1. Müslüman halklar için dua:

  2. Arap devletleri

özel durum: Arap Şiiler




Müslümanlığın içinde iki büyük grup var: Sunniler ve Şiiler. Bunların ayrılması daha Muhammed’in ölümüne dayanıyor. Onun arkasından, müslüman devletinin güdücüsü kim olacak diye bir ayrılık çıktı. Bu göreve halifelik deniliyor. Müslümanların çoğu, herhangi bir müslüman halife olabilir dediler. Onlardan Sunniler türedi. Küçük bir grup ise, “Hayır, halife Muhammed’in soyundan biri olmalı” dediler ve onun için Ali’yi istediler. Onlara Şia deniliyor, Şiiler onlardan gelmişler. Bugünlerde Şiilerin çoğu İranlıdır, ama kimi Arap devletlerinde de çok Şii yaşıyor.

Arap Şiiler, Arap devletlerinin üvey evlatlarıdır. Onlara güvenilimiyor, herkes onları dışlıyor, ikinci sınıf vatandaşlardır. İrak ve Bahreyn devletlerinde çoğunluktadırlar gene de bir azınlık gibi hor görülüyorlar. Sunnilerin arasında Şiiler hakkında kötü laflar ve masallar yayılıyor: mesela: Şiiler kendi yemeklerine tükürürmüşler ve onların ellerini sıkmak abdesti bozarmış. Çoğu Sunniler, Şiilere Arap olmayan bir halk gibi bakıyorlar, onlara kafir, gavur, müşrik, şüpheli kişiler, vatan hainleri deniliyor. “Onlar Şii olan, yüzyıllardan beri Arapların başdüşmanı olan İran’ı destekliyorlar” diyerek, Arap Şiilerin vatan sevgisinden şüphe ediliyor. O yüzden eskiden beri onlara devlet işleri verilmedi ve kimi Arap devletlerinde onlara baskı yapıldı.

Şiilerin arasında da bölünmeler var: Şiilerin çoğu ‘onikiler Şiası’na bağlıdır. O grupa göre eskiden oniki ‘doğru güdülen imam’ varmış. Onların onikincisi gene şimdiye kadar gökte saklanıyor, dünyanın sonunda ‘Mehdi’ olarak dönüp bütün dünyayı hükmeden bir müslümanlık devleti kuracak. Bu 12 ‘doğru güdülen’ imamların sonu 9. yüzyılda yaşadı. Bugünlerde gene, Şiiler ‘ulema’ denilen hocalar tarafından güdülüyor. Müslüman kitaplarını okuyup onların öğretişlerini bugünkü durumlarına göre açıklarlar. Arap Şiiler şu devletlerde bulunuyor: Lübnan (36%), İrak (60%), Kuveyt, Bahreyn, Arap Emiratlar ve Suudi Arabistan. Bu normal Şiilerin dışında başka öğretişleri tutan, başka imamlara inanan Şiiler de var: bunların arasında Yemen’deki Zeyidiler, ve de Suriye ve Türkiye’deki Aleviler’dir.

Arap Şiilerin çoğu kendini en önce yaşadıkları devletin vatandaşları olarak hissederler, ama gene de Sunni Araplar tarafından ayırım ve baskı görürler, kimi yerde öldürülürler bile. Bu, müslümanlığın ilk yıllarından bu yana hep öyledir. Bu da Arap Şiilerin düşüncelerinde değişiklik yarattı. Onların kutsal kitapları, Kuran’dan başka, farklıdır, başka bayramlar ve adetler tutarlar, başka kutsal yerlere hac yaparlar, Muhammed’in ailesine büyük saygı duyarlar. Bütün bunlar onları Sunnilerden farklı kılıyor.

Arap Şiilerin hakkında çok az kitap yazıldı, çünkü bu konu Arapların arasında çok hassastır. Arapların çoğu bu konuda konuşmak bile istemiyorlar. Çünkü Sunni öğretişlerin arasında ‘ümmet’ düşüncesi en önemlilerindendir. Bu öğretişe göre yeryüzünde bütün müslümanlar tek bir ümmettir, tek bir devlet oluşturuyor. Şiilerin ayrı olmaları, o kadar farklı olmaları, bu ümmet düşüncesi yalanlıyor ve müslüman devletlerin sosyal ve politik yapısı hakkında zor sorular veriyor. Bu sorulara cevap vereceğine, bu konu kapatılıyor, Şiiler yokmuş gibi davranılıyor.

Ama biz Mesih imanlılar için Şiilerin o kadar ayrı olmaları sebep oluyor, onlar için ayrı olarak dua edelim, onlara daha fazla dikkat edelim. Zaten onlar çoğu defa yeni fikirlere karşı daha açıktırlar ve İsa’nın müjdesini daha kolay kabul ederler. Arap devletlerinde daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyenler zaten çoğu zaman Şiilerdir.

DUA KONULARI:




devletler: KUZEY AFRİKA










Kuzey Afrika, daha Muhammed'in ölümünden hemen sonra müslüman yapıldı ve bugüne kadar bu dine sıkı olarak bağlıdır. Bugünlerde Kuzey Afrika devletleri gezerken, insan sanabilir ki, bütün halk koyu müslümandır, ve müjde hiç duyulmuyor. Ama o öyle değildir: çok kişi Rab İsa'nın öğrencileriyle ve Allahın sözüyle karşılaşıyorlar. Kişiler müjdeye değişik değişik tepki gösterirler.

Kerim: Kerim aşağı yukarı 5 sene önce İsa'ya iman etmeye başladı. 3 sene önce Rabbin krallığı için işçi olmaya ve müjdenin yayılması için yaşamaya karar verdi. Büyük sevinçle kendi hayatında gördü, Rab onu nasıl kullandı. Ondan çok büyük kuraj aldı. İmana gelen kişiler, Kerim'e bir güdücü olarak bakıyorlar. Şimdi hem kendi kasabasındaki topluluğa hizmet ediyor, hem de müjdeyi daha uzak köylere getirmek için hazırlık yapıyor.

Kerim evlidir ve altı aylık küçük bir oğlu var. Hanenin başı, baba ve topluluğun güdücüsü - Bütün bu işlere nasıl bakacak acaba? Nasıl daha çok kişiye müjdeyi getirebilir? Şimdi bile gücü tükeniyor, bedence de dayanamıyor. Dua edelim, Rab ona daha fazla ruhani işçi versin.

Faris: Faris müslümandır, tek karısı var, o da 4 sene önce Rab İsa'yı kabul etmiş bir kadındır. Şimdiye kadar İsa Mesih'e merak etmiş değildir. Karısı bu zaman içinde birkaç kişi imana getirdi, ama kendi kocasını getiremedi. Acaba, neden müjdeye karşı o kadar kapalı duruyor. Neden sadece günlük ihtiyaçlarla ilgileniyor, ondan öteye giden konulara hiç bir merak duymuyor? Faris daha kızan iken, onun babası anasından ayrıldı, ve yeniden evlendi. Yeni üvey anası onu reddetti, ona da bu nefreti hissettirdi. Birkaç defa bir iple onun ayaklarını bağlayıp, bütün evin içinde sürükledi. Birkaç defa da onu ayaklarından bağlayıp bir ağaca astı. Faris'in yüreği sanki yüksek duvarlarla çevrilmiş. O duvarları ancak Rab İsa yıkabilir.

Münire: Münire henüz küçük kız iken, onu bir cadı yaptılar. Ona genç yaşta bakımcılık verildi ve onda iyileştirme gücü vardı. Herkesin de ondan haberi oldu. Ama aynı zamanda ona bu kuveti veren kötü ruhlar Münire'yi zılgılardılar, eziyet ederdiler, rüyalarında onu rahatsız ederdiler. Kimi arkadaşları ona Rab İsa'dan söz ettiler, Münire de hayatını Ona teslim etti: Böylelikle ona yeni bir umut geldi. Ama kötü ruhlarla geçirdiği geçmiş zamanlar sık sık dönmeye başladı. Uzun seneler bekledi, sözde 'ruhta kuvvetli' kardeşler gelsinler, ona son bir kurtuluş getirsinler. Ancak zamanla anladı ki, kurtulmak için kendisi uğraşması lazım ve hayatında pratikte göstermesi lazım. Şimdi imanlı hayatında daha sağlam oldu ve kendi topluluğunda cani yürekten hizmet ediyor.

Faruk: Faruk Avrupa'da büyüdü. Ailesinin en büyük oğlu olduğu için, bir tarafta çok şımarık büyüdü, bir tarafta gene ona gereken dikkatı vermediler. Daha sonra, ailesi onu Kuzey Afrika'ya geri yolladı, iyi bir müslüman olsun diye. Derken, orada Rab İsa'ya iman etmeye başladı. Kısa zaman içinde çok ateşli bir imanlı olduğu anlaşıldı ve büyük merakla incili okumaya başladı. Onun için herkes sandı ki, Faruk kısa bir zaman içinde güçlü bir güdücü olsun. Ama işin ilginç tarafı, onda kendini bu işe adamak ve hizmet etmek duyguları yoktu..Kısa bir zaman içinde anlaşıldı ki, Faruk'un tek amacı, saygınlık kazanmak idi. Ama Rab onu hala brakmadı. İlerde Faruk Allaha uygun bir güdücü olabilir. Bizim dualarımıza muhtaçtır.



DUA KONULARI:

kasaba: Marakeş (Maroko)

yaklaşık 1 milyon kişi – Haritalar 3, 9


Darıcık sokağın ortasında bir kalabalık insan toplandı. Bir yılan terbiyecisi zurna çalıyor. Zurnanın ipince sesi, keçi derisinden yapılmış bir davulun sesiyle karışıyor. Mangalların kömürlerinden çıkan duman, kebap kokusunu kalabalığın aç insanlarına ulaştırıyor. Kimi köşelerde masalcılar, başka yerde kök satan "sokak aptekacıları" halkın dikkatini çekiyor. Herkes hipnotize olmuş gibi onları seyrediyor. Falcılar, yazıcılar, dişçiler, akrobatlar, Allah adamları ve dilenciler - hepsi gelip geçenlerin dikkatini çekmeye çalışıyorlar. Maroko'nun Marakeş kasabasında bulunuyoruz, en eski meydan olan 'Cema el Fna' meydanında karşımıza çıkan görüntüler bir canlı tiyatroya benziyor.

Neredeyse 1000 sene önce burada Almoraviler denilen aile, önce bir cami ve on sene sonra Marakeş kasabasını kurdular. Almoraviler fanatik müslüman idiler ve Maroko'da bulunan son kiliseleri ve toplulukları da yok ettiler. Birinci müslüman krallığını kurdular. Onların arkasından Almohadlar geldi. Onların zamanında krallık daha da büyüdü, bütün İspanya'yı da içine aldı, Fransa'ya kadar uzandı. Marakeş'ten başka Rabat, Meknes ve Fes kasabaları da kurdular.

Marakeş çok kurak ve ıssız bir ovalıkta bulunuyor. Kasabanın arkasında Atlas balkanlarının karla dolu tepeleri görünüyor. Kasabanın pembe duvarları ve evleri uzaktan bile göze çarpıyor. Onların üstünde geniş bir Palmiye ormanın içinde 800 senelik Kutubiye Camii'nin 70 m yüksek minaresi gözüküyor. Bir milyon kişilik kasaba, Maroko'nun en işlek turist merkezidir. Turizm, el sanatları ve tekstil endüstrisi, zayıf ekonominin temelleridir. İşsizlik her yerde çok yüksektir ve gençlerin çoğu, iş bulmak için köyden kasabaya taşınırlar. Ekonominin büyümesinden kazanan paralar, halkın çok hızlı büyümesi yüzünden bir anda yok ediliyor.

Rabbin kilisesi Maroko'da çok yavaş ama sürekli büyümüştür. Bütün devlette olduğu gibi, Marakeş'te de küçük ev toplantıları kuruldu, ama birkaç defa polis tarafından dağıtıldı. Ama aynı zamanda Rabbin krallığında sevinç verici gelişmeler de var: yerli toplantıların güdücüleri imanda büyüyorlar, kardeşlerin arasındaki birlik çoğalıyor ve başkalarına da müjdeyi yaymak için, giderek daha fazla istekli oluyorlar. Gene de, bütün nüfusun yanında imanlıların sayısı henüz çok düşüktür (10.000 kişiye bir imanlı düşüyor).

DUA KONULARI:



Fas’ta (Maroko’da) sakat kişiler

yaklaşık 3 miyon kişi - harita 3, 9


Türkçede Fas adını taşıyan kuzey Afrika’da bulunan devletin adı, bütün başka dillerde ‘Maroko’ olarak geçiyor. ‘Maroko’nun asıl Arapça adı ise, ‘Mamlaka al Magreb’tir. O sözün anlamı ‘güneşin batışı’dır, çünkü müslüman devletlerinden en batı tarafında bulunuyor, demek güneş en son Maroko’nun üzerinde batıyor. 1999 senesinden beri Kral Muhammed VI. tarafından güdülüyor. Devletin hükümet biçimi krallıktır. Bir anayasa (konstitutsiya) var, ama kralın hakları çok geniştir. Halkın 98% müslümandır ve kral aynı zamanda onların dini lideridir. Eskiden çok Yahudi vardı, ama bugün sadece halkın 0,2% Yahudidir. Halkın çoğu (65%) Araptır ve Arapçanın bir dialektini kullanıyorlar. Ama köylerde ve balkan tarafında ‘Berber’ adında başka bir halk yaşıyor. Onlar, islamiyetin yayılmasında önce bile burada yaşardılar. Onların dili Arapça değildir ve üç farklı dil bulunuyor.

Yabancılar için din serbestliği vardır. Onun için büyük kasabalarda yabancı topluluklar bulunuyor. Eskiden Maroko Fransızların ve İspanyolların kontrolu altında idi. O zamanlardan kalma eski katolik kilise binaları var. Bugüne kadar yabancılar o kiliselerde toplantı yapıyor. Katılanlar çoğunlukla başka Afrikalı devletlerden gelen gençlerdir. Giderek daha fazla Maroko’ya okumak için gelirler, çünkü Avrupa’nın kapıları artık onlara kapanıyor. Marokolu vatandaşlara bu kiliseleri ziyaret etmek yasaktır. Ama Rab burada da yerli halkın arasında topluluğunu kuruyor. Her geçen sene özellikle kasabalarda daha fazla kişi imana gelip, ev toplantılarına katılıyor. Ama, tabii ki, devletin daha birçok yerlerinde bir tek imanlı bile yok. En büyük engel, aileden gelen baskıdır. Bütün müslüman devletlerinde olduğu gibi, aile yaşamı çok önemlidir, ve kişinin her bir kararına karşıyorlar.



Maroko’nun 32 milyonluk halkının 10% sakattır. Onların çoğu da fukaralık içinde yaşıyorlar. Devletin sağlık sistemi yoktur ve sakatların çoğu zaman paraları yoktur, gerekli olan ilaçları alsınlar ve doktorların masraflarını ödesinler. O yüzden iyileşeceklerine, daha fazla sakatlanıyorlar. Bugüne kadar her yerde sokakların köşe başlarında sadakatlar için dilenen sakat kişiler görmek mümkündür. İslamiyete göre sadakat vermek, Allahın önünde geçerli olan bir sevaptır – bu düşünce müslümanların kafalarında çok büyük yer alıyor. Fukara aileler de sık sık sakat akrabalarını kullanıyorlar, aylıklarını kazanmak için. Sakat olan kişiler de kendi hastalıklarını, Allah tarafından onlara yazılmış olan bir kader olarak görüyorlar. O yüzden onu hiç ağlaşmadan, hiç soru sorup karşı koymadan kabul ederler.

Birkaç sene önce kadının biri spastik felçli bir bebek dünyaya getirmişti. Aslında kızan çok akıllı idi, ama çok geç konuşmayı öğrendi, zorlukla konuşurdu, ellerini de ancak zorlukla kullanabilirdi. Babası evladının sakat olduğunu öğrenince, karısını brakıp başka karı aldı. Kızın anası şimdi büyük fukaralık içinde yaşıyor; kendini, kızanını da geçindirmeye bakıyor.

Sakatlar için bütün devlette ancak çok az mektep var ve normal devlet okulları zaten o kadar kalabalıktır, sakat kızanlara gereken dikkatını gösteremiyorlar. O yüzden sakatlar okuyamıyor. Ancak yabancı bir sponsor bulup özel okullarda yer bulursalar okuyabilirler.

Kral Muhammed sakatlar için uğraşıyor ve yavaş yavaş halkın anlayışı değşiyor, sakatlara başka gözle bakmaya başlıyorlar. Ama gene de, çok yüksek okullar bitirirseler bile, onlara ancak çok zor iş verilir. Yalnızlıklarını yenmek ve birlikte haklarını aramak için, birçok sakat organizasyonlar kurdular. Kimi organizasyonlar sakatlara yardım etmek için tekerlekli sandalye, bastonlar ve başka materyal verirler.

DUA KONULARI:

devlet: Alcir (Cezayir)

32 milyon kişi - harita 3, 10

96%% müslüman, 0,2% hristiyan (= 65.000 kişi)




Kuzey Afrika'nın hepsi daha birinci yüzyılda, yani İsa'nın hayatından hemen sonra, müjdeyi duymuştu. Oradaki kiliseler, bütün dünyanın en sağlam toplulukları idi. Ama birkaç yüz sene içerisinde hepsi dağıldı, hemen hemen bütün yok oldu. Bunun sebebi ne putperestlerden gelen baskı, ne de müslümanlığın ortaya çıkmasıdır. Asıl sebep, kiliselerin arasındaki kavgalar ve yanlış öğretişlerin meydana çıkmasıdır. Bütün bunlar, kuzey Afrikanın kiliselerini bütün zayıflatırdı.

ALCİR bir Akdeniz devletidir. Oradaki devlet dili arapçadır, ama halkın büyük bir kısmı arap değildir. ALCİR'in asıl halkı Berber halkıdır. Kendi kendilerine onun dilin 'Amazig' diyorlar, o da 'serbest insanlar' demektir. Berber halkı da özgürlüğü seven, çalışkan ve cesur insanlardır. 130 sene boyunca ALCİR Fransa'nın bir kolonisi idi. Ancak uzun ve kanlı çarpışmalardan sonra, 1968 senesinde ayrı ve serbest bir devlet oldu. Halk, Fransa'dan özgür kalınca çok büyük şeyler beklerdi. Bunlar gerçekleşmeyince fukaralık arttı ve halk huzursuz olmaya başladı. Radikal müslümanlar halkın bu duygularını kullanarak, 1988 yılından sonra bütün devleti bir iç savaş durumuna getirdi. Onbinlerce kişi öldürüldü, bunların arasında imanlılar da vardı. Birkaç sene önce radikal müslüman partiler seçimleri kazanacaklardı. Eğer kazansaydılar, herhalde demokrasiye son verip bir islami diktatörluk kuracaklardı. Ordudaki generaller bunu önlemek için seçimi iptal ettiler ve bütün partileri yasak ettiler. Şu anda durum biraz daha sakin, ama her an gene bir patlama olabilir.

Bütün bu iç savaşı halkın düşüncelerini çok değiştirdi. Halkın büyük bir kısmının gözleri açıldı. Artık müslümanlık ne kadar vahşet, katillik ve şiddet dolu bir sistem olduğunu anlamaya başladılar. Kendi komşuları onları islamiyet adında öldürmeye kalktılar. İşin en ilginç tarafı, özellikle bu iç savaş zamanında çok fazla kişi İsa'yı kurtarıcı olarak kabul etmeye başladılar. ALCİR'in tarihinde hiç bir zaman bu kadar büyük bir büyüme olmadı.

Son yirmi sene içinde Rab, özellikle iki metod kullandı, kişileri imana getirsin. Birincisi İncil dağıtımıdır. 1994 senesinde incil dağıtmak yasaklandı ama şimdi gene serbest brakıldı. Yalnız, Kitabı-Mukaddes Şirketi şimdi Alcirlilerin kontrolunda. O kadar fazla kişi incil almak istiyor ki, onlar yetiştiremiyorlar.

İkinci yol, her hafta bütün kuzey Afrika'da yayımlanan bir televizyon programıdır (SAT 7). Alcirli imanlılar bu programı yapmak için en büyük rol oynuyorlar. Programların çoğu müjdeleyici amacıyla yapılıyor, ama aynı zamanda var olan imanlıları yetiştirmek amacıyla yapılan programlar da var.

Bugünlerde ALCİR'de Rab için işleyenlerin en büyük problemi "Nasıl kişileri Rabbe getiririz?" sorusu değildir, "İmanlıları nasıl yetiştirip, imanda büyütüreceğiz?" sorusudur. Hatta, vakıt yaklaştı, ALCİRli imanlılar başka devletlere gidip, Mesih'in müjdesini yaysınlar.

DUA KONULARI:



halk: Mızab halkı (Cezayır – Algeria)

yaklaşık 100.000 kişi - harita: 3, 10




Mızab halkı daha 1000 sene önce Gardaya vadisinde üç kasaba kurdu. Mızabların başkenti olan Gardaya yolda en son kasabadır, ondan sonra dünyanın en büyük çölü olan Sahara çölü başlıyor. Mızab halkı 100.000 kişilik bir halktır, onların çoğu bu 7 km uzanan Gardaya vadisinde yaşıyor..

Mızabların yaşamı bu çölün yakınlığını gösteriyor. İnsanlar dayanıklı, pratik düşünen, geniş fikirli, pazarlığı seven, azla yetinen ve birbirleini her durumda yardım eden bir halktır. Bir gün onların arasında yaşayan bir İspanyol onlar hakkında şöyle yazdı: “Mızablar çok katı düşünceli bir halk kurmuşlar, ama aynı zamanda hep birbirlerine bakırlar; hem dindar, hem birbirlerine bağlıdırlar; İnsan hayatına acımasızca düşman olan bir yerde yaşıyorlar.” Gardaza vadisi yalnız başına yaşamak isteyenler için değildir. Tek başına kalanlar ölecek. Çölün bu kadar zor şartlaın altında yaşamak, ancak sıkı bir işbirlik ve yardımseverlikle mümkün oldu.

Mızab aslında Berber halkının bir parçasıdır ve din olarak ‘İbadi’ sektasına bağlıdırlar. Bu grup, adını Abdullah İbn İbad’dan alıyor, o gene Hariciye grubundan ayrılmıştır. Onların öğretişlerine göre ağır günah işlemiş olan bir kişi, müslümanlıktan çıkıp kafir oluyor. Öyle bir kişinin sonsuza kadar cehennem ateşinde yanacağını söylüyorlar. Müslümanların çoğu, tabii ki, bu öğretişe katılmıyorlar, her günah için kısa bir ‘tövbe duası’nı söylemek yeterlidir diye öğretiyorlar. O yüzden Mızab halkı ayrılıp uzak bir yerde kalmayı tercih etti. Önce Gardala’dan 100 km doğuda bulunan Vargla’ya yerleştiler. 11. yüzyılda göç etmeye devam edip çölün kenarında kendilerine yeni bir yuva kurdular. Mızablar tücardır, bütün Cezayir, hem de Fransa’da yaşıyorlar.

Mızabların kasabaların arasında en çok saygı gören, 14. yüzyüda kurulan Ben İsguen kasabasıdır. Hiç bir yabancı burada geceleyemez. O kasabada çok katı sıralar var: sigara içmek yasaktır, açık giysiler yasaktır, fotoğraf çekmek bile yasaktır. Burada yaşanan müslümanlık, Kuran’ın harflerini tek tek izleyen bir dindir. Kızlar 12 yaşında başlıyorlar örtünmeye – sadece tek bir göz açık brakılabilir. Yabancılar saygı ve anlayışla karşılanıyor, ama aynısı onlardan da bekleniyor. Cezayir’de uzun senelerden beri fanatik müslümanlar, devletin ordusuyla bir savaş içindedir. Mızablar hem ordusunun yaptığı fenalıklar, hem de fanatik müslümanların katilliklerine karşıdır. Mızablar hastalar, zayıf durumda olanlar ve muhtaç kişilere özel bir yakınlık gösteriyorlar. O da bu ağır çöl şartlarının altında yaşamakta yardımcı olmuştur. Mızablar zaten her durumda yaşamayı öğrenmişler – gerek Osmanlı Emperatorluğunda, gerek sonraki Fransız kolonyal hükümetinin altında, gerek şimdiki karşıklıklarda, çünkü 1992 senesinden beri Cezayır’de bir iç savaşı yaşanıyor, zenginler ve askerler hükümeti devleti kontrol ederler. “Bu dünyanın büyükleri gelip giderler, ama Mızablar kalıcıdır” diyen bir atasöz var.

Mızabların arasında İncil hemen hemen hiç yayılmamıştır. Ancak iki İspanyol katolik papaz yapayalnız orada yaşarlar. Onlara ‘beyaz dedeler’ diyorlar. 33 yaşındaki Diego ve 64 yaşındaki Feliks 1998 senesinde oradaki işlerine dönmüşler. Üç sene önce dört silahlı adam onların misyoner evine saldırmıştı. Şimdi ise hayatları normala dönmüşler.



DUA KONULARI:

devlet: Libya

6,4 milyon kişi - harita 3


Bütün dünyada hiç bir yerli imanlı topluluk bulunmayan sadece birkaç devlet kaldı; Libya bunlardan biridir. Aslında Libya eski bir Hristiyan devleti idi. Akdeniz kıyısnda bulunan iki Romalı sancak vardı: Tripolitanya ve Kirenayka. Libya’nın yerli halkı o zaman Grekçe ve Kıptice (eski Mısırca) konuşurdu İkisinde de İsa’dan sonra ilk yüzyıllarda hemen hemen bütün halk Hristiyan oldu. Fakat Muhammed’in ölümünden hemen sonra, Arap orduları bütün kuzey Afrika’yı ele geçirdiler ve bütün halkı müslümanlaştırdılar. Üstelik arap dilini getirdiler ve böylelikle aslında arap olmayan halklar ‘araplaştırıldı’. Bugüne kadar ancak Berber halkından olan birkaç kişi kendi dillerini korumuştur.

Bugünkü Libyalılar hemen hemen 100% müslümandır. Büyük çoğunluğu Akdeniz kıyısnda bulunan büyük kasabalarda yaşıyor (başkent Tripoli: 1,5 milyon kişi ve Bingazi: 1 milyon kişi). Devletin 90% Sahara çölünde bulunuyor, orada da kimse yaşamıyor. Sadece ‘vaha’ (oazis) denilen küçücük palmiye ormanlarında su bulunuyor. Bunun dışında çölde gezen Bedeviler var (2. Gün). Sadece Akdeniz kıyısında biraz tarlalar bulunuyor, onun için gıdaların çoğu başka devletlerden satın alınıyor.

Ama Libya devleti onları ödemek için zorluk çekmiyor. 1959 senesinde orada kocaman yeraltı petrol ve gaz depoları bulundu, ve o zamandan beri çıkarılıp satılıyor. Libya başka bir konuda da dünyaca nam yapmıştır. 1969 yılında ‘Albay’ (polkovnik) Muammer Gaddafi bir diktatörlük rejimi kurmuştu. O zamandan beri sözde bir arap-sosyalist republikasını gerçekleştirmeye çalışıyor. Sosyalizmi ve Müslümanlığı birleştirip, arap devletler için yeni kurtuluş sistemi getirmek istiyor. Bu teorileri ‘yeşil kitap’ denilen bir kitapta yayımladı. 1994 yılından beri Libya’da şeriat kanunu geçerlidir. Gene de birçok müslüman Gaddafi’ye düşman kesiliyor ve onun hükümetine karşı savaşıyor. Onlara göre Gaddafi’nin yaydığı müslüman devleti teorileri asıl, orjinal islamiyetten uzaklaşıyor. Halk, mümkün olduğu kadar başka devletlerden gelen etkilerden ‘korunuyor’; demek yabancı gazeteler ve kitaplar satılmıyor, yabancı radyo ve televizyon programları seyretmek yasaktır. Gizli devlet polisi herkese korku saçıyor ve halk kendi fikirlerini serbestçe yayamaz. Onun için Libyalıların çoğu sadece kendi işlerine bakıp başka hiç bir şeyle ilgilenmiyorlar.

Petrol endüstrisi, fabrikalar, hastaneler okullar ve yolları yapmak için Libya yabancı işçilere ve uzmanlara muhtaçtır. Bu yolla çok fazla yabancı bu devlete yerleşmiştir. Bunların arasında birçok imanlı da bulunuyor. O iki büyük kasabada (Tripoli ve Bingazi) yaşadıkları yerlerde toplantı yapabilirler. Ama yabancılar yerli halktan uzak tutuluyor, ancak iş yerlerinde görüşebilirler. Mesih için şahitlik yapmak ve islamiyeti terk etmek çok yasaktır ve büyük ceza getiriyor. Bunun en küçük denemeleri bile anında yok ediliyor. Gene de Rab bir yol buldu Libyalılar müjdeyi duysunlar: radyo, televizyon ve sınırlı de olsa internet yoluyla. Ayrıca, birçok Libyalı tatil için yurt dışına gidiyorlar, orada da müjdeyi duyanlar var. Libya’da yaşayan yabancı imanlılar da dikkatle bir biçimde yerli halka ve iş arkadaşlarına İsa hakkında şahitlik yapabilirler. Kesin olarak sayıları bilinmiyor, ama saklı imanlılar bütün devlette vardır, İsa’ya olan imanlarını ancak gizliden yaşayabilirler.

DUA KONULARI:

Libya

İncil'de 'Kireneli Simun' adında bir adam geçiyor. Yolculuk yaparken, Yeruşalim'den de geçti ve onu zorladılar, İsa'nın haçını taşısın (Matta 15:21). Kirene bugünkü Libya'nın bir parçasının eski adıydı (Bingazi kasabasının etrafı). Demek İncil'de en azında bir Libyalı imanlı geçiyor, ama ne yazık ki, bugünlerde Libya'da yaşayan Arapların hemen hemen hiç fırsatı yok, İsa'nın iyi haberini işitsinler.

1969 senesinden beri devletin başı Muammer Gaddafi'dir. O zaman krallık sistemini devirip sona erdirdi. Uzun seneler Gaddafi dünyanın her yerinde terorizmi ve 'islami devrim hareketini' destekledi. Dünyanın görüşünde Libya 'mikroplu devlet' gibi bir ad kazandı.

Libya bütün Afrika devletlerinin en zenginidir. Bunun sebebi de kocaman petrol rezervalarıdır. Onun dışında Libya başka bir mesele ile ün kazandı: devletin 90% sahara Çölüdür, ancak Akdeniz kıyısında büyük kasabalar var. Ama onlar bile susuzluktan çekiyorlar. Bunu haletmek için, uzun bir su borusu çekmişler. Sahara Çölünün altında, çok derinde su kaynakları bulunuyor. Oradaki suyu yeryüzüne çıkarıp kasabalara pompalıyorlar.

Başkent Tripolis'tir, aynı zaman en büyük kasaba, en büyük deniz limanı (pristanişte) ve en önemli ticaret merkezidir. Orada yaşayan 1,7 milyon insan halkın üçte biridir, Havası öbür Akdeniz devletleri gibidir: yazın sıcak ve kuru, kışın gene serin ve seyrek yağmurlu.

İkinci kasaba Bingazi'dir, o da Akdeniz kıyısında bulunuyor. Tripoli'deki halk daha kapalı ve koyu müslümandır. Bingazi'de gene, en çok okumuş kişiler oturuyor. Eski adetlere göre her düğüne lazım yüzlerce misafir davet edilsin. Son senelerde pahalılık basınca, birçok erkek evlenmiyor; yolsuz kadınların sayısı da çoğalıyor.

Libya'daki halk yaklaşık 97% müslümandır, 3% hristiyandır. Kişilerin bir çeyreği zaten yabancı işçilerdir. Hristiyanların çoğu da Mısır'dan gelen ve Kıpti kilisesinden olan işçilerdir. Yerli imanlılar parmakla sayılabilir. Devlet dini Sunni islamiyettir, kişilere İsa'nın haberini yaymak da kesin yasaktır. İsa Mesih rab olarak tanımak, büyük bir devlet suçu sayılıyor. İmana gelen herkese ölüm cezası veriliyor. Yabacılar için Libya'ya yolculuk yapmak bile zordur. Ancak son senelerde daha fazla turistler Libya'ya gelmeye başladı.

Devlet zengin olduğu için ailelere bol bol yardım ederdi. Onun için gençler rahatlık içinde büyümüşler. Devlet bütün yazılı yayınlara sıkı sansür yapıyor. Onun için gençler yeni fikirler işitemiyorlar, sanki kapalı bir kafes içinde büyümüşler. Fakat internetin gittikçe daha fazla yayılması hükümetin kontrol işini zorlaştırıyor. Petrol'dan kazanılan paralar kimi gençlere frısat veriyor yabancı devletlerde okusunlar. Halkın gelecekteki önderler zaten onlar olacak. Ancak orada bazılarının fırsatı olabilir, İsa'nın müjdesini işitsinler. Libya'nın içinde de radyo ve televizyon yolu ile müjdeyi yaymaya fırsat var. Her hafta yaklaşık 100 kişi radyo istasyonuna mektup yazıyor.



DUA KONULARI:





halk: Sahara’daki Bedeviler

20 milyon kişi – Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da - harita 3



Bedeviler bir ‘göçebe’ halkıdır; bu demek eski zamanlardan beri deve, koyun ve keçi sürülerine bakıyorlar. Bu sürülere su bulabilmek için de, bütün Kuzey Afrika’yı ve öbür arap devletlerinde geziyorlar. Bedevilerin hepsi aslında en başta Suudi Arabistan’dan çıkmışlardı. Daha İsa’dan 300 sene sonra Bedevilerin çoğu hristiyan olmuşlardı. Hatta, onların arasında patriarhlar bile seçilmişlerdi. Ama ne yazık ki, çoğu yürekten bir değişme görmemişlerdi, daha fazla politik sebepler için Hristiyan olmuşlardı: Bizans emperatorluğundan askeri destek beklerdiler. Müslümanlık türeyince Bedeviler islamiyeti kabul ettiler ve bugüne kadar ‘Bedevi’ demek, ‘müslüman’ demektir. Allahın tek olduğu. Muhammed de onun peygamber olduğuna inanıyorlar. İsa onlar için sadece bir peygamberdir. Çoğu Bedeviler günde beş vakıt namaz kılıp, sevap işlemeye çalışıyor ve böylelikle ahretteki kantarda günahlarını denkleştirmeye uğraşıyor. Ama, tabii ki, bu konuda, Allahın kişiyi kabul edip cennette yer vereceğine kesin bir şey bilemez. Bedevilerin asıl inancı da ‘halk islamiyeti’dir. Büyüler ve cinlerden korkuyorlar, bunlara karşı muska yazdırıyorlar.

Bedeviler göçebe, yani gezici yaşamıyla övünüyorlar. Hükümet ise onları kasabalarda yaşamaya zorluyor. Onun için Bedevilerin çoğu artık eskisi gibi keçi kılından yapılmış çadırlarda değil, ama taştan yapılmış evlerde yaşıyor. Bundan başka, kimi Bedeviler o kadar fakir ki, ince kumaş çadırlarda, kerpiç evlerde ya da tenekeden yapılmış külübelerde yaşıyor.

Her bedevi bir cinse bağlıdır. Kendilerini o cinse bağlı hissediyorlar, değil içinde yaşadıkları devlete. Normal bir Bedevi kadın 15 kadar kızan doğuruyor. Bunlar çoğu defa yakın bir akraba ya da bir arkadaş cinsinden bir erkekle evleniyorlar. Kızanların 20% daha beşinci yaşını doldurmadan hastalık ya da kazalardan ölüyorlar. Halkın 80%, ve özellikle kadınlar ve kızlar, okuma yazmayı bilmiyorlar.

Bedeviler eli açık ve misafirleri seven bir halk olarak tanınıyor. Çölde bir Bedevi çadırına rastlayan kişi, o aileden mutlaka davet ediliyor, yemeye içmeye ve geceyi orada geçirmeye zorlanıyor. Misafirin şerefine sık sık hayvanlar kesiliyor. Bedeviler hikaye anlatmayı, menzume dinlemeyi, türkü söylemeyi ve oynamayı çok seviyorlar. Bugünlerde Bedevilerin çoğunda radyo, kasetofon, hatta televizyon var (onu ya pillerle ya da benzinle çalışan generatorlarla çalıştırıyorlar). Kimi yerde çadırın yanında bir cip, cipin üstünde de uydu (satelit) antenayı görebilirsiniz.



DUA KONULARI:





"Bedeviler özgürlüğünü severler"




Bedeviler, çölde yaşayan, yerden yere gezen göçebe bir halktır. Arabistan'da yaklaşık 3 milyon Bedeviler yaşıyor. Onlar 500 sene önce oraya yerleştiler. Bedevilerin tek amacı var: hayatta kalmak. O yüzden her duruma ayak uydururlar.

Çöl merhamet nedir bilmiyor ve gene de Bedevilerin memleketidir. Bugünlerde birçok Bedevi artık yerleşmişler, göç etmiyorlar, ama gene de yerde ya da toprağın üzerinde oturmayı severler, ne kadar bir iskemlede.

Bedeviler özgürlüğü severler ve kendilerine 'asıl Arap' derler. Kasabalara henüz yerleşmemiş Bedeviler bütün devletlerde hükümet için birer kafa ağrısı demektir. Yirmi sene önceye kadar Bedevilerin arasında zengini yoktu, fukarası da yoktu; herkesin malı aynıydı. Kimi yerlerde para bile yoktu - herşey trampa ile satılırdı. Ama bugünlerde Bedeviler hepsi kapitalist oldular. Herkes en güzel eve, en pahalı arabaya sahip olmaya çalışıyor. İşin kötü tarafı şu ki, birçok Bedeviler bu şeyleri alırken, aslında paraları buna yetmiyor. Kişi artık herşeye sahip olduktan sonra, sık sık uyuşturucu kullanmaya başlıyor, böylece borçlarını ve kıskançlık yüzünden başlarına açtığı belalarını unutmaya bakıyor.

Bütün Bedeviler müslümandır, hatta onların köylerinde bir tane Hristiyan bile yaşamıyor diye gurur duyarlar. Hristiyanlar onların gözünde kötü insanlardır; zina edenler ve hırsızlık yapanlar. Bu fikir nereden geliyor - televizyon ve sinemada seyrettikleri filmlerinde öyle şeyler görürler.

Erkekler çoğu zaman kendilerine bir modern hava verirler, ama hristiyanlık hakkında, hele hele İsa hakkında konuşmak istemezler. Kadınlar çoğu vakıt dindardırlar, kendi evlatlarını Kuran'ın öğretişleriyle büyütürüyorlar. Üç yaşından küçük kızanlara bile kimi Kuran ayetleri ezberletirler. "İncil değiştirildi" gibi sözlerle sanki müjdeye karşı aşı (imunizatsiya) yapılıyor.

Rab hakkında şahitlik yapan Hristiyanlar olduğumuz halde, insanlar bizi seviyorlar. Gün geçmiyor, Bedeviler bize "Bakın, o kadar iyi insansınız. Neden müslüman olmuyorsunuz?" demesinler.

Bedevilere İsa Mesih'in müjdesini getirmeye çalışanlar azdır. Daha fazla ruhsal işçilere ihtiyacımız var. Rab daha birçok kişi çağırsın buraya gelmeye ve Bedevilerle birlikte fukaralık içinde yaşayıp tuz ve ışık olmaya. Bedevilerin biri bizimle sefte karşılaştıktan sonra dedi ki: "Ben aslında Avrupalıları ve Amerikalıları sevmiyorum, ama seni sevdim." Ona ne demek istediğini sordum. "Sen bizi seviyorsun" diye cevap verdi

Bedeviler onu çok iyi anlarlar, bu konuda çok hassastırlar. Sık sık bizi çağırıyorlar, bir ailenin evine misafir olalım. Akşam olunca eve giderken onların yüzlerinde bir sevinç görüyoruz. İnsanlar gerçek sevgiye muhtaçtırlar. O kadar ki, sevgi dolu insanlarla bir araya gelince, neredeyse o sevgiyi kişiden emmeye bakarlar. Arzumuz, Rabbin sevgisini dağıtan kişiler olalım. Böyle kişilerden daha fazla ihtiyacımız var.



DUA KONULARI:





halk: Mısır’daki çingeneler

yaklaşık 1 milyon kişi - harita: 3, 11




Birçok yerde olduğu gibi, Mısır’da da ‘çingeme’ sözü bir kişiyi aşağılamak için kullanılıyor. Aynı zamanda Çingenelerin hayatı ve kültürü, her zaman çekici ve gizli bir şey olarak görünüyor. Çingeneler aslında Hindistan’dan gelmedir ve 900 sene önce Avrupa’ya doğru göç etmeye başladılar. Bazıları Mısır’a, ve kuzey Afrikanın öbür taraflarına da geldiler. Her halkın çingeneler için kendi sözü var.

Mısır’da yaklaşık 1 milyon Çingene yaşadığı halde, halk sayımlarında ayrı bir grup olarak sayılmıyorlar. Sanki devlet onların var olduğunu kabul etmiyor. Ne doğum kağıtları ne de kimlikleri (liçni karti) var. Onlara iş de verilmiyor. Aileleriyle, ve büyük cinsleriyle, İskenderiye, Kahire ve Fayum kasabalarının kenar mahallelerinde yaşıyorlar. Onların görünüşü de Mısırlılardan farklıdır: çok esmerdirler ve daha fazla Hindistanlılara benziyorlar. Onların dili Hindistan dilidir. Kimileri artık yerleşmiştir, ama başkaları, daha eskisi gibi, iş ve güvenlik aramak için kasabadan kasabaya gezerler. Kimileri büyük kasabalarda meyva satarlar, kimileri kalaycı ya da demircidir.

Çingene kadınlar Tanta gibi kasabasında dini bayramlarda dansöz olarak işlerler, sonra da fahişelik de yaparlar. Aslında Çingenelerin arasında kadınlar çok yüksek bir durumdalar, çünkü en fazla onlar para kazanırlar. Çoğu hanelerde erkek zaten hiç işlemiyorlar.

Çingeneler için birkaç ad kullanmak normal bir şeydir. Mesela adamın biri düğünlerde zurna çalıp dansçılara yardım ediyor; o zaman “Aşur” adını kullanıyor, kimse onun asıl kim olduğunu anlamasın diye. Yarın öbür gün İskenderiye kasabasında sokakta kahve satacak; bu sefer “Abu Seriya” adını kullanacak. Daha sonra Kahire’de demircilik yapmak istiyor; bunun için adı “Abu Doma” olacak. Kahire, Mısır’ın başkenti olarak, aynı zamanda Çingeneler için bir toplanma yeridir. Bütün Mısır’dan gelip Muhammed’in doğuşunuı kutlayan mevlitler yapıyorlar.

Çingenelerin hayatında en önemli şeyler eylenmek ve keyif yapmaktır. Kimileri para biriktirmeye çalışırlar, başkaları bütün günü boş gezerler, sigara hatta uyuşturucu içerler. Dıştan bakılınca, Çingeneler için hayatın planı ve hedefi yoktur. Güne gün yaşarlar, geleceği için plan yapmazlar. O yüzden fukaralık da çok yaygındır. Çingenelerin kimi gençleri anne babalarına karşı gidip uyuşturucu satarlar, ya da en alçak işlerle uğraşırlar.

Çingenelerin yüzünde sanki “red edilmiş” ya da “kendine güvenmiyor” diye yazılıyor. Bu duygu sanki onların kanında var, varlıklarının çok derinliklerinde yatıyor. Çingeneler çoğu zaman aralarında yaşadıkları halkların dinini kabul ederler. Onun için Mısır’da çoğunlukla Sunni müslümandırlar. Ama günlük yaşamında, aslında dinsizdirler. Ruhların gücü ve mucizelere inanırlar. Mesih İsa’nın müjdesini yaymak için burada açık kapılar var. Çingeneler İsa’nın yaptığı mucizeleri hem de Hrstiyan azizlerin hayatlarını seslemeye bayılırlar. Çingenelere gerçek sevgi ve yakınlık gösterirse, onu eve davet ederler, ona yüreklerini açarlar.



DUA KONULARI:



Mısır’da sakat kızanlar

yaklaşık 2 milyon kişi – harita: 3, 11




Onaltı yaşında olan Muhammed sakat olduğu için tekerlekli iskemleye mahpustur. O kocaman iskemlenin içinde ufacık kızan gibi duruyor. Küçük yaşta çocuk felci (detska paraliza) hastalığına yakalandı ve o zamandan beri normal bir çocuk gibi gelişmedi. Bugün imanlıların bir hastanesinden birkaç kişi onu ziyaret etmeye geldi. Sakat olduğu halde Muhammed onlara gülümsüyor. Ziyaretçiler anasına sorular soruyor. O zaman öğreniyorlar ki, daha önce Muhammed’i ameliyat etmişler, ama başarısız. Sidiğini tutamadığı için ailesini onu küçük bir sünger parçası üzerinde beton üstünde yattırıyor.

Son yıllarda Mısır’da sakatların sayısı çok büyüdü. Aynı zamanda halk onların da haklarına daha fazla dikkat etmeye başladı. Gene de, bütün Mısır’da yaşayan sakatların ancak 1-2% devletten yardım alıp devletin hizmetlerinden faydalanabilirler. Ancak kendini biraz bakabilenler, mesela körler, yürüyemeyenler ya da hafif akıl hastları. Ama birkaç yönden ya da ağır sakatlanmış olanlar için profesyonel yardım yok. Kimi sakatlar erken yaşta tedavi görürse çok daha iyi duruma gelebilirler. Ama ne yazık, bu konuda kişilerin çoğu defa bilgileri yoktur. En erken dört yaşında anaokullarına yazılınca kızanların sakat oldukları anlaşılıyor. O da ancak Mısır’ın iki büyük kasabasında mümkündür (Kahire ve İskenderiye). Mısır’ın güney tarafında yaşayanlar için pek umut yok. Oradaki sakatlar akrabalarının yardımlarına muhtaç kalıyorlar. Onlar da sakatların durumlarını anlamayıp anlayışsızlıkla davranıyorlar. Hele hele küçük yaşta sakat kızanlara destek vermek konusundan bütün habersizdirler.

Asime adında bir kızın hayatına bakalım. Anası onu bir imanlı hastanesinin kliniğine getiriyor. Asime yeni doğarken sarılık geçirmişti, ama doktorlar onu fark etmemişlerdi. Asime şimdi üç yaşındadır, ama hala ne oturabilir, ne de konuşabilir. Anası ve babası çok doktor dolaşmışlar, hatta fizioterapi ve yaptırmışlar. Ama hepsi boşuna. Ama imanlıların hastanesinde bu konuda biraz tecrübesi olan bir yabancı kadın var. Kendisinin de zaten sakat bir kızanı var. Bir randevu için anlaşıyorlar. O zaman Asime’nin anası çok büyük dikkatle sesliyor, en ufak bilgiye kaçırmasın diye. Ona diyorlar: “Kızın daha fazla gelişebilir, birçok şey öğrenebilir.” Bunu işitince, Asime’nin anası umutlanıyor.

Mısır’da sakat olmak ayıp, utanılacak bir şey gözüyle bakılıyor. Çoğu sakatlar akrabaları tarafından evlerinde saklı olarak tutuluyor. Kendi sakat kızanına destek vermek, çoğu aileler için henüz düşünülmez bir şeydir; ayıplanmaktan korkuyorlar. Üstelik, sakat kızanın normal kardeşleri varsa, onlar bile kendilerine eş bulmakta zorluk çekerler. Kimse onlarla evlenmek istemeyecek, sakat kardeşi, ya da kızkardeşi var diye. İslamiyet, Allahın isteğine boyun eğmek demektir. Sakat bir kişi, “Allah neden sakat olmama müsaade ediyor” diye sorarsa, müslümanlar bunu imansızlık sayarlar. O yüzden, acı çeken kişi Allahın doğruluğundan kesinlikle şüphe etmemeli, onu sormak bile yasaktır. Kimse Allahtan hesap soramaz. Eski Ahitte sık sık okuyoruz, nasıl mesela Mezmurlarda Allaha iman eden kişiler ona “Neden” diye sorarlar. Kutsal Kitap’ın öğretişine göre, Tanrı, kendi yarattığı kişilerin acılarını hissedip paylaşan bir varlıktır. Ama aynı zamanda acıyı, kendi Oğlunun ölümü ve dirilişi ile yenmiştir. Fakat müslümanlıkta Allahın sevgisi üzerinde durulmuyor, tek önemli tarafı olarak onun güçlü olduğunu gösteriliyor. O yüzden acı çeken anne babalar müslümanlıkta teselli bulamıyorlar.



DUA KONULARI:

halk: Nubyalılar

devlet: MISIR, SUDAN

1,1 milyon kişi (Sudan'da 700.000; Mısır'da 300.000; gurbette 100.000)

harita: 3, 13




Nubiya aslında bir devlet değildir, Sudan ile Mısır'ı bağlayan darıcık bir bölgedir. Mısır'daki Asuan kasabasından, Sudan'daki ed-Debba kasabasında kadar uzanıyor ve aslında sadece Nil ırmağı ve etrafındaki tarlalardan oluşuyor. Böylelikle Nubiya "Afrika'nın koridoru" adını aldı.

Bütün Nubiya 900 km uzundur. 1967 yılında Asuan barajı (yazovir) yaptılar. O vakıt 70 tane köy su altında kaldı ve kişiler Mısır'ın Asuan ve Sudan'ın Hartum kasabalarına taşındı. Ama daha önce bile erkeklerin çoğu büyük kasabalara göç etmeye başladı.

Nubiyalılar esmer ve karışık bir halktır - yüzyıllar boyunca burada Araplar, Türkler, Macarlar ve zenciler (negerler) birbirleriyle evlendi ve böylelikle bu melez halk meydana geldi.

İsa'dan 500 sene sonra Bizans emperatorluğundan gelen misyonerler Nubiyalıları Hristiyan yaptılar. Ama halka hiç bir zaman fırsat vermediler, yerli bir kilise kursunlar. Her daim Mısır'ın Kıpti kilisesinin kontrolunun altında idi. İncili bile kendi diline çevirilmedi, hiç bir zaman kendi incil mektepleri olmadı ve böylece hristiyanlık her zaman biraz yabancı kaldı.

Nubiyalılar yüzlerce sene müslüman araplara karşı koydular. Ancak 1300 yıllarında müslümanlığı kabul etmeye başladılar. Bugüne kadar koyu müslümandırlar, ama gene de hristiyanlara karşı iyi düşünceleri var. Bin sene hristiyan kaldıkları için, bugüne kadar bile bazı hristiyan adetlerini devam ettiriyorlar. Mesela, bebek doğduktan sonra sekizinci günde ona Nil suyu serpiyorlar (birtakim vaftiz ritualı). Bütün müslümanlar haç sembolünden iğreniyorlar, onakarşı büyük nefretleri var. Ama Nubiyalılar, onu hala eski kapılar, ev duvarları, koltuklar ve çeyiz sandıklarının üzerinde kullanıyorlar.

Nubiyalılar iki dil konuşuyorlar: Nobin ve Kenuzi. Ama bugünlerde her yerde arapça konuşulduğu için, hemen hemen bütün Nubiyalılar iki dille büyüyorlar. Kendi dilleri, belki de, birkaç kuşak içinde yok olacaklar. Kendi dillerini ve kültürünü kollamak için, Nubiyalılar hem Mısır'da, hem de Sudan'da organizasyonlar kurdular.

Nubiyalılar aslında henüz 'incili duymamış' bir halk olarak görmek lazım, çünkü henüz aralarında yerli kiliseler yoktur. 1900 senesinden beri Mısır'da ve 1970 senesinden beri Sudan'da Nubiyalıların arasında müjdeyi yayanlar var. Ama incilin tercümesine henüz yeni başladılar. Sudan'ın kuzey tarafında küçük topluluklar oluşmaya başladı. AMa bunlar güney Sudan'daki iç savaşından kaçan kişilerder, yani asıl Nubiyalılar değildir. Ama Rab onları da kullanabilir, Nubıyalılara incili getirmek için.



DUA KONULARI:







halk: Mısır ve Sudan’daki Beya halkı

2 milyon kişi - harita: 3, 13



Acaba, hangi halk aylığının 15-25% kahve için harcıyor, türkülerinde develerini övüyor ve her yerde kıvırcık saçlarıyla dikkat çekiyor? Onlar Beya halkıdır. Fıravunların zamanından beri Mısır’ın güney tarafı ve Sudan’ın kuzey tarafında yaşarlar.

Beya halkı İsa’dan 500 sene sonra Hristiyanlığı kabul etti, ama bunun hiç derinliği yoktu. Araplar 640 senesinden sonra Sudan’a saldırdılar ve onun arkasından giderek daha fazla Beya müslümanlarla evlenmek ya da ticaret yapabilmek için islamiyeti kabul ettiler. Aslında Araplar onları hiç bir zaman tam olarak yenemediler, ama gene de adetlerini ve inançlarını çok etkilediler.

Beya halkının çoğu çobanlık yapıp hayvan yetiştiriyor. Deve ve keçi sürüleriyle göçebe olarak her tarafını geziyorlar. Bir Bey’ya “Mutluluk nedir?” diye sorarsan, cevap olarak “Büyük sürülere sahip olup her zaman yeşil otlaklıkları bulmak” diye cevap verecek. Beyalar palmiye yapraklarından yapılmış çadırlarda yaşıyor. Yemek olarak en fazla süt ve ekin kullanıyorlar; et ve şeker ancak çok seyrek yiyorlar. Beya halkının sadece küçük bir parçası evlerde oturuyor, o da Yukarı Mısır, doğu Sudan ve Eritrea devletlerine. Bütün halk beş ayrı cinse bölünüyor: Bişariin, Hadedova, Amarar, Ababda ve Beni-Amer. Beyaların dili ‘Bedaviyet’ deniliyor. O dilde henüz yazılı olan hiç bir şey yoktur. Ama Mısır ve Sudan’da yaşayan Beyaların çoğu aynı zamanda Arapça konuşuyor.

Beyalar türkü söylemeyi ve müzik çalmayı çok severler. Şarkılarında en çok geçen temalar şunlardır: develer, kadınların güzelliği ve huzurlu bir yeri özlemek. Beyalar kahveyi çok fazla seviyor. Bir tarihçi şunu yazdı: “Beyalar aç kalabilir, ama kahvesiz yaşayamazlar.” Kahve rahat bir muhabbet ve arkadaşlarla beraberlik için vazgeçilmez bir parçadır.

Şeriat (Kuran Kanunu) kasabalarda yaşayan Beyalar için biraz önem taşıyor, ama göçebe olarak yaşayanları etkilenmez. Onlar ne şeriatı, ne de devletin kanunlarına boyun eğmezler. Onun yerine, kendi eski kanunları ve adetleri var. Onda misafir kabul etmek ve verilen zararı ödemek konularına önem veriliyor. Yara açmak, hatta ölüme sebep olmanın üzerine bile belli başlı cezalar var. Cinsin ihtiyarları bu kanunların ve adetlerin korunmasını sağlıyorlar ve böylece halkın içindeki barışı koruyorlar.

Beyalar, 4000 senelik tarihinde değişik dinler kabul etmişlerdi: putperestlik, dedelere ve cinlere tapmak, Mısırlıların tanrılarına tapmak, Hristiyanlık ve müslümanlık büyük rol oynadı. Şimdi Beyalar müslüman sayılırlar, ama gene de islamiyet derin kök salmamıştır: Mekke yakındır, ama hacca giden yok, namaz kılanlar da az. Ci

Beya halkı bütün dünyada müjdeyi en az duymuş olan halkların arasındadır. Son yıllarda değişik misyalardan gelen Rabbin işçileri Beyalara müjdeyi getirmek için işbirlik kurdular. Şimdiye kadar Beyaların dilinde ne İncil’in tercümesi, ne de İsa filmi vardır.,



DUA KONULARI:





bölge: Darfur (Sudan)

6 milyon kişi, 35 ayrı grup ya da oymak halinde - harita: 13






Arapçada 'dar' = 'ev' demektir, 'Fur' gene, eski bir halkın adıdır. Yani 'Darfur', 'Furların yaşadığı yer' demektir. Bu Furlar binlerce seneden beri o bölgede yaşıyorlar, Sudan'ın asıl halkı onlardır. Yüzlerce sene onlar devletin efendileridir. 1900 yılında hemen hemen bütün Sudan'ı ele geçirmişlerdi. Ama bugün o günler çoktan unutulmuştur. Sadece erkekler onu kaflerde anıyorlar.

Darfur bölgesi bütün dünyada en az müjdeyi duymuş bir yerdir. Onun için bugün daha fazla cıhat edelim orası için dua etmek için. Rab bu durumu değiştirsin

Bugün orada altı milyon kişi yaşıyor, toplam 35 ayrı halk ve grup olarak. Darfur bölgesi Bulgaristan'dan 50% daha büyüktür. Toprağın çoğu, sadece at otludur ve yavaş yavaş Sahara çölünün içinde kayboluyor. Ama Sahara her sene gittikçe büyüyor. İnsanların hayatı bu çöle karşı savaşmakla geçiyor.

Eskiden orada yaşayan halklar, göçebe olarak yaşardılar, yani yerden yere göç ederdiler. Ama bugün çoğu köylerde yaşıyorlar. Ancak çok büyük kuraklık zamanlarında, sürülerini alıp suyu aramaya çıkıyorlar. Koyun ve inek sürülerinden başka, biraz arpa ve mısır ekiyorlar. Yağmur çok azdı yetmiyor, normal senelerde 150 mm yağmur düşüyor bütün sene içinde (Bulgaristan'da 900 mm). Ama sık sık bu kadar bile düşmiyor. En iyi yıllarda bile, rekolte azdır ve yaşamak için az, ölmek için çoktur.

Ama bütün halkları birleştiren müslümanlıktır. Darfur bölgesinde yaşayan halkların hepsi, müslümanlığa sıkı bağlıdır. Bir halkta, öyle bir adet vardır ki, bütün Kuran ayetlerini ezberlemeden, evlenmesi yasaktır. Ama gene de 'halk islamiyetinde' birçok putperest adetler devam ediliyor: Hocalar büyü yapıyor, muskalar yazıyor, nazardan korüyacak eşyalar satılıyor. Halk gene de, durmadakka kötü ruhların korkusu içinde yaşıyor.

Darfur bölgesinde müslümanlıktan başka bir şey görmemişler, duymamışlar da. Şimdiye kadar Sudan'ın güney tarafından tek bir misyoner gelip müjdeyi yaydı: bir kişi, altı milyon imansızlar için. Bu kocaman bölgede bugünlerde müslümanlıktan tek bir topluluk vardır. Halkların çoğundasadece 1 ya da 2 imanlı var.

Özellikle İki halk için dua edelim: Birged (100.000 kişi) ve de Meydob (60.000 kişi). Yüzlerce sene önce onlar Hristiyan idiler, ama şimdi onların arasında imanlı yok.

DUA KONULARI:



Darfur sancağı (Sudan)




Sudan Afrika'nın en büyük devletidir. O kocaman devletin batı tarafında Darfur adında bir bölge var. Çoğunlukla kurak topraklardır, ama orada gene de 6 milyon kişi yaşıyor.

Son senelerde orada korkunç olaylar oldu: ölüm ve yıkım günlük yaşamın normal bir parçası oldu. Oranın halkında iki grup var: yerleşmiş Arap çiftçiler ve göçebe (yani, yerden yere gezen) hayvancılar barış içinde yanyana yaşardılar. Kimi yerde birbirlerine kız bile verirdiler, evlenirdiler. Sonra sözde 'Afrikalı' ve 'Arap' çiftçilerin arasında birdenbire su kuyuları ve topraklar üzerine kavgalar çıktı. Daha sonra 'Arap' ve 'Afrikalı' çobanlar arasında da çatışmalar meydana geldi. Kırdan gelen ziyaretçiler zaten değişik gruplar ayıramazlar. Hepsi Arapça konuşurlar, hepsi de siyah tenlidir. Kimi kere Araplar belk, azıcık daha beyaz tenlidir.

Bugüne kadar devam eden kriz 2003 senesinde başladı: o zaman kendi sancakları için serbestlik isteyen kimi Darfurlular Sudanlı bir hükümet yerine saldırdılar ve 100'den fazla asker öldürdüler. Hükümet buna karşı 'Jancavid' adında bir grubu silahlandırdı ve ayaklanma yapanlara karşı kullandı. 'Jancavid' adı, "Beygire binmiş silahlı erkekler" demektir. Bu gruba katılanlar çoğunlukla göçebe Baggara halkındandır. Onlar hem Sudan'da, hem de birkaç devlette yaşarlar. Bunlardan sadece çok az kişi müjdeyi işitmişler. Zaten bugüne kadar onlara müjdeyi getirmek için pek uğraşılmadı. Hükümet bu silahlı gruba materyal ve askeri destek verdi, hatta onların önünden uçaklar gönderip çüftöilerin köylerini uçakla bombalamışlar.

Bütün bu işlere daha geniş olarak bakarsak, anlayacaz ki, bu hükümetin bir stratejisidir: hem elbette Darfur'un Sudan kopup ayrı devlet olmasını engellemeye bakıyorlar, ama aynı zamanda o bölgeyi daha fazla müslümanlaştırmaya çalışırlar. 2005 senesinde OON (BM) bir rapor yayınladı; ona göre 2003-2005 senelerinde 180.000 kişi öldürüldü.

1.800.000 kişi kendi evlerinden kaçmak zorunda kaldılar. 200.000 kişi komşu devleti olan Çad'a kaçtılar. Yüzlerce köy yakılıp kül oldu. 2005'in sonunda 3,5 milyon kişi açlık yüzünden ölmek üzerinde idi. Orasını kendi gözleriyle gören şahittirler anlatıyorlar, nasıl

bütün bu katillik sistematik ve planlanmış bir harekettir.

Kaçanların birçoğu da kendi kendilerine soruyolar, nasıl başka müslümanlar onlara bu kadar kötülük yapabilirler. Kimi kişiler müslümanlıktan bile şüphe etmeye başladılar. Ama ne yazık ki, Darfurlulardan ancak çok az kişi müjdeyi işitmişler. İsa Mesihi müslümanların yaydığı öğretişlerine göredir: "İsa Mesih sadece Mühammed gibi sıradan bir peygamber imiş". Darfur halkının arasında ruhçuluk ve büyücülük çok yaygındır. Darfur bölgesi bütün dünya çapında belki de müjdenin en az yayıldığı yerdir - 2005 senesinde 50'den az imanlı vardı. Ve gene de bu küçücük grup bütün Darfur için bir umut kaynağıdır.



DUA KONULARI:









devlet: Lübnan

4,2 milyon kişi - harita: 15, 2


Lübnan yer olarak çok ufak bir devlettir - (Plovdiv ve Pazarcık oblastları birlikte, Bursa ilinden küçük). Ama bu azıcık toprak üzerinde çok büyük farklılık ve kontrast bulunuyor: geografyaya bakarsan - Akdeniz kıyısından Lübnan Dağlara kadar, plajdan ski hotellere kadar. Toplumsal durumuna bakarsan - aşırı fukaralıktan düşünülmez zenginliğe kadar, Din durumuna bakarsan - koyu müslümanlıktan, ateistliğe kadar. Lübnan tam Suriye ile İsrail'in ortasında bulunyor; o da eskiden beri çok karışık bir tarihe sebep olmuştur ve bugüne kadar bu durum devam ediyor. Binlerce sene önce burada 'Finike' halkı yaşardı. Deniz ile balkanların arasında darıcık topraklar tarih boyunca komşu devletlerin orduları için bir geçme yeri idi.

Lübnan ancak 1943 senesinde serbest bir devlet oldu. Devletin konstitutsiası (ana yasası) 18 din grupları tanıyor ve hepsine kendi halkının kalabalığına göre parlamentoda yer veriyor. Balkanlar eskiden beri saklanacak yerler idi. Hangi din grubu baskı gördüyse hep oraya kaçardılar. Bugünlerde bütün müslüman devletlerin arasında bir tek Lübnan'da hristiyanlara politik hayatta hak tanınıyor, sağlam bir yer veriliyor. Eskiden hristiyanlar çoğunlukta iken, bugün halkın 60% müslümandır, ve ancak 40% hristiyandır.

Lübnan, arap devletlerin en gelişmiş devletidir, kültür ve düşünce merkezidir. Burada doğu ve batı dünyaları bir araya geliyor. Bunun sebebi, katolik ve protestan misyonerler tarafından kurulan çok sayıda okullar ve üniversitelerdir (mesela: Beyrut Amerikan Üniversitesi).

Eskiden müslümanlar ile hristiyanlar arasında bir denge ve anlaşma vardı. Ama 1948 senesinde İsrail devleti kurulurken yüzbinlerce Filistin Lübnan'a kaçtı ve bu barış ve denge bozulmaya başladı. 1973 senesinde Lübnan ordusu ile Filistinlerin arasında açık çatışmalar başladı ve Lübnan'da 1993 senesine kadar bir iç savaşı yaşandı. Bu iç savaşı durdurmak için Suriye ordusu bütün Lübnan'ı ele geçirdi. Ama Lübnan'ı serbest edeceklerini Suriyeliler onu ele geçirdiler ve bütün devleti kontrol etmeye başladılar. Ancak 2005 senesinde bütün dünyanın baskısına boyun eğerek Lübnan'dan geri çekildiler. Bütün bu zaman içinde İsrail ordusu Lübnan'ın güneyini kontrol etmişti, ama onlar da 2000 senesinde oradan çekildiler. Bugünlerde Lübnan'ın her tarafında, yüzlerce beden saklayan mezarlar bulunuyor. Son senelerde hükümete karşı koyan 6000 okumuş yok olmuştu - onların çoğu da hristiyandı. Onların cesetlerde bu toplu mezarlarda olduğunu sanırlar. Bu zamanlarda politik katillikler hızla çoğaldı. Bunlar açıklandı mı, Lübnan belki daha da fazla karışacak.


Şiilerin Aşure Bayramı



Bu iç savaşı bütün bir kuşağı etkiledi. Gençlere 'kayıp kuşak' derler. Yıkılan evlerden yeniden kuruldu, ama insanların yüreklerindeki yaralar kalıcıdır. Bu iç savaşından sonra artık kimse kimseye güvenemez oldu. Bu güvensizlik aynı zaman çok yüksek işsizlik ve enlasyon yaratıyor.

İç savaşından sonra, yerli imanlılar lazım yeniden cesaret bulsunlar Lübnan'da kalmaya. Yeniden ruhsal güç kazansınlar Lübnan'ın halkını yeniden etkilemeye, çünkü Lübnan artık müslüman devletlere bir köprü durumuna gelmiştir.

Arap dilinde imanlı programları yayan birinci satelit stasyonu SAT-7'dir. Beyrut!ta studyosu var. Orada yapılan çocuk ve gençlik programları bütün Arap devletlerine yayımlanıyor. Müslüman devletlerine İsa'nın müjdesine getirmek için önemli bir instrumenttir.



DUA KONULARI:



halk: Filistinliler

yaklaşık 3,5 milyon kişi – harita: 14, 2






Filistin, Akdenizin doğu kıyısında, Suriye ile Mısır’ın arasındaki topraklar için kullanılan addır. Filistinliler de orada yaşayan Araplardır. 1948 senesine kadar bu topraklar İngilizlerin kontrolu altında idi. O yılda Birleşmiş Milletler’in (OON) kararıyla orada İsrail devleti kuruldu. Filistinlerin çoğu buna karşı çıktı ve öbür arap devletler de İsrail’e karşı savaş açtılar. O zamandan beri Filistinlerin bir kısmı, İsrail devletinde, Yahudilerin altında yaşarlar, bir kısmı komşu devletlere kaçmıştır, ve birçokları da çok aşırı kalabalık göçmen kamplarında yaşamaya devam ederler. İsrail devletiyle sürekli savaşan ve terorist olayları gerçekleştiren çok sayıda Filistinli var. Birkaç yıldan beri İsrail bazı yerler ve kasabalarda Filistinlere kendi kendilerini idare etme hakkını verdi. Bunlar bugün 6.000 km2 (kvadraten km) yer kaplıyor, ve içinde 3,5 milyon Filistinli yaşıyor. Bunların yarısı 15 yaşından küçüktür. Her ailede en azında 6 kızan var. Bunun sebebi en çok politikadır. Filistinlerin lideri Yasir Arafat bir vakıt demişti: “Filistinli kadın bizim atom bombamızdır”, yani Araplar çoğaldıkça Yahudilerin bir gün yenileceği sanıyorlar.

Yasir Arafat bugünlerde ilk Filistin hükümetinin başıdır. Ama bu hükümetin içinde hiç birlik yok, çok büyük çekişmeler var. Arafat birbirlerine ters düşen tarafların ortasında bir yol bulmaya çalışıyor. Batılı devletlere karşı kendini barışı seven ve demokrat olarak gösteriyor, ama aynı zamanda partisinin içindeki radikal müslümanlara da dost olmaya çalışıyor. Onun politikasına karşı çıkan, ya da sözde İsraille işbirlik yapan Filistinliler sık sık onun partisinin katilleri tarafından açık açık öldürülüyor.

Filistinli halkının geçimi çok zordur. Ekonominin küçük bir parçası çiftçiliktir, büyük payı gene, hizmet sektöründendir (taksicilikten bankacılığa kadar). Arafat hükümeti aynı zamanda her sene 900 milyon dolar para yardımı alıyor. Gene de, Filistinlilerin 80% fukaralık içinde yaşıyorlar. Sağlık sistemi çok bozuktur. 30.000 Filistinli İsrail’de işliyorlar, ama politik probşemlerin yüzünden sınırlar sık sık haftalarca kapalı duruyor. 2000 senesinden beri Filistinliler İsrail hükümetine karşı ‘intifada’ adı altında bir ayaklandırma sürdürüyorlar. Bunun sonucu olarak işsizlik 80%'e kadar yükseldi.

Filistinli topraklarda yaşam çok büyük sıkıntı ve umutsuzluk içinde geçiyor. Bunun sebebi hem İsrail’in baskısı, hem de kendi hükümetindeki karışıklıktır. Ama en büyük sebep müslümanlık propagandasıdır. Küçüklüğünden beri bütün çocuklara öğretiliyor ki, Hristyan devletler ve en çok İsrail halkı müslümanların düşmanları imiş. Gençlere cenneti vaad edip kendi kendini hava uçurmaya öğretiyorlar. Bir taraftan gittikçe daha fazla anneler buna karşı çıkıyorlar, ama kendi evladını müslümanlık uğruna kurban etmeye hazır olmayan anneleri “vatan haini” diye suçlarlar.

Filistinliler aslında batı düşüncesine açık olan bir halktır. Gene de, arap ve müsüman düşüncesi halkın kültüründe büyük bir rol oynuyor. Çok Filistinli kadın üniversite bitirmiştir, ama gene de sık sık evlerinin dışına çıkmalarına izin verilmiyor. Ailenin namusu en yüksek değer olarak tutuluyor. Lazımsa bu namusu öldürmekle korumaya hazırdırlar. Bir kadın ziyan edilirse, çoğu vakıt kendileri suçlu sayılırlar.

Filistinliler bugünlerde en çok müslüman terorist olarak gazetelerde geçerse de, onların hepsi müslüman değildir. Eskiden 15% Hristiyan idi, ama son yıllarda bu sayı 2%’e düşmüştür. Çoğu başka devletlere kaçmıştır. En çok müslümanlıktan gelme imanlılar için korkunçtur. Kimi yerde özel (çastno) imanlı okullar açıldı. Orada kızanlar nefret uyandıran propagandadan uzak tutuluyorlar. Ama onların da işlemelerine çok engel çıkarırlar.



DUA KONULARI:

Devlet: Suriye

        1. 17 milyon kişi - başkent Şam (Damaskus): 2,5 milyon kişi - harita 2, 24




Suriye halkı çok genç bir halktır, çünkü doğurganlık derecesi çok yüksektir. Hem kasabada yaşayanlar, hem köylüler, hem de çölde yaşayan Bedeviler hepsi müslümandır ve 80% Sunnidir. Birkaç azınlık da var: Filistinliler (3%) ve Şii olan Aleviler (10%) (Bu konuda 9. güne)). Akdeniz kıyısında ve Lazkiye kasabasına yakın olan balkanlarda yaşıyorlar. Aleviler öbür müslümanlarca imanlı olarak kabul edilmiyor, hatta hör görülüyorlar. Ama Suriye’de bu azınlığın politik gücü çok büyüktür. Hem orduda, hem de hükümette kontrol onların elinde.

Suriye’de devlet dili arapçadır, ama bütün orada yaşayan halklara bakarsan, 17 ayrı dil konuşuluyor. Kırk seneden beri hükümet ‘Baas’ denilen partinin elindedir. O parti, arap milliyetçiliği (natsionalizma) ve sosyalizmi birleştirmeye çalışıyor. 1973 senesinden kadar müslümanlık devlet dini idi, ondan sonra bu kalktı, artık kanunun önünde bütün dinler aynı sayılıyor. Sunni müslümanların arasında eskiden beri Baas partiye karşı giden fanatikler vardı. Eski başbakan Hafız Assad, 2000 senesinde öldü, yerini oğlu Başır Assad’a braktı. Bugüne kadar fanatik müslümanları kontrol altında tutmayı başardılar. Ama gene de fanatikler son yıllarda, Suriye gibi dinsiz bir devlette bile çok fazla önem kazanmaya başladılar. Koyu müslümanlar bunu giyisileri ile göstermeye çalışıyorlar.

Suriye’nin ekonomik durumu çok kötüdür. 50 seneden beri İsrail’le savaş halinde bulunuyor ve devlet bu iş için çok fazla para harcamak zorunda. Ayrıca, Suriye eskiden Sovyetler Birliği’yle çok ticaret yapardı; o da 13 sene önce yok olunca, büyük bir ekonomik kriz başladı.

Suriye’de kimi azınlıklar da yaşıyor: Kürtler sunni müslümandır (8%). Dürzüler, bir müslüman sektasıdır (2%). Eskiden çok daha fazla Hristiyan vardı, ama şimdi sadece 5% kaldı; onlar da Süryani ve Kıldanilerdir, ve çeşitli katolik ve ortodoks kiliselerine bağlıdır. Bütün devlette sadece 50 tane protestan kilise bulunuyor. Ne yazık ki, bunların sadece yarısında biraz ruhsal uyanış ve müjdelemeye istek var.

Şaşılacak bir şey şu ki, Barnabas ve Pavlus bir vakıt bütün dünyaya gitmek üzere Suriye’den gönderildi (Elç.İşl. 13:1-3), ama bugünlerde orası ruhsal bir çöle benziyor. Yabancıların Suriye’de müjde yaymaları yasaktır ve açık toplantılar da mümkün değildir. Ama müslümanlar müjdeyi radyo ve televizyon yayınlarında duyabilirler. İki kasabada imanlı kitaplar ve videolar satan dükkanlar var. Başkent Şam’da her sene bir kitap panayiri yapılıyor. Orada da her sene komşu devletlerinden imanlı kitaplar çıkaran firmalar ştand açıyorlar.

Suriye’de müslümanlar için kanunca dinlerini değiştirip hristiyan olmak mümkün değildir. Ama gene de müslümanlıktan gelip vaftiz olan saklı imanlılar var. Genellikle devlet onlara baskı yapmıyor, yalnız ailelerdinden biraz zorluk görüyorlar.

DUA KONULARI:



Suriye’deki Aleviler (Nusayriler)

yaklaşık 2-3 milyon kişi – harita: 2. 24




Nusayriler aslında ayrı bir halk değiller, müslümanlığın farklı bir inanç grubudur. Kültür bakımından öbür Araplardan hiç farkları yoktur. Suriye’de onlardan 2-3 milyon kişi yaşıyor, o da halkın 10-15% demektir. Anadilleri Arapçadır ve asıl yaşadıkları yer Lazkiye (Suriye’nin en büyük limanı) kasabasının güneyinde bulunan balkanlardır. Yüzlerce sene Sunni müslümanlardan ağır baskı gördüğü için, Nusayriler ıssız balkanlara çekildi. Uzun zamandan beri burada fukaralık içinde yaşarlar. Onlar için mekteplere gitmek uzun zaman mümkün değildi.

Arapça ‘Nusayri’ sözü, aslına ‘küçük Hristiyan’ demektir. O yüzden çok kişi sanıyorlar ki, Nusayriler aslında Hristiyan imişler, ama müslümanların baskıları altında islamiyeti kabul edip birçok değişik öğretişlerine sarılırmışlar. Ama tarihçiler başka bir teori ortaya koydular: 883 senesinde ölen Muhammed İbn Nusair adında bir muallim vardı. O Şiilerin saygın bir hocası idi. Ama ortaya koyduğu öğretişleri zamanla sebep oldu, onun öğrencileri ayrı bir grup oluştursunlar. Şiiler zaten Hazreti Ali’ye büyük önem verirler. O, Muhammedin yeğeni ve güveyisi idi. Nusayriler de Ali’ye o kadar fazla saygı gösteriyorlar ki, halk arasında onların adı ‘Alevi’ diye geçiyor. Kendi inanç sistemi içinde müslüman öğretişlerin yanısıra müslümanlıktan daha eski olan inançlara da yer veriyorlar. Nusayrilerin öğretişleri kitaplara yazılıdır, ama bu kitaplar gizli tutuluyor. Güdücüler onları ancak güvendikleri kişilere gösterirler. O yüzden Nusayrilerin inancı bugüne kadar bir ‘saklı din’ olarak geçiyor. Mesela, Alvilerin camileri yoktur, basit evlerde toplanırlar. Günde beş defa namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak gibi Sunni müslümanların öğretişlerini kabul etmezler. Ama baskı görünce kendilerini korumak için bu adetleri yerini getirirler.

Sistemli ve gösterişli bir din olmadığı için, 20. yüzyılda Nusayrilerin çoğu Allahsız bir yaşam sürmeye başladılar. 1920 ile 1948 yılları arasında Suriye, Fransızların yönetimi altında idi. Fransızlar da Alevilere çok ön verdiler, Sunni müslümanların güçlerini kısıtlamak için. Böylelikle birçok Alevi Suriye’nin ordusunda önemli pozisyonlara ulaştı. Bütün Arapları bir sosyalist devletinde toplamaya çalışan, ‘Baas’ adında bir parti vardı (İrak’ın eski prezidenti Saddam Hüseyin o partiden idi). Suriye’deki Aleviler de coğunlukla o partiyi desteklemeye başladı ve 1963 senesinde Hafız Asad prezident oldu. Bugün onun oğlu Başir Asad onun yerine geçti. O da babası gibi Nusayri idi, ama tezlerde Sunni müslümanlığa geçti. Zaten Sunni müslümanlar, Alevileri ateist sayarlar.

1858’den 1958’e kadar Amerikalı ve İngiliz misyonerler Alevilerin arasında müjdeyi yaydı. Bazı Aleviler İsa’yı kabul edip başka protestan kiliselere katılmaya başladı. Ama ne yazık ki, ayrı Nusayri topluluklar meydana gelmedi. Hristiyanlığı kabul etmiş olan bu kişilerin torunları halktan baskı görünce, gene Aleviliğe döndüler. Başkaları Suriye’den göç edip başka devletlere yerleşti. Onun için Alevilerin arasında yeniden müjde yayılmalı. Hükümet onu şu anda yasak ediyor, ama radyo ve satelit televizyonu yoluyla gene de çok kişi müjdeyi işitiyorlar. Halep ya da Şam (Damaskus) kasabalarında İncili satın alabilirler. Ama ne yazık ki, onlara müjdey, anlatabilen yerli bir imanlıyı çok zor rastlayacaklar.



DUA KONULARI:



halk: Yezidi halkı (Suriye, Türkiye)

yaklaşık 300.000 kişi – harita: 2





'Yezidi' sözü 'Beni yaratan' demektir. Yezidiler, Kürtlerin arasında ayrı bir din grubu oluşturuyor. Özellikle Türkiye, Suriye, İran ve eski Sovyet devletlerde yaşıyorlar. Hepsi Kürtçe, bir de oturdukları devletinin dilini konuşuyorlar.

Yezidiler, iki ayrı yerden baskıdan görüyorlar: hem Kürt oldukları için her yaşadıkları devlette baskı gören bir azınlıktırlar, aynı zamanda Sunni müslüman olmadıkları için kendi halkından da baskı görüyorlar. Müslüman soydaşları onları kabul etmiyor; onlara göre Allahın birliğini kabul etmiyorlar diye, o da müslümanlığın en temel inancıdır. Ama birçok Yezidi, Hristiyanların yanında yaşıyorlar, onlarla daha iyi anlaşıyorlar. İkisi de baskı altında yaşadıkları için birbirlerinin halinden anlıyorlar. Yezidilerden çok kişi batılı devletlere kaçmıştır. Orada onlara daha fazla anlayış ve sevgi gösteriliyor.

Yezidiler daha fazla köylerde yaşarlar, çiftçilik ya da hayvancılıkla uğraşırlar. Çoğu da gündelikçi olarak işlerler.Yezidilerin inancı hakkında bugüne kadar çok az biliniyor. Müslüman komşuları onları sık sık 'Şeytana tapmak'la suçluyorlar. Bu baskı altında yaşayabilmek için, Yezidiler kendi inançları hakkında mümkün olduğu kadar az konuşurlar. Aslında inançları, hristiyanlıktan önceki zamanlardan kalma bir sürü din ve inançlardan meydana gelmiştir, mesela İranlı Zerdüşt dini. Ama aynı zamanda hristiyanlık, yahudilik ve müslümanlıktan kimi öğretişleri de kabul ederler. Yezidiler, bütün dünyayı yaratan, ona şekil veren bir tanrıya iman ederler. Dünyayı yaratırken yedi melek de yaratmış, onların en büyüğü de 'Taus' adındaki başmelek imiş. Yezidiler de günde üç defa o meleklere, hem de Taus'a dua ederler, o da insanların kaderini çizermiş. Ama bir gün Allah Taus'a buyurmuş, Adem'e secde kılsın. Taus bunu yapmayınca, Allah onu cehenneme yollamış. Bunun üzerine Taus yaptığından tövbe etmiş, akıttığı gözyaşlarıyla cehennemin ateşini söndürmüş. O yüzden Yezidilere göre, artık cehennemde ceza çekmek yok, insanın günahları af edilmesine ihtiyacı da yok. Yezidiler, Hinduistler gibi, insanın ölümden sonra tekrar doğup yeryüzüne geleceğine inanırlar; ya insan biçiminde, ya da hayvan biçiminde. Yezidilerin gündelik yaşamında çok yasaklar ve haram saydıkları şeyler var; mesela, koyu mavi rubaları giymezler, balık, domuz ve horoz gibi kimi hayvanların etlerini yemezler.

Yezidilerde aile yaşamı çok önemlidir. Hanenin başı erkektir. Yaşlı kadınlara çok saygı gösteriliyor. Başka halklardan kız almazlar, vermezler de. Kızlar 10 yaşından sonra evlenirler. Ölüleri kefenle gömerler. Sonra bütün köy ölenin ailesine yas tutmakta eşlik eder. Bir Yezidi Rab İsa'ya iman etti mi, ona büyük baskılar yapılıyor: hanesinden kovuluyor, ona eziyet ediliyor, kimisi de öldürülüyor. Ama aynı zamanda birçok Yezidi, imanlıların yaşadığı sevgi ve merhametini görüp etkileniyorlar.



DUA KONULARI:





devlet: İrak

yaklaşık 32 milyon kişi – harita: 2, 16

Sara, kuzey İrak'ta bir Şii ailesinin kızı olarak doğdu. Doğuştan beri sırtındaki omurga kemiğinde korkunç bir eğrilik vardı. Ama ondan daha kötü bir şey vardı: babası onu sakat olarak, ama en fazla kız olduğu için hiç kabul etmezdi. Ama anası onu severdi. Birkaç sene sonra, babası kendine ikinci bir karı aldı, çünkü mutlaka erkek çocuğu olsun isterdi. Evde artık bu ikinci karısının sözü geçerdi, Sara'ya da çok kötü davranırdı. Onun yastığının altına muska koyardı, her türlü büyü yapardı. Sara'nın anası elinden geldiği kadar ona iyi bakmaya çalıştı, ama gene de bütün çocukluk zamanı fukaralık ve çaresizlik içinde geçti. Büyüdükçe Sara'nın sağlık durumu kötüden kötüye gitmeye başladı. En sonunda anasının yardımı olmadan yürüyemez oldu. Bununla yetmezmiş gibi, bütün arkadaşları ona sırt çevirdi, sakattır diye. Evlenecek eş de bulamayacam diye düşünürdü. Gene de uğraşıp okulunu, sonra da üniversiteyi bitirdi.


Birkaç sene önce bir hristiyan kızla arkadaş oldu. Babası evden çıkınca hep o arkadaşa giderdi. Bu arkadaşından Sara, İsa hakkında işitti, ve daha fazla öğrenmek istedi. Küçüklüğünde çektiği bütün acı şeyler onu alçaltırdı, yüreğini Rab İsa ile karşılaşmaya hazırladı. İsa zaten öyle kişilere yüreklerine derman ve huzur vaad etti. Ama İsa'yı daha iyi tanımaya çalışırken, aynı zamanda ona engel olan bir güç hissetmeye başladı. Ne zaman İsa adını ağzına aldıysa, görünmeyen varlıklar onun dilini tutardı. Sonra ona bir Luka İncili hediye edildi, onu yastığının altına sakladı. Bu İncili okuyunca, İsa'ya olan imanı yüreğinde kökleşme başladı. Ona baskı yapan kötü ruhlardan kurtulmak istedi.

2003 senesinin Eylül (Septemvri) ayında bir grup imanlı, Sara'yı toplantıya davet ettiler. Onlar Rabbe tapınırken, sefte olarak fırsat buldu, İsa'ya iman ettiğini açıkça söylesin. Ağzından o sözler çıktığı gibi, kötü ruhların baskısı birden kesildi, ondan büsbütün kurtuldu. Karanlıktan, Rabbin aydınlığına geçti ve İsa'yı çok yakından hissetmeye başladı. Sara, arkadaşlarının yanında imanda ruhça büyümeye başladı. Onlar da günden güne ona Rabbin sözünü öğretiyorlar. Sara'nın Rabbe karşı olan sevgisi günden güne artıyor.

Rab, İrak'taki müslümanların yüreklerinde şu anda işliyor. Sara'nın başına gelen, tek bir olay değildir, sık sık oluyor.. Oradaki bütün bu korkunçluk ve katilliğin ortasında Rab en az beklediğimiz yerde çalışmaktadır. İrak'taki Rabbin kilisesi henüz küçüktür, ama günden güne büyüyor. İmanlılar ruhça gelişiyorlar, gitgide de daha cesaretli oluyorlar. Rab, İrak'ta daha fazla serbestlik versin.

DUA KONULARI:

Süleymaniye kasabası (İrak)




Süleymaniye kasabası İrak'in kuzey tarafında bulunuyor ve henüz genç bir kasabadır: 1785 senesinde İbrahim Paşa adlı bir Kürt soylu tarafından kuruldu ve adını padişah Kanuni Süleyman'dan alıyor. O 1494–1566 seneleri arasında yaşadı ve Osmanlıların en büyük padişahı idi; onun zamanında Osmanlı devleti en büyük ve en kuvvetli durumdaydı.

Süleymaniye kasabası İran sınırına yakın bulunuyor ve bugünlerde orada 800.000 kişi yaşıyor. Genç, ileri görüşlü ve modern bir kasaba olarak tanınıyor. Ta 1915 senesinde burada Kürtler için birinci kız okulu açıldı, hatta birinci Kürt burada gimnasiumu (liseyi) bitirmiş ve İrak'ta ilk dört Kürt gazete burada basılmış. 1968 senesinde burada kurulan ünversite bütün kuzey İrak'ın birincisi idi. Şu anda burada 8.000 öğrenci okuyor, çoğu da kadındır.

Ama Süleymaniye kasabasının tarihi her zaman güllü gülistanlık değildi. Birinci dünya savaşında (1914-1918) kasabada oturan kişilerin sayısı 20.000'den 2.500'e düştü. O zaman İrak İngilizlerin elinde idi. Şeyh Mahmut adında birini Süleymaniye sancağının valisini (kmet) yaptılar. O da İngilizlerle işbirliğini bozup kendini Kürdistan'ın kralı olarak ilan etti. İngilizler de intikam almak için tekrar ve tekrar Süleymaniye kasabasını bombaladılar. Saddam Hüseyin zamanında 1985 senesinde 200 tane köy yerle bir ettiler. Saddam Hüseyin'in düşmesinden sonra Kürtlerin PUK partisi en büyük güç oldu. İrak'ın geçici başbakanı, Celal Talabani adında bir Kürttür. İrak'ın öbür yerlerin yanında Kürtlerin bölgesi daha sakindir; ama gene de kimi kere atentatlar (suikastlar) yapılıyor. Başka bir kokru kuş gribidir: Erbil kasabasına yakın ölen kuşlarda o virusu buldular.

Kürtlerin çoğu Sunni müslümandır, ama onların inancında birçok mistik ve değişik elementler var. Süleymaniye kasabası ve etrafında Kadiriye ve Nakşibendi tarikatları çok önemli yer alıyorlar.Kadiriye tarikatı dünyanın zevklerinden vazgeçmeye önem veriyor ve en fazla Asya'da yaygın olan bir Sunni gruptur. Nakşibendiler gene, 14. yüzyılda Özbekistan'ın Buhara kasabasında kuruldu ve bugünlerde en kalabalık tarikattır. Bu iki tarikat bugüne kadar gündelik hayatı ve politikayı etkiliyorlar.

19. yüzyılda Süleymaniye kasabsaında bir Yahudi topluluğu, hatta bir sinagog vardı. Kasabasının doğusunda bir hristiyan mahalle bulunuyor; bütün kasabada üç tane kilise var; en eskisi de 1862 senesindendir. Hristiyanların çoğu Kildani kilisesindendir; o da Katolik kilisesine bağlıdır.

İlk protestanlar 1830 senesinde Kürdistan'a gelmeye başladılar. Bunun üzerine artık 175 sene geçti ve ne yazık ki, gene de Kürtler ancak tek tük Rabbe geldidler. Herkeste bir korku var, müslüman halk tarafından dışlanmasınlar.



DUA KONULARI:





Behdini dilini konuşan Kürtler (İrak)




Harita: 25

İrak'ın kuzey tarafında çoğunlukla Kürtler yaşıyor. Musul kasabasının etrafında Behdini konuşan Kürtler var. Onlar bütün Kürtlerin içinde özel bir gruptur. Kürtlerin hepsi 20-30 milyon kişidir. Türkiye, İran, İrak ve Suriye'de yaşarlar. O devletlerin dışında Kürtlerin en fazla yaşadığı devlet Almanyadır; orada şu anda yaklaşık 500.000 Kürt yaşıyor.

Kürtlerin tarihi uzun ve değişkendir. Kutsal Kitap'ta Medler adında bir halk geçiyor; Kürtler de kendilerini onların torunları sayarlar. Eskiden beri Kürtlerin arasında cinsler, boylar günlük yaşamda çok büyük rol oynarlar. Bu durum bugüne kadar değişmedi.

Kürtlerin en büyük bayramı, Nevroz denilen yeni sene bayramıdır; o da 21. Mart'ta kutlanıyor. Bir önceki akşam Kürt köylerin ve kasabaların etrafındaki balkanlarda büyük ateşler yakılıyor. Onunla bir Kürt demirci anmak istiyorlar: o adam anlatılan hikayelere göre, kendi halkını kurtarmış. Binlerce sene önce yaşayan bu demirci böyle ateşler yakmakla acımasız bir kralın diktatorlüğüne son vermiş.

O Nevroz gününde özel tatlılar yapılıyor, yeni ve çok renkli rubalar giyiliyor. Birçok kişi o bayram için balkanlara gidip aileleri ve arkadaşları ile birlikte büyük piknikler, sofralar yapıyorlar.

İrak'ta yaşayan Kürtlerin 90% ve fazlası Sunni müslümandırlar. Fakat inançları 'halk islamiyeti' türündendir. Müslümanların yanında Yezidi denilen başka bir din de var. Yezidilerin en kutsal tapınağı Laliş adında bir kasabada bulunuyor.

Kürtler çok dik balkanların arasında yaşarlar. O yüzden aralarında çok farklı dialektler konuşuluyor. Kuzeyde yaşayan Kürtler Kurmanci, Behdini ve Sorani dilleri konuşuyorlar, onlar da hepsi Farsça (yani İranca) diline benzerler (Çingenece de aynı dil grubundandır). İrak'ta yaklaşık 1,7 milyon Behdini-Kürtler yaşıyor. Şu anda Behdini dilinde sadece Yuhanna incili tercüme edilmiştir. Bir de İsa filmi var, o da Kürt televizyon programında yayımlandı.

İrak'taki savaş 2004 senesinde sona erdi. Kürtlerin yaşadığı kuzey İrak'ta serbest bir Kürt bölgesi kuruldu. O zamandan beri Kürtler hem serbestlik kazandılar diye sevinç içindeler, hem de gelecek zaman için büyük kaygıları var. Behdini Kürtçe mekteplerde serbest olarak öğretiliyor. Kürtler umut ederler ki, İrak'ın yeni anayasasında (konstitutsiya) da onların özel hakları korunacaktır. Ama Kürtlerin problemleri o kadar çok ki, sadece ayrı bir devlet kurmakla çözülmeyecekler. Herkes asıl barışı özlüyor, ama o insanların yüreklerinde başlamalı ve ancak İsa mesih'i tanımakla mümkündür.



DUA KONULARI:







devlet: Suudi Arabistan

22 milyon kişi - Harita: 2




Ayet: Açıklama (Esinleme) 3:13 “Ben senin işlerini biliyorum. Ve biliyorum nerede yaşıyorsun, hani Şeytanın kral iskemlesi oradadır.”

Suudi Arabistan bugüne kadar bir krallık olarak idare ediliyor.

22 milyon kişi orada yaşıyor. Bunun 73% yerli halktır, 11% başka devletlerden gelen Araplar, 16% başka devletlerden gelen işçiler (özellikle Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Filipinliler ve Etiyopya’dan. Ayrıca 120.000 spetsiyalist var Avrupa ve Amerika’dan. Eskiden arapların çoğu sürüleriyle göç ederek yaşardı, ama şimdi halkın büyük çoğunluğu (85%) büyük kasabalarda yaşıyor (Riyad (başkent) 3,5 milyon, Cidde 2,2 milyon, Mekke 1 milyon)

Oradaki yaşam, büsbütün islamiyetin kurallarıyla güdülüyor. Erkeklerin çoğu beyaz kaftan, kadınlar gene kara çarşafı giyiyorlar. Birçok erkek birden fazla karı alıyor. Kadınlar bütün kapalı olarak yaşıyorlar. Ya babası, ya kocası, ya da başka bir erkek akrabası olmadan sokağa çıkmaları yasaktır. Kadınlara araba, hatta tekerlek bile sürmek yasaktır. Yedi yaşından büyük kızanlar ayrı okullara gidiyorlar (erkekler ayrı, kızlar ayrı). Üniversitelerde erkek profesörler kızlara ders veremez. Onlar dersleri sadece video ya da ev televizyonu ile takip edebilir. İlk Suudi Arabistanlı kadınlar ancak 1973 senesinde üniversiteyi bitirdiler. Orada yaşayan bir yabancı arkada bana şöyle bir olay anlattı: bir gün arapça dersleri için üniversiteye gitmiş. Oraya varınca görmüş, nasıl yüzlerce polis üniversiteyi sarmışlar, Yukarıda da polis helikopterleri dolaşırmışlar. Orada duranların birisine sormuş ki, “Hayrola, burada ne oluyor? Bomba mı buldular, acaba?” Öbürü de cevap vermiş: “Hayır, birkaç kız erkekler için ayırılan odalara girmiş, orada saklanırmışlar.”

Dışarıda bulunan kişiler, ezan okunduğunda en yakın camide ya da sokakta namaz kılmak zorundalar. Bunu kontrol etmek için ayrı bir polis kolu yapmışlar: mutava denilen din polisi. Kişi vaktında namaz kılmadı mı, ya da kadının çarşafı azıcık kaydı mı, hemen kişileri değneklerle dövmeye başlıyorlar. Alkollu içki çok yasaktır. Suç işleyenlere müslümanlığın kanununa göre ceza veriliyor. Hırsızların sağ eli kesiliyor. Katillik, zina ve müslümanlığı terk etmek için ölüm cezası var. Bunların hepsi halka açık yerlerde (mesela stadyonlarda) yapılıyor. Semir kardeş bir restorantta bir garsonla konuşup onun şu şahitliğini işitti: “Ben bir inşaat firmasında işlemek için Suudi Arabistan’a gitmiştim. Aylarca çalıştıktan sonra, patron bizim aylıklarımızı ödemek istemedi. Ben de şikayet etmek için onun ofisine gittim, adam beni dinlemedi, zorla beni dışarı atmaya kalktı. Ben de sinirlendim, ona bir tokat vurdum. Bunun üzerine patron beni polise sürükleyip, hırsızlıkla suçlamaya başladı. Tabii ki, ispat olmadığı için elimi kesemediler. Gene de korkutucu bir ceza olarak yüz kamçı verdiler. Ertesi gün kocaman bir stadyonun içinde onbinlerce kişinin önünde yüz defa kamçılattırdılar ve birkaç gün içinde yurt dışı ettiler. Aylıklarımızı da vermediler. Ama ben zaten bir daha oraya ayak basmak istemiyorum.”

Suudi Arabistan müslümanlığın beşiğidir. Muhammed’in doğduğu kasabası olan Mekke ve sonra yaşadığı kasabası olan Medine ikisi burada bulunuyor. O iki kasaba bugüne kadar kutsal sayılıyor ve müslüman olmayan kimse oraya ayak basamıyor (saklıdan oraya girenlere ölüm cezası var). Yeryüzünde bütün 1200 milyon müslüman, lazım her gün beşer defa Mekke’ye dönüp namaz kılsınlar. Mekke’deki kara binanın adı Kaabe’dir. O, Muhammed’den yüzlerce sene önce yapılmış eski bir put tapınağıdır. Onun bir köşesinde kara bir taş bulunuyor. Hacılık zamanında hacılar yedi defa onun etrafında dolanıp onu öpüyorlar. Böylelikle müslümanlığında merkezinde putperestlik var. Hacılığa gitmeyenler de namaz kıldıklarında aslında bu put tapınağına saygı göstermiş oluyor. Muhammed bu putperestliği savunmak için, “Bu tapınak Hz. İbrahim tarafından kuruldu” yalanını uydurdu. Böylelikle eski Ahidin peygamberlerin adı altında putperestliğini devam etmeye başardı.

Suudi Arabistan hükümeti son yıllarda müslümanlığı yaymak amacıyla milyarca dolar harcadı. Özellikle Afrika ve eski Soyuz devletlerinde binlerce camii ve yaptılar. Suudi Arabistan ikiyüz sene önce daha fanatik bir müslüman sektası olan Vahabiler tarafından bir devlet olarak kuruldu. Ve bugüne kadar bu fanatikliği başka devletlere getirmeye çalışılıyor. Aynı zamanda kralın ailesi düşünülmez bir lüks hayat yaşıyor. Mesela, kendi devletindeki Ramazan ayı çok zor geçtiği için, kralın ailesi İspanyaya gidip orada tatil yapıyor. Bütün eşyaları ve personeli taşımak için 15 tane jumbo jet (dünyanın en büyük yolcu uçağı) kullanıyorlar. Günlük harcamaları 20 milyon doların üstündedir. Kendi beygirlerini bile getiriyorlar.

Halk bu kadar boş masraflardan tiksinmeye ve kralın ailesine karşı nefret etmeye başladı. Dünyanın en büyük petrol devleti olduğu halde, Suudi Arabistan’ın devlet borcu 160 milyar dolardır. Büyük kasabalarda fukaralık artmaya başladı ve ilk getolar meydana geliyor. Halk eskiden sakin idi ve asdece parayı düşünürlerdi. Ama on seneden beri yavaş yavaş bir değişme başladı. Kadınlar haklarını aramaya başladılar. Halkın bir kısmı kral ailesine karşı çıkıp daha da radikal bir müslümanlık için savaşmaya hazırdır (Bin Laden’in asıl amacı zaten odur. Onun birinci hedefi, Suudi Arabistan’ın kral ailesini indirmektir). Halkın başka bir kısmı islamiyetten büsbütün soğumaya başladı.

DUA KONULARI:



devlet: Suudi Arabistan

Suudi Arabistan'da 22 milyon kişi yaşıyor. Oradaki petrol kuyularının yüzünden dünyanın en zengin devletlerindendir, ama ruhsal bakımından en fukara devlet sayılıyor. Bütün devlette sadece birkaç Mesih imanlısı yaşıyor, o da farklı kasabalarda.

Suudi Abrabistan'ın uzun bir tarihi var; o devletin kökü, çöl hayatı ve orada yaşayanların kültüründedir. Binlerce seneden beri Arabistan halkı çölün sıcaklığına ve ıssızlığına karşı savaşıyor. 70 sene önce Suudi Arabistan ansızın değişti: bütün dünyanın petrol rezervalarının 25% çölün altında bulundu. Böylelikle Suudi Arabistan hiç uğraşmadan, sanki bir gecede, en geri kalmış ve fukara bir devletten en zengin devlet haline geldi. Al-Saud ailesi krallığı elinde tutuyor. Petroldan kazanan para ile çok aşırı lüks bir hayat yaşıyorlar, halk da birçok kolaylık görüyor. Aynı zamanda bu parayla bütün dünyada müslümanlığı yayıyorlar: Kuran kitapları basıyorlar, müslüman propagandistleri yolluyorlar, hem de yabancı öğrencilere burs (stipendia) veriyorlarü tabii ki, önce müslüman olmak şartıyla. Demek, benzin istasyonunda benzin aldığımızda, müslümanlığın yayılmasını desteklemiş oluyoruz.

Suudi Arabistan'da müslümanlığın en kutsal kasabası olan Mekke de bulunuyor. Muhammed orada 570 senesinde doğdu. Namaz kılarken yeryüzünde bütün müslümanlar günde beş defa bu kasabaya dönerler. İslamiyetin merkezi odur. Müslüman olmayan kişilerin bu kasabaya ayak basmaları bile çok yasaktır.



Suudi Arabistan'daki müslümanlık çok koyudur; ona Vahabi denilir. Vahabi hocalar bütün öğretişleri daha sıkı tutuyorlar ve özellike kadınlara daha az hak tanıyorlar. Azınlıkların da hakları hemen hemen yoktur. Resmi olarak (ofitsyalno) bütün Suudi Arabistan vatandaşları müslümandır, ama gene de orada birkaç imanlı bulunuyor. Devlette çok yabancı yaşıyor. Ekonomi zaten onlar olmadan çökecekti. Ama orada yaşayan yabancıların bile hakları yok, istedikleri gibi toplansınlar ya da tapınsınlar. Kendi imanlarını ciddi alan yabancılar hemen tutuklanıyor, devletten dışarı atılıyor. Yerli halkla konuşup onlara müjde vermek çok yasaktır. Ama Suudi Arabistan halkından çok kişi ruhsal konulara büyük ilgi duyuyorlar. Tatil yapmak için sık sık başka devletleri geziyorlar. Orada onlarla Rab İsa hakkında konuşmak çok kolaydır.

Eskiden petrol kaynakları çok fazla akıp, devlete zenginlik getirirdi, halk da ondan faydalanırdı. Ama şimdi Suudi Arabistan'ın zenginliği azalıyor. Bunun en baştaki sebebi, Al-Saud ailesidir. Dünyanın gerçek anlamda son krallığı Suudi Arabistan'dır. Hiç parlamento olmadan eski 1001 gece masllarındaki sultanlar gibi devletini güdüyor. Kral Fahd ve onun bütün cinsi, devleti kendi malı gibi kullanıyor. Yüzlerce prens var, her biri de her ay milyonlarca dolar harcıyor. Bu, İrak savaşından sonra daha da artmaya başladı. Sıradan vatandaşlar artık eskisi gibi rahat yaşamıyor. Aynı zamanda nüfus (naselenie) çok hızlı büyüyor, öyle ki, çok kişi işsiz kalıyor. Bütün bunlar Suudi Arabistan'ı korkunç bir 'barut fıçısı' haline getiriyor, her an patlayabilir.

DUA KONULARI:



devlet: Katar

850.000 kişi - Harita: 2

Katar çok küçük bir devlettir (650.000 kişi) ve Arap körfezinde (zaliv) bulunuyor. Dün dua ettiğimiz Bruney kadar zengin bir petrol bir gaz ekonomisine sahiptir.

Halkın sadece 20% yerli araplardır, 25% de başka arap devletlerinden gelmiştir. 35% Asyalıdır ve 20% başka yabancı devletlerden.

Katar'da demokrasi yoktur, 1966 senesinden beri Emir Şeyh Hamad Al-Tani bir kral olarak hükümet sürüyor. Komşu devleti Suudi Arabistan'da olduğu gibi, Katar da Vahabi sektası tarafından kontrol ediliyor. Ama buradaki durum, Suudi Arabistan kadar fena değildir. Bu emirin hükümeti altında, Katar çok daha açık bir devlet haline geldi.

Yabancılar kendi hayatlarını istedikleri gibi yaşayabilirler, ama yerli halk için gene de sıkı kurallar var, özellikle kadınlar için. Birkaç seneden beri Hristiyanlığa göz yumuluyor, yeter ki, İmanlılar kendi inançlarını başkalarına paylaşmasınlar. Geçen sene hükümet bir kilise


binasının kurulmasına izin verdi, hatta toprağı bedava verdi. Böyle bir şey Arap devletler için düşünülmez bir olaydır, hem de Katar için bile bir değişiklik gösteriyor. Birkaç sene önceye kadar İnciller toplatıldı. Tam serbestlik gene de yok: toplulukların güdücüleri yakalandı mı, devletten atılıyor.

Eskiden beri bu baskılar sebep oldu, Katar halkı müjdeyi duymasın. Halkın çoğu haberi bile yok ki, Katar'da elli kadar toplantılar var ve yabancıların arasında yüzlerce toplantı var. Katarlıların çoğu bugüne kadar bir imanlıyla oturup İsa hakkında konuşmuş değildir. Ama İmanlıların çoğu da zaten susuyorlar, imanlarını paylaşmıyorlar.

Ruhsal bakımından, Katar açık bir devlet değildir. Başka arap devletlerde daha büyük bir ruhsal açlık var, Allahı aramak var. Ama Katar'da herkes herkesi tanıyor, bütün devlet kocaman bir köy gibidir. O yüzden, herkes başkalrından korkuyor, çekiniyor.

Gene de, Katar'da imanlıların çoğu yeni bir uyanış olacağına inanıyorlar. Tarih boyunca bu kadar Hristiyan ve imanlı işçiler orada yaşamadı. Birçok Katarlılar, müjdeyi duyuyorlar - gerek televizyon, gerek radyo, internet ya da yabancı imanlılardan. Bu küçük müslüman devleti her ne kadar müjdeyi kırda tutmaya uğraşırsa, o kadar daha çok içeri giriyor. Rabbin krallığı bu devlete de gelsin.



DUA KONULARI:

devlet: Yemen

19 milyon kişi, 99% müslüman - Harita: 2


Yemen devleti son yıllarda gene dünyaca ün kazandı. Bütün dünyada en çok bebek doğurn devlet Yemen’dir: her kadın ortalama olarak 8 kızan doğuruyor. Ama gazeteleri çıkan başka bir temadır: Yemen giderek daha fazla teroristlere kol tutuyor. Her sene de turistler kaçırılıyor ve öldürülüyor.

Yirmi yıl önce kısa bir zaman için ekonomik durumu azıcık iyileşti, ama bugüne kadar gene korkunç bir fukaralığa düştü. 1990 yılında birinci İrak savaşında, Yemen de büyük ekonomik zarar çekti, çünkü bir milyon Yemenli işçiler Kuveyt ve başka arap devletlerinden atıldı. O yıllara kadar Yemen, aynı Almanya ve Kore gibi, bölünmüş bir devlet idi. Güney Yemen bir komunist devleti idi, Kuzey Yemen daha fazla demokratik idi. 1990 yılında bu iki devleti birleşti ama 1994’te aralarında gene savaş oldu. Bütün çekilerin içinde fanatik müslümanlık türemeye başladı ve 2000 senesinde bir Amerikan savaş gemisi vuruldu, 2002’de bir Fransız tanker ve bazı ‘Amerikan misyonerler’ öldürüldü. Bütün bunların sonucu olarak, turistler artık gelmiyor ve bütün ekonomi bundan çekiyor. İnsanların çoğu korkunç fakirlik içinde yaşıyorlar. Yabancı devletler, uzmanlar gönderip Yemen’e yardım etmeye çalışıyorlar ama nüfus o kadar hızla artıyor ki, bütün bu denemeler etkisiz kalıyor.Yemen bütün arap devletlerinin en fakiridir.

Ahmet taksicilik yapıyor, ama en iyi günlerinde bile eve yeterince para getiremiyor, çünkü evde onu bekleyen 10 tane aç boğaz var. Onun için delikanlı çocukları da okumayı bırakıp kendilerini iş aramak zorunda kaldılar. Ahmet kızlarını zaten okula gönderemiyor, parası onun için yetmeyecek. Ahmet hep taksicilik yapmazdı. Daha birkaç sene önce Kuveyt’te üniversitede ders veren bir profesör idi. Ahmet gene de ağlaşmıyor. Çünkü 1990 senesinde Saddam Hüseyin Kuveyt’i basarken, Ahmet canını kurtarıp kaçabildi. Arabasını bile götürebildi. Bugün, 13 sene sonra, Ahmet’in arabası artık bir bokluk yığınına benziyor. Karısı kanser hastalığından çekip hastanede yatıyor. Ahmet o kadar pahalı ilaçları nasıl ödeyeceğini bilmiyor. Bu kahır onu canından bezdirmiştir.

Mesih imanlıları bilmeli ki, son 2000 sene içinde İsa Mesih’in adını yaymak için, Yemen’de pek kimse işlemedi. Gene de bugünlerde Yemen halkının 10% imanlı radyo yayınları dinliyor. Zaten Yemenlilere müjdeyi getirmek için başka yol yoktur: halkın yarısı okuma yazmayı bilmiyor. Bu kadınların arasında daha da düşüktür. 30 sene önce müjde Yemen’de yayılmaya başladı, gene de bugüne kadar çok Yemenli İsa’nın öğrencisi olmaya karar vermedi. Sebep nedir: İsa’ya iman etmek çok büyük pahaya mal oluyor: kimisi ailesi tarafından red ediliyor, ya da ailesi onu öldürmeye kalkıyor. Başkaları iş yerlerinden atılıyor, imanlıdırlar diye. Gene başkaları gece yarısı memleketlerinden kaçmak zorunda kalırlar. Bazıları da imanlı oldukları için öldürüldüler. Böyle durumlarda çok daha iyi olacak, bütün aileler, hatta cinsler Rab İsa’ya gelsinler.

Yabancılar için Yemen’de çalışma fırsatları boldur. Hayatın her kolunda yabancı uzmanlara ihtiyaç var. Hayatlarını büsbütün İsa’ya vermiş ve olgun imanlılar bu iş için aranıyor. Yemen’in dışında yaşayan çok Yemenliler var. Onların arasında kimi kişiler imana geldi. Rab onların yüreğinde işleyip onlara istek verebilir, memleketlerine dönsünler, orada müjdeyi yaysınlar. Bu yolda bir sürü topluluk kurulabilir.

Eski Romalıların Arabistan için kullandıkları bir ad vardı: ‘Arabia Feliks’, yani ‘mutlu Arabistan’. Ancak İsa Mesih’i tanımakla Yemen gerçekten ‘Arabia Feliks’ olabilir.

DUA KONULARI:

devlet: Yemen (ve oradaki kadınlar)

yaklaşık 10 milyon kişi - Harita: 2




Takiye çok sevimli bir genç kızdır, aşağı yukarı 14 yaşındadır. Bu gencecik yaşta küçük bir kızı var, ama onunla evde oturmıyor, daha sekiz kadınla birlikte tek bir odada yaşıyor – bir mahpusta. Bir gece ablasının kocası onu ziyan etmişti. Ona ayıp geldiği için kimseye bu meseleyi anlatmadı. Gebe kaldığını da anlayamadı. Birkaç ay sonra ailesi onu bir kardeşkızanıyla evlendirdi; o da kendisini zşyan eden ve şimdi doğacak olan bebeğin babasının kardeşi idi. Dört ay sonra çocuğu doğurunca, bütün mesele ortaya çıktı. Kendisi de, bebeğin babası da mahpusa atıldı. Şimdi bir senedir anne babasından, ne akrabalarının herhangi birisinden haber alamıyor. Cezasının bitmesine az kaldı, ondan sonra gene evine dönebilir. O günü hem sevinçle, hem de korkuyla bekliyor. Anası, babası, kocası hem de bütün köy onu kabul edecekler mi?

Ziyan edilip de gebe kalan kızların sık sık şöyle bir olay da başına geliyor: ondan doğan bebeği alıp başkalarına veriyorlar. Sonra kızı, artık sözde lekelendiği için, hiç düğün yapmadan fukara birisiyle evlendiriyorlar. Birçok delikanlı bu metodla korkunç düğün masraflarından kurtulmaya bakıyorlar. Takiye’nin de en büyük korkusu şu ki, onun kızını kendisinden almasınlar, çünkü onu çok seviyor.

Kadın bir kere mahpusa düşsün, artık hayat boyunca bütün cinsi için büyük utançtır. Onlara miras yok, kimi kere öldürülürler bile, yeter ki lekenen namus temizlensin. Mahpusların durumu da yerden yere değişiyor. Kimileri temizdir, mahpusçulara yeterince yemek veriliyor, kimileri öyle değildir. Mahpusçular sık sık tek bir büyük odayı paylaşmak zorundalar. Akıl hastaları ve delileri de mahpusçuların yanına tıkarlar. Kadınların çoğu okuma yazmayı bilmeyen köylülerdir. Ailelerinin paraları yok, sözü de geçmiyor. Bütün devlet sistemi çürüktür ve rüşvet verilmeden hiç bir işini göremezsin. O yüzden, ailelerinden destek görmeyen kadınlar sık sık senelerce mahpusta kalırlar, hiç bir suç işlememiş olsalar bile.

Yemen’de kadınlar bütün kara çarşaflarla örtünüyorlar. Onların bütün hayatı erkekleri tarafından kontrol ediliyor, kadının hakkı yok, herhangi bir konuda karar versin. Babası, kardeşi ya da kocası anlayışlı biri ise, kadının hayatı mutlu geçiyor, belki üniversitede okumasına ya da işe gitmesine bile izin veriliyor. Ama kocası kötü huylu birisi ise, kadınların hayatı korkunçlu rüyaya dönüyor.

Yemen, Arabistan yarımadasının güneybatı ucunda bulunuyor. Oradaki 20 milyon kişilik halk, bugüne kadar kocaman cinsler halinde yaşıyor ve çok dar görüşlü düşünüyorlar. Müslüman olmakla gurur duyuyorlar. Modern teknolojiyi kullandıkları halde, katı bir islamiyeti yaşamaya devam etmeye çalışırlar. Satelit antenaları ve cep telefonları her yerde mantar gibi yayılıyor. Ama aynı zamanda insanların büyük çoğunluğu hala susuz ve elektriksiz köyler ve kasabalarda yaşıyor. Bütün Arabistan’da Yemen tek olarak demokratik devlettir. Ama düşünce ve konuşma serbestliği, hele hele din serbestliği gene de yoktur.

Aşağı yukarı 40 seneden beri Yemen’in çeşitli yerlerinde İsa Mesih’in müjdesi yayılıyor. Yemen halkı yabancılara karşı saygılı ve misafir seven bir halktır, ama bugüne kadar çok az kişi İsa’nın iyi haberine kulak asıp imana gelmiştir. Müjdeyi açık bir biçimde yaymak yasaktır ama arkadaşlar arasında sözle ve de radyo yoluyla Allahın sözü yayılıyor.

DUA KONULARI:

Oman'daki kasabalar

Harita: 2

Oman devleti Arabistan'da bir sultanlıktır; demek bugüne kadar sultan orada krallık sürüyor. Bulgaristan'dan 4 kat büyük olduğu halde (Türkiye'nin 40%) orada ancak 2,5 milyon kişi yaşıyor. Deniz kıyısı 1200 km kadar uzundur. Ekonomik merkezi de oradadır. Hurmalar, portakallar ve tamyan ağaçları (günnük) yetiştiriliyor. Petrol da bulundu, birçokları da balıkçılık ve turizmden geçiniyorlar. Son 35 seneden beri Kabus bin Said sultanlık sürüyor ve onun güdücülüğü altında barış ve sakinlik devam etti, sağlam bir ekonomik alt yapı gerçekleştirildi. Başka Arap devletlerinde ekonomi yabancıların elindedir ve çoğunlukla sadece petrola dayanıyor. Oman gene birçok ekonomik sektirlere girip petrola ve yabancılara muhtaç kalmamaya çalışıyor. Başkent Muskat'ta yaklaşık 500.000 kişi yaşıyor. Daha dört tane büyük kasaba var: Salalah, Sohar, Nizva ve Sur.

Muskat (514.000 kişi)

Bütün Oman'dan kişiler başkent Muskat'a okumak için, devlet yerlerinde ya da özel firmalarda iş bulmak için, hem de hastanelerde ilaçlanmak için geliyorlar. Halkın büyük bir kısmı yabancıdır - mühendisler, her konuda spetsialistler (uzmanlar), üniversitelerde profesörler ve özel işçiler. Oman ancak 30 sene önce üniversiteler kurmaya başladı ve onun için daha yabancılara muhtaçtır.

Salalah (186.000 kişi)

Salalah, Muskat'tan 1000 km uzaktır. Oraya gelmek için 11 saat çölden geçmek lazım. Oman'ın bir tek orasında yeterince yağmur yağıyor; o yüzden Salalah'ın torpakları çok




bereketlidir. Afrıka'nın doğu kıyısına yakın Zanzibar adası var (bugün Tanzania'nın bir parçasıdır). Oradan tarih içinde birçok Afrikalı Salalah kasabasına yerleşmiştir ve bugüne kadar Afrikalı bir dil olan Suaheli konuşuyorlar. Her sene son baharda binlerce kişi 'Harif' denilen şenliğe geliyorlar. O aylarda Salalah bol bol yağmur görüp yemyeşil oluyor. Orada birkaç toplantı var.

Sohar (135.000 kişi)

1001 gece masallarından 'Denizci Sinbad'ı kim tanımıyor? Sohar da onun kasabası olduğu söyleniyor. Orada halk daha kapalı ve tutucudur. Halkın çoğu, özellikle daha yaşlı olanlar hiç okula gitmemiştir.

Nizva (85.000 Einwohner)

Nizwa Muskat'tan 85 km uzak, balkan tarafında bulunuyor. Bu kasaba yüzlerce seneden beri el işleri, ustalar ve sanatçılar için bir merkezdir. Özellikle orada yapılan gümüş takılar bütün Arap devletlerinde satılıyor ve çok meşhurdur.

Sur (75.000 kişi)

Sur kasabası Oamn'ın en doğu ucunda bulunuyor. Gemi fabrikalarıyla meşhurdur. Burada eskiden beri Daus denilen gemiler yapılıyor. Daha yüzlerce sene önce insanlar onları kullanıp Kitay'a (Çin'e) kadar gitmişler. Bugüne kadar orada gemiler yapılıyor ya da tamir ediliyor. Sur bütün Oman'da müjdenin en az yayıldığı kasabadır.

DUA KONULARI:

49