1. Müslüman halklar için dua:

  2. AFRİKA



Afrika'da Hristiyanlar ile müslümanların arası




Harita: 7

Afrika'da yaşayan müslüman ve hristiyanların arasında şüphe ve korku giderek artıyor. Birçok devlette ikisi barışıklık içinde yanyana yaşıyorlar. Ama birçok yerde her geçen gün daha fazla kavga ve çatışmalar oluyor. Bunun bir sebebi, müslümanların daha çok kızan sahibi olmalarıdır, onların nüfusu (naselenie) daha hızlı büyüyor. Aynı zamanda politikada da giderek baskı artıyor. Hristiyanların arasında da, müslümanlığa karşı farklı fikirler var. Birçokları sanıyor, müslümanlık da Allaha giden bir yoldur ve onun için müslümanları kabul etmeye hazırdırlar. Başkaları gene, müslümanların etkisini azaltırmaya çalışıyorlar. Ama hristiyanların büyük çoğunluğu, müslümanlardan uzak kalmak, onlarla ilgilenmek istemiyorlar. Sadece çok az imanlılar, İsa Mesih'in sevgisi müslümanlara getirmek, onları müjde için kazanmak istiyorlar.

Bir örnek verelim: Yusuf müslüman Fulani halkındandır. Üniveristede okuyunca onun ailesi ona çok umut bağlamıştı. Ondan çok şeyler beklerdiler. Ama orada okurken, Rab İsa'yla tanıştı, imana geldi, hatta daha sonra incil mektebine gitti. Bugün bütün batı Afrika'yı geziyor, kiliselerde ve konferanslarda imanlıları harekete geçirmeye çalışıyor. Onun amacı: imanlılar uyanıp müslümanlara İsa Mesih'in iyi haberini yaysınlar, onlara kendi hayatlarında sevgi göstersinler. Merak eden imanlılara seminar verip onları praktika yapmak için hazır ediyor. Onun güdücülüğünde hem yerli pastorlar, hem de yabancı misyonerler, bir araya gelip, müjdeyi henüz duymamış bir müslüman halka getirmek için bir misyon kurdular. Bu amaçla gereken para, materyal ve kişiler bulmaya çalışıyorlar. Ama ne yazık ki, imanlıların arasında henüz öyle birlik yok ki, hepsi bu amaçla uğraşsınlar ve onun için müslümanlıktan gelen topluluklar ancak çok yavaş büyüyorlar.

Yusuf'un yaptığı aslında çok yeni bir şey değildir. 25 seneden beri bütün Afrika'da imanlılar kiliseleri hareketi geçirmeye çalışıyorlar, müslümanların arasında müjdeyi yaysınlar. Müslüman halklara uygun broşür ve kitap hazırlamak ve kiliseleri uyandıracak broşürler basmak için uğraşılıyor. Birçok kiliselerde müslümanlık hakkında seminerler yapılıyor. Çünkü hristiyanların çoğu o konuda hemen hemen hiç bir şey bilmiyorlar. O seminarlarda islamiyetin öğretişlerini tanıyorlar, müslümanların sorularına uygun cevap vermeye öğreniyorlar ve müjdeyi yaymanın praktik problemleriyle uğraşıyorlar. Öyle bir seminara katılan bir imanlı şöyle konuştu: "Artık müslümanlara karşı bir sevgim oldu. Artık anladım ki, onlara müjdeyi anlatmak mümkündür." Abu adında başka bir imanlı günlük bir seminara katıldı. Orada ona bir broşür verdiler. Broşürde gösteriliyor, nasıl müslümanları Rabbe getirmek için kiliseler uyandırılsın. Abu da sonra dört başka pastorlarla anlaşıp dört kilisede aynı bilgidyi paylaştı. Bütün imanlılar bu konuda heyecanlandılar. Şimdiye kadar o imanlılar müslümanlardan uzak dururdular. Ama şimdi anladılar ki, müslümanlara müjdeyi getirmek bizim görevimizdir. Abu başka kiliselere de aynı fikiri getirmek istiyor.

Şimdiye kadar, ne yazık ki, ancak bir avuç kilise o düşünceyi kabul etti. Ancak bir avuç insan ve kiliseler, müslümanlara müjdeyi getirmek için uğraşıyor. Sadece Nigeria, Kenya ve Güney Afrika'dan kimi ateşli imanlılar, sayısız müslüman halklara misyoner gönderdi. Ancak şimdi bu konuda dua grupları oluşmaya başladı. Ama bu misyonerlere para bulmak hala zordur.

DUA KONULARI:



özel durum: Batı Afrika’daki AIDS hastaları




Harita: 6

Bugün Afrika’nın Mali devletine gidiyoruz, daha doğrusu Mopti adında bir kasabaya. Kocaman Niger ırmağında bulunan bu kasaba Mali’nin kuzey tarafındadır. Seydu adında bir genç adamla karşılaşıyoruz. O, AIDS (SPIN) virüsünü kapmış olan halkının 3%ten biridir. Ama kendisinden başka hemen hemen kimsenin bundan haberi yoktur. Bu korkunç haberini kesinlikle ailesine anlatamaz. AIDS hastalığı hakkında konuşulmaz; kim konuşursa, ailesine leke getiriyor, diye düşünülüyor.

Seydu müslümandır, zaten Mali’de hemen hemen herkes müslümanldır. Hastalığından kurtulmak için herşey denemiştir: ot kökler, değişik çaylar ve arkadaşlarının tavsiye ettiği ilaçlar. Hatta ‘marabut’ denilen büyücü doktorlarına bile gitti. Onun söylediği şuydu: “Bu öyle bir hastalık değil ki, ‘beyazların’ ilaçlarıyla geçsin. Sana büyü yapan biri var.” Marabut ona Kuran ayetlerinden küçük deri muskaları yaptı. Seydu onları şimdi kolun ve göbeğin üzerinde taşıyor. Küçüklüğünden beri ona öğrettiler ki, bu metodla büyülere karşı korunsun. Ama gene de fayda etmiyorlar. AIDS hastalığın getirdiği korkunç sürgünler durmuyor ve Seydu gittikçe zayıflıyor. Artık insanlar onun hakkında konuşmaya başladı, Seydu bunun farkındadır, ama kimse herkesin bildiğini açıkça söylemeye cesaret etmiyor: bu hastalık AIDS’ın başlagıcı olabilir.

Sonra Seydu ‘onun gibi’ hastalara bakan doktorlar için işitince, önce biraz çekingen duruyor. Doktorun yanına giderse, başkaları onu görmesin diye korkuyor. Gene de korkuyu yenip, doktorun yanına gidiyor. O da doğrudan o hastalığın AIDS olabildiğini bildiriyor. Seydu bir tarafta panikaya düşüyor, öbür tarafta rahatlanıyor. En sonunda herkesin düşündüğünü dile getiren birisi çıktı.

Bir kan testi yapıyorlar ve hiç şüphe kalmıyor - o hastalık AIDS’dir. Doktor ona ilaçlar veriyor, onlar da birkaç gün içinde işlemeye başlıyorlar. Seydu önce şok olmuştu, ama şimdi durumu daha iyidir. Doktorlar kimi kere onunla birlikte dua ederler. Seydu kendi kendine ondan da yardım bekliyor. Ne olursa olsun, bu insanlarla karşılaştığına çok şükür ediyor. En sonunda öyle birileri çıktı ki, bu hastalığı yüzünden onunla ilgileniyorlar, hem de onu hiç suçlamadan ve onun arkasından konuşmadan. Seydu elbet de biliyor ki, AIDS hastalığı er geç ölüme getiriyor ve ondan korkuyor. En çok korktuğu da nedir: hayatında yeterince sevap işlememiştir. Sevapları onu cennete götürmek için yetecek mi, acaba? Ama bu konuda da kimse konuşmuyor; sanki konuşmakla insanın eceli daha çabuk gelecek. Ama günün birinde bir hasta bakıcı onun evine gelip tam bu konuda konuşmaya başlıyor. Seydu buna çok şaşıyor. Hasta bakıcı büyük bir kesinlikle diyor ki, “Ben öldükten sonra, Allah beni yanına cennete çağıracak”. Seydu bu lafa öfkeleniyor, insan Allahın karşısında nasıl böyle saygısızca konuşabilir, diye düşünüyor. Gene de istiyor ki, o hasta bakıcının kesin imanı ve bilgisi kendisinde de olsun.

Afrikanın birçok müslüman devletlerinde AIDS virüsü yakalamış olan kişilerle ilgilenen imanlılar var. Onlara bakıp ölene kadar yardım ederler. Bu durumlarda sık sık İsa hakkında komuşmaya ve dua etmeye fırsat bulurlar. Birçok devletler sade bu yolda müjde yayılabilir. Bu şartlar altında çalışan imanlıların işi kolay değildir. Bu korkunç hastalık her tarafta umutsuzluk getiriyor. Bu umutsuzluk içinde Allahın sevgisinden söz etmek ve aynı zamanda onu işlerle ispatlamak, hiç de kolay değildir. Evet, kendini böyle işlere veren insanlar aranıyor, öyle ağır hastaları kabul etmeye hazır olan topluluklar aranıyor. Bu işe çok fazla sabır ve dayanıklık lazım.

DUA KONULARI:











devlet: MORİTANYA

3 milyon kişi - Harita: 3




Bugüne kadar İsa Mesih'in dirilişinden beri hemen hemen bütün devletlerde onun müjdesi yayılıyor. Sadece birkaç devlet onun dışındadır. Moritanya onlardan biridir. Birinci yüzyılda, İsa Mesih inancı Alcir ve Maroko'ya kadar ulaştı, ama ondan sonra güneye doğru ilerlemedi. Yakın 200 sene önce, protestan misyonerler güney taraftan müjdeyi yaymaya başladılar, ama onlar da ancak Senegal devletine kadar ilerlediler. Öylelikle Moritanya'da hiç bir zaman İsa'nın müjdesi yayılmadı.

1960 senesinde Moritanya ayrı bir devlet oldu (o zamana kadar Fransa'nın bir sömürgesi (kolonisi) idi). Kölelik sistemi 1980 senesine kadar devam etti, ancak o zaman yasak edildi. Bugün, müslümanlığı red edenler için ölüm cezası var.

Moritanya'nın bir özel tarafı şu ki, orada beyaz araplar, siyah negerlerle bir araya geliyor. Onların kiltirleri ve adetleri çok farklı. Mesela: siyahların arasında erkekler selam verirken kadınların da elini sıkıştırırlar. Beyaz araplar için, öyle bir hareket hemen hemen zina sayılıyor.

Eskiden Moritanyalıların göçebe hayatını sürürdüler. Bugün ise, halkın 35% başkent olan Nuakşot kasabasıda yaşıyor. Devletin güney tarafında çiftçilik yapılıyor, kuzey tarafında gene, hayvancılık (deve, koyun, keçi ve dana). Halkın 62% okuma yazmayı bilmiyorlar. Moritanya dünyanın en fakir devletlerin arasındadır.

Devlette bütün güç beyaz arapların elindedir. Yüzlerce seneden beri müslümandırlar ve onunla gurur duyarlar. Onların dili, Hasanice denilen arapçanın bir dialektidir. Ama bu sadece konuşulan bir dil, yazmak için normal arapçayı kullanıyorlar

Siyahlar da arapça konuşurlar, ama eskiden beyazlara esirlik yaprdılar, onların köleleri idiler. Onun için onların okuma derecesi çok düşüktür. Siyahların arasında birkaç halk var; onların en kalabalığı Pulaar halkıdır. 1989 senesinde hükümet binlerce Pulaar öldürdü, ya da Senegal devletine kovdu. Bu halkın acısı henüz dinmedi, hala çok büyüktür. Bu halkı teselli olacak, sadece Rab İsa'dır.

Başka bir halk olan Soninke, uzun yıllardan beri Avrupa'ya göç ediyorlar. İşlemek için gurbete gidip, Afrika'da kalanlardan çok daha fazlla para kazanıyorlar. Bu halk müjdeye karşı hiç açık değildir.

Moritanya'da gezildiği zaman kişi anlıyor ki, karanlık güçler kuvetli bir biçimde işliyorlar. Onları yenmek ancak dua ve oruçla oluyor. İnsanları bağlayan bir korku ruhu var: hem ailesinden, hem de hükümetten korkuyorlar, öyle ki, İsa Mesih hakkında müjdeyi duymaktan engelleniyorlar. Evliliklerin üzerinde bir zina ruhu var: evlilik bozmak ve birçok karı almak burada normal sayılıyor. Kocası tarafından kovulan karıların da günlük yaşamaları çok zordur. Moritanya'da kadının durumu, başka müslüman devletlerinde olduğu kadar kötü değildir. Ama burada da kadınlara sık sık sünnet yapılıyor. Halk, islamiyetle çok gurur duyuyor, ve 1989 senesindeki olaylara bakarak, beyaz araplar ile Pulaar'ların arasındaki nefret ve düşmanlık çok büyüktür.

İsa filmi hemen hemen bütün Moritanya halklarının dilinde vardır. Birçok yerde de arapça radyo yayınları duyuluyor. 1989 senesindeki iç savaşında imanlı yardımcı organizasyonları materyaldan yana yardım gönderip İsa sevgisini göstermişlerdi.

Dua edelim birçok kişide sorular başlasın, gerçek barışı ve huzuru olan İsa Mesih'i aramata başlasınlar.

DUA KONULARI:







devlet: Niger

10 milyon kişi - Harita: 3




Niger Cumhuriyeti (Republika) batı Afrika’nın en büyük devletidir ve yedi komşu devleti vardır: Aljir, Libya, Çad, Nigerya, Benin, Burkına Faso ve Mali. Niger devleti Nigerya ile karıştırmamalı. Niger’in başkenti Niamey’dir, orada yakın bir milyon kişi yaşıyor. Niger devleti adını oradan geçen en büyük ırmaktan alıyor. 300 km boyunca devletin batı tarafında dolaşıyor. Bütün ırmak boyunca pirinç tarlaları ve bahçeler bulunuyor. Orada yaşayan insanlar en çok balık tutmaktan geçiniyorlar. Niger Bulgaristan’dan 10 kat büyüktür, ama nüfusu sadece 10 milyon kişidir. Bunların yarısı 15 yaşından küçük kızanlardır. Devletin üçte ikisi Sahara çölünde bulunuyor. Niger’in güney tarafı, Savana denilen kuru otluklarla doludur. Orada yaşayanlar en çok çiftçilikle geçiniyorlar, yeter ki, her sene yağmurlar kesilmesin. Normal olarak Haziran (Yuni) ayın sonundan Eylül’e (Septemvri) kadar devam ediyor. Bu yağmur zamanı, tarlalar, hayvanlar ve insanlar için o kadar büyük önem taşıyor ki, bütün yaşam ona bağlıdır.

