılan süs
çavdar - buğdaya benzeyen bir çeşit ekin, "ръж"
çay - dere
çaylak - aklı çabuk değişen bir kişi
çehre - insanın yüzü, surat
çekirge - "скакалец"
çelenk - çiçeklerden bir tekerlek
çelişki - terslik, fikir uyuşmazlığı
çenk - bir tel çalgısı, "арфа"
çerağ - yağ lambası
çerez - hafif ve lezzetli yemekler, meze
çetin - güç, zor
çevik - 'şevik'
çevre - etraf
çıban - irin toplayan yara
çığlık - acı ve keskin bağırış
çıkar - fayda
çıkın etmek - toplayıp bağlamak
çınar - bir agaç, "явор"
çıra - küçük bir lamba, "борина"
çirkef(lik) - iğrenç(lik), pis(lik)
çit - tahta perde, "ограда"
çitlembik - meşeye ("дъб") benzeyen bir ağaç
çivi - enser
çocuksu - kızan gibi davranan bir kişi
çomak - kalın bir sopa
çorak - kuru ya da acı
çöl - kurak ve boş yer, "пустиня"
çömlek - pişmiş topraktan yapılan kap
çöp - ince dal, çubuk
çözümlemek - problemin çalımını bulmak
çul - kıldan yapılma kaba kumaş
çulha - dokumacı
Dadı - bebeklere bakan kadın
dağarcık - çobanların kullandığı sırt çantası
dağıtım - dağıtmak işi, satış
("İlk diakonlar Yeruşalim kilisesinde yemek dağıtımı ile görevli idiler.")
dağlanmak - bir yarayı kızgın bir demirle yakıp kapatmak, duygusuz yapmak
dahi - bile
dahil - içinde, "вклучен"
("KDV (ДДС) bu fiyata dahil mi, değil mi?")
dair - diye, hakkında, ilgili
dakik - tam olarak, "точно"
davar - keçi veya koyun
dayanak - dayanılan şey, destek veren şey
dayanışma - yardımlaşma
define - hazine, "съкровище"
değerlendirmek -
(1) bir durumu iyice araştırmak
("Kızım okulda kitap okur-ken zorluk çekerdi. Problemi değerlendirdikten sonra, ona gözlük almaya karar verdik.")
(2) faydalamak, iyi kullanmak
("Yıllık iznimizi 'почивка'yı değerlendirip Karadeniz'e gittik.")
değinmek - bir şeyden söz etmek
değirmen - ekinleri ezip un yapmak için bir makina, "мелник"
dehşet - büyük korku
delice - buğdaya benzeyen ama faydasız ve çok zararlı olan bir ot
delil - ispat, kanıt, "доказателство"
denetim (-lemek) - kontrol (etmek)
denli - kadar
depo(lamak) - ambar, "склад" malların saklandığı bir oda (bir depoda saklamak)
deprem - zelzele
derhal - hemen
derlemek - toplamak
derttaş - başkalarının duygularını paylaşan kişi
deruni - iç taraftan
derya - deniz
destek - arkalama
devekuşu - çok büyük uçamayan bir kuş, "щраус"
devinmek - hareket etmek, gezmek
devir, devri - zaman
devşirmek - toplamak
dibek - "хаван"
didar - yüz, surat, çehre
didişme - uğraşma
din(sel) - "религия" ("религиозен")
dindar(lık) - dinine bağlı bir kişi (bağlı olmak)
dirayet(li) - akıl, (kurnaz)
diretmek - karşı koymak, karşı gelmek
dirhem - bir para ('drahmi' gibi)
divan(hane) - dava yeri
diyanet - din ile ilgili işler
diyar - yer, sancak
doğa - tabiat, "природа"
doğal - normal
doğaüstü - bu tabiattan olmayan, mucize gibi
dolayı - o sebepten, ondan için
dolayısıyla - onun için...
("Dün sabah saat çalmadı, ben de geç kalktım. Dolayı-sıyla işe geç kaldım.")
donatmak - giydirmek, kuvvetlendirmek
doruk - en yüksek yer
dönem - zaman
dönüşmek - değişip yeni bir şey olmak
döş - göğüs eti
dul - eşi ölmüş bir kişi
durum - hal
duruşma - bir mahkemede davalamak için yapılan toplantı
duyarlı
- kolayca
hisseden, hassas, ince duygulu
("Bazı hayvanlar gelecek bir
zelzeleye karşı duyarlıdır.")
duyarlık - bir şeyi kolayca hissetmek, hassasiyet
(Günaha karşı duyarlığımızı kaybedince, imandan çabuk düşebiliriz.")
duyu - his ("İnsanın beş duyusu var: görmek, işitmek, dokunmak, tatmak ve koklamak.")
Dübbi Ekberi - 'Büyük Ayı' yıldız grubu
dümdar - askerler yürürken onların arkasını kollayan bir asker, "заден отред"
dümen - gemilerde yol değiştirmek için kullanılan bir tekerlek
dünyasal - bu dünyaya göre
dürmek - yuvarlayarak kapatmak
düş - hayal, rüyet, "видение"
düş kırıklık - hayal edilen şeyin olmaması
düve - dişi keçi
düzen(li) - sıra (ile)
düzey - derece
Ebe - "акушерка"
ebed - sonsuz
ebediyen (-t) - sonsuzca (sonsuzluk)
ecdad - cins kök
ecnebi - yabancı
eda (etmek) -
(1) yükseklik, havalı olmak
(2) ödemek,yerine getirmek
edep - terbiye
efod - (1) ketenden yapılmış kutsal üst giysi
(2) başkâhinin göğsünde taşıdığı ve kıymetli taşlarla süslenen torba
efsane - masal, hikaye
egemen(lik) - kral(lık)
eğirmek - pamuktan iplik çıkarmak
eğitmek (-im) - ders vermek (ders)
eğitmen - muallim
ehemmiyet(siz) - önem(siz)
ehil, ehli - halk, kişi
ejder, ejderha - "дракон"
eklem - iki kemiği bağlayan parça, mafsal, "става"
el yordamıyla - kendi kuvvetiyle
elbise - urba, giysi
elçi - hükümetin gönderdiği bir kişi, diplomat
elebaşı - bir çetenin ya da takımın güdücüsü
elem - çeki
eleştirmek (-i) - bir başkası hakkında fikrini açıkça söylemek, zayıf taraflarını göstermek
elmas - kıymetli bir taş "диамант"
elverişli - uygun
("Senin aldığın araze tam bayırda. Ev yapmaya elverişli değil."
emek - çaba, çalışma
emektaş - iş arkadaşı, kolega
emel - hedef, amaç (değil: 'amel')
emir, emri - buyruk
emir(e) - vezir, hükümet adamı (kadını)
emniyet - güvenlik, huzur
emsal - benzeri
endam(lı) - yapılışı, güzel görünüşlü
engebeli - düz olmayan
engerek - çok zehirli bir yılan
engin - derin
enli - geniş
er - (1) erkek (2) asker
erbap - usta, bir işi çok iyi bilen kişi, uzman
erdem(li) - hoş tabiyat(lı), iyi huy(lu)
ergin - büyümüş
erguvani - çok pahalı bir kırmızı boya
eriş - dokuma tezgâhı
erkeç - ergeç, erkek keçi
ertelemek - bir işi daha sonra-ya brakmak
erz ağacı - çama benzer geniş bir ağaç, "кедър"
esaret - kölelik
esas - asıl, aslında, sahi
esen(lik) - barış
eser - bir ustanın yaptığı şey ("'Yaktı Beni' Ferdi Tayfur'un eseridir.)
esin(lemek) - direkt Tanrı'dan gelen bir fikir, (fikir vermek)
esirgemek - korumak, saklamak, kollamak
esna - bir mesele olduğu an, o sırada
("Yemek esnasında telefon çaldı mı, çok kızıyorum.")
esrarengiz - gizli, saklı, anlaşılmayan
esvap - ruba, giysi
eşcinsel - homoseksüel
eşit - denk, aynı
eşya - mal, şeyler
etki - bir hareketin getirdiği değişiklik; (dikkat: bu hem iyi, hem kötü bir şey olabilir)
("Bu ilacın etkisi, başağrısı yok etmektir")
etkilemek - "преструвам се на..."
etkileyici - değiştiren, iş bitiren
("Antibiyotik, enfeksiyaya karşı etkileyici bir ilaçtır.")
etkin - çalışan
etkinlik - iş
evcil(leştirmek) - evde yaşamaya alıştırılmış (alıştırmak)
("Köpek evcil bir hayvandır; fakat aslanı hiç kimse evcilleştiremez")
evgin - acele, çok lazım olan
evren - görülen dünya
eyalet - sancak
eylem - yapılan bir iş (dikkat: 'elem' değil)
("Sevgiyi lafla değil, ama eylemle göstermek lazım")
eyvan - kenarları çatı altında kalan bir avlu
eza - eziyet, baskı, kötü etki
ezel - dünya var olmadan önceki sonsuzluk
ezgi - türkü
Faaliyet - iş güç, eylem, çalışma
facir - çok günahlı, zina eden
fahır (fahrımız) - övünme, övündüğün mesele
fahişe - kendi tenini satan kadın, yolsuz kadın
faide - fayda, yarar
faik - üstünde, daha yüksek
faiz - bankanın kapitala verdiği para, "лихва"
fak - kapan, tuzak
fakih - Allahın kanununu çok iyi bilen kişi
fani - geçici, çabuk biten
farz - şart, yapılması lazım olan, "условие"
farzi misal, farz edelim - mesela, örnek olarak, düşünelim ki.., "на пример"
fasık - günahkâr, kötü adam
fasıl, faslı - parça, kısım
fatih - savaşta bir kasabayı kazanan
fazilet(li) - becerik(li)
fecir - güneşin doğması
feda etmek - vazgeçmek, birşeyi kurban etmek
felaket - kötülük, kötü kader
felçli - paralizli, sakat kişi
felsefe - filozofluk
ferah(lanmak) - rahat (etmek)
ferda - ertesi gün
ferman - kralın yazılı kararı
fert(-di) - kişi, (kişisel)
feryat - yalvarma
fesat - kötülük, günah
fethetmek - savaşta bir yeri kazanmak
feyiz, feyz - bolluk, zenginlik, kuvvet
fıkra - kitabın bir parçası, bölüm
fırka - bir grubun bir paçası, parti
fırkacı - bölücü, bir grubu bölmeye çalışan kişi
fısk - günah, kötülük
fidan - yeni çıkan ağaç
fidye - kurtarmak için ödenen fiyat
figan - ağlama sesi
fiil, fi'l - işlem, hareket, "действие, глагол"
fildişi - "слонова кост"
file - saçları toplamak için örgü
filvaki - gerçekten, hakikaten
fitne - kışkırtma
fuhşiyat - zina
fuhuş - fahişelik, kadının kendini satması
fücur - içki ve zina dolu bir yaşam
Gaddar(lık) - acımasız, sert
gadretmek - baskı ve kötülük yapmak
galebe - yengi
galip (gelmek) - yenmiş, (yenmek)
ganimet - (1) savaşta kazanılan mallar (2) bolluk
gardiyan - bekçi, kollayan asker ya da polis
garip - (1) yabancı, değişik,
(2) zavallı
garipsemek - birşeyi değişik bulmak, şaşmak
("Şimdiye kadar hiç konuş-mazdık. Onun için adamın bana selam vermesini garipsedim.")
garp - batı, "запад"
gasıp (gaspetmek) - zorbalıkla eline geçirme (geçirmek)
gaye - amaç, hedef, "цел"
gayret - çaba, cıhat etmek (değil: sabır)
gayur - kendi hayatını tek bir meseleye adamış bir kişi, bknz.: 'yurtsever'
gazap - öfke, kızgınlık
gecikmek - geçe kalmak
geçerli(-siz) - "валиден"
geçici - sade bir zaman için
geçim - idare parası
gedik - aralık
gelenek(sel) - adet (adetlere göre)
geliş(tir)mek - büyümek, ilerlemek (büyütmek, yetiştirmek)
("Bulgaristan'ın ekonomisi yavaş, yavaş gelişiyor.")
("Her imanlı kendi yaşamında iyi tabiyetler geliştirmeli.")
gem - beygirlerin ağzına takılan demir parçası
gerçek - hakikat
gerçi - sahi...
gerdanlık - boyuna takılan altın süs
gerdek - gelinle güveyin birinci gecesi için hazırlanmış oda
gerekçe - sebep
gerekli - lazım
gereksinme - ihtiyaç
geviş getirmek - (hayvanlarda) işkembeden yediklerini ikinci defa ağzına getirip çiğnemek
gidermek - yok etmek, ihtiyacı karşılamak
girişik - dolaşık, birbirinin içine girmiş
girişim - deneme
gizem - sır, gizlilik
gofer - bir çeşit ağaç
gonca - henüz açılmamış gül
göbek - kuşak, nesil, "поколение"
göçebe - bır yerde yaşamayan, türlü türlü yerlerde yaşayan insanlar
göçmek, göç etmek - memleketini değiştirmek
gökkuşağı - yağmurdan sonra gökte ortaya çıkan çok renkli bir çember
gökyakut - kıymetli bir taş
gönenmek - mutlu olmak, iyi durumda olmak
görev - vazife, yapılması gereken bir iş
görgü - görmüş
("Görgü tanığı" = gören bir şahit)
görkem - yücelik
görüm - düş, "видение"
("Yuhanna Patmos adasında uzun bir görüm gördü")
görüntü - bir şeyin görülmesi
("Televizyonun görüntüsü bozuk.")
görünüm - bakılış
("Dağın üstünde İsa'nın görünümü değişti.")
görünüş - dışarıdan gözüken
("Bir kişinin dindar görünüşüne aldanmamak lazım.")
gövde - tenin orta parçası
gözaltı (-na almak) - polisin yanında kısa bir süre için mahpusa (atmak)
gözetim - kontrol, bakma
gözetmen - güdücü
gulfe - erkeklik organın ucundaki et parçası
gurur - yüksek gönüllülük
gübre - tarlalara atılan hayvan boku, fışkı
gümeç - bal peteği
gümrük - "мито"
gümürdemek - çok ve korkunç bağırmak
gündelikçi - günden güne başka yerde çalışan
güney - "юг"
günnük - yakılan buğu kokusu
gürbüz - çok canlı, iri, iyi beslenmiş
güve - giysileri yiyen kelebek gibi böcek
güverteler - gemideki etajlar
Habaset - alçaklık, kötülük
habeş - Habeşistan (=Etiyop-ya)'dan, siyah tenli kişi
hacet - gerek
had - sınır, çizgi
hademe - hizmetkâr
hadım - enek, "кастриран"
hain - aldatıcı, sokucu
hakem - yargıç, davalayan
hâkim - üstün
hakimiyet - üstünlük, otorite
hakir - hor görülen bir kişi
hakkaniyet - doğruluk, adalet
halat - çok kalın ip, urgan
halâs - kurtuluş
halbuki - fakat
Haleluya ! - Rabbe hamd edin ! (İbr.)
halı - kalın kilim
hali - oturan
halik - yaratıcı, yaratan
halim - alçakgönüllü
halis - saf, temiz
hamail - deriden yapılan, elinin ve alnının üzerinde taşınan küçük kutular. Yahudiler Tesniye 6:8'e dayanarak, bazı Eski Ahit ayetlerini kağıda yazıp o kutuların içine koyarlardı.
hamt, hamd (hamdi) - övgü, yüceltme
hançer - silah gibi bıçak
hapis - mahpus
harabe - yıkık bir ev
harabiyet - yıkım, bozulma
haraç - zorla verilen para, "данък"
harap (etmek) - yıkılmış (yıkmak)
hararet - sıcaklık, ateşlilik
harç - (1) masraf
(2) tuğlaları yapıştırmak için bir materyal
hardal - "горчица"
harem - kadınlar için ayırılan bir oda
harf - "буква"
hariç - onun dışında, ondan başka
harika - mucize (mucize gibi)
haris - çok meraklı, hırslı
has - temiz, saf
hasat - harman zamanı
haset - kıskançlık, açgözlülük
hasıl etmek - yerine getirmek
hasım - düşman
hassas - kolay bozuluyor
haşa - kesinlikle olmasın!
haşarat - istenmeyen böcekler
haşin - huysuz, sinirli
haşmet - görkem, şan, yücelik
hatip - konuşmacı
havali - etraf, yöre, çevre
havari - talebe
havlu - peşkir, mağarama
havra - sinagog, Yahudilerin camisi
hay - diri, yaşayan
hayalet - görünen bir cin
hayırlı - iyi
haylaz(lık) - tembel ve boş gezen adam
hayme - çadır, hafif bir külübe
hazin - üzüntülü
hazine - zenginlik, gömülmüş para
haznedar - kasacı, kasiyer
hecin - hızlı ve kuvvetli bir deve
hedef - amaç, "цел"
hekim - doktor
helak - mahv, yok etme
hemfikir - aynı fikiri paylaşan kişi
hemşehri(lik) - aynı kasabadan olan kişi, (vatandaşlık)
hemşire - kızkardeş
hendek - uzun bir çukur
heves - merak, kuvvetli istek
heybet(li) - şan(lı), görkem(li)
heykel - "паметник"
hıfzetmek - korumk, kollamak
hışım - öfke, kızgınlık
hıyar - salatalık, "краставица"
hıyarşenber - "канела" çiçeği
hicran - ayrılık, acılık
hidayet - doğru yol
hiddet(lenmek) - öfke(lenmek)
hikaye - masal
hikmet - doğru karar verme kuvveti, akıl
hilaf(ında) - ters, (tersine)
hilâl - ay
hile(kâr) - aldatma, (aldatıcı)
hilim - alçakgönüllülük, yavaşlık
hilkat - yaradılış, var olan herşey
himaye - koruma
himmet - çabalama, uğraşma
hintsümbülü - pahalı bir çiçek
hisar - kale, "крепост"
hisse(dar) - pay, (ortak)
hitap (etmek) - (1) kişilerin önünde konuşma(k)
("Atinada iken, Pavlus oranın parlamentosuna hitap etti.")
(2) uygun olmak
("Bu kitap, Kitabı-Mukaddes'i ciddi olarak olumak isteyen-lere hitap ediyor.")
hiyanet - hainlik, başkasını ele vermek
hizar - büyük bir bıçkı
homurdanmak - mırıldanmak, bir şeyi beğenmeyip içinden söylenmek
hoplamak - fırlamak, atlamak
hoşnut - razı, memnun
hudud - sınır, "граница"
hulus - gönül temizliği
husule getirmek - yapmak, meydana getirmek
hususi - özel, spesyal
husye - taşak
huzur - rahat, kavgasızlık
hüccet - evrak, "документ"
hücre - küçük bir oda (mesela: mahpuslarda), "клетка"
hücum - saldırı, düşmanın üstüne yürümek
hüküm - karar, otorite
hükümdâr - güdücü, kral
hükümran(lık) - kral(lık)
hükümsüz - geçersiz
hülya - hayal, gündüz görülen bir rüya, "мечта, видение"
hüner - beceri, ustalık
hürmet - saygı
hürriyet - serbestlik
hüzün - üzüntü
Ilgın ağacı - sedir ağacına benzer
ırk - soy, cins
ısı - sıcaklık
ıslahat - düzelme
ıslık - sıklık, ağız ile parmakla çıkarılan bir ses
ısrar (etmek) - tekrar ve tekrar denemek
ışıldamak - şıllamak, parlamak
ışın - ince bir ışık çizgisi, "лъч"
ıtır - parfüm
İane - hediye, bahşiş, verilen bir şey
ibadet (etmek) - tapınma, (tapınmak)
ibaret olmak - oluşturulmak, parçası olmak ("Eski Ahit 39 kitaptan ibarettir")
İblis - Şeytan
ibret - uyandırıcı, ders verici bir şey
icap etmek - gerekli olmak
icmal olmak - toplamak, bir yere getirmek
icra etmek - yerine getirmek, yapmak
içermek - içine almak, bir kategoride toplamak, "съдържа"
("Bu fiyat DDS vergisini içermiyor.")
içgüdü - insanın içinde olan refleks gibi kuvvetler (mesela: açlık, kendini kollamak, ana sevgisi)
içtenlik - ikiyüzlülük olmadan
içtihat - çabalamak, çok uğraş-mak, elinden geleni yapmak
idam - ölüm cezası
iddia etmek - bir şeyi kesinlik ile söylemek
("Petrus İsa'yı tanımadığını iddia etti")
idrak - anlayış, akıl yetiştirme
ifade (etmek) - dışa vurmak, söylemek, bir anlam taşımak
("'Allahın Oğlu' ifadesini bedensel bir anlamda düşünmemeliyiz.")
("Pavlus, Festus'un önünde Roma'da davalanmak istediğini ifade etti.")
("Polis beni karakola çağırdı, ben de ifademi verdim.")
ifsat - bozma, berbat etme
iftihar - övünme
iftira - yalan yere suçlama
iğ - iplik eğirmek için bir topaç, "вретено"
iğilmek - eğilmek
iğva - denenme
ihanet - hainlik, aldatma, sokuculuk
ihbar (etmek) - devlete bildirme, sokuculuk (yapmak)
ihmal (etmek) - önem vermemek, işi gevşek tutmak
ihsan (etmek) - bahşiş (gibi vermek)
ihtilât - kişilerle beraberlik, karışıklık
ihtimal - olasılık, olabilir durumu, "вероятност"
ihtiras - çok kuvvetli bir arzu, sevda
ihtişam - görkem, şanlılık
ihtiyar - (1) yaşlı
(2) kilisenin güdücüsü
ihya etmek - yeniden canlandırmak
ikame etmek - bir eşyayı başka bir şeyin yerine koymak
ikamet etmek - bir evde oturmak
ikna etmek - razı etmek
ikrah etmek - iğrenmek
ikrar etmek - açıkça söylemek
iktidar - kuvvetli
il - sancak, "област"
ilah - bir tanrı ya da put
ilahi -
(1) Tanrı'ya göre
(2) Allah türküsü
ilave - sonradan koyulan bir şey, ek
ilelebet - sonsuza kadar
iletmek - ileri göndermek
("Senin haberini Mustafa'ya ilettim")
ilgi - merak, bağlı
("Martin Luter'in kitaplarına karşı büyük ilgi duyuyorum")
ilgili - bağlı, hakkında, bir temada
("Oruçla ilgili ayetler sayfa 65'te sıralandı")
ilham - esin, Tanrıdan gelen fikir
ilik - (1) kemiklerin içindeki yağlı su
(2) kopçanın deliği
ilim - bilim, "наука"
ilişkin - ilgili, hakkında
ilke - prensip
("Mesih inanlısı 'Göze göz, dişe diş' ilkesine göre yaşayamaz.")
illet - hastalık
ilmek - bağlamak, düğüm-lemek
ilmi - ilim (наука) hakkında
ilzam etmek - bir tartışmada iyi bir cevap verip susturmak
imdad - yardım
imdi - şimdi
imren(dir)mek - beğenip benzer olmayı istemek, (heveslendirmek)
imsaksızlık - kendini hiç zaptedememek, kontrolsuz bir hayat
imtihan - sınav, "испит"
imtiyaz - özel bir hak, "привилегия"
in - toprağın altında kazılmış bir yuva (ya hayvanlar için, ya da hırsızlar için)
inayet - merhamet
inci - "бисер"
incik - bacağın ön tarafı
incinmek - incitilmek, yaralanmak
indinde - önünde, bir kişinin görüşünde
inilti - ağlamak sesi
insaf(sız) - acıma(sız)
inşaat - ev yapmak
intibah - uyanış, kalkınma, canlanma
intihap - seçim
intikal (etmek) - yollama(k)
intizam - düzenlilik
iptal etmek - vazgeçip geçersiz kılmak
("Eşim hastalanınca, uçak biletleri iptal ettirdim.")
irade - karar, kuvvetli istek
irat - bir toprak ya da evden kazanılan para
ishal - sürgün, barsak bozuluğu
isnat - iftira, şer atmak
ispat - kanıt, delil, "доказателство"
israf (etmek) - boşuna kullanmak, harcamak
istihkâm - kuvvetlendirme, düşmana karşı sağlam yapmak
istihya - utanmak duyugusu
istihza - alay etmek, eğlenmek, rezil etmek
istikbal - gelecek zaman
istikrah - iğrenmek, nefret etmek
istikrar - alışılmış olmak
istinsah - (1) kopya etmek
(2) başka bir kişiden akıl istemek
istintak - sorgu, soruşturma
istirahat - rahat
istiskal (etmek) - başkasına dayanamamak, (soğuk karşılamak)
istisna - sıranın dışında bir şey, "изключение"
isyan(cı) - başkaldırma, güdücülere karşı gitmek
işkence - verilen acı, kötülük
işlev - fonksiyon ("Beynin işlevi düşünmektir")
işmar - gözle, kaşla ya da elle yapılan işaret
iştiha - iştah
iştirak (etmek) - ortaklık (katılmak)
itham - suçlama
itibaren - başlayarak
itimat - güven, "доверие"
itiraf - suçunu söylemek
itiraz - 'razı gelmiyorum' diye söylemek
itizar - özür dilemek
itmam etmek - bitirmek, tamamlamak
ittifak - güçleri birleştirme
ivedi(lik) - hızlı, (hız)
izhar (etmek) - açıklama (açıklamak)
izzet - görkem, şan, yücelik
Kabil - mümkün, yapabilen
kabiliyet - yetenek, bir işi yapma gücü
kaburga - göğsün yanındaki kemikler, "ребра"
kadim - eski
kadir - yapabilen, kuvvetli
kâfi - yeterli
kâh - kimi kere
kâhin - kutsal adam
kaide - kural, sıra, "правило"
kakule - bir baharat, "кардамон"
kâkül - saç lülesi
kal - metal eritmek için ocak
kalbur - kaba bir süzecek
kale - hisar, "крепост"
kalkan - "щит"
kama - hançer, uzun bıçak
kamara - gemide bir oda
kamaştırmak - çok fazla aydınlık vermek
kamçı - kırbaç
kamış - saz, su kenarlarında büyüyen uzun ve içi boş otlar
kâmil - eksiksiz, "съвършен"
kanaat - razılık, elindeki şeylerle yetinmek
kangren - çabuk yayılan ve bütün teni çürüttüren bir hastalık
kanı - kişinin fikri, düşüncesi
("kanımca" = "bence")
kanıt - delil, ispat, bir şeyin durumunu kesinlikle gösteren, "доказателство"
kanıtlayıcı - kesin gösteren, hiç şüphe brakmayan
kani (olmak) - fikir, (inanmak)
kaplan - "тигър"
kâr - kazanç, "печалба"
kara - toprak
karaltı - siyahlık
kare - "квардат"
kargaşa - kavga
kargı - mızrak, "копие"
kâse - kadeh
kasem etmek - yemin etmek
kasırga - fırtına
kasıt(lı), kasdi, kasti - mahsustan, isteyerek, planlı
kaskatı - çok katı
kassam - yargıç, davalayan, uzlantırıcı
kastetmek - demek istemek
("Yuhanna, 'ikinci ölüm' sözünü kullanırken, ten ölümünü kastetmiyor.")
katip - yazıcı
katkı - yardım, işin içinde bir pay
katletmek - öldürmek
katmer - kat kat
kavm - halk
kavramak - iyice anlamak
kayırıcılık - bir kişiye daha iyi davranmak
kayırmak - kollamak, yakınlık göstermek, daha iyi davranmak
kayıt (etmek) - "регистрация", ("регистрирам")
kaymakam - bir sancağın bir parçasının güdücüsü
kaymaktaşı - mermere benze-yen güzel bir taş
kaynaklanmak - bir sebepten meydana gelmek
("Birçok kavgalar açgözlü-lükten kaynaklanıyor.")
kaypak - güvenilmez, çabuk değişen
kayra - merhamet
kaytan - örülmüş ip
keçiboynuz -
(1) bir ağacın meyvası, yaban balı
(2) ucuz ve tatsız yemek
kefalet - kefil olmak, bir başkasının yerine geçmek
kefaret - bir suç için ödenen para, fiyat
kefaretgâh - Allahın kutsal ahit sandığının üstünde dur-an, altından yapılmış olan kapak; Rabbin oturduğu tahtı olarak kabul edilirdi.
kefil (olmak) - bir başkasının yerine sorumluluk alan kişi
("Agamın kredisi için banka-ya karşı ben kefil oldum. O ödemezse, benden alacak-lar.")
keklik - "пътпъдяк"
kel - saçsız, saçları dökük
kemal - eksiksiz, kusursuz
kemalet - eksiksiz, kusursuz olmak
kement - kalın ip, urgan
kemer - (1) kayış (2) nalçalı (3) içme suyu getiren boru
kenetlenmek - birbirine sıkı bağlanmak
kent - kasaba
kepek(siz) - buğdayı öğüttükten sonra artakalan şeyler, babrik
kerem (kerim) - iyilik, yumuşaklık, cömertlik (eli açık bir kişi)
kertenkele - sarımancalak, "гущер"
Kerubi - bir çeşit melek (İbr.)
keşfetmek - var olan ama kimsenin bilmediği bir şeyi bulup meydana çıkarmak
keten - beyaz, pahalı bir kumaş
keza - aynı öyle
kılavuz - yolu gösteren, rehber
kılık - dış görüntü, giysiler
("Ben küçükken, amcam Noel Baba (Дядо Мраз) kılığına girip bize bahşiş verirdi.")
kın - kılıf, örtü
kınamak - suçlamak, azarlamak (değil: 'kına vurmak')
kırağı - çok büyük soğukluk, don
kırçıl - kül renginde lekeleri olan (mesela: hayvanlarda)
kırgın - (salgın) hastalık
kırlangıç - acıkuşu, "лястовица"
kırmız - kırmızı boya yapmak için kullanılan bir böcek
kırsal - evlerden, köylerden uzak; kimsenin yaşamadığı yerler
kısım - parça
kısır - çocuk doğuramayan kadın
kısıtlamak - yasak etmek, bir kişinin haklarını geri almak
kışlamak - kışı bir yerde geçirmek
kıta -
(1) dünyanın 5 toprak parçalarından biri, "континент"
(2) şarkının bir parçası, "строфа"
(3) bir askerlik birliği
kıtık - kenevir ipliği, zayıf bir şey
kıvanç - iyi bir gurur, övünme duygusu
("Çocuğum mektepte pılno şest aldı. Onunla kıvanç duyuyorum.")
kıvılcım - küçük ateş parçası, kıyımcık, "искра"
kıyam - diriliş
kızıl - kırmızı
kibir(li) - gurur(lu), yüksek gönül(lü)
kil - çömlekçinin kullandığı koyu çamur
kiler - ambar, yiyentiler için saklama yeri
kimlik - "самоличност"
kiriş - ok atan bir yayın ipi
kirizme, kirizma - toprağı kürekle çevirmek
kirpi - "таралеж"
kişisel - şahsen, sade o kişiyi ilgilendiren, "лично"
kişniş - pahalı bir baharat, "подправка"
kitle - (1) büyük bir şey,
(2) kalabalık
kitre - kokulu ağaç sakızı
komutan - buyruk veren asker
konaklamak - yolculukta bir yerde geceyi geçirmek
konca - çiçek fidanı
konuk - misafir
konuksever - misafirperver
konut - ev, yapı
kordon - kalın ip ya da zincir
koruk - henüz olgunlaşmamış ekşi üzüm
koşul - şart, yapılması gereken bir şey, "условие"
kovuk - aralık, boşluk
köhne(leşmek) - eski, zayıf, geçersiz (olmak)
körfez - iki toprak parçasının arasında kalan dar bir deniz, "залив"
körpe - taze
kötek - dayak, lobut
kötürüm - topal
köz - ateş korları
kubbe - büyük toparlak çatı, yarım top, gök
Kuddus olan, Kuddüs - Kutsal Olan (yani: Tanrı)
kudret - kuvvet
kudsiyet - kutsallık
kuğu - "лебед"
kula - açık kırmızı renk (değil: 'kule')
kulaç - bir uzunluk ölçüsü (1,5 m); uzatılmış iki elin arasın-daki uzunluk
kulübe - koliba, küçük ev
kumanya - yolculuk için hazırlanmış yemek
kumaş - "плат"
kumru - güvercin
kundak - yeni doğan bebekler için sargı bezi
kura - seçilmek için kullanılan çöp
kural - sıra, kesin buyruk
kursak - gursak, mide, işkembe
kurum - makam, devlet organı (кметство община, министер-ство gibi)
kuruntu - hayal, boş düşünce
kuşak - (1) geniş bir kayış (2) nesil, "поколение"
kutlu olsun! - tebrik ederim
kutsama(k) - (1) bereket, (mubareklemek)
(2) Tanrı için ayırmak, temiz kılmak
kuyumcu - altın işleri yapan usta
kuzey - "север"
kuzgun - büyük siyah kuş, "гарван"
küçümsemek - önemsiz gibi göstermek
küfe - büyük, sırtta taşınılan bir sepet
küfürbaz - hep küfür eden bir kişi
kükremek (-eyiş) - aslan gibi bağırmak, (bağırış)
kükürt - sarı bir element, "сяра"
külçe - top halinde işlenmemiş bir metal parçası
külünk - kazma
küme - yığın, grup (değil: kümes)
küp - topraktan yapılmış büyük bir kap
kürsü - konuşmacının yeri, "анвон"
küstah - arsız, saygısız
kütle - (1) büyük bir şey,
(2) kalabalık
Lacivert - koyu mavi renk
laden - mür, parfüm
lafebesi - fazla ve boş şeyler konuşan kişi
lâhza(cık) - an, çok kısa bir zaman
lakırdı - boş ve önemsiz konuşmalar
lâkin - çünkü
lala - çocuklara bakan, onları büyüten bir hizmetkâr
latif - hoş, güzel, merhametli
lehçe - "диалект"
lehim - telleri yapıştırmak için dökülen kalay, "запояване", (değil: ıslaklık)
letafet - naziklik, güzellik
levha - yazmak için tahta
levyatan - deniz canavrı, timsah (крокодил) (İbr.)
leylek - "щъркел"
leziz - lezzetli
libas - elbise, urba, giysi
liman(lık) - "пристанище", (dümdüz (sular için))
lir - çenk, kutusuz tel çalgısı, "арфа"
liyakat(sız) - layık, yapabilir
lodos - Akdeniz'den gelen sıcak bir rüzgarın adı
luti - homoseksüel erkek
lüffah meyvaları - insanın tenine benzeyen bir kök (sandılar ki, bu kök yenildiği zaman daha kolay gebe kala-caklar)
lütfetmek - merhamet etmek
lütuf - merhamet
lütufkâr - merhamet dolu
Mabed - tapınak, kutsal yer
(değil: 'muhabbet')
mabeynci - kralın sarayına bakan en büyük görevli
madde(sel) -
(1) elle tutulabilen şeyler, "матеря, вещество" ("веществен")
(2) bölüm, parça, paragraf (değil: mide, tumbak)
maddi - para ile ilgili
maden - metal
mafsal - iki kemiğin bağlantı yeri
mağdur - haksızlığa uğramış
mağlup - yenik
mağrur - yüksekgönüllü, kibirli, gururlu
mahçup - utangaç, rezil
mahkum (etm.) - suçlu (olduğunu söylemek), cezalı (etmek)
mahkumiyet - suçlu olarak cezalandırılmış olmak
mahluk - canlı varlık, hayvan
mahrum - yoksul, eksik
mahsul - meyva, topraktan çıkan yiyenti
mahşer - son gün
mahzen - yeraltı deposu (изба)
mahzun - üzgün, neşesiz
makam - (1) görev, vazife, posizyon, güdücülük
(2) türkünün çeşidi
makdis - kutsal yer, tapınak
maket - büyüğüne benzeyen küçük bir model
maktul - öldürülmüş
malik (olmak) - sahip (olmak)
mâlum - bilinen
malzeme - materyal
mana - anlam
manevi - değil asıl ama başka anlamda
("Pavlus, Korintlilerin manevi, yani iman konusun-daki babası idi.")
manga - küçük bir asker grubu
mangır - çok küçük bir para, stotinka
mani olmak - engel olmak
mania - engel
mantık - doğru bir düşünce-den çıkan sonuç, "логика"
manzara - görünüş, bakış
("Vitoşa'dan çok güzel bir manzara var")
Maranata ! - Gel, ya Rab ! (Aramice)
marangoz - doğramacı
marifet - beceriklilik, ustalık
maruz kalmak - zorda kalmak
mâsara - cendere, üzüm ve zeytin ezme yeri
maskara - saygısızlık etmek, rezil etmek
masum - suçsuz
matem - yas tutmak, acı acı ağlamak
mazgal - "парапет"
mazhar - saygın, sayılı
mazur - özürlü
meâl - cevap
meccanen - bol bol, bedava
meclis - karar veren bir toplantı, parlamento
meçhul - bilinmeyen
medeni - kültürlü
meğer - demek ki..., fakat...
meharet - beceri, ustalık
mehçe - ay şeklinde altın süs
mekân - yer
mekik - "совалка"
mekruh - günahlı, iğrenç
melekut - krallık, egemenlik, hükümranlık (dikkat: değil 'melek')
memba - su kaynağı
memur - devletten görev almış bir kişi
memuriyet - memur görevi
men (etmek, olmak) - engel (koymak, olmak)
menfaat - fayda, çıkar
menfur - iğrenç, nefret edilen bir şey
menzil - durak, gidilecek yer, hedef
mercan - denizde yaşayan kırmızı taş yapan hayvan, "корал"
merdut - reddedilmiş, dışarı atılmış
merhem - meylem
merkez - orta yeri, "център"
mermer - "мрамор"
mertebe - derece, pozisyon
mertek - direk
mersin - bir ağaç, "мирт"
mersiye - çok kahırlı, umutsuz bir türkü
mesafe - uzaklık
mesaj - haber, (değil: 'masaj')
mesarif - masraflar, harcamalar
mesel - hikaye, benzetme
meserret - mutluluk, sevinç
mesh (meshetmek) - görev vermek için yağ dökme töreni, (yağ dökmek)
mesken - oturma yeri, ev
meskun - içinde insan oturan
meskut (geçmek) - susturulmuş, (susmak, göz yummak)
meslek - zanaat
mesrur - sevinçli
mest olmak (eylemek) - çok mutlu olmak (etmek)
meşakkat - zorluk, sıkıntı, güçlük
meşale - elde tutulan açık ateşli bir ışık, "факел"
meşe(lik) - bir ağaç, "дъб", (meşe ağaçlarından bir orman)
meşgul - işi var olan, çalışan
meşhur - tanınmış, anılmış, "известен"
metanet - dayanma gücü, sabır
metelik - kuruş gibi çok küçük bir para
meteris - muharebede kazılan çukur
methal - giriş fırsatı
metih (methi) - övgü
mevce - dalga
mevhibe - bahşiş, armağan
mevkip - alay, yürüyüş
mevsim - sezon
meyil - eğilim, "наклон"
meyilli - huylu, hep bir işi yapmaya alışmış
("İsrail halkı eskiden putlara tapmaya çok meyilliydi.")
meylettirmek - yön vermek, bir tarafa kakmak
mezbah - kurban yeri
mezhep - bir dinin bir kolu, "деноминация"
mırıltı - mırıldanma sesi
mızrak - elle atılan büyük ok, "копия"
miğfer - askerin kafasını kollayan metal, "шлем"
mihmandar - misafirleri karşılamakla görevli olan kişi
mihnet - problem, zorluk, felaket
miktar - "количество"
mimar - "архитект"
mimlemek - suçlu olarak göstermek
mina -
(1) bir ağırlık ölçüsü (600 gram)
(2) bir para birimi (yani, bir 'mina' altın ya da gümüş)
minnettar - şükür eden
mintan - geniş bir üst giysi
misafirperver - misafir kabul etmeyi seven kişi
misal - örnek, "пример"
muadil - eşit, denk, aynı
muaf - özürlü, bir sebep için yapılması gereken işten serbest bırakılmış
("Ben askerlikten muafım; gözlerim çok bozuk diye yapmayacağım.")
muahede - ahit, sözleşme, karşılıklı söz vermek
muamele - iş, davranış
muamma - gizli, saklı şey
muayene (etmek) - araş-tırma, inceleme, "преглед"
muayyen - uygun
muazzam - kocaman, çok saygın
mubah - yapılması günah olmayan bir iş
mubahase etmek - konuşmak
mubarek - bereketlenmiş
mucid - yeni bir şeyi bulan kişi
mudi - emanet olarak brakılan
muhabbet - sevgi
muhafız - koruyucu asker ya da polis
muhakeme (etmek) - fark etme, anlamak, tartışma
muhalif - karşı giden, "против"
muharebe - savaş, dövüş
muhannes - kadın gibi hareket eden bir erkek, transvestit
muhasara (etmek) - savaşta bir kasabayı askerlerle sarmak
muhbir - haber eden kişi
muhtemel - ihtimalen, olabilir bir şey
muhteşem - görkemli, şanlı
mukadder - 'alnına yazılmış', kader olarak belli edilmiş
mukaddes - kutsal
mukavemet etmek - zorluğa karşı koymak, dayanmak
muktedir - kuvvetli, yapabilen
murabba - dörtlü, kvadrat
murabahacı - faizci, 'lihvacı', tefeci
murdar - pis, Allaha uygun olmayan
mutabık - aynı fikirde
muteber - saygın, saygıya layık
muvaffak(ıyet) - başarılı, (başarı)
muvakkaten - geçici, kısa bir zaman için
muzaffer - yenen, kazanan
muzır - zararlı
mübeşşir - müjdeci, iyi haberi yayan
mücadele (etmek) - caıt etmek, uğraşmak
mücevher - altın süsler
mücrim - suçlu kişi
mücrim suç işleyen kişi
müdafaa etmek - savunmak
müddet(çe) - süre(ce), zaman
mühlet - bir şartı yerine getirmek için tanınan zaman
("Allah Ninive halkı, tövbe etmek için, 40 gün mühlet vermişti.")
mühtedi - dinini değiştiren bir kişi
mühür - damga, "печат"
müjde - herhangi iyi bir haber
mükâfat - ödül, iyi bir iş bitirdikten sonra kazanılan şey, "награда"
mükemmel - eksiksiz, "съвършен"
mülayim(lik) - tatlı(lık), uysal, yavaş bir tabiata sahip
mülazemet -
(1) çıraklık
(2) sıkı tutmak, hiç bırakmamak
mülk - sahip olduğun toprak
mülteci - bir yerden başka yere kaçan
mültezim - devletten bir tarlayı ya da görevi kira ile alan, görevli kişi, memur ("vergi mültezimi" = gümrükçü, "бирник")
mülükâne - kral gibi
mümin - imanlı bir kişi
münasebet(iyle) - uygunluk, (ilgili olarak)
münasıp - uygun
müneccim - bakımcı, büyücü
mür - parfüm
mürebbi - çocuğu terbiye eden muallim
mürekkep - "мастило"
müsabaka - yarışma
müsavi - eşit, aynı
müstahak - hak etmiş
müstamere - sömürge, koloni, devletin özel kurduğu bir kasaba
müstehzi - alay eden kişi
müstesna - ayrı, "по изключение"
müşabehet - benzerlik, benzetme
müşavere meclisi - akıl ve karar veren toplantı, "съвет"
müşavir - akıl veren, öğütçü
müttaki - Allahtan korkan kişi
müvazene - dengede durmak
müzakere - konuşma, tartışma
Nadas etmek - bir tarlayı temizleyip ekilmeye hazır etmek
nadim - pişman
nadir - az rastlanan, seyrek
nafaka - yiyecek parası, 'ekmek kapısı'
nağme - türkü
nail olmak - almak
naip - hükümdar, güdücü
nakış (nakşetmek) - deriye çizmek
nakil etmek, nakletmek - (1) bir yerden başka yere taşımak
(2) kişiden kişiye anlatmak
nam - tanınmış bir ad
nardin - bir çeşit kokulu ot
nasır(laşmak) - sert ve duygusuz (olmak)
nasihat - öğüt, akıl vermek
nasip - kısmet
navlun - gemi için bilet parası
nazar(an) - bakış, (ona göre)
nazarında - yanında
nazır - bakan, hizmet eden, güden
nazik - saygılı, efendi, biraz şımarık
nebiye - kadın peygamber, ya da: peygamberin karısı
nedamet - pişmanlık
nedim - çok yakın bir dost
nefes, nefs - soluk, can
nefis - çok güzel, hoş
nefsani - sadece kendi işini düşünen
nefse hakim olmak - kendini zaptedebilmek, kontrol edebilmek
nehir - dere, ırmak
nem - leem, ıslaklık, yaş
nema - büyüme
nergis - bir çiçek, "нарцис"
neseb - soy, cins
nesil, nesli - kuşak "поколение"
nesne - şey, parça
netice - sonuç, "резултат"
nevi - çeşit, tür
ney - kaval gibi çalgı
nezaket - incelik, zariflik
nezdinde - yanında
nezir - Eski Ahit'te kendini Allaha adamış kişi
nice (niçe) - çok
nida - kuvvetli ses
nihayet (vermek) - son, en sonunda, (bitirmek)
nimet - iyilik
nisa - kadın
nisbet - oran, derece
nişane - iz, işaret
nişangâh - hedef, "цел"
nitekim - çünkü...
nitelik - "качество"
niyaz (etmek) - yalvarma (yalvarmak)
niyet - istek
niza - kavga, çekişme, davalaşma
nizam - sıra, düzen
noksan - eksik
nokta - "точка"
nöbet - bekçilik, uymadan dikkat etmek
nur - ışık
nutuk - konuşma
nüfus - bir yerde oturan kişiler
Obur - çok fazla yemek yiyen, kınsız
olağan - normal
olağanüstü - sıranın dışında, normal değil
olanak - fırsat
olasılık - bknz.: ihtimal
olay - mesele, olmuş bir şey
olgun(luk) - yetişmiş, büyümüş
oluş(tur)mak - değişip olmak, (meydana getirmek)
omega - Grekçe alfabesinin (азбука) son harfı (буква)
onarmak - tamir etmek
onay(lamak) - razılık (razı olmak)
onur - şeref
oran - ortalama, derece
("Kimisi az, kimisi çok, her-kes kendi kuvveti oranında yardım etti.")
ordu - asker kalabalığı
ordugâh - askerlerin kurduğu kamp (hem de, İsrail halkının çöldeki kampı)
otağ - geniş ve güzel döşenmiş çadır (палатка)
ova - düzlük, balkansız bir yer, "равнина"
oy - seçimlerde karar verme hakkı, "глас"
oybirlik - seçimlerde aynı şeyi istemek
oymak - sıpt, cins, boy
oynaş - sevgili, yavuklu
oysa - fakat, ama
oyuk - içi boş, boşluk
ozan - türküleri yazan bir kişi
Öd - karaciğerden çıkan acı bir şey
öğe - element
öğrenim - ders görmek
ödül - mükafat, "награда"
öğüt(mek) - nasihat, akıl (vermek)
ökçe - pabucun topuğu
öksüz - yetim, ana-babasız
ölümcül - ölüme götüren
önbilgi - bir mesele olmadan önce onu anlamak
öncü(lük) - ilk defa yapmak, güdücü(lük)
önder(lik) - güdücü(lük)
önemsemek - önem vermek
öneri(-mek) - teklif, "предложение"
öngörülmek - planlanmak
öreke - değnek, "хурка"
örf - adet, gelenek
örnek - misal, "пример"
örs - sıcak demiri dövmek için kullanılan ağır bir demir, "наковалня"
örümcek ağı - "паяжина"
ötürü - sebepten
("Aşırı sıcaklıktan ötürü cebimdeki şokolat eridi.")
övünç - övünme
öykü - hikaye
özdenetim - kendi kendini zaptetme
özdeyiş - atasöz
özen (göstermek) - bir iş yaparken dikkat (dikkatlı olmak)
("Aaa şu küpelere bak! Onu yaparken, usta ne kadar da özen göstermiş")
özendirmek - bir kişiye, bir iş yapsın diye, iştah vermek
("Adam öyle güzel konuştu ki, hepimizi İsa'nın yoluna özendirdi.")
özet - bir fikrin özü
("Musa Kanununun özeti şudur: Allahı sev, komşunu da sev.")
özgü - spesyal, tipik, sadece bir kişinin
("Sirakov'un kendine özgü bir oyun var: topu kafa ile çok sert vuruyor")
özgür - serbest
özyapı - asıl tabiat
Paha - fiyat, karşılık
palamut ağacı - meşeye benzeyen ağaç
paralamak - paramparça etmek, bozmak
parıltı - şıllaklık, aydınlık
pars - aslana benzer büyük bir kedi, puma
pas - çürümüş demir
paşa - general
paydaş(lık) - beraberlik, ortak(lık)
peçe - örtü
pek - sağlam, sert
pekiştirmek - daha sağlam yapmak
pelesenk - meylem
pelin - acı bir ot, "вермут"
pençe - hayvanların silah gibi tırnağı
perhiz - diyet, çok az yemek
pervasızca - korkmadan, düşünmeden (değil: 'pervaz')
peştamal - havlu, mağarama
peyda (etmek) - var, meydana gelmiş (meydana getirmek)
piyade - beygirsiz asker
pohpohlamak - bir kişiyi kabartırmak
porsuk - yer köpeği, "язовец"
porsumak - kuruyup eski olmak
post - postaki, bir hayvanın tüylü derisi
pota - metal eritmek için kullanılan bir kap
pusu - kapan, tuzak
put - ellen yapılmış ve tapınılan bir şey
putperest(lik) - puta tapan kişi, puta tapmak
püskürmek - prıskalamak
Rab - efendi, güdücü, sahip (dikkat: bu söz çoğu zaman Allah için kullanılıyor, ama asıl anlamı 'efendi'dir.)
'Rabbi!' -
(1) İncilde: 'muallimim!' (İbranice dilinden geliyor)
(2) Müslüman dininde bu söz 'Rabbim!', yani 'Ey efendim!' anlamında kullanılıyor (Arapça dilinden geliyor)
Rabbuni! - İbranice: 'Ey, muallimim!' (Mar 10:51; Yuh. 20:16)
rağmen - karşın
râhim, rahim - merhametli
rahip - din görevlisi, din adamı, papaz
rahmet - merhamet
raka - boş kafalı (bir hakaret sözü) (İbr.)
raks (etmek) - dans, oyun (oynamak)
rastlantı - kısmet, beklenilmemiş
rauf - merhametli, bağışlayan
rayiha - güzel koku
rebab, rebap - uzun bir saz (çalgı)
red(detmek) - kabul etmemek
refah - zenginlik ve rahatlık
rehber - yolu gösteren, kılavuz
rehin - garanti olarak geri brakılan bir mal
reis - efendi, güdücü
rekabet - yarışma, "конкуренция"
remiz - sembol, kısaltma, gizli ve zor anlaşılan bir söz
remzi - sembollü
rençber - ev yapımında ya da tarlada işleyen işçi
resim - "картина"
resmi(yet) - devletin önünde geçerli, "официален" ("официялност")
resul - gönderilen kişi, elçi, apostol
retem közleri - en sıcak korlar
rey - fikir, oy, anlayış, "глас"
reyihan - güzel koku
rezalet - rezillik, ayıp bir şey
rıfat - yücelik, şan
rıza - razılık
riayet - bir şeye saygı göster-mek ve ona uymak
risale - broşür, küçük kitap
risalet - apostolluk görevi
rivayet - söylenti, anlatılan laf
riya(sız) - ikiyüzlülük, (dürüst, ikiyüzlü olmayan)
riyaset - başkanlık, güdücülük
ruhani - ruha göre
Ruhulkuddüs - Kutsal Ruh, (Allahın üçüncü sıfatı)
rumuz - sembol
rutubet - ıslaklık, nem, 'leem'
ruya - rüya
rüsvay - rezil, herkesin önünde ayıplanan
rütbe - devlet işlerinde derece, basamak, yükseklik
rüyet - Allahtan direkt gösterilen bir şey, "видение"
Saadet - mutluluk
saban - toprağı döndürmek için kullanılan bir demir, "плуг"
sabit - değişmeyen
saçmak - etrafına atmak
sadaka - fukaralara verilen yardım
sadakat - sadık olmak
saf bağlamak - bir sıraya dizilmek
safa - hoşluk, ferahlık, zevk
safha - düzlük, yer, tema
safir - kıymetli taş
safsata - saçma bir düşünce ve konuşma
sağaltmak - şifalamak
sağanak - çok hızlı yağmur
sağduyu - akıl, anlayış, "здравомислещ"
sağlamak - bir duruma getirmek, meydana getir-mek, fırsat vermek, hazır-lamak (değil: 'sallamak' ya da 'sağlamlamak')
("Bir babanın görevi, çocuklarının huzur içinde büyümelerini sağlamak-tır.")
sahan - kazan, 'sağan'
sahte(kâr) - yalancı, uydurma (aldatıcı)
saka kuşu - küçük sarı bir kuş
sakıt - düşmüş, düşkün, değersiz olmuş
saki - sarayda içecek dağıtan hizmetkâr
sakin (olmak) - bir evde oturan (oturmak)
salah - doğruluk
salahiyet - hak, kuvvet
("Onun adına iman edenlere Allahın oğulları olmak salahiyetini verdi.")
saldırmak(-ı) - yenmek için karşı gitmek
("Babil kralı Yeruşalim'e saldırdı. Yeruşalim saldırıya uğradı.")
salık vermek - tavsiye etmek, iyi bir akıl vermek, yol göstermek
salih - doğru olan kişi
salt - sadece
saltanat (sürmek) - krallık (etmek)
salya - tükürük
salyangoz - sömüklü böcek, "охлов"
sam yeli - otalaklı sıcak bir rüzgar
sanat - zanaat
sancak - (1) bayrak
(2) "област"
sanem - put, elle yapılan ve tapınılan bir şey
sanık - mahkemede 'suçu var mı, yok mu' diye bakılan kişi
santur - telli bir çalgı
sapan - cılka
sapık - çok kötü ve değişik düşüncesi olan
saptamak - belli etmek, karar vermek
("Hükümet yeni benzin fiyatları iki hafta sonra saptayacak.")
saptırmak - yoldan çıkarmak
sara(lı) - inme(li), epilepsi(li)
sarfetmek - harcamak
sarfı nazar dolayısıyla - onu bir kenara bırakalım...
sarısabır - bir çeşit hoş kokulu yapraklar (aloe vera)
sarnıç - toprak altında su deposu
sarraf - altın satan ve para bozan tüccar
sarsak - eli kolu hep titreyen
satır - (1) büyük keskin bıçak
(2) yazılan sayfanın bir sırası, "ред"
satrap - İran emperatorluğun-da sancak güdücüsü
sav - suçlama
savulmak - yol vermek, kenara cekilmek
savunmak - kötülüğe karşı kollamak, tarafı tutmak
savurgan - boşuna harcayan, sefih
saydam(lık) - açık(lık), renksiz(lik) (içi gözüken şeyler için)
saye - sebep, ondan için
("Çorbacı bize iki ton kömür verdi. Sağolsun, onun sayesinde kışı çıkardık.")
sebat - kararlılık, karardan dönmemek
secde - tapınma, eğilme
seda - ses
sedef - midyenin parlak içyüzü
sedye - yolculukla taşınan örtülü bir iskemle
sefa - rahatlık
sefahat, sefahet - boş harcamakla geçen bir hayat
sefalet - düşkünlük, zavallılık
sefih - zevke ve eğlenceye düş-kün, boşluk içinde yaşayan kişi
sefil - perişan, zavallı
seğirtmek - zıplamak, koşmak
seher - güneşin doğduğu vakıt
sehpa - küçük ve alçak bir masa (mesela: saksı için)
sel - su taşkınlığı
selamet - huzur, barış, anlaşma, yavaşlık
selim - sağlam, düzgün
semere - meyva, ürün, bir şeyden ortaya çıkan şeyler
semirmek - bol olmak, dolgun olmak
semiz - iyi beslenmiş, dolgun
sena (etmek) - övgü (övmek)
sendelemek - kösteklenmek
senet - anlaşmayı gösteren kağıt, dokument
Sept günü - cumartesi, dernek günü, Yahudilerin kutsal dinlenme günü
Serafim - bir çeşit melek
serdar - subay, "официр"
serseri - boş gezen mülüs kişi
sertelmek - karşı koymak, karşı durmak
servet - zenginlik
servi (selvi) - bir ağaç, "кипарис"
seslenmek - konuşmak (değil: 'seslemek')
set - topraktan yığılmış kocaman bir duvar, "преграда"
sevk(etmek) - göndermek, yola kakmak ("sevkile" = bir kişinin kakmasıyla)
seyahat - yolculuk
sezmek (sezgi) - anlamak, hissetmek
sıçramak - fırlamak
sıfır - hiç, "нула"
sığınak - saklanmak için bir yer
sığ(lık) - derin değil, (derin olmayan yer)
sına(n)mak - denemek, (denenmek)
sınav - "испит"
sınır - kenar, "граница"
sıpa - eşek yavrusu, kodik
sıpt - oymak, boy, cins
sır - gizlilik
sırdaş - aynı sırrı paylaşan ve güvendiğin kişi
sırım - deriden ip
sıtkı - sadakat, sadıklık
sıvışmak - gizlice kaçmak
sidre - lotos ağacı
sihirbaz - büyücü, ilusionist
silahşör - ağır silahlı asker
silahtar - bir askerin silahlarını taşıyan kişi
simge(sel) - sembol(lü)
siper - düşmanın ateşinden saklanmak için çukur, kollayıcı
sis - havada dumanlık
sitem - eleştiri, maana bulmak, aşağılamak
siyaset - politika
sohbet - muhabbet, güzel konuşma
solgun - solmuş, rengi kalmamış, silik renkli
somun - ekmeğin toparlak biçimi
sonuçlan(dır)mak - sona gelmek (sona getirmek)
sorgu - bir devlet adamın önünde sormak
sorumlu(luk) - "отговорен, (отговорност)"
sorun - problem (değil: "soru")
soyağacı - kuşaktan kuşağa bir haneyi gösteren yazı
soytarı - maytapçı, ciddi olmayan kişi
söğüt - bir ağaç, "върба"
sömürmek - bir kişiye hakkını vermemek ve onu sade kendi işi için kullanmak
("Üç aydan beri aylık alamadık. Çorbacı bizi sömürüyor.")
sual(sız) - soru(suz)
suizan - şüphe, işkil, güvenmemezlik
sulb (sülbünden) - taşak (çocuklar, soy)
sulh - barış
sunak - kurban yeri
sur - kasabanın duvarı
suret - şekil, benzerlik (değil: 'surat')
suvarmak - hayvanlara su içirmek
sükut etmek - susmak
sükünet - sessizlik
sülük - kan emen bir kurt
sümbül - zümbül, bir çiçek
sümürmek - bknz.: sömürmek
sünger - "гъба" (dikkat: sade temizlemek için)
sürçmek - kösteklenmek, takılıp düşmek
sürgü - kilit
sürgün - ceza olarak uzak bir yere göndermek
sürtüşme - kavga, çekişme
sürüngen - kertenkele ("гущер") ve yılan gibi yerde sürünen hayvanlar
süsmek - boynuzlarla vurmak
sütliman - dümdüz ve sakin
sütun - direk
süve - kapının üst direği
süzme - süzülmüş
Şahane - (1) kralın
(2) kral gibi, çok güzel
şahıs - kişi
şahsen - kişisel, "лично"
şahsiyet - kişilik
şakak - kafanın yan tarafı, tulum
şakirt - talebe
şakul (etmek) - dülgerlerin kullandığı kurşunlu ip, "отвес", (plan yapmak)
şalvar - geniş bir pantolon
şamdan - mumluk, kandillik
şark - doğu, "изток"
şayet - eğer
şefaat - aracılık duası, başkası için yalvarmak
şefkat - acıma, yumuşaklık
şehadet - şahitlik
şehir - kasaba
şehvet - çok kuvvetli arzu (seks için)
şekel - bir ağırlık ve para ölçüsü (İbr.)
şekil - biçim
şekva - şikayet, ağlaşma
şemmas - yardımcı, diyakon
şer - kötülük (değil: 'şer atmak', iftira)
şeriat - kanun
şerik - eş, ortak, aynı işi paylaşan kişi
şerir(lik) - kötülük
şerit - "лента"
şık - güzel giyinmiş, modaya uygun
şiddet - zorbalık, kuvvet, vuruşma
şifa - hastalıktan ilaçlama
şikâr - avlanırken vurulan hayvan
şikayet - ağlaşma
şilte - döşek
şimal - kuzey, "север"
şimşir agacı - "зеленинка"
şira (şıra) - üzüm suyu
şirin - tatlı, cana yakın
şirk - ortak koşma, Allaha eş koşma
şirket - ortaklık, firma
şöhret - ün, tanınmış olmak
şölen - banket, sofra, düğün
şua - ışın, ışık çizgisi, "лъч"
şükran - teşekkür
Tabiat - (1) yaradılış, var olan herşey, "природа"
(2) bir kişinin huyu, "характер"
tabii - normal, sıraya uygun, "естествен"
tabir (etmek) - anlam (açıklamak)
tabur - askerlik grubu
tacir - tüccar, "търговец"
taganni - övme
tahammül etmek - taşımak, dayanmak
taharet - temizlik
tahıl - her çeşit ekin
tahir - temiz
tahkik - bir şey doğru mu, değil mi diye araştırmak
tahkir - hor görülmüş
tahmin etmek - aşağı yukarı bilmek
tahrik etmek - uyandırmak, kışkırtmak
tahrir - yazılma, sayılma
tahsil - (1) toplama
(2) okumuşluk
tahsis etmek - paylaşmak, bir kişi için bir şey ayırmak
taht - kralın iskemlesi, "трон"
tahtırevan - sedye, yolculukta omuzlarda taşınan iskemle
takat - kuvvet
takbih - ayıplama, suçlama
takdim - daha önemli bir kişiye bir şey vermek
("Yıldızbilimciler bebek İsa'ya altın, mür ve tütsü takdim ettiler.")
takdime - kurban, adak
takdir - düzmek, bir şeyin kıymetini biçmek, karar vermek, saygı göstermek
takdis (etmek) - kutsal (etmek), Allah için (ayırmak)
takı - süs olarak takılan altınlar
takım - bir grup
takva - Allah korkusu
talant -
(1) bir ağırlık ölçüsü (40 kg)
(2) para birimi (yani, bir talant kadar, (= 40 kg) gümüş ya da altın)
tali - sonra gelen
'Talita kumi!' - İbranice dilinde: 'Kızım, kalk!'
talim (etmek) - ders (öğretmek)
tamah(kâr) - açgözlülük, (açgözlü)
tambur - saz gibi bir çalgı
tamir - düzeltirme, "ремонт"
tan - güneşin doğması
tanık(lık) - şahit(lik)
tanıtmak - açıklamak, haber vermek
("Sofya'da TSUM'un önünde mallarını tanıtmak için her gün bedava parfüm dağıtıyorlar.")
tanrıça - kadın olarak düşünülen bir tanrı
tanrısal - Allahla ilgili
tantana - dandana, gürültü ve boş övünme
tapınak - kutsal yer
tarçın - "канела"
tarif etmek - nasıl olduğunu anlatmak, "описвам"
tarihçe - bir şeyin tarihini anlatan yazı
tarik - yol
tarikat - bir dinin daha hızlı bir kolu (değil: korkusuz)
tartışmak - bir konuda değişik fikirleri paylaşmak (değil: 'dartışmak')
tasalanmak - kahırdan üzülmek
tasarı (tasarlamak) - plan (plan yapmak)
tasavvur (etmek) - düşünce, hayal, (göz önüne getirmek)
tasdik (etmek) - bir şeyin doğru olduğuna garanti (vermek),
("Bir imza, kişinin tasdiğini gösteriyor.")
tasfiye - tam temizleme (mesela ateşle)
taslamak - kendini yalan yere büyük göstermek
tasmim etmek - kesin karar vermek
tasvir - benzetme, hayalda resim gibi düşünmek
("Afrika'yı çok sevdim. Gözlerimi kapatıp orayı tasvir ediyorum.")
taşra - kasabadan uzak ve boş yerler
tatarcık - küçük bir sinek
tatbik (etmek) - uygulama(k) yerine koyup kullanmak, yerine getirmek
("Yaralara yod tatbik edi-yoruz.")
("İmanımız kafada kalmasın, onu hayatımıza tatbik ede-lim.")
tathir (etmek)- temizleme(k)
tatmin etmek - doyurmak, tam istenilen şeye karşılık vermek
tavaf etmek - bir yerin etrafı-nı dolaşmak
tavsiye (etmek) - akıl, öğüt, iyi bir fikir verme(k), salık vermek
tayfa - gemide çalışan bir işçi
tayin (etmek) - devletten verilmiş bir şey, görev (vermek) (atamak)
tazı - çok zayıf ve hızlı bir köpek cinsi
taziye - teselli
tebriye - aklanma, suçsuz çıkarma (değil: terbiye)
tecavüz (etmek) - sınırı geçmek, kotülük ve haksızlık (yapmak)
tecrübe - (1) deneme
(2) denenmişlik, "опит"
("Korkma be, tecrübeli şoförüm. Şoför kâğıdımı çak 20 sene önce aldım.")
tedarik (etmek) - gerekli olanı verme(k)
tedbir (almak) - önlem (almak), kötü bir durum olmasın diye, önceden hazırlık (yapmak)
tedhişçi - terörist
tedip - terbiye, ceza
tedirgin - endişeli
tef - tamburin (bir ritim çalgısı)
tefsir - yorum, açıklama, 'komentar'
teftiş etmek - dikkatlice araştırmak
tehdit (etmek) - korkutma(k)
tehlike(li) - korkunçluk (korkunçlu)
tehlil - hamd, övgü
tekbir (getirmek) - Allahı övmek, yüceltirmek
tekdir (etmek) - azarlama (azarlamak)
teke - erkek keçi
teklif (etmek) - "предложение"
telef (etmek) - isteyerek bozmak
telef olmak - bozulmak
tembel - mülüs
temcit - yüceltirme, şanlandırma
teminat - garanti
temsil (etmek) - bir başkasının yerinde görevli olarak iş (bitirmek), bir şeyi göstermek, "представям"
("Bir diplomat, devletini gurbette temsil ediyor, onun temsilcisidir.")
("Esinleme kitabında beyaz giysiler, doğruluğu temsil ediyor.")
tenezzül (etmek) - zayıflara ve garibanlara dikkat (çevirmek)
tenha - kalabalık değil
tepki - bir harekete verilen karşılık, "реакция"
tepreniş - kaçışma, hareket
terafim - İsrail halkının yaptığı putların adı (İbr.)
terane - melodi, hava, türkü
terazi - kantar
tercih (etmek) - yeğlemek, bir şeyi başka bir şeyden daha çok sevip seçmek,
("Dükkanda iki tür ekmek vardı: dobruca ve beyaz. Ben de dobruca'yı tercih ettim.")
tereddüt - kararsızlık içinde beklemek
terennüm - hamd, övme, sevinçli türkü söylemek
terkip olmak - birleşmek, bağlanmak
tesadüfen - rastgele
tesir (etmek) - bknz: etki, (etkilemek)
("İşsizlik enflasyona tesir etmeye başladı.")
tesmiye - ad koymak
tespit etmek - sağlamlamak, kesin karar vermek
testere - bıçkı
teşkil etmek -
(1) biçim vermek
("Allah toprak alıp bir insanı teşkil etti.")
(2) şartlara uymak
("Naçalniğin izni olmadan
herhangi bir mal zavoddan
kıra çıkarmak, hırsızlık teşkil ediyor.")
teşkilât - organizasyon
tevazu - alçakgönüllülük
tevlit etmek - çocuk edinmek
tezkir - hatırlatmak, andırmak
tımar (etmek) - yaralara ya da ağaçlara bakım (bakmak)
tipi - kar fırtınası
tiryaki - bir şeye çok fazla alışmış ve düşkün olan (mesela: sigara tiryakiliği)
titiz - ince düşünceli
tokmak - ezmek ya da vurmak için toparlak uçlu bir demir
tomar - dürümlenmiş bir yazı kâğıdı
tomruk - kalın bir ağaç parçası
topak - tarlada bir toprak parçası
toplum - kalabalık
tortu - fıçı ya da kadehin dibinde kalan parçalar
tozmak - dolaşmak, gezmek
töhmet - bir kişiyi suçlu sanmak
tökez(lemek) - köstek, (düşürmek)
töre - adetler
tören - "тържество"
tufan - büyük bir sel, su baskını
tulum - deriden çuval (değil: kafanın yan tarafı)
tunç - bakır gibi bir metal, çinko
turfanda - her senenin ilk meyveleri
turna - leylek gibi büyük bir kuş, "жерав"
tutku - kuvvetli bir alışkanlık
tutsak - mahpus kişi
tutuklu - mahpus kişi
tutum - düşünce, fikir, kafa, davranış, huy
("Şefimiz işe geç gelenlere karşı çok sert bir tutum takınıyor.")
tuzak - kapan
tümen - ordu, 2000-3000 kişilik asker birliği, "дивизия"
türbe - büyük ve süslü bir mezar
türe(t)mek - ortaya çıkmak (çıkarmak)
tütsü - buhur
Ufuk - gök ve yerin birleştiği nokta, "хоризонт"
uğrak - uğramak yeri
uğru - hırsız, bandit
uğultu - uzun, kalın ve kuvvetli bir ses
uğurlamak - bir kişiyi yolcu etmek
uğur(lu) - kısmet(li)
ukala(lık) - bilgiç, kendini akıllı sanan kişi
ulak - haberci
ulu - yüce, yüksek
ululamak - şanlamak
ulus - halk
umum - halk, toplum
unvan (ünvan) - görevi gösteren bir ad
("Yahudiler yüzlerce sene bir kurtarıcı beklerlerdi; ona 'Mesih' derlerdi. Allah da, İsa'ya bu unvanı verdi.")
ur - çıban, deri üstünde kabarık yara
urgan - kalın ip (değil: fırtına)
usanç - bıtkınlık
usul - metod, yol
uşak - hizmetkâr (değil: kızan)
uyarınca - uygun olarak, göre
("Pavlus, Allahın planı uyarınca bir apostol olarak seçildi.")
uyarmak - bir kişinin dikkatini çevirmek, "предупреждавам"
uygulamak - pratik yapmak, yerine getirmek
uyluk - kalça
uysal(lık) - başkasının fikirlerini hemen kabul eden
uyum - birbirlerine uygunluk
uyuşmak - birbirleriyle aynı fikirde olmak
uyuşukluk - uyuklama
uzay - yıldızların olduğu yer, "космос"
uzman - bir işi çok iyi bilen, "специялист"
Ücra - uzak
ücret - aylık, işçilik parası
üğendire - bknz.: üvendire
ülke - devlet
Ülker - yedi yıldızlı bir yıldız grubunun adı
üluhiyet - tanrılık, tanrı olmak durumu
ümmet - halk
ün - tanınmışlık
ünlü - meşhur, tanınmış
üretmek - meydana getirmek
ürkek - korkak
ürkmek (-ü) - korkmak, ürpelenmek, (korku)
ürpe(r)mek - ürpelenmek
ürün - meyva, mahsul
üstat - usta, zanaatını iyi bilen
üstelemek - tekrarlamak
üşüşmek - çok kişi bir yere kopuşuyor
üvendire - öküzü gütmek için sivri demir uçlu uzunca bir sopa
üye - parça
Vaat (vaadetmek) - verilen bir söz (söz vermek)
vacip - mecbur, yapılması gerekli
vadi - kurumuş bir dere
vahiy - direkt Allahtan gelen bir fikir veya söz
vahşi - kırda yaşayan, uslanmayan
vakanüvis - tarih kitapları yazan
vakfetmek (vakfolmak) - adamak, teslim etmek, (adanmak)
vakıa - tabii ki...
vaki olmak - meydana gelmek, olmak
vali - bir sancakta hükümetin en büyük adamı
varidat - kazanılan para, firmaya giren para
varis - mirasçı
vasıta(sıyla) - araç, instru-ment, (eliyle, yardımıyla)
vasi(yet) - kişinin ölmeden önce son istediği şey
veba - bulaşıcı bir hastalık
vecit - Allahın sevgisine dalıp kendinden geçmek
veçhile - yoldan, fırsatta
("her veçhile" - türlü türlü yoldan, her fırsatta)
vefa(kâr) - sadıklık, güvenilir olmak, bağlılık, (sadık, bağlı)
vefasız - nankör, sadık değil
vekar - ağırbaşlılık
veli - başkasını kollayan ve büyüten
velinimet - çok büyük bir iyilik yapmış olan
velvele - kahırlı bir nağara, ağlayış
vergi - "данък"
verimli (-siz) - bol (az) meyvalı
vesaya - kanun, sıra, buyruk
vızıltı - sineğin çıkardığı sesine benzeyen ince ses
vicdan - duygu, "съвест"
vilâyet - (1) valinin çalıştığı yer (2) sancak
viran - bozuk, yıkılmış
virane - yıkık bir ev
vuku bulmak - meydana gelmek, olmak
vücut - ten, beden
Yaba - harmanı savurmak için bir kürek
yaban(i) - vahşi, kendiliğinden büyüyen
yabanıl - kırda yaşayan
yafta - yazı tahtası
yağız - kapkara renk (beygirler için)
yağma(lamak) - savaşta mal kazanmak, toplu halde hır-sızlık yapmak
yakarmak (-ış) - sesimi duyurmak, yalvarmak (dua)
yakınmak - ağlaşmak, şikayet etmek (değil: yakınlamak)
yakut - kıymetli bir taş
yalabık - parlak, şırlayan
yaltaklamak - bir kişinin ağzına bal sürmek, hoş sözlerle kandırmak
yamaç - bayır
yamamak - bir giysiyi tamir etmek
yandaş - ortak, arkadaş
yankı(lanmak) - "ехо"
yanılgı (yanılgıya düşmek) - yanlış düşünce
yanıt - cevap
yansıtmak - bir aynada gibi görmek, "отразявам се"
yapı - bina
yapım - ev kaldırma, inşaat
yapıt - eser, bir ustanın ya da yazarın yaptığı bir iş (resim, kitap, şarkı gibi)
(" 'Под Игото' İvan Vazov'un en çok tanınan yapıtıdır (eseridir).")
yaradan - herşeyi meydana getiren (yani: Allah)
yaradılış - yapılan herşey
yaraşmak - yakışmak, uygun olmak
yaratık - mahluk, canlı
yardakçı - yardımcı, suç ortağı
yaren(lik) - ahbap, dost, (dostça muhabbet)
yargı(lamak) - davalama(k)
yargıç - davalayan, hakem
yas - üzüntü
yasa - kanun, "закон"
yasal - kanuna uygun
yaşıt - aynı yaşta olan kişiler
yay - (1) ok atmak için kullanılan silah, "лък"
(2) kalkıp inen metal parçaları, "пружина"
yaygaracı - en ufak mesele için ortalığı karıştıran bir kişi
yedek - fazlalık olarak bulunan şeyler, "резерва"
yegane - biricik
yeğen - benim kardeşimin kızanı
yeğlemek - bknz.: tercih etmek, bir şeyi başka bir şeyden daha çok sevip seçmek
yekdiğerine - birbirini
yele - beygirin saçları
yelken (çekmek) - платно gemisi (gemi ile yola çıkmak)
yenilgiye uğramak - yenilmek, savaşı kaybetmek
yermek - bir kişi hakkında kötü konuşmak
yeşim - kıymetli bir taş
yetenek - kabiliyet, beceri, bir şeyi yapma kuvveti
yeti - güç
yetim - anasız babasız kızan
yetki - hak, otorite
yetkin - mükemmel, tamamlanmış, eksiksiz, "съвършен"
yıldırım - şimşek
yılmak - korkup vazgeçmek
yinelemek - tekrarlamak
yitirmek - bütün kaybetmek
yoklamak - araştırmak, saymak
yoksun - eksik
yoldaş - arkadaş, "другар"
yonma - yontulmuş
yora - yorum, tabir, açıklama
yorum - açıklama
yosun - denizde yaşayan yeşil ot
yozlaşmak - bozulmak, çürümek
yön - gidilecek taraf, istikamet "посока"
yöneltmek - yol vermek
yönetim (-mek) - güdücülük (yapmak)
yöre - etraf, bölge
yubil - sevinç ve serbest bırakma senesi (her elli senede bir)
yular - hayvanların ağzını kapatan bir şey, "оглавник"
yumru - deri üstünde toparlak leke veya çıban (değil: 'yumruk')
yunusbalığı - "делфин"
yurt - memleket
yurtsever - kendi vatanını sev-ip onun faydası için uğraşan kişi, İsa'nın zamanında İsra-il'de Romalılara karşı savaş-an teröristler kendilerine bu adını verdiler (bg: "зелот")
yurttaş - vatandaş
yüce(lik) - şanlı, (şan)
yüceltmek - şanlamak
yünelmek - yönelmek, bir yolu tutmak
yüzbaşı - bir subay, "капитан"
yüzkarası - ayıp ve utanılacak bir durum
Zabit - subay, "официр"
zafer - yengi, galibiyet,"победа"
zahir olmak - ortaya çıkmak, görünmek, belli olmak
zahire - toplanmış ekin
zahiren - (1) dışarıdan, dış görünüşü
(2) ezbere, "наизуст"
zalim - acımasız
zambak - "лилия"
zani (zaniye) - zina eden erkek (kadın)
zapt - sıkı tutmak, kontrol etmek, durdurmak
zaptı nefs - kendi nefsine hâkim olmak, kendi kendini kontrol edebilmek
zar - bir organı kaplayan ince deri
zarf - "плик"
zarfında - içinde
zarif - süslü, ince, kaba değil
zaruri - mutlaka lazım olan
zat - kişi
zebercet - bir kıymetli taş
zebun(luk) - zayıf(lık), kuvvetsiz(lik)
zedelenmek - yaralanmak, zaval görmek
zehir - otalak
zekâ - akıllılık
zeki - akıllı
zemin - yer, temel
zemmam - iftiracı,şer atan kişi
zevce - karı, eş, evli kadın
zıplamak - fırlamak
zırh - göğüsü koruyan demir
zift - katran
zincir - sincir
zira - çünkü
ziyade - daha fazla
ziyafet - büyük yemek, banket
ziynet - süs
zorlu - şiddetle, kavga ile
zorunlu(luk) - mecbur(iyet)
zufa otu - süpürge gibi bir ot
zuhur - ortaya çıkış, görünmek
zulmetmek - baskı yapmak
zulüm - baskı
zümre - grup, sınıf, kalabalık
zümrüt - kıymetli bir taş
zürriyet - nesil, soy, kuşak