Niger’deki iklim çok aşırı sıcak ve kurudur. Nisan (April) ayından başlayarak sıcaklık artıyor, gündüz 47 dereceye kadar ulaşıyor. Gece de dayanılmaz kadar sıcak kalıyor. Üç sene önce çok yağmur yağmıştı. Onun için darının çoğu daha tarlada dururken kurudu; darı da en çok yetiştirilen tahıldır. Böyle düşük rekoltelerle insanlar gittikçe daha fakir oluyorlar.

Devletin kuzey tarafında, yani Sahara çölünde, gururlu Tuareg halkı yaşıyor. Kendilerine ‘çölün evlatları’ derler. Niger’in güneydoğusunda Hausa halkı yaşıyor. Onlar en kalabalık halktır (bütün nüfusun 50%) ve en fazla tarla işleriyle geçiniyorlar. Bunun dışında Niger’de Zarma, Kanuri, Araplar ve Fulfulde halkları da yaşıyor. Fulfuldeler daha fazla göçebe olarak yaşarlar, sürülerine yem ve su arayarak bütün devleti dolaşırlar.

1960 yılına kadar Niger, Fransızların bir sömürgesi idi, ondan sonra ayrı, serbest bir devlet oldu. Bugün demokratik bir devlettir ve şimdiki başbakan Mehmet-u-Tanca serbest seçimlerde seçildi. Ayrı bir devlet olduğu halde, Fransız dili daha devletin resmi dilidir. Arıca en yaygın olan dil, Hausa dilidir. Bir köye misafir olarak geldiğin zaman, seni karşılamak ailelerin en büyük şerefidir. Eve ayak basar basmaz, misafire ‘Fura’ denilen bir içecek verilir; o da ezilmiş darı, su ve ekşimiş inek sütünden yapılıyor. Tuareg halkında misafir kalırsan, sana çok aşırı şekerlenmiş koyu kara çay ikram ederler.

Niger bir müslüman devletidir: halkın 96% kendini müslüman sayarlar, 3% putperesttir, 0,5% Hristiyan, 0,5% de Yehova Şahitleri, Mormonlar ve buna benzer sektaları bağlıdır. Fakat bütün dinlere serbestlik var ve imanlılar da müjdeyi serbestçe yayabilir, toplantı yaparbilirler. Büyük kasabalarda uzun sokakları gezersen, adımbaşı protestan kiliseleri görebilirsin. Ama köylerde durum farklıdır: orada ancak tek tek imanlılara rastlarsın.

Ne yazık ki. 1989 senesinde toplulukların arasında ciddi bir bölünme oldu. Sonuç olarak üç ayrı denominasyon meydana geldi. 2001 yılında ise birbirleriyle gene barıştılar. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Niger’de de bir Evangelist Alyans kuruldu. Böylelikle farklı kiliselerin işbirlik yapmaları sağlandı. Artık başkent Niamey’deki İncil okulunu yeniden açmak için planları var.

DUA KONULARI:





devlet: Çad

8 milyon kişi - Harita: 3






Çad Afrika'nın ortasında bulunan bir devlettir, ve Bulgaristan'dan 25 kat büyüktür. Devletin büyük parçası Sahara çölünde bulunuyor. Sadece en güney tarafında azıcık ormanlık var.

Çad'da 8 milyon kişi ve 180 değişik halk yaşıyor, 127 farklı dil konuşuyorlar.

Çad dünyanın en fukara devletlerin arasındadır. Halkın 80% günde sadece 2 Leva ile geçiniyorlar. Ama fiyatlar düşük değil - iki Leva için ancak bir kilo şeker alabilirsin (halk durmadakka çay içtiği için şeker çok önemlidir). Ya da en basit bir yemek alabilirsin - mesela: bir top bulgur ve azıcık sos (hepsi etsiz). Halkın 70-90% cahildir, okuma yazması yok.

Şimdi Çad'da bulunan tipik bir köyü bir göz atalım: Lolo, Çad'ın güneyinde bulunan önemsiz bir köydür. Oranın en büyük kasabası olan Mundu'dan 10 km uzaktır. Lolo'da eskiden beri Hristiyanlar ve putperestler yan yana yaşardılar. Zaten Çad'ın bütün güney tarafında bu böyledir. Hemen hemen hiç müslüman yoktu. Ama dört seneden beri köyün ortasında bir cami bulunuyor. 1998 senesinde büyük bir kıtlık olmuştu. O vakıt çaresizlik içinde bütün köy müslüman oldu, müslüman devletlerden yardım alsınlar diye. Bu olay sadece Lolo köyünde olmadı, onun gibi yüzlerce köy daha var. Onların islamiyeti kabul etmeleri de aynı onun gibi oldu.

Müslümanlık daha bin sene önce devletin kuzey tarafına yayıldı. Bugün halkın aşağı yukarı 55% müslümandırlar ve her sene 4% büyüyorlar. Son yıllarda müslümanlık güney tarafa da yayıldı. Politikada, orduda ve poliste en önemli pozisyonlar şimdi müslümanların eline geçti. Kuzey taraftan zengin tüccarlar gelip en önemli yerleri satın aldılar. Köylerin birçok güdücüleri ve muhtarları fayda kazanmak için müslümanlığı kabul ediyorlar (mesela: çocuklarını müslüman devletlerinde üniversiteyi göndermek için). En ufak köylerde bile yabancı devletlerden gelen paralarla camiler ve okullar yapıldı.

Ancak birkaç seneden beri imanlılarda bir istek uyanıyor, Allahın sözünü müslümanlara yaysınlar. Devletin güney tarafında yaşayan çok halklar ve oymaklar var. Orada başka bir halka gitmek bile zordur. Hele hele müslüman tarafı olan kuzeye gitmek çoğu Hristiyanlar için düşünülmezdir. Birkaç sene önce beyaz olan kuzey tarafı ile siyah olan güney tarafı iç savaşı yaptılar: o henüz unutulmuş değildir. Hatta, daha eski zamanlarda, müslüman araplar zencileri (negerleri) köle olarak kaçırırdılar. Bütün bunlar Hristiyanlarda korku yaratıyor. Ayrıca islamiyet hakkında çok bilgisizlik var. Bir zenci (neger) için daha zengin ve okumuş olan araplara gitmek korkunç bir olaydır.

Müslümanların arasında bugüne kadar az sayıda kişiler İsa Mesih'i kabul etmişler. Çünkü bunu yaptılar mı, çok büyük baskılar görecekler. Aileler hemen karşı çıkarlar. Belki de öldürmeye kadar gidecekler (çoğu zaman imanlıları otalıyorlar).

Kişi imana geldikten sonra da büyük zorluklarla karşılaşıyor, çünkü sağlam topluluklar yok. Onlara yardım edebilen kardeşler var, ama onlar başka halk, başka boya ve başka dildendirler.

DUA KONULARI:

Çad'daki Araplar




Kimi kişiler 'Arap' sözünü duyarken, akıllarına siyah tenli, kara adamlar geliyor. Ama bu yanlıştır, 'Arap' sadece anadili arapça olan bir kişi demektir. Çad gibi orta Afrika devletlerinde de durum tam terstir: Araplar beyaz tenlidir, asıl Afrikalılar da negerdir (zenci).

Çad devleti Bulgaristan'dan 12 kat ve Türkiye'den 2 kat büyük olduğu halde, orada sadece 10 milyon kişi yaşıyor. Onlar da 200'den fazla ayrı halklardandır. Araplar bunların arasında en büyük gruptur: 1,5 milyon kişi. Yüzyıllar önce hem Yemen'den, hem de Mısır'dan oraya göç etmişler. Çoğu göçebe ya da yarı-göçebe çobanlardır. Deve, inek ve keçi sürüleri var. Tahta direkleri üzerine deriler ya da naylon gerdirip çadır kururlar. Başka Araplar yerleşik olarak yaşarlar: hasır ya da kerpiç evlerinde yaşayıp çiftçilik ya da ticaretten geçiniyorlar.

Erkekler uzun kaftanlar giyiyerler, kadınlar da uzun elbiseler giyiyip kısa başörtüleri takarlar. Çarşıya çıkarken de, uzun kumaş sargıları giyiyerler. Bir yere gitmek için en çok eşekler, develer, beygirler ve öküz arabaları, tekerlekleri ve en çok kendi ayaklarını kullanırlar.

Çad'daki Araplar arapça konuşurlar, ama kendi dialektleri var. O zaten Çad'da bütün halkların arasında en çok kullanılan ortak dilidir. O da müjdenin yayılması için önemlidir: en birinci yerde arapça konuşulması lazım.

Çad'daki Araplar çoğunkla Sunni müslümandır, ama aralarında türlü çeşit öğretişleri tutan gruplar var. Ve her yerde olduğu gibi, halk, çok ince bir kat müslünalığın altında

kendi inançlarını devam ettiriyor. Halk bir yandan namaz kılıyor, Ramazan ayında oruç tutuyor, bütün müslüman bayramlarını kutluyor, ama gene de muskalara güveniyor, onları kötülük, cinler hastalıklar ve nazardan korusunlar diye. Arapların hayatı zaten korku doludur. Gündelik yaşamın problemlerini çözmek için halk sık sık 'marabut' denilen hocalara başvuruyor. O da saklı biligilere sahip olup cinlerin dünyasıyla kontakt kuruyor.

Çad'daki Arapların arasında şimdiye kadar ancak çok az kişi Rab İsa'yı kabul ettiler.. Ama son senelerde birkaç yerde ruhsal uyanışlar oldu. Siyah tenli imanlılar, arap müslümanlardan uzak hatta kimi yerde korku içinde yaşarlar. Zaten onlar için Araplara İsa için şahitlik yapmak kolay değildir.

Arapça'nın Çad dialektinde İncil tercümesi vardır; yalnız tercümenin kalitesi düşüktür ve sadece Latin harfleriyle yazılmıştır; ama Arapların arasında onu sadece çok az kişi onu okuyabilir. Kaldı ki, halkın 90% zaten okuma yazmayı bilmiyor.

Son senelerde gittikçe daha fazla imanlı, gerek Çad'ın içinden, gerek yabancı devletlerden, Çad'daki Araplara müjdeyi yaymaya çalışırlar. Gündelik yaşamda kişileler konuşup müjde için açık kapılar bulurlar. Onlar için gittikçe daha kolay oluyor, kendi inançları hakkında konuşsunlar. Kişiler broşürler ve kasetler seve seve alırlar. İsa filmin gösteriyle ve radyo yayınları halkın ilgisini çekerler.

Bütün Kutsal Kitap'ın tercümesini yapan birkaç grup da işlerine başlamışlar. Kutsal Kitabın kimi parçaları broşür olarak basılıp dağıtılmıştır. Her sene İncil ayetlerini taşıyan kalenderler (takvimler) de dağıtılıyor.

DUA KONULARI:



halk: Maba halkı (Çad)

yaklaşık 500.000 kişi – Harita: 3




Maba halkının başka adı ‘Vaday’dır. Çad devletinin içinde 17. yüzyılında önemli bir krallık kurmuşlardı. O zaman Abdelkerim adında bir müslüman güdücü ilk Mabaları putperestlikten müslümanlığa çevirdi, halka baskı yapan yabancılardan kurtardı ve Mabaların birinci Sultanı oldu. Abdelkerim, Muhammed’in amcası olan Abbas’ın soyundan geldiğini söylerdi. Bugüne kadar Maba krallığının bütün sultanları Abbas’ın soyundandır, ama Maba kadınlarıyla evlendiler. 19. yüzyılına kadar bu sultanların başkenti Vara adında bir kasba idi. Bütün halk saman evlerinde yaşarken sultanların göze çarpan sarayları vardı. Saray, hem de yanındaki bina ve cami pişmiş tuğlalardan yapılmıştı. 19. yüzyılının ortasında Vara kasabasını terk edip başkenti Abeş kasabasına taşındılar; o zamandan beri büyük bir haline geldi. 17. yüzyılından beri bütün 500.000 kişilik Maba halkı müslümandır, ama gene de halkın inancında eski putperestlikten çok adetler kaldı. Dil olarak hemen hemen hepsi, bütün Çad’da geçerli olan arapça konuşuyorlar. Halkın büyük bir parçası bugünlerde Sudan’a taşınmıştır.

Mabaların eskiden beri yaşadıkları sancağa “Vadi Madday” denilir. O, Sahra çölünün kenarında bulunuyor ve çok kuraktır. Bütün senenin yağmuru, ortalama olarak, 300-400 milimetredir. Senede ancak 2-3 ay yağmur düşüyor. Bu kadar kuru hava sadece yarma yetişir ve halkın en önemli gıdasıdır. Onun yanında çok az fıstık, mısır, fasulye, soğan ve kimi otlar yetiştiriliyor. Mabaların çoğu kümes hayvanlarına bakarlar, tek tük inekleri de bulunuyor. Köylerde en büyük problem temiz içme suyu bulmaktır. Vadilerin, yani eski, kurumuş derelerin yanında olan köylerde 2-3 m derinlikte su bulunabilir. Vadilerden uzak olan köyler gene, çok daha zor durumdalar: ya kilometrelerden uzak borularlan su getirecekler, ya da sert toprağın içine 20-30 m derin kuyular kazacaklar. Batı devletlerden yardım organizasyonları su problemlerini çözmeye çalışırlar. Ayrıca ormancılığı geliştirmek ve halkın daha iyi beslemesini sağlamak konusunda işlerler. Eğitim konusunda da yardım ederler, çünkü halkın 90% okuma yazmayı bilmiyor.

Çad halkının büyük çoğunluğu müslümandır, gene de devlet olarak bir müslüman devleti değildir. O yüzden yabancıların yardım organızasyonlarının çalışmalarına hem de müjdeyi yaymaya engel yoktur. Mabaların yaşadığı yerlerde küçük bir imanlı topluluk oluştu. Kağıt üzerinde din konusunda serbestlik varsa da, müslümanların arasında yaşayan Çadlı imanlılar her türlü baskı görüyorlar: kimisine sokakta onlara küfür ediliyor, kimisine pazarda bir şey satmıyorlar. Başkaları komşular tarafından suçlanıp sultanın önüne çekiliyorlar. Kime defa taş atanlar ve ölümle korkutanlar da oldu. Başka zaman imanlıları rahat brakırlar.



DUA KONULARI:



kasaba: Incamena (Çad)

yaklaşık 1 milyon kişi - Harita: 3




Incamena, Çad’ın başkentidir. Bu adın anlamı ‘sakin bir yer’dir. Ama ne yazık ki, Incamena son senelerde hiç de sakin bir yere benzemedi. Uzun seneden beri orada yaşayanların hem de değişik politik grupların arasında çatışmalar olmuştu. Yirmi sene önce bu çatışmalar tam bir iç savaş haline geldi.

Bugün Incamena aşağı yukarı bir milyonluk bir kasabadır ve Afrikanın kasabalarının çoğu gibi çok hızlı büyüyor. Kasabanın alt yapısı (elektrik, su, kanalizasyon, yollar v.s.) bu hızlı büyümeye ayak uyduramadı. Kasabanın birçok yerlerinde ne elektrik, ne de su var ya da yeterli değildir. Bokluk toplamak ya da kanalizasyon için zaten laf bile olmuyor.

Incamena, bütün Çad’ın bir aynasıdır ve çok farklı halkların karıştığı bir yerdir. Burada yakın 120 değişik dil konuşuluyor, o kadar halklar, dinler ve dini gruplar var. İslamiyet hızlı yayılıyor ve politikada çok önem kazanıyor. Müslümanlar ticareti kontrol ediyor ve başka inançlara karşı saldırgandır. Hristiyanların çoğu kendini ezilmiş hissediyorlar, aktif bir hayattan geri çekiliyorlar. Rabbin “Bütün dünyaya gidin...” buyruğunu, sanki müslümanlar için geçerli değilmiş gibi, unuturlar.

Incamena kasabasında müslümanlar ve Hristiyanlar uzun zamandan beri aynı kasabada yaşarlar, ama yaşadıkları mahallelerın arasında kesin sınırlar var. Onun için Hristiyan olan kasabanın güney yarısında 150 tane protestant kilise varken, kasabanın kuzey tarafında topu topuna iki tane var – ama yüzlerce cami bulunuyor. Son yıllarda binlerce müslüman kasabanın güneyine taşınmıştır, ama kuzey tarafına taşınan Hristiyanlar yok gibi. Yeni mahallelerde Hristiyanlar ile müslümanlar yanyana yaşıyorlar. Bu, etnik ve din konusunda çok korkunç çatışmalara sebep olabilir, ama aynı zamanda Rab tarafından hazırlanmış fırsatlar veriyor, müslümanlara müjde anlatılsın ve onların arasında topluluklar kurulsun diye. Çad’daki topluluklar gündelik yaşamlarında tuz ve ışık olmayı ve korkmadan müslümanlara şahitlik yapmayı öğrenmeli.

Son yıllarda Çad’daki topluluklar başladı, devletin kuzey tarafında yaşayan müslümanlara müjdeci göndersin. Ama başkentin kuzey yarısı daha hiç İsa’nın haberini işitmemiştir, kaldı ki, orada 700.000 kişi oturuyor. Incamena kasabasında artık birkaç yabancı ve şimdi de yerli Rabbin işçisi vardır. Ama yabancıların çoğu ne yeterince dil biliyorlar, ne de halkın adetlerini öğrenmişler; ve bu vaziyette müslümanlara İsa’nın müjdesini nasıl lazımsa getiremiyorlar. Rab gene de işliyor ve birkaç ev toplantıları meydana gelmiştir, ama sağlam yerli bir kilise henüz yok. Bu iş için Rabbin işçilerine çok sabır ve cesaret lazım.

Çok dua edildikten sonra, ve hükümetin izini ile, 2003 senesinde bir imanlı radyo istasyonu kuruldu. O zamandan beri her gün İsa’nın iyi haberi yayılıyor, hem de müslümanların çoğunun konuştukları dillerde.

DUA KONULARI:





halk: Gorane (Sahra çölünde)




yaklaşık 500.000 kişi – Harita: 3

Gorane halkı dört ayrı devlette yaşıyor: Niger, Çad, Libya ve Sudan. Ama onların için sınır yok, çünkü asıl yaşadıkları yer, Sahra çölüdür. Onların toprakları 1,3 milyon km2 (demek Bulgaristan'ın 12 katı). Halkın çoğu Çad'da yaşıyor ve göçebedir, yani yerden yere geziyorlar. Bu kadar dağınık ve kocaman bir yerde yaşadıkları için Gorane halkı hakkında sağlam bilgi yoktur. Son yıllarda oralarda hemen hemen hiç yağmur yağmadı. Bu kuraklık yüzünden Goraneler bugünlerde çoğunlukla kasabalara taşınmıştır ve en çok ticaretten geçiniyorlar. Gorane halkının içinde eskiden beri büyük sınıf farklılıkları var: en yüksek sınıfa 'Teda' diyorlar, sonra 'Daza' sınıfı geliyor. Üçüncü yerde 'Azza' dedikleri sınıf vardır, onlar da el işçileri ve ustalardır. Eskiden bir Teda ya da Azza kesinlikle öyle bir kişiyle oturup çay bile içmeyecekti. Ama kasabalarda ve okumuş kişilerin arasında artık bu farklılıklar gitgide önemsiz kalıyor. En aşağıda 'Kamaca' dedikleri dördüncü sınıf artık, sanki köle durumundalar. Onlar başka bir halktan gelme idiler, ama Goraneler onları köle yaptı.

Kırlıkta yaşayan Goraneler ancak adca müslümandırlar. Çoğunlukla arapça konuşmadıkları için namaz kılmak için gerekli olan sözlerin anlamını bilmezler. 'Marabut' dedikleri hocaları bile çoğu zaman arapça bilmezler. Ama kasabalarda yaşayan Goranelerde beş vakıt namaz kılıp müslümanlığın öbür şartlarını da yerine getirenlerin sayısı gittikçe artıyor. Birçokları da kendini fanatikliğe vermişler. Kuran okullarında okumak için başka arap devletlere gidenler de çok. Mesela Bilal, Goranelerin 'Teda' sınıfından olup 90'lı yıllarda Mısır'a göç etmişti, orada Kuran hakkındaki bilgilerini derinleştirsin diye. Derslerinin sırasınıda öğrendi ki, Allah Kuran'ın yanında Tevratı, Zeburu ve İncili de indirmiş ve müslümanlar da o kitapları okunsun diye buyurmuş. Hocalarına "Peki, öyleyse neden o kitapları okumuyoruz" diye sorunca, iyi bir cevap alamadı. Çocukken ona dediler ki, Hristiyanların kitabını dokunan eller cehennem ateşinde yanacak diye. Ama uzun bir araştırmadan sonra, en sonunda bir Kutsal Kitap buldu. Ayrıca müslümanlığı ve hristiyanlığı birbirleriyle karşılaştıran bir kitap da buldu. Bu kitapları dikkatle okuduktan sonra, Bilal gerçeği Kutsal Kitapta bulunduğunu inanmaya başladı. Hayatını İsa Mesih'e verdi ve 2001 senesinde vaftiz oldu. Gorane imanlılardan oluşan küçük bir ev toplantısına katılıyor.

Goranelerin birçoğunda aslında saklı bir arzu var, Allahtan af ve bereket bulsunlar. Ahrette Allahın doğruluğuna dayanamayacaklarını bilirler. Ciddilikle sonsuz yaşamı arayan çok kişiler var. Ancak 90'lı yıllarından beri Goranelerin arasında şahitlik yapılıyor. Bugüne kadar ancak bir avuç insan imana gelmiştir, onlar da bütün 1,3 milyon km2'de dağınık yaşıyorlar. Ayrıca küçücük, henüz çok zayıf olan bir ev toplantısı var. Bazı kasetler ve de iki film çevirilmiştir. İncilin tercümesine başlanılmadı bile, ama bir dil uzmanı şu anda Goranelerin dilini araştırıyor.



DUA KONULARI:



halk: TUKULÖR - devlet: SENEGAL




bir milyon kişi - Harita: 3

TUKULÖR sözü fransızcadır ve 'bütün renkli' demektir. Senegal 150 sene önce fransız bir koloni idi ve Fransızlar zencilere (negerlere) 'tu kolör = tukulör' adını verdiler çünkü tam siyah tenlidirler. TUKULÖRler aslında sadece FULANİ halkının bir parçasıdır.

Fulaniler daha bin sene önce asıl vatanları olan Etiyopya'dan çıkıp bütün Afrika'yı boydan boya geçtiler. Onların memleketinde (Etiyopya) büyük kıtlık ve susuzluk vardı. Suyu ararken, batı Afrika'ya geldiler. Orada daha eski halklar yaşardı ve Fulaniler ve onların arasında hep savaşlar meydana geldiler. Fulanilerler başka halklarla karışırkern TUKULÖR halkı meydana geldi. Bugüne kadar bir milyon TUKULÖR Senegal devletinde yaşıyorlar.

Resimde 'Babademe' adında bir TUKULÖR çocuğu görürsünüz. Anası ve babasıyla Riçartol adında küçük bir kasabada yaşıyor. 18 yaşındadır ve Gimnasium onuncu sınıfa gidiyor. Abiturient olduktan sonra, başkent Akra'da tarım işleri (zemedelstvo) okumak istiyor. Babademe Tukulör halkı için tipik bir örnektir. Çoğu onun gibi meraklı ve çalışkandırlar ve hayatlarında ilerlemeye çalışıyorlar. Riçartol kasabasındaki Tukulörlerin çoğu bir şeker fabrikasında işliyorlar.

TUKULÖRlerin arasında bugüne kadar çok sıkı bir sınıf sistemi devam ediyor. Bütün insanlar üç ayrı sınıfa ayrılıyor. Babademe'nin babası muallimdir, anası gene, tüccardır. Böylelikle bütün aile en üst sınıf, din adamları ve güdücüler sınıfındandır. Halkın çoğu ise, ustalar sınıfına giriyor. Eskiden kölelik vardı. Bugünlerde artık kölelik yoktur, eski köleler serbest brakıldı, ama gene de, onların torunları en alt sınıf sayılıyorlar, herkes tarafından hor görülüyorlar.

Tabii ki, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Riçartol gibi bir kasabada da herşey değişmektedir. Artık en alt sınıftan, yani eski kölelerden olan bir kişi için artık saygın bir zanat öğrenmek mümkündür. Ama kişilerin kafaları bu kadar çabuk değişmiyorlar ve öyle kişiler gene de hor görülüyorlar. Mesela, böyle en alt 'köle' sınıfından bir kişi daha üst sınıfından bir ailenin evine gittiği zaman, kesinlikle onlarla birlikte oturup yiyemez. Onları bekleyecek, yemeklerini bitirsinler, onun arkasından kendisi yiyecek.

İnanç konularına gelince TUKULÖRler daha da kapalıdırlar. Bin seneden beri müslümandırlar. Müslümanlığı brakıp İsa'ya iman etmek onlar için düşünülmez bir olaydır. Her yerde bulunan Kuran kursları sanki insanları İsa'nın müjdesine karşı aşı (imunizatsiya) yapıyorlar.

Uzun seneden beri Senegal'da misyonerler işliyorlar. Gene de TUKULÖRlerin arasında sadece bir avuç insan imana geldi. Ve dışarıda müslüman olan bu halk, aslında hala eski cin ve put inançlarına bağlıdır.

TUKULÖRlerin çoğu kötü ruhlara ve nazara karşı muskalar taşıyorlar. Ben de bu konuda Babademe'ye soruyorum, o muskaların hakkında ne düşünüyor. Çocuk aslında açık fikirli, modern bir delikanlıdır. Ama herhangi bir zor görünce o da 'marabut' denilen hocalara koşup onlardan yardım isteyecek. Böylelikle TUKULÖRlerin hepsi daha cinlere itaat ediyorlar. Babademe bir gün evlenip çocuk sahibi olacak. Kendisi bütün bu büyüye inanmazsa bile, kendi çocuğunu hocaya getirip ona oğlu için muska yaptıracak. Onun tek sebebi de komşu korkusudur, çünkü TUKULÖRler cinlere ve babalara hizmet ediyorlar.



DUA KONULARI:





halk: Senegal’daki Lebu halkı




yaklaşık 150.000 kişi - Harita: 3

Senegal Afrika’nın en batıda olan devletidir. Orada 52 ayrı halk yaşıyor; Lebu halkı da onların biridir. Onların dili Volof dilidir. Voloflar ayrı ve Senegal’ın en kalabalık halkıdır. Lebu’lar gene de ayrı bir halk sayılıyor. 150.000 kişilik bu halk, Senegal’ın Atlantik Okyanus’un deniz kıyısında yaşıyor, bazıları da başkent Dakar’ın etrafına yerleşmişler. O yüzden çoğu balıkçıdır, kimi Lebu’lar politikada görev almışlar. Halkın 99% ‘halk müslümanlığı’na bağlıdır. Şimdiye kadar bütün bu halkın içinden Rab İsa’ya iman etmiş ancak bir avuç insan var; 10’dan az kişi.

Dakar kasabasının etrafında bir yarımada bulunuyor, Lebular orada 200 seneden beri yaşıyorlar. Kendi kasaba ve köylerinin etrafına kocaman duvarlar kurup 1795 senesinde ayrı bir devler kurdular. Bugüne kadar aralarında çok sıkı bağlantılar ve kuvvetli organizasyonlar vardır. Dakar toprağı çoğunlukla Lebuların elindedir. Onun için “Dakar bizimdir” diyorlar.

Lebu adının anlamı biraz zor anlaşılıyor, ama bir anlam “Kimseye boyun eğmeyen savaşçı”dır. Bu halk mutlaka serbest kalmak ve kendini başka halklardan ayrı tutmak isteyen bir halktır. Sadece kendi halkının adetlerini tutan kişileri Lebu olarak kabul ederler.

Tezlerde birkaç misyoner bir Lebu köyüne gelip yerli hakla konuşmaya başladılar. Kendilerini Lebulara şöyle tanıttılar: “Biz İsa Mesih’in öğrencileriyiz”. Onları dinleyen Lebulular dediler: “A, evet, İsa - onu tanıyoruz. Karşıdaki duvarda onun resimi var. Zaten onun mezarı yakın bir köydedir.” Öyle bir cevap insanı şaşırtabilir, ama onun sebebi şu ki, Layen adında bir dini grup Lebuların arasında çok işliyor. O grubun inancına göre, 100 sene önce hem Muhmed, hem İsa gökten inip bedence Lebuların arasına girmişler. İkisinin arkasından başka dini önderler gelmş, onlara ‘haife’ derler.

Lebu halkı en çok büyücülüğe tapıyor. Mülümanlıktan dünyayı yaratan bir tanrının var olduğunu kapmışlar, ama Lebuların inancına göre bu tanrı insanlar için ulaşılmaz bir varlıktır. İnsanların kaderini çizen, onlara göre, ruhsal dünya imiş. Onun için hep cinlerle anlaşmaya uğraşırlar. En çok deniz ruhlarının yardımını ararlar. Kendilerini onlara daha yakın hissederler, ne kadar yaratıcı tanrıya. Türlü çeşit işlerle o ruhları yatıştırmaya çalışıyorlar. Lebuların inancına göre, her Lebunun kendisine bakan bir ruh varmış, kimisi iyi, kimisi kötü. Artk insanın kaderi o ruhun elinde imiş. Bu ruhları etkilemek için, Lebular kimi rituallarda dönüp oynarlar. Saatlerce onu devam edince kişiler bir trans haline girerler ve o durumda kurbanlar keserler. Bütün bu törende öncülük yapan bir büyücüdür.

Lebu halkının arasında birkaç Rabbin işçisi çalışıyor, Rabbin müjdesini yayıyorlar. Birkaç Lebu başlamışlar İsa Mesih ve İncil hakkında daha fazla merak etsinler. Başkaları İsa’yı rüyalarda ve görünümlerde görmüşlerdir ve bu yolla müjdeye yaklaşmışlardır.bu im Senegal



DUA KONULARI:



Gambia (Batı Afrika)


Harita: 3

Gambia Afrika'nın en küçük devletidir. Bütün olarak Senegal devletinin içinde bir ada gibi duruyor; batı tarafında Atlantik Okyanus'a dayanıyor. Orada sadece 1,5 milyon kişi yaşıyor. 95% müslümandır. Mandinka, Volof, Fula ve Jola halkları eskiden beri müslümandırlar. Ama gene de bütün dinlere serbestlik var. Özellikle denize yakın taraflarda değişik misyonlar ve kiliseler aktiv olarak işlerler. Gençlerin çoğu bakıyorlar, deniz kıyısına yakın yerlerde iş bulsunlar. Zaten bütün devlette yüksek okullar ve zanaat okulları sadece o tarafta bulunuyor.

Turizm insanların düşüncelerini etkiliyor. Hristiyanlık 'beyaz adamın dini' olarak anlaşılıyor. Bu çok yazıktır, çünkü turistlerin nasıl yaşadıklarını görünce, Gambialılar "İşte, Hristiyanlık budur" diye düşünürler. Ve gene de, İsa Mesihin müjdesi Gambialıların bile en derin ihtiyaçlarına konuşuyor: herkes yüreğinde barış ve huzur arıyor; herkes kötü ruhlardan korkup bir koruyucu arıyor; herkes ahretten korkuyor. Bütün bunlar insanların yüreklerinde derin bir özlem uyandırıyor; İsa Mesih'in serbstlik getiren ve insanları kurtaran gücüne muhtaçlık duyarlar.

Allahı arayan kişilerin hayatlarında sık sık rüyalar büyük rol oynarlar. Birçok Gambialı, rüyasında İsa Mesih'le karşılaştı ve böylelikle Mesihin öğrencisi oldu.

Mesela F. adında bir kadın: 10 sene boyunca Hristiyanlarla yanyana işledi, onlardan İsa Mesihin iyi haberini duydu. Ondan sonra üç defa aynı rüyayı gördü; onda İsa onu kendisine çağırdı. Volof halkından idi, ve Voloflar rüyalara çok fazla önem veriyorlar. Kadın böylelikle karar verdi, İsa'nın öğrencisi olsun. O kararı aldıktan sonra da, ailesi onu reddetti, dışarı attı ve miras hakkını sildi. Kadın gene de yeni bulduğu imanına sadikan kaldı. Bugün imanlı bir erkekle evlidir ve kendisi gibi baskı görmüş kişilerine kendi evini açıyor.

Başka bir örnek: M. Mandinka halkından olan bir imanlıdır. Akrabaları nasıl gördüler, adam imanlı bir kadın alıyor kendine, bu evliliğini lanetlemek için muska yaptırdılar, kadın bütün hayat kısır kalsın, hiç doğurmasın diye. Ama adamın küçük çocuğu bütün hanesine, cinsine büyük bir şahitliktir. Bu çocuk aslında lazımdı doğmasın, ama sadece İsa mesihe güvenmekle sapasağlam kalıyor, seneden seneye büyüyor. Ne muska taşıyor, ne öbür büyüyü bozmak için ona büyü yapılmadı.

Başka bir adam, ona B. diyelim, çok zamandan beri Allahı arardı, yüreğinde Allaha karşı derin bir özlem duyardı.. Ama islamiyette ve hele Ramazan ayı oruç tutmakla hiç bir şey hissetmezdi. En sonunda kendi halkından olan bir pastorla karşılaştı; onunla konuşarak İsa'nın haberini işitti ve büyük bir değişiklik yaşadı.

Saydığımız bu örnekler hepsi gerçekten yaşayan kişilerdir. Ama onları gereksiz baskıdan korumak için adlarının ancak birinici harfini yazdık. O kardeşlerimizin ihityaçları çoktur: bir kişi onları yüreklenidrmek lazım; gündelik yaşamda pratik yardım gerek ve kendi ailelerinden kovuldukları için onlara yeni bir aile olacak kişiler lazım.

DUA KONULARI:



Gambia'da genç kadınlar




Gambia'da yaklaşık 1,3 milyon genç kadın yaşıyor. En büyük problemlerinden biri şudur ki, halk onlara fırsat tanımıyor kendi hayatını yaşasınlar. Onun için hanelerinde bir felaket olunca bütün korumasız ve çaresiz kalırlar. Tabii ki, parası az olan ailelerden gelen kızlar için bu daha da korkunçtur. Çoğunun hiç okuma fırsatı olmadı, halkının 65% gibi hiç okuma yazmaları yoktur. Kimi imanlı organizasyonlar sosyal projeler kurup, öyle kadınlara hem doğrudan yardım etmeye çalışıyorlar, hem de kadınları eğitmeye çalışıyorlar, artık yardıma muhtaç kalmasınlar diye..

Bu projelerin birinin adı "Becerikler öğrenme merkezi"dir. O aslında sadece büyük bir okul odasıdır. Orada genç kadınların fırsatı var, hem okuma yazmayı, hem de faydalı olan başka şeyler öğrensinler. Ancak bu yolla daha iyi bir yaşam standardına erecekler.

Kimi zaman bu "Becerik Kazanma Merkezi" bir terzi dükkanına benziyor: hafta da üç defa kadınlar dikmeyi öğrenmek için toplanıp, 12 eski dikiş makinalarında uğraşırlar (hani, o eski ayaklarla döndürülen tipinden). Çıraklara ders veren yerli bir terzi ustasıdır. Bu fırsattan yararlananlar sadece o kasabadan değildir, etraftaki köylerden de çok kişi geliyor, hem kendilerine, hem de ailelerine Gambia halkı için tipik giyisileri yaptırırlar. Çıraklık zamanında, bu zanaatı öğrenenler, kumaşı ve öbür materyalları bedava alırlar, ama satışlardan kazandıkları paraları doğrudan almazlar, programın güdücüsüne teslim ederler. Kursları bittikten sonra, bütün parayı toplu olarak alırlar; onunla kendilerine küçük bir iş yeri açabilirler. Bu sistem şimdiye kadar çok başarılı oldu ve birçok kadın kendine dikiş makinaları aldı.

Başka bir kurs sabunculuk zanaatıdır. Kadnlar öğreniyorlar, nasıl soda ve yağdan çamaşır tozu yapsınlar. Bu çamaşır tozu şimdi birçok köyde çok popüler oldu.

Gene başkaları öğreniyorlar, çok renkli 'batık' denilen kumaşları yapsınlar Gambialı kadınlar bu tür giysileri çok severler. O yüzden kolay satılıyorlar ve kadınlar bunların satışından kendilerine bir kapital (sermaye) biriktirip yalnız olarak işlemeye devam edebilirler.

Bu kadınlar kendi elleriyle kazandıkları paralarıyla hanelerinin geçimini sağlayabilirler. Bu çok önemli olabilir, ne vakıt kocaları para kazanmak için gurbete gittiyse, SPIN (AIDS) hastalığına yakalandıysa ya da karısı sözde 'namus' yüzünden dışarıya attıysa.

Afrika'da kadınlara hemen hemen hiç kıymet biçilmiyor. Onlar için ayrı sağlık sigortası ya da başka garantiler yok. Kadınların çoğu din konularına hiç ilgi duymuyorlar, ama Gambia'da halkın 88% müslümandır ve islamiyet gene de kadınların yaşantılarını büyük ölçüde etkiliyor. Gambialı kadınlar için 'saygınlık' çok büyük bir meseledir. Yaşlı kadınlara saygı duyuluyor. Onlar ve saygı kazanmış olan başka kadınlar Cuma namazına katılmaya mecburdurlar, daha genç kadınlar mecbur değildir.



DUA KONULARI:





halk: FULBE

bütün batı Afrika devletlerinde yaşıyorlar - 20 milyon kişi - (karta 4)




Aşağı yukarı 700 senesinden sonra Araplar bütün kuzey Afrika'yı ele geçirdiler. Oradaki Arap krallar karar verdiler, Afrika'nın batısını da müslüman yapsınlar. Daha sonra Sahara'nın güney tarafında altın bulundu. Böylelikle müslüman tüccarlar Sahara'yı geçip o altının peşine düştüler. Maroko ve Alcir'de eskiden beri Hristiyan olan Berber halkı yaşıyor. Onlar da müslümanlığı kabul edince, bütün Sahara ticareti müslümanların eline geçti. Tüccarlar ve hocalar Sahara'nın aşağısında en başta islamiyeti öğretmekle yaydılar. Kişileri putperestlikten bir kerekte vazgeçirtmediler. Yavaş yavaş müslüman düşünceleri kabul ettirdiler. Daha sonra da, müslümanlığı savaşmakla yaydılar. Çoğu vakıt müslüman halklar, putperest halklardan daha güçlü ve üstün çıktılar.

Fulbe halkı da müslüman olduktan sonra, başka krallıkları (mesela Hausa) müslümanlığı kabul etmeye zorladılar. Böylelikle Senegal, Guinea, Mali ve Kamerun'da müslüman krallıklar kurdular.

Aşağı yukarı 200 sene önce ilk protestan misyonerler Afrika'ya gitmeye başladılar. Putperest halkların arasında hemen topluluklar kuruldu, ama müslüman Fulbeler müjdeye karşı kapalı kaldılar. Bugüne kadar birçok Fulbe İsa Mesih hakkında duydular, onun doğru olduğunu anladılar. Ama kendi halkı tarafından o kadar baskı görüyorlar ki, kendilerini Mesih imanlısı olarak ilan etmekten korkuyorlar. Müslümanlıktan vazgeçmek isteyenleri aileden kıra atıyorlar, baskı yapıyorlar, dövüyorlar ve hristiyanlığa karşı hiç durmadan propaganda yapılıyor.

Uzun yıllar uğraştıktan sonra, kimi yerde topluluklar kuruldu, ama imanlıların ruhsal durumu henüz çok zayıf. Birçok kişi sadece misyonerlerden yardım bekledikleri için toplantılara katılıyorlar. Ama Rab o fukaraları bile müjdenin yayılması için kullanabilir, eger gerçekten Rabbin peşinden giderseler. Ama kimisi sadece kendi faydaları için geliyor, başkaları Allahın sözünü iyi bilmeden onu yaymaya kalkıyorlar. Öyle bir durumda Rabbin işçilerine bol bol sevgi, dayanma gücü ve ruhsal anlayış lazım.

Bütün 20 milyon Fulbe arasında sadece birkaç bin imanlı var. Benin devletinde birkaç topluluk ve bir incil mektebi kuruldu, o da yerli kişiler tarafından güdülüyor. Demek, bu halk daha Rabbin işi için büyük bir problem olmaya devam ediyor.

Fulbelerin dilinde en çok video, kaset ve radyo yayınları kullanılıyor, daha az olarak İncil ve broşürler dağıtılıyor. Misyonerlerin çoğu, halkın kalkınmasına da yardım ediyorlar. Mesela: kuyular kazmak ve su sistemini kurmak konusunda çok yardım ediliyor, çünkü her sene 6-8 ay boyunca hiç yağmur yağmıyor.

DUA KONULARI:



Vorodugu halkı (batı Afrika)


Harita: 3

Mamadu sekiz senedir kendi köyüne gitmedi. Vorodugu halkından en birinci imanlılarındandır. İsa'ya iman ettiği için çok çekti, ama bu acılar onda sağlam iman ve Rabbe daha büyük güven yarattı. İmanda olgunlaştı; Rab da onu çağırdı, kendi halkına dönüp İsa'nın müjdesini yaysın. Zaten kendi halkının arasında şahitlik yapsın diye kilisesinden gönderilen en birinci imanlı odur. Kendi köyünde Rabbin müjdesini paylaşmak için birçok açık kapı buldu. İlk iki ziyaretinde beş kişi İsa'yı kabul etti. Üçüncü ziyaretinde caminin imamı onu çağırdı ve Cuma namazından sonra camide konuşmaya davet etti. Bütün köy halkı gelip Mamadu'nun sözlerine kulak verdi. Yaratılış kitabından tutup, ta Vahiy kitabına kadar vaaz etti. Vaaz tam dört saat sürdü. Son olarak herkese soru sormaya fırsat verdi. Bütün sorulara yeterince cevap verip sesleyicileri memnun etti.

Hoca dedi ki: "Senin bu sözleini düşüneceğiz. Aynı sözleri bir misyonerin ağzından işitmiş olsaydık, diyebilirdik: 'Eh, bu iş bizim için değil'. Ama bugün aramızdan biri, bizim evlatlarımızdan biri bize konuştu. Onun için bu haberi ciddi olarak düşünmeliyiz."

Yakın 100.000 kişilik Vorodugu halkı batı Afrika'nın Fildişi Sahili (Bryag na Slonski Kost) devletinin kuzey tarafında oturuyor. Onların arasında hem müslüman, hem de putperest var. Ölmüş olanlara, hem de kimi balkanlara, ırmaklara, kutsal sayılan ormanlara ve yılanlara taparlar. Cinlerden, cadılardan ve en fazla ölümden korkarlar.

Son senelerde on değişik halktan gelen imanlılar burada Rab için işlemişler. Rab de kullanılan her türlü metodu (yöntemi) bereketledi: köylerde açık havada müjdeleme toplantıları, İsa filmi, Bambara dilinde İncilin sözlerini taşıyan audio kasetleri, dua yürüyüşleri, İsa'nın adında yapılan mucizeler ve gösterilen sevgi, rüyalar, şifalar, arkadaşların arasında müjdeyi yaymak, Kutsal Kitabı baştan sona kadar hikaye olarak anlatmak ve son olarak Vorodugu halkından birkaç imanlının çekici daveti.

25 seneden beri büyük zahmetle Allahın sözünün tohumu ekildikten sonra artık birkaç yerli imanlı görüyoruz. Onlar da kendi hanelerinden büyük baskı görürler. En sonunda Vorodugu halkının arasında biçme zamanı gelmiş olmalı.

"Bütün yeryüzü bunu anacak ve RAB’be dönecek; milletlerin bütün haneleri onun önünde eğilecek. Çünkü krallık RAB’bindir, milletlere o hükmeder." (Mezmur 22:28-29)

DUA KONULARI:



İdaksahak halkı

İdaksahak halkı, 50.000 kişilik küçük bir halktır. Sahara Çölünün güney tarafında yaşarlar: Mali, Niger, Aljir (Cezayır) devletlerine; kimileri de Libya'da yabancı işçi olarak yaşıyorlar. Beyaz tenli bir halktırlar, ve Maroko (Fas)'taki Berber halkından (yani Arap değil, daha eski ve başka dil konuşan bir halk) geldiklerini söylerler. Bugüne kadar İdaksahak halkının birçoğu göçebe (geizici) hayatını devam ederler. Toprak o kadar kuru ki, çiftçilik mümkün değildir, ancak gezici hayvancılıkla orada insan geçimini sağlayabilir.

İdaksahak halkının sağlık durumu daha eski zamandakisine benzer: onların yaşadıkları bölgede birkaç hastane vardır, ama halkın çoğunu hastalanınca oraya başvurmazlar, 'marabut' dedikleri hocalara giderler. O sözde müslüman hocadır, ama Kuran'dan o kadar bilgisi yok, ne kadar çölün ve ölülerin ruhlarından. Kendisine gelen kişileri onlara bağlayıp insanları Şeytanın eline teslim ediyor.

İdaksahak halkının çoğu hayvancılık yapıyor, kimileri ise, darı (bulg.: proso) yetiştirmeye başladılar. Ama yağmur azdır ve hayvanları otluk bile zor bulunuyor. Hayvanlar da buna göre çok zayıf ve hasta durumdadır. Özellikle genç erkekler bu çıkmaz durumdan kurtulmak için yabancı devletlerde işi aramaya giderler.

İdaksahaklar koyu müslümandır, fakat çoğu defa asıl islamiyetten bilgileri yoktur. Kendilerini körü körüne tanımadıkları bir tanrıya teslim ederler, ahreti büyük korkuyla beklerler, "Neysa, bana gelince Allah o kadar ince bakmayacak" diye ummarlar. Geleceği hakkında kimsenin kesin bilgisi yoktur. İnsanları böylece ne kalıyor - bu dünyada cinlerden korkmak ve öbür dünyada Allahın öfkesinden titremek.

İdaksahak halkına şu anda hiç kimse İsa'nın müjdesini yaymıyor. Bütün halk içinden şu anda sadece üç kişi biliniyor, Rab İsa'yı kabul etmişler diye. Ne yazık ki, bunlardan birisi, İncili okulunu bitirir bitirmez öldü. Başka bir kadın vardı: gurbette imana geldi, evine dönüp Rab İsa için şahitlik yapmaya planladı, ama ona fırsat bulmadan o da öldü. Fakat, öyle şu anda görünmezse de, Rab İdaksahak halkını unutmadı, onlardan elini çekmedi.

Başka imanlı bir erkek Rabbin çağrısını alıp İncili İdaksahak dilini çevirmek için bir İncil okuluna başladı. Şu anda büyük merakla orada gereken bilgileri okuyor, özellikle Grekçe ve İbranice dilini okuyor.

Mali demokratik bir devlettir. Orada barış var, ve halk çoğunlukla müslüman olsa da inanç özgürlüğü vardır. Ama devlet önleyemez ki, müslümanlıktan Rabbe gelenler kimi kere ailelerinden korkunç baskılar görüyorlar. Bu kardeşlerimizin son çaresin nüyük kasabalara kaçmaktır. Var kimi misyonerler, uzun seneden beri orada yaşarlar, dilini güzel öğrenmişler ve yerli halk gibi yaşarlar. Ama müslümanlıktan gelen bir imanlıya yardım ettikleri için sokakta kişiler kalabalık yapıp fanatikleştiler, onları dövmeye hatta öldürmeye kalktılar.



DUA KONULARI:





Marka halkı (Burkina Faso)


Harita: 3

Marka halkının Yankaso denilen köyüne yaklaşırken kırmızı tozdan bir bulut kalkıyor.

Minibus dururken iki adam iniyor. Köyden olan Muhammed gelen iki misafir yürekten selamlıyor. İkisini de tanıyor: uzun zamandan beri Marka halkının arasında yaşayan Tomas ve Kristian'dır. Muhammed duydu ki, ikisi hristiyanmışlar. Sık sık gördü, nasıl ikisi köydeki külübüden külübeye geçip insanlara kendi inançları hakkında konuşurdular. Geçen gün Yakuba amcanın kızı hastalanınca, Tomas onları her gün ziyaret edip dua etti, Tomas ile Kristian, ne yazık ki, Marka dilini henüz güzel konuşmuyorlar. İkisi de gittikleri yerde kalın bir kitap taşırlar, o da Yula dilinde yazılmıştır. Tula bütün Burkina Faso'da konuşulan devlet dilidir, ama Marka halkından olanlar onu anlamakta zorluk çekerler. Bunu diyen Muhammed'in babası imiş. O aslinda hristiyanlardan hoşlanmazmış, ama Tomas'a toz kondurmuyor: ne de olsa Tomas köyün bütün erkeklerini toplayıp bir bostan projesi gerçekleştirmiş. Başkentte yaşayan Tomas'ın arkadaşları bu iş için para toplayıp bir gün hediye olarak 20 tane sulama kovası getirmiş.

Muhammed minibüse bakarken bir adamın kolunda bir futbol fark ediyor. Başkentten gelen misafirler bugün köylülerle bir futbol maçı yapmık istiyorlar. Maç çok heyecanlı geçiyor. Muhammed düşünmeye başlıyor: bu adamlar o kadar zor bir yolculuk yapıyorlar, sade sade onun köyünü ziyaret etsinler. Filmler gösterip hediyeler getirirler, Şimdi de onlarla futbol oynarlar.

Burkina Faso Afrika'nın ortasında bulunan ve deniz kıyısı hiç olmayan bir devlettir. Markalar da orada yaşayan halkların arasında İncil tercümesi henüz yapılmamış en kalabalık halktır: 180.000 kişi. Markaların çoğu ruhçuluk ve ölülere tapmak inancına devam ederler. Müslümanlık 100 sene önce onlara ulaştı. Yirmi sene önceye kadar onların müslümanlığı belirsiv bir halk diniydi; ama daha sonra başladılar halkı daha fazla fanatik yapmaya ve Kuran'ın asıl öğretişilerini yaymaya.

Markaların köylerinde hristiyanları aramaya kalkarsan, uzun uzun arayacaksın. Köylerin birinde, Lukas adında bir adama rastlıyoruz. Bebekken vaftiz oldu, o yüzden hristiyan bir ad taşıyor. Ama çoktan eski halk inancına dönmüştür. Bir vakıt bir topluluğa katılırdı, ama o topluluk artık yok olmuştur.

60 seneden beri Marka halkının arasında İsa Mesih'in müjdesi anlatılıyor ve insana öyle bir fikir geliyor ki, "Vakıt artık olgunlaşmış, bu halkın arasında sağlam topluluklar meydana gelsin". Tomas ve Kristian köyün erkekleriyle tarlada otları koparıyor, gençlerle futbol oynayıp arkadaşlık kuruyorlar, hastalar için dua ediyorlar ve kim katılmak isterse onlarla İsa'nın adında toplantı yaparlar. Ama gelenler şimdilik daha fazla kızanlar ve kadınlar, ancak tek tük erkekler geliyor. Tomas, Kristian ve başkentte onları destekleyen kardeşler büyük özlemle Marka halkının arasında bir ruhsal uyanışın gelmesini beklerler. Kimi kere umutsuzluğa düşüyorlar. Ama Rab onları teselli edip onlara gösteriyor ki, ancak Rabbin kendisi öyle bir uyanış yaratabilir, ancak o onun zamanına karar verebilir.



DUA KONULARI:



halk: Songay (Niger, Mali)

yaklaşık 3 milyon kişi - Harita: 3




Afrika’nın tarihini bilen kişiler çok azdır. Onun için Afrika’nın vahşi, geri kalmış bir yer gibi görüyoruz. Batı Afrika’da yüzlerce sene önce büyük, kuvvetli krallıklar vardı. Bu, bize çok değişik geliyor, değil mi? Mesela, Songay emperatorluğu İsa’dan sonra 680 senelerinde bugünkü Mali devletinde meydana geldi. Songay halkı organizasyondan çok anladılar, hem de korkusuz savaşçı idiler. Ama Marokoluların tüfeklerine karşı koyamadılar. O yüzden batı Afrika’nın en büyük krallığı 1591 senesinde müslümanlara düştü. İslamiyet önceden de biraz yayılmıştı, ama o tarihten sonra hepten kontrol eden kuvvet oldu.

Bugünlerde Songaylar 3 milyonluk bir halktır. Çoğu Niger ırmağının kenarında oturuyor: Niger’in başkenti Niamey’den Mali’deki Timbuktu kasabasına kadar. Halkın küçük bir parçası da Burkina Faso’da oturuyor. Batı Afrika’da senenin bir yarısında hava çok kurudur, öbür yarısında bol yağmur var. Kuru aylarda Songay halkının erkekleri bütün batı Afrika’nın büyük kasabalarında iş ararlar; aylarca orada kalıp, ancak yağmurlu aylar başlayınca memleketlerine dönerler. Ondan sonra kendi tarlalarına bakarlar.

Sahara çölünün kenarında yaşadıkları için, oradaki hava şartları çok aşırıdır. Ama Niger ırmağının kenarında yaşayan Songayların durumu daha iyidir. Irmak onların tarlalarını suluyor ve pirinç, kabak ve soğan bola gani yetişiyor. Irmakta balıkçılık yaparlar, çiftliklerinde de tavuk bakarlar. Bahçeleri ve bostanlarında Mango meyvaları, domates, susam, sarımsak ve patlıcan büyüyor.

Songayların hepsi büyük ailelerde yaşarlar; her hanede üç kuşak bir çatının altında yaşıyor. Hanenin güdücüsü erkektir. Ailesini ve cinsini bir arada tutmak onun görevidir. En önemli mesele de, hanede herkes iyi bir müslüman olsun. Songayların hepsi çok gururlu kişilerdir, çünkü hepsi önemli büyücüler, krallar ve prenslerin soyundan geldiklerini söylerler. Kişide aranan değerler şunlardır: sabır, çalışkanlık, misafirperverlik, cesaret, doğruluk ve başkasının konuşmasına kulak vermek.

Songaylar müslüman oldukları halde, gündelik hayatlarında büyücülük ve ruhçuluk daha büyük rol oynuyor. Ölmüş dedelerinin onların hayatlarına karıştıklarına inanırlar. Dedelerine çok büyük saygı gösterirler, onların kuvvetinden çok korkarlar. Onun için Songayların din inançları ve adetleri İsa Mesih’in müjdesi için çok yüksek bir engel duvarı oluşturuyor. Ruhsal düşünen bir kişi, Songaylara baskı yapan o karanlık ve kötülük güçleri çok açık bir biçimde hissedebilir. Açlık ve hastalık hep onların yanındadırlar. Kızanların 60% beş yaşını doldurmadan ölüyorlar. Songayların inancına göre Allah onlara dikkat etmezmiş, zaten de kişisel bir güç değilmiş. Onların ne yaptıkları, ne konuştuklarına merak etmezmiş.

Yeryüzünde İncilden daha habersiz olan yaklaşık 2000 halk var; Songaylar da onlardan biridir. Aralarında sade bir avuç kadar imanlı var. Ama o halkın arasında çalışan Rabbin işçileri vardır: gece gündüz Kutsal Kitabın olaylarını anlatırıyorlar. Okuma yazma kursları yapıyorlar, İncil okulları organize ediyorlar. Aynı zamanda halka yardım projelerinde de çalışıyorlar. Rab için Songayların arasında işleyenler bütün bu işleri yaparken, halkın kültürüne ve adetlerine saygı göstermeye çalışıyorlar.



DUA KONULARI:

halk: Batı Afrika’daki Soninke halkı


1,5 milyon kişi - Harita: 3

Batı Afrika çok kuru bir yerdir. Orada yaşayan köylülerin hayatları kolay değildir. Uzun senelerden beri eskisi gibi yağmur yağmadı, ve Soninke halkının erkekleri para kazanmak için artık gurbete gitmeye alıştılar. Soninke halkı üç ayrı devlette yaşıyor: Mali, Senegal ve Moritanya. Ama genç adamlar artık bütün Avrupa, Asya ve Amerika devletlerinde gurbetçilik yapıyorlar.

Şimdi de Paris‘e gidiyoruz. Sadece Paris kasabasında 10.000 Soninke yaşıyor. Paris’in kenar mahallelerinde ucuz bloklarda yaşayan Soninkeler, sanki ayrı bir halk kurdular. Orada yaşayan Abdul adındaki Soninke, komşusu İbrahim‘e şaşıyor. Acaba, neden hep yalnız yemek yiyor? Abdul öğreniyor ki. İbrahim Mesih inanlısı oldu ve öbür Soninkeler onu büsbütün aralarından attılar, çünkü hepsi müslümandırlar. 1,5 milyon Soninke halkı arasında sadece 40 imanlı var (o da 0,003%‘tir).

Abdul gene de İbrahim‘le konuşup bu meseleyi araştırmaya karar veriyor. İkisi de Mali‘nin aynı sancağındandırlar. Uzun uzun konuşmalardan sonra Abdul da hayatını İsa‘ya teslim ediyor. Acaba, anası babası bunu işitince, ne yapacaklar? Ne de olsa hem Abdul‘un babası, hem anası hacıdırlar ve kendi köyünde çok dindar kişiler olarak büyük saygı görüyorlar. İbrahim’in babası ve amcaları gene, bütün kasabasının camilerinde güdücülük yapıyorlar. Amcaları, dayıları, kardeşleri ve kardeşkızanları, imamlar, kuran muallimleri ve marabutlardır (büyücülkle uğraşan 'derin‘ hocalar). İbrahim Hristiyan oldu mu, bütün cinsi için büyük bir yüzkarası olacak.

En birinci, Abdul ve İbrahim yeni buldukları imanı hakkında daha fazla öğrenmelidirler. Ama kime danışsınlar. Paris'te onlar hor görülen gibi Afrikalılarla kim ilgileniyor? İlk olarak 'Yehova Şahitleri'nden yardım arıyorlar, ama imanda yeni oldukları için onların yanlış öğretişlerini fark edemiyorlar. Daha sonra memlektlerine dönünce, katolik ve protestan Hristiyanlar hakkında duyuyup onları ziyaret ediyorlar. Ama öyle bir ortamda, koyu bir müslüman halkın ortasında, nasıl imanlı olarak yaşasınlar? Mesela, İbrahim’in iki karısı vardır; Abdul da ikinci bir karı almaya hazırlık yapıyor. Yakın bir kasabada yaşayan bir Malili pastorla konuşurken anlıyor ki, bu Rabbin yolu değildir. Ama ne yapsın ki, düğün için bütün hazırlıklar yapıldı bile. Onun için Abdul ikinci evliliğe giriyor. Pastor bunu öğrenince, Abdul'un ciddi br imanlı olmadığına karar veriyor ve onu vaftiz etmeyi red ediyor.Öbür taraftan Abdul incili okurken vaftizin ne kadar önemli olduğunu anlamıştı ve kendi kendine bu karara varmıştı. Bu karışık durumun içinden nasıl çıkacak?

Artık yirmi senedir imanlılar Soninke halkının arasında müjdeyi yayıyorlar. Ama ancak son birkaç yıl içinde müjde azıcık yer kazanmaya başladı. Ancak kısa bir zaman önce, bir grup imanlı Eski ve Yeni Ahit’in bazı parçalarını tercüme etmiştir. Fakat Soninkelerin 80% okuma yazmaları yoktur. Bilenler de yabancı dil olan arapçayı ancak çok zor anlıyorlar ve İncil’i okumak onlara çok zor gelecek. Ama özellikle Mail'de yerli radyo programları var. Radyoda çalışanlar da, işe yetişemiyorlar, daha fazla işçilere ihtiyaç var. Onlar için bu iş korkunçluk getiriyor.

En sonunda Abdul ve İbrahim incil dersleri alabilirler. Abdul İsa'ya iman ettiğine şahitlik yapmaya başlıyor. Ailesi onu öğrenince, bütün halkın önünde rezil durumuna düşüyor. Onu otalamaya kalkıyorlar, ama Rab Abdul'u koruyor. Soninke Afrika'daki bütün siyah halkların arasında en birinci olarak müslümanlığı kabul etmiştiler ve böylece kendi diniyle çok övünüyorlar. Abdul anlıyor ki, onun çektikleri, Rabbe hoş kokulu bir kurbandır ve bu yolda kendi halkından başka kişiler de kurtuluşu bulacak. Kısa bir zaman sonra, Abdul'un köyünden Bukari adında başka bir adam da Rab İsa'yı kabul ediyor. Gene de Abdul, İbrahim ve Bukari imanlı olarak çok ayrı yaşıyorlar. En yakın topluluk çok uzaktadır. Gene de, Rab Soninke halkının arasında bir iş başlamıştır ve başladığı işini de sona getirecek.

DUA KONULARI:



halk: Yula halkı (batı Afrika)

Harita: 3

1990 yılında devletin kurucusu olan Feliks Hufue-Borgni adındaki baprezident öldü. Onun arkasından devletin güney ile kuzey sancaklarının arasında gitgide düşmanlık türemeye başladı. Son on sene içinde Yula halkına karşı ayrılık yapılmaya başlanıldı. Bu, tabii ki, halklarının arasını bozmaya başladı. Eskiden daha zengin olan ve bütün Afrika’da örnek devleti olarak gösterilen ‘Fildişi Sahili’nde 2002 senesinde bir iç savaş başladı. Savaşın daha ilk haftasında devlet ikiye bölündü. Kuzey taraftan bütün halklar ölümden kaçarak güney tarafına yerleştiler. Birçok genç Yula isyancı ordulara (buntovnik) katıldı.

Savaştan önce ‘Fildişi Sahili’nin halkı 30% başka devletlerden gelme idi. Şimdi gene, kendi halkı başka devletlere kaçmak zorunda kalıyor. Kalanlara deniliyor: “Siz isyancılarla işbirlik yapıyorsunuz”. Sık sık komşular birbirlerini bu laflarla sokuculuk yaparlar, komşularının evini, tarlasını ve rekoltesini ele geçirebilsinler diye. Ama kaçmış olan Yulalar için de hiç bir yerde rahat yoktur.




2003 senesinden beri Fransız ve Afrikalı ordular savaşan iki gruun arasında bir ateşkes anlaşması gerçekleştirdi. Şimdiki Prezident Loren Bagbo kendini Hristiyan sayıyor, ama düşmanların barışmaları için hiç uğraşmıyor. Ama şimdiki başbakan Seydu Diarra bütün halklardan bir hükümet kurup barışı destekliyor. Kimi jurnalistler bu iç savaşı, dışarıdan güdülen bir din savaşı olarak göstermeye çalıştılar, sanki müslüman teroristler sözde hristiyan olan hükümeti devirmeye çalışırmışlar; ama bu doğru değil.

Devam eden bu satışmaların yüzünden artık çok az misyoner kaldı, Yulaların arasında çalışsınlar. Birçok kilise kapatıldı ve bütün yabancı imanlılar devletin kuzey tarafını terk ettiler. Ama Rabbe hamdolsun, bütün bu savaş ve korkunun içinde geri kalan toplantıların birçoğu büyüdüler.



DUA KONULARI:

devlet: Gana

20 milyon kişi - 3 milyon müslüman - Harita: 3


GANA, batı Afrika'nın en önemli devletlerin biridir ve bütün Afrika'da en rahat ve zengin devletilerin arasındadır. GANA'nın eski adı 'Altın Kıyısı'dır. Oradaki altın bir metal değil, insanlardır: eskiden burası köle ticaretinin bir merkezi idi ve o köleler, kendi sahipleri için altın kadar kıymetli idiyler. Adı oradan geliyor. 19. ve 20 yüzyılda İsviçrenin kimi misyonları burada halkı eğitip müjdeyi getirirdiler. GANA'nın bugün o kadar iyi durumda olmasının sebebi de odur zaten.

İncili yaymak için sayısız fırsatlar var. Halkın 20% hala putperesttir. Bunun yanında 3 milyon müslüman da vardır. İmanlılar he iki grubun arasına misyonerler gönderip müjdeyi yayıyorlar. Ve çoğu kişi onu seve seve kabul ediyorlar. Bir radyo programın arkasından bir kişi telefonda şunu söyledi: "Dünkü program için size teşekkür etmek istiyorum. Rab sizi korusun ve size yerdım etsin, öyle ki, bu güzel işi devam edesiniz." Bu sözleri söyleyen GANA'da sözu geçen en önemli müslümanların birisidir. Radyo programında Yuhanna 14:1-12 okunmuştu ve gökteki babamız hakkında öğretiş verildi. Bir müslümanın bunu iyi karşılamış olması gerçekten şaşırtıcıdır. Ama bu adam gibi düşünen çok müslüman var.

İncil dağıtma misyonları ve radyo yayınlarıyla müjde GANA'nın en uzak köşelerine kadar yayılıyor. Son yıllarda müslüman bölgelerde birkaç imanlı topluluk, hatta hristiyan köyler bile kuruldu. GANA'daki kiliseler, müjdeyi bütün halka yayma işini ciddiye alıyor. Komşu devleti olan Burkina Faso'ya bile gitmek için planları var.

GANA 1957 senesinde serbest bir devlet oldu. Bu serbestliği kazandıran, Dr. Kvame Krumah adındaki birinci prezidentin şöyle bir sözu vardı: "Gana'nın serbestliği önemsizdir, eğer aynı zamanda bütün Afrika da serbest kılınmazsa". GANA'daki imanlılar aynı sloganı ruhsal dünyada kullanıyorlar. Herhangi ruhsal iş yaparken 'Acaba bu iş Mesih'in bütün bedenine kuvvet kazandıracak mı" diye sorarlar.

Erkeklerin 78%, kadınların da 60% okumayı ve yazmayı biliyorlar. Böylelikle imanlıların da daha fazla öğrenmeye merak oluyor ve kadın olsun, erkek olsun çok sayıda Rabbin işine katılmak için merakları var.

İncil seminarlarında müslümanlıktan gelme imanlıları rastlamak çok sevidirici bir şeydir. Çok kişi İsa Mesih inancını eski müslüman arkadaşlarına paylaşmaya uğraşıyorlar. Kendileri günahlarının af edildiğini büyük kesinlikle öğrendiler ve bu guvenliği başkalarına da anlatmak istiyorlar.

Her pazar günu devletin en büyük kasablarında müjdeyi yayan radyo programları veriliyor. Bunun faydaları kimi kere daha aynı günde görünüyor. Eskiden müslüman olan bir kadın şunu anlattı: "Bu sabah abdestimi alırken radyoyu açtım. Pastor Ahmet konuşurdu. Ben de onun vaızından o kadar etkilendim ki, dakkada onun hakkında daha fazla öğrenmek istedim." Uç saat sonra toplantıya katıldı. Kendisi gibi sefte gelen çok kişi vardı. Bir tek o topluluğa 200 kişi katılıyor, hepsi de müslümanlıktan gelme. Ve bunun gibi daha çok toplantılar var.

Rab GANA'da daha çok kişi kendine çağırsın, öyle ki sonsuzluğu öyle bir yerde geçirsinler, nerede ne gözyaşı, ne de karanlık olmayacak. Müslümanlık denilen zorbacılık kafesinden çıkanlar için bu yeryüzünde baskılar var. Ama orada artık o baskılar olmayacak.



DUA KONULARI:



devlet: Nigerya

yaklaşık 130 milyon kişi – 50.60 milyon müslüman - Harita: 3, 12


Nigerya, Afrikanın en kalabalık ve en önemli devletidir. Bu kocaman devlet, 36 ayrı bölgeden meydana getirildi (Amerika gibi), her sancağın da çok büyük hakları var. Toprak olarak Fransa, İngiltere ve Hollanda’nın toplamından daha büyüktür. 130 milyon kişi ile, nüfusu da o devletlerin kadardır. Ama bunların hepsi tek bir halk değildir, orada tam 480 halk yaşıyor. Din bakımından da halk bölünmüştür. Müslümanların sayısı hakkında çok farklı fikirler var: kimisi 30%, kimisi 50% diyor. Kimi müslümanlar da 60% diyorlar. Hristiyanların sayısı da 40-60% arasında veriliyor. Sayıların bu kadar farklı olmasının sebebi var: halkın çoğu kendini hem müslüman ya da hristiyan sayıyor, ama aslında eski putperest inançlar daha devam ediyor. Nigeryalıların çoğu bu inançları karışık biçimde tutuyor. Gene de, Nigerya’nın en azında 100 halkı müslümandır.

1999 senesinde ilk defa demokratik bir hükümet seçildi. Nigerya ekonomisi büyük pay olarak petrola bağlıdır. Petrol kaynakları aslında Nigerya’nın zengin bir devlet olmasına sebep olabilecek. Ama uzun seneler politik krizalar vardı ve rüşvetçilik yüzünden ekonomik büyüme yoktu. Şu anda demokratik hükümet altında ekonomi büyük değişiklikler görüyor. Ama herkesin beklediği ekonomik kalkınma henüz gerçekleşmedi.

Ne yazık ki, demokratik hükümeti fırsat bilip Zamfara sancağının güdücüsü orada şeriatı, yani islamiyet kanununu devlet kanunu yerine koydu. Bunun arkasından kuzeyde başka sancaklar da şeriatı kabul ettiler. Bu da müslüman ile hristiyan halkların arasında çatışmaların olmasına sebep oldu. Her iki taraftan binlerce kişi öldürüldü. Müslüman kuzey ile hristiyan güney taraflarının arasında kocaman farklılıklar meydana geldi. O yüzden de yüzbinlerce kişi kuzeyden kaçmıştır. Nigerya’daki müslümanlık gitgide daha fanatikleşiyor ve bütün devleti ele geçirmeye amaçlıyor. Hristiyan güney tarafı buna nasıl cevap verecek henüz belli değil.

İşin ilginç tarafı, kuzeyde şeriat kanununun koyulmasından sonra birçok kişi Rab İsa’yı kabul etmiştir. Bunların arasında kimi önemli kişiler de bulunuyor. İmana gelen başkaları saklı olarak imanlı hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Gene başkaları, islamiyetin gerçek yüzünü gördükten sonra, ona açık bir biçimde sırt çeviriyorlar



DUA KONULARI:

Nigeria’da yaklaşık 130 milyon insan yaşıyor, ve bununla Afrika’nın en kalabalık devletidir. Politikada batı Afrika’da en önemli devlet haline gelmiştir. Afrika’nın birçok yerinde savaşan halkların arasında aracılık yapmıştır ve o konuda başarılı olmuştur. Nigeria, Birleşmiş Milletler’de (OON) de artık daha önemli bir yer almak istiyor. Afrikalı devletler orada henüz önemli roller oynamıyor.


Bütün bu politik başarılara karşın, Nigeria’nın kendisi içeriden kaynayan, çatışmalar dolu bir devlettir. Değişik halklar, dinler, sosyal be politik gruplar birbirlerine o kadar düşmandırlar, Nigeria sık sık bir iç savaşın eşiğine gelmiştir. 400’den fazla halk, öncülük almak için yarışıyorlar. Politik kazançlarının arkasında hep aynı amaç var: Nigeria çok petrol çıkarıyor ve herkes bu para kaynağını kontrol etmek istiyor. Bu çatışmalar uzun yıllardan beri devam ediyor. 44 sene önce Nigeria İngilizlerden serbest oldu ama o zamandan beri generallerin kontrolu altındadır. Serbest kaldıktan hemen sonra bir demokratik devlet kuruldu, ama kısa zaman içinde yok oldu, çünkü politikacılar ekonomik ve sosyal sektörde hiç bir gelişme gösteremediler. Her yerde beceriksizlik ve rüşvetçilik bulunuyor. Son yıllarda 13 kuzeydeki sancaklarda fanatik müslümanların baskısı ile şeriat kanunu koyuldu. Bu da politik çatışmaları büyüttürdü. Onbinlerce kişi bu çatışmalarda öldü.

Nigeria henüz çoğunlukla köylü bir devlettir. Kuzey bölgelerde müslümanlık daha yaygındır, güneyde ise Hristiyanlık. Ama her yerde hala çok putperestler bulunuyor.

Müslümanlık Nigeria’da uzun bir tarihe sahiptir. İlk önce Arap tücarlar Nigeria’ya geldi. Onların işi köle ticareti idi. Ama halkın müslümanlaştırılması ancak 40 sene önce başladı. Devletin öne gelenler müslümanlığı politik bir maşa gibi kuzeydekı halkları daha fazla kontrol edebilmek için kullandı. Politik amaçlarla Hristiyanların kuzeyde müjdeyi yaymaları yasaklandı. Böylece, müslüman olmayan birçok halk müslümanların baskısı altında kalıp islamiyeti kabul etti.

Birinci başbakan Ebubekir Tafava Baleva kuzey bölgeden olup kendi pozisyonunu müslümanlığı yaymak için kullandı. Anladı ki, politik gücünü korumak için din konusunda çalışmak lazım. İleri gelen müslüman ailelerine devletin kasasından toprak verdi, ve böylece daha da güçlü oldular. Bugüne kadar asıl güç devlet organlarında değil, ama bu ailelerin arasında paylaşılıyor. Özellikle kuzey Nigeria’daki kasabalarda sosyal çatışmalar gittikçe artıyor. Bu toprağın içinde fanatik müslüman hareketler mantar gibi türüyor ve yayılıyor. Onların nefret dolusu propagandası kanlı çatışmalara sebep oluyor, hiç tükenmeyen bir kargaşalık kaynağıdır. Burada elbette din meselesi o kadar önemli değildir; asıl amaç politik güç kazanmaktır. Şu anda müslümanlar ile Hristiyanların arasında çok gerginlik var. Çoğu zaman en ufak bir mesele kanlı çatışmalara sebep oluyor. Sık sık sözde müslümanlığı kötüleyen söylentiler uyduruluyor, onların arkasından Hristiyanların evlerine ve dükkanlarına saldırılar yapıyorlar.

Şimdiki başbakan Olesegun Obasanjo gerçek bir imanlıdır. Son yıllarda artan çatışmaları durdurmakta başarılı olamadı. Rab onu barış ve anlaşma için kullansın diye dua edelim.

DUA KONULARI:



bölge: Marua (Kamerun)

yaklaşık 150.000 kişi – Harita: 4




Kamerun batı Afrika'nın önemli bir devletidir. Orada çok değişik halkların yanyana yaşıyorlar. Yakın 275 farklı dil konuşuluyor ve toplam 500 farklı halk bulunuyor. Devletin orta ve güney taraflarında hristiyanlık daha yaygın, kuzey tarafı daha fazla müslümandır. Kamerun'un en kuzey sancağı Marua'dır. Orada yaklaşık 150.000 kişi yaşıyor. Eskiden beri Fulani halkı Marua sancağını kontrol ediyor. Halkın 95%i müslümandır. Fulanilerin arasında ancak bir avuç imanlı bulunuyor.

Kamerun çok fukara bir devlettir. Kadınların 85% okuma yazmayı bilmiyorlar. Altı yedi sene önce müslüman propagandistler Marua sancağına gelmeye başladılar. Suudi Arabistan ve Pakistan'dan gelen paralarıyla yepyeni camiler kuruldu. Bir köyde sadece bir avuç müslüman olsa bile, yeni cami yaptılar. Önceden Hristiyan sayılan birkaç kişi de müslümanlığa geçti.

Müslümanlar, seminarlar yapıp, kişilere gösteriyorlar, nasıl Hristiyanları müslüman yapsınlar. Tabii ki, en çok para kuvvetine dayanırlar. Okumak isteyen gençlere burs (stipendium) vaad verip müslüman devletlerinde üniversiteye yolluyorlar. Ve elbette, kişilerin kendi dinini değiştirip islamiyete geçmelerini şart koşuyorlar. Kimi genç Hristiyan bile bu denemeye karşı kurban gitti. Bazı müslüman gruplar baskı yapıp şeriatı, yani müslüman kanununu, koymak istiyorlar.

Bütün bunlara karşı, Marua sancağında kimi kurajlı imanlılar var, müslümanlara İsa'nın müjdesini getiriyorlar. Rab da onların uğraşmalarına karşılık veriyor. Gitgide daha fazla müslüman Rabbe geliyor. 2002 senesinin Ramazan ayında, bir karı kocayı imana getirmek için, Rab bir keçi bile kullandı,. Bir imanlı kadının evine bir gün birdenbire bir keçi girdi. Kadın ne yapıp yapıp keçiyi evden çıkaramadı. Bunun üzerine kadın karar verdi, bu keçinin sahiplerini arasın. Bütün komşularını dolaşıp en sonunda kişileri buldu. Gidip keçisini aldılar. Bu müslüman aile, kadına teşekkür etmek için, onu yemeğe davet etti. Bu yoldan iki aile arkadaş oldu. Belli bir zaman sonra bütün müslüman aile müjdeyi kabul etti. İmanlılar daha fazla arkadaşlık kurarsa, daha çok kişi imana gelecek.



DUA KONULARI:



halk: Etiyopiya’daki Silte halkı

1 milyon kişi - Harita: 4

Silte halkının tarihi dörtyüz sene kadar izleniyor. En baştan beri müslüman olarak bilinirdiler. En önce ‘Afrika’nın Boynuzu’ denilen tarafından, Cibuti ve Somalia’dan gelmişlerdi. Siltelerin dili ‘Sami’ dil grubuna giriyor, arapça ve ibraniceye yakındır. Silteler, Etiyopiya’nın başkenti olan Adis Abeba’dan 140 km uzaklıkta bulunan bir sancakta yaşarlar. O bölge 5000 kilometre kare (kvadraten kilometır) kadar büyüktür (aşağı yukarı 50 km kere 100 km). Orası balkanlıktır: en alçak yerler 1600 myükseklikte, yüksek yerler gene, 2500 metre kadar yüksektedirler. Daha alçak yerlerdeki Silte tarlada işliyorlar, daha yükselerde yaşayanlar gene, hayvan bakarlar. Birçok Silte de, başkent Adis Abeba’da yaşarlar, orada tüccarlık yaparlar. Değil sadece orada, ama Etiyopiya’nın bütün nüyük kasabalarından Silte halkından kişiler yaşıyorlar.

Son yıllarda hükümet Siltelere hak tanıdı, kendi sancağını ayrı bir bölge olarak idare etsinler. Onun için önemli politik kararları kendileri, serbestçe alabilirler. Mesela, birkaç seneden beri ilk okullarda kendi dilini öğretebilirler, öbür dersler de Silte dilinde verilirir.




Silte hakı Sunni müslümandırlar, ama asıl inancı daha fazla ‘halk müslümanlığına’ yakındır. Silte halkının kadınları her hafta bir araya gelip, Muhammed’ın kızı olan Fatma’ya dua ederler. Dini güdücüler (onlara ‘şeyh’ ve ‘imam’ denilir) çok büyük saygınlık görüyorlar, Her sene Muhammed’in doğum gününü kutlamak için on binlerce Silte köylerinde toplantı yaparlar. Bu toplantılara ‘mevlit’ denilir. O mevlitlerde, din güdücülerine büyük bahşişler veririler.

Silte halkının yaşadığı bölgede değişik denominasyonlardan yoplulukları bulunuyor. Ama bu topluluklar hem çok küçüktürler, hem de Hristiyanlıktan gelen başka halklardan insanları var, yani Silte halkından imanlıları yok.

Bütün bir milyonluk Silte halkının içinden topu topuna 40 kişi imana gelmiştir. O da şaşılacak kadar azdır. Demek, ayrı Silte toplulukları yoktur.

Birkaç sene önce Siltelerin bölgesinde bir ‘misyoner evi’ bulunurdu, ama o birkaç sene önce kapanmıştı. Bazı Etiyopiyalı kiliseler, kendi insanlarını Silteleri arasına gönderirler. Ama onların sayısı o kadar düşük ki, bütün halkına müjdeyi getiremezler. Birkaç sene önce İsa filmi Siltelerin diline çevirilmiştir, onun kasetleri de serbestçe satılıyor. Film gene de az gösteriliyor, Bunun bir sebebi de şu ki, köylerin çoğunda elektrik yoktur. Tam 25 sene önce İncili Silte diline çevirmeye başladılar. Bu işe, birkaç defa ara verdiler ama şu anda devam ediyorlar. Eski Ahit’ten seçme ayetler ve bütün Yeni Ahit’i çevirilecek.

DUA KONULARI:

devlet: Kenya

yaklaşık 2 miyon kişi – Harita: 4


Kenya, Afrikanın doğusunda bulunyor ve aşağı yukarı Fransa kadar büyüktür. Burada yaşayan 32 milyon kişi dünyanın en fukaralarındandır. Halkın üç çeyreği köy işlerinde çalışıyor. Başka devletlere satılan mallarının yarısı onlardan çıkıyor ve ekonominin en önemli koludur.

Kenyalıların ortalama ömrü 50 yaştır. İnsanların bu kadar genç ölmelerinin sebebi sağlık problemleridir; onların en büyüğü de AIDS (SPIN). 2003 senesinde devletin sayısına göre 1,2 milyon kişi bu virüsü taşırdı, ama gerçek sayı ondan kat kat yüksektir.

İlk müslümanlar Kenya’ya daha 10. yüzyılda ayak bastı. O zamanlarda Kenya halkı en çok Arabistan’la ticaret yapardı. O yüzden islamiyet en çok deniz kıyısında yayıldı ve bugüne kadar orada yaygındır. Zamanla müslümanlar Afrikalı kadınlarla evlendi ve bu yolda daha fazla politik güç kazandılar. Ama devletin ortasına müslümanlık ancak 19. yüzyılda yayıldı. O zaman Kenya İngilizlerin kontrolunda idi. İşin ilginç tarafı, müslümanları destekleyen İngilizler idi. Yerli halkı bastırmak için İngilizler müslüman askerleri kullandı. Herhangi bir ayaklanma olunca, İngilizler onlara güvenip onları savaşa yolladı. O yüzden müslümanların birçok özel hakları vardı.

Ama 1963 senesinde Kenya serbestliğe kavuşunca, müslümanların durumu değişti. O yıllarda halkın okumuş kişileri çoğunlukla Hristiyan idi. Ayrıca İngiliz dili yayılmaya başladı ve devlet işinde çalışanların hepsi o dili konuşmak zorunda kaldı. O yüzden okumuş ve modern düşünen Hristiyanlar devletin idaresini ele geçirdiler, müslüman halkı gene, eski adetler ve yaşamlarını devam etti.

Bu sosyal değişiklikler müslümanlarda bir tepki yarattı: çoğu artık kendi halk grubunu bir arada tutacak başka düşünceler aramaya başladı. Böylece Kenya’nın birçok yerinde müslümanlar fanatikleşmeye başladılar. Mesela, en kuzeydoğudaki sancak müslümanların kontrolundadır. Devletin doğu tarafında da müslümanlık kuvvetleniyor. Kenya’nın kuzey ve doğu tarafı çoğunlukla çöldür, sadece toprağın 10% kullanılıyor. Müslümanların çoğu Sunnidir ve Suudi Arabistan’dan okul ve hastane yapmak için çok büyük paralar alıyorlar. Bu yerler sonra dini propaganda için kullanılıyor.

Kenyanın anayasasında din serbestliği köklü bir insan hakkı olarak yazılıdır. Buna dayanarak, müslümanlar, çoğunlukta olduğu yerlerde şeriat kanununa göre davalar yürütebilir. Hükümet müslüman okullarına para yardımında bile bulunuyor. Kenya’nın müslümanları gene de bu hakları yeterli saymıyorlar. Devletin kanunlarının bütün olarak şeriatla değiştirilmesini istiyorlar. Fanatik müslümanlar Hristiyanlara saldırmaktan bile çekinmiyorlar. Mesela 2004 senesinin altınca ayında beş kiliseyi ateşe verdiler.


DUA KONULARI:



Kenya’da hristiyan mektepler


Harita: 4

"Ne olur, küçük çocuğumu İncil dersinize yazdırın! Onun agası da bu derslere katıldı ve bütün hayatı değişti. İstiyorum küçük çocuğum da değişsin." Bu sözleri söyleyen Kariobangi mahallesinde yaşayan bir müslüman kadını idi (Kariobangi, Kenya'nın başkenti olan Nayrobi'nin en fukara mahallelerinden biridir). Kadın bu sözleri Mesih inanlılarına söyledi, istedi, kendi kızanı da İncili öğrensin. Üç sene önce birkaç Kenyalı imanlı bu çoğunlukla müslüman olan mahallede küçük bir ilkokul kurdular. Bütün mahallede tek bu mektep var. Mesih'in adında yapılan bu iş olmazsa, zaten hiç kimsenin okumaya fırsatı olmayacak. Buna göre, 120 öğrenciden 100 tane müslüman ailelerden gelmesine şaşmıyoruz.

Ama bu mektebe gitmek bedava değildir. Ayda yakın 10 Euro (20 Leva) ödeniyor. Bu para, birçok aile için bir yük sayılıyor, ama çoğu gene de kızanlarının okumaları için ödemeye hazırdırlar. O mahalledeki yaşam, fukaralık, hastalık ve cahillikten meydana gelen bir bataklıktır. Kızanlarını okutmakla, bir gün bu bataktan çıkacaklarını umut ediyorlar. Ancak okumuş kızanların fırsatları olacak, iyi bir iş bulup güzel aylık kazansınlar.

Ama o mektepte sadece kızanlar değil, akşamları büyükler de okuyorlar. Okulun kütüphanesinden (biblioteka) kitaplar alıp önemli konularda bilgi ediniyorlar. Bu işin en güzel tarafı şu ki, bu okulun planlanması ve gerçekleşmesi, yabancı misyonerler tarafından değil, ama yerli imanlılardan oldu. Kendileri zengin değiller ki, öyle bir proje gerçekleştirsinler.

Çok şükür, Kenya'da müslümanlara müjde getirmek için uğraşanlar var. Ama ne yazık ki, bunu yaparken kızanlara ulaşılmıyor. Bu konuda İsa'nın müjdesini yayanlar sakınıyorlar: anne babalarına hem saygı göstermek istiyorlar; öbür yandan "Çocuklarımızı saptırıyorlar" gibi suçlamalardan uzak kalmak istiyorlar. Aynı zamanda bu konuda biraz bilgisizlik de var. Kızan dersleri nasıl yapılır diye bilenler çok az. Ama müslüman kızanlara da müjdeyi paylaşmak çok önemli: imana gelmiş olan müslümanların arasındaki araştırmalar gösterdi ki, çoğu küçük yaşta İsa^dan haberleri vardı. Özellikle imanlı okullar müslüman halkların arasında Rabbin merhameti ve sevgisini pratik bir biçimde göstermeye. Afrika'nın birçok devletinde bunun için açık kapılar var: hem hükümet, hem de müslümanların kendileri bile, imanlı okulların kurulmasını destekliyor. Ne yazık ki, o fırsatlar nasıl lazımsa kullanılmıyor.

Kızanlarla uğraşan Rabbin işçileri, bu konuda çalışan kimi misyonlardan ders ve ruhsal destek görüyorlar. O misyonlar, kızan öğretmeleri yetiştirmek için, İncil kursları ve örnek dersleri yolluyorlar. Aynı zamanda çalıştıkları yerlerde de kızan öğretmenleri yetiştiren misyonlar var. Çok pratik bir biçimde, müjde nasıl müslüman çocuklara anlatılıyor diye o kurslarda gösteriliyor.

Birkaç yıl önce kuzey Afrika'da bazı öğrenciler başladılar, kızanların boş zamanlarında onlarla güzel vakıt geçirmekle bağlantı kursunlar. Böylelikle daha sonra onlara müjdeyi yaymak için bir temel kuruluyor. Rabbimiz, kendi sözünde bize kızanları örnek olarak gösteriyor (Matta 19:3-4). Madem öyle, kızanlara müjdeyi ulaştırmak için ne lazımsa yapalım.



DUA KONULARI:









Nairobi’de bir tücar (Kenya)

Harita: 4




Ahmet bir matbaanın (peçatnitsa) sahibidir. Dedesi Hindistan’dan buraya göç etmiştir.

100 sene önce Kenya İngilizlerin bir kolonyası idi. Ahmet’in dedesi de bir işçi olarak Hindistan’dan gelip Kenya’daki demir yollarının yapılmasında işlemişti. Ailesi ile birlikte Nairobi kasabasında yaşayıp işlerdi – ve kaldı.

Zaten Kenya’da 40 kadar farklı halk yaşıyor. Bunların arasında 100.000 kişi Hindistan kökenlidir. Tanzanya’da 400.000, Uganda’da da 90.000 Hindistanlı var. Onun dışında Kenya’da 40.000 Arap, bir de 35.000 Avrupalı var. En azında 30 farklı dil, bir de 100 dialekt konuşuluyor. Devlet dili Kisuaheli’dir, ama İngilizce daha çok geçiyor ve konuşuluyor. Halkın yaklaşık 60% daha eski Afrikalı ruhçuluk dinine tapıyor, 33% Hristiyan ve 8% müslümandır. Hindistandan gelenlerin arasında birkaç Hinduist de kalmıştır.

Doğu Afrika’da yaşayan Hindistanlılar çalışkan tücarlar olarak nam yapmiştır, ticaretin çoğunu kontrol ediyorlar. Birçokları Hinduisttir, ama Ahmet gibi müslüman olanlar da çoktur. Kimi müslüman dinlerine bağlıdır, kimileri gene sadece adça müslüman kalmıştır.

Ahmet, matbaasında çok kaliteli iş yapıyor ve onun için çok başarılı olmuştur. Biz imanlı bir misyon olarak bir kitap basmak istedik ve onun için Ahmet’e başvurduk. En baştan ona sorduk, ‘Bir Hristiyan kitap basmak senin için problem midir’, diye. ‘Hayır’, dedi. Ondan sonr biraz daha sormaya devam ettik, “Sadece Hristiyan kitaplar değil, müslümanlıkla ilgili Hristiyan kitap basmak istiyoruz. Buna itirazın var mı?” diye sorduk.. Gene hayır deyip, “Ne kitap olursa olsun, benim için önemli olan biznistir,” dedi. Böylece iki senedir, onun firmasında müslümanlık konusunda Hristiyan kitaplar basılıyor. Bu işlerin peşinde koşurken Ahmetle birkaç defa ilginç konuşmalarım oldu

Bir kere ona Ramazan hakkında sordum. Surat asıp “Ben de oruç tutuyorum” dedi. Ama oruç tutmak iş için iyi değilmiş, çalışanların gücünü azaltırıp işin kalitesini düşürürmüş. Ramazan bitince hep sevinirmiş, o zaman gene eski gücüyle işleyebilirler diye.

Günde beş kere namaz kılmak ve camiye gitmek konusunda da Ahmetle konuştum. Bu konuda sadece gülüp “Ben böyle bir firma organize edip aynı anda bütün müslüman sıralarını tutamam, şartlarını yerine getiremem. Demek, Ahmet liberal düşünen bir müslüman imiş. Para ve başarılı bir iş yürütmek kendi dinini tutmaktan daha önemli sayıyor.

Gene de müslüman bir aileden geldiğini inkar etmiyor ve dıştan islamiyetin kurallarına bağlıdır. Aslında bir taraftan kişisel başarı ve öbür taraftan müslümanlığın şartlarını yerine getirmek zorunluğu arasında sallanıyor.

Naitobi, Dar-es-salam (Tanzanya) ve Kampala (Uganda) gibi, büyük ekonomik merkezlerde Avrupalı ve Amerikan firmalar ve düşünceler gittiköe daha fazla önem kazanıyor. Orada “iki iskemlenin ortasında oturan” müslümanların sayısı gittikçe artıyor: bir tarafta modern yaşama açıktırlar, öbür tarafta eski inançları ve adetlerini devam etmeye çalışırlar.

Ahmet için dileğimiz şu ki, daha fazla Mesihe iman eden müşteriler bulsun, onlar da Rabbin müjdesini paylaşmaya fırsat bulsunlar. Böylece günün birinde İsa’yı Rab ve kurtarıcı olarak tanısın.



DUA KONULARI:



halk: Malakote (Kenya)

Harita: 4

Kenya, Afrika'nın doğusunda bulunan önemli bir devlettir. Oranın halkı 85% hristiyandır, ve Rab orada çok büyük işler yapıyor. Başkent Nayrobi'de herhangi bir sokakta Rab İsa için konuşuldu mu, yüzlerce kişi imana geliyor. Ama Kenya'nın kimi bölgelerinde, henüz müjdeyi duymamış müslüman halklar da yaşıyor. Malakote halkı da onlardan biridir.

24. Aralık (Dekemvri) 1991 Kenya'da incil tercümesinde çalışan bir misyoner sefte olarak, motorsikletini alıp Cacabo köyüne gitti. Kendisinden başka hiç kimse yoktu, müjdeyi o halka getirsin. Onun bir arkadaşı ona anlattı, nasıl o köyde kimi kişiler cinli imişler ve o cinleri kovmak için uğraşırmışlar. Müslüman olan Malakote halkı, o cin kovma adetlerini putperest olan bir komşu halkından öğrenmişti.






Malakoteliler bu tseremonyaya 'tairen' derdiler. Bu, gecenin ortasında yapılan bir toplantı idi. Bütün köy bir araya gelmişti. Cinli bebeği annesiyle birlikte, bir iskemleye oturtmuşlardı, erkekler de onun etrafında saatlerce dans ederdiler. Köyün muhtarı misyoner dedi ki, o hastalık 'şeytan hastalığı' imiş ve kimsede onu iyileştirmk için güç yokmuş. O 'tairen' töreni (tseremonyası) bile ancak kısa bir zaman için azıck hafifletirirmiş o hastalığı. Cinler o törende çıkarmışlar, ama sonra gene dönermişle ya da başka kişiye girermişler (Matta 12:45). Müslümanların yaptığı hiç bir şeyi o kişileri iyileştiremedi. Misyoner bunu görünce, çok üzülürmüş, ama dua etmekten başka bir şey onun elinden gelmemiş. O vakıt bu 20.000 kişilik Malakote halkı arasında tek bir imanlı yoktu.

Bir sene sonra, aynı misyoner Noel gününü başkent Nayrobi'de geçirdi, hem de gözyaşları gökerek. Malakote bölgesinden kaçmak zorunda kaldı, çünkü birkaç defa ona ve ailesine saldırdılar, ve Malakote ile başka halklarla savaş çıkmaya başladı. Demek, asıl işe başlamazdan önce, oradan ayrılmak zorunda kaldı.

On sene geçti, ve o küçük Malakote halkı için ruhsal durumu artık eskisi kadar umutsuz değildir. Başkent Nayrobi'de artık imanlılar o halktan için haber aldılar. Artık sürekli o halk için dua eden topluluklar var. Kimi imanlı öğrenciler, Malakote halkına gidip müjdeyi yaymaya hazırlık yapıyorlar. Artık on kadar kişi bu iş için hazırlanıyor. Bir de o kadar Malakote halkından İsa Mesih'e iman edenler var.

Gene de, herkes müslümanlığı tutuyor ve Ramazan ayında oruç tutanlar çoktur. Mevlitlere de çok kişi katılıyor. Kimi Malakote bile Kuran muallimi olarak Kenya'nın başka yerlerine gidiyorlar. Hacılığa gitmek, hepsinin en büyük hayalıdır.

Malakote halkı fukaradır ve çok basit yaşıyorlar. Çoğunlukla okuma yazmayı bilmiyorlar. Aralarında sade birkaç tane mektep var, onlar da bütün Kenya'da en zayıf okullardır. Halkın çoğu ırmak kenarında öiftçilik yapmak, avcılık ve balıkçılıkla geçiniyorlar. Kadınlar sepetler ve hasırlar yapıp en yakın pazarda satmaya uğraşıyorlar. Erkekler de arıcılık yapıp oraya bal satmak için gidiyorlar. Kimin tekerleği ya da bir radyosu varsa, Malakote halkı arasında zengin sayılıyor.

Rab kuvvetli işler yapsın da, bu sene Noel gününde (24. Dekemvri 2002) Malakote halkı arasında da Noel kutlanılsın.

DUA KONULARI:



Yavo halkı (Malavi - orta Afrika)

Harita: 4




"Ben İsa Mesih'in öğrencisiyim - ama Nikodimos gibi". Bunu birkaç sene önce Yavo halkından olan bir adam bana söyledi. Bununla demek istedi ki, Malavi'de imanlılar var, ancak 'geceleyin' kendi inançları hakkında şahitlik yapmaya cesaret ederler. Bir tarafta hükümet herkese inanç özgürlüğünü tanıyor ve birkaç yüz Yavolar İsa Mesih'i kabul ettiğini söylerler. Ama bugüne kadar Yavolar kendi insanların arasından İsa'yı kabul edenlere büyük baskı yaparlar, hem sosyal hem de psikolojik baskı. Bu, yeni imanlılar için çok zor bir durum; sık sık önceden destek ve kuvvet buldukları şeyleri bir anda kaybederler.

Müslümanlık Afrika'nın doğusunda eskiden beri büyük bir etki braktı. Müslüman tücarlar Afrika'dan köleler ve fildişi satın alırdılar. Bu ticaret sadece deniz kıyısında, Afrika'nın iç taraflarına kadar getirildi. Yavo halkı Mozambik'in kuzey tarafında ve Malavi gölünün güney kıyısında yaşarlar. Arap tücarlarla işbirlik yaparken, islamiyetle tanıştılar. Müslümanlığı kabul etmek onlara kolay gelirdi, çünkü kendi adetlerin birçoğu zaten müslümanlarınkilerine benzerdi - evlilik, cenaze ve sünnetle ergen yaşına basmak. Ama bir konuda büyük fark vardı: Yavolarda ailenin adı kadının soyuyla devam ettiriliyor. O yüzden islamiyeti kabul ederken, onu sadece bir parça olarak kabul ettiler. Özellikle nikahı bozmak ve miras kanunları konusunda kendi adetlerini devam ederler.

Her sene Septemvri (Eylül) ayında sünnetler yapılıyor. Erkek çocukların yanında kızlar için de bir ritual (tören) var. O zaman 7-10 yaşındaki evlatlar Yavo adetlerini öğrenip halkının bir parçası olarak kabul edilirler, erkeğin ve kadınn görevleri nedir öğrenirler. Yavo halkı bir yandan islamiyeti tutuyor, öte yandan ölenlere tapıyorlar. Sünnetten altı hafta sonra büyük bir şenlik yapılıyor. Gece gündüz davul vuruluyor, türküler söyleniyor ve oynanılıyor. Bütün bu zaman içinde sünnet edilen çocuklar ve kızlar yeni giyisilerle yüksek koltuklarda otururlar ve verilen hediyeleri kabul ederler (çoğunlukla sadece bozuk para).

Ne yazık ki, Yavolara uzun seneler boyunca ayrımcılık yapıldı. 1800 yıllarda David Livingstone adında ingiliz bir misyoner köle ticaretine son verdi, Malavi de İngilizlerin kontroluna geçti. Yavo halkı o zamandan sonra bile müslümanlığı tuttuğu için aşağılandı, ayrı tutuldu. Çocuklarını devlet okullarına değil de, müslüman okullarına yolladılar. İngiliz hükümeti devlet işlerine okumuş kişiler araken, başka halklardan olan kişileri seçtiler. Ama son yıllarda okullar bedava olduktan sonra, Yavoların arasında gittikçe daha fazla okumuş kişiler çıkıyor.

Müslümanlığın yayılışında önemli bir rol oynayan başka bir grup, Asya'dan gelen müslümanlardır. Onlar Yavolara destek verirler, camiler yapsınlar ve kendi firmalarında işlettirirler; islamiyeti öyle yayarlar.



DUA KONULARI:





kasaba: Zanzibar (Tanzania)

yaklaşık 450.000 kişi - Harita: 4


Zanzibar, bugün Tanzania devletinin kıyısına yakın bulunan bir adadır. Zaten Tanzania adı iki parçadan meydana gelmiştir: Tanganyika (Afrika'nın doğusunda bulunan devletin büyük parçası) ve Zanzibar (o ada). Daha 11. yüzyılında bu ada müslümanların etkisi altında kaldı. Bütün doğu Afrika'da konuşulan Suahili dili de bu Araplardan gelen etki gösteriyor; onda bir sürü arapça laflar bulunuyor.

Zanzibar'in 450.000 kişilik halkının 96% müslümandır. Orada Afrikalılar, Araplar ve Hindistanlılar yaşıyor. 16. yüzyılda Zanzibar, Portekizlerin eline geçti, ama 200 sene sonra gene Araplara geri verildi. Devletin başına Oman'ın sultanı geçti, o da devletin başkentini Zanzibar'a yerleştirdi. Onun ardından Zanzibar için yepyeni bir zaman başladı, dünyanın en büyük pazar yerinden biri oldu. Her türlü mal, özellikle de köleler burada satılıp alınırdı. Araplar Afrika'nın iç tarafında kişileri kaçırıp bütün dünyaya köle olarak satardılar. Aynı zaman karanfil, vanilya ve buna benzer baharatlar da yetiştirmeye başladılar. Dünyanın bir numaralı baharat pazarı oldu. Bu zenginlik ve sultanın modern düşüncesinin sayesinde, Zanzibar uzun zaman Afrika'nın en gelişmiş devleti idi. İlk elektrik sistemi ve ilk asansörler burada yapıldı. Önce Almanların, sonra da İngilizlerin eline geçti ve 1963 senesinde ayrı bir devlet oldu. Ama bir yıl geçmedi, halk ayaklandı ve Oman sultanı kaçmak zorunda kaldı. 1964 yılında Zanzibar, Tanganyika ile birleşti ve bugünkü Tanzania devletini kurdular. Ama bu günlerde giderek daha fazla kişi, gene ayrı bir devletin kurulmasını isterler. Zaten Tanzania'nın geri kalan taraflardan çok daha zengindir. Harika beyaz plajlara sahiptir ve başkenti Çarlztaun bugüne kadar bütün dünyadan onbinlerce turist çekiyor. Arap tarihinden çok izler kaldı: darıcık sokaklar, eski pazarlar ve kocaman tahta kapıları. Bütün bunlar turistler için çok çekicidir.

Yüzyıllar boyunca Zanzibar'da islamiyet hükmederdi, ama uzun zamandan beri burada sağlam toplulukların olması için temeller kuruldu. O yüzden bugün Zanzibar'da protestan, katolik ve bağımsız yerli kiliseler bulunuyor. İstedikleri gibi toplantı yapabiliyorlar, müjdeyi de yayabiliyorlar. Bugüne kadar halkın içinde büyük bir etkiye sahip değildiler, ama 200 seneden beri fazla müsümanlığın içinde devam ederler. O da az başarı değildir.



DUA KONULARI:





Güney Afrika - ‘Batı Burun’daki müslümanlar

500.000 kişi - sancağın bütün nüfusu: 4 milyon kişi - Harita: 4




Güney Afrika için genel bilgiler:

Bütün halk: 41 milyon - Siyahlar: 76% -Beyazlar: 10% - Melezler: 9%-Asyalılar: 2,6%

Dinler: Hristiyan: 73% - Putperest: 15 % - Ateist/dinsiz: 8% - Müslüman: 1,5%

Güney Afrika öbür Afrika devletlerine benzemiyor. Burada daha fazla Avrupa kültürü bulunuyor; devlet de öbür devletlerin yanında daha zengindir. Burada daha bugüne kadar çok beyaz insan yaşıyor. Önce Hollanda, sonra da İngiltere Güney Afrika’da kendi sömürgeleri (kolonyaları) kurdular. Beyazların yarısı İngilizce, öbür yarısı da Hollandacanın bir diyalektini konuşuyor (Afrikaans). On sene önceye kadar beyazlar azınlık olduğu halde, herşeyi kontrol ederdiler, öbür halkların arasında ayrım yapardılar. Mesela, ayrı otobüsler, hastaneler, restorantlar vardı. Bu sisteme ‘aparthayt’ (Hollandaca: ‘ayrılık’) denilirdi. 1994 senesinde bu sistem çöktü ve ilk defa bir siyah prezident seçildi (Nelson Mandela).

Güney Afrika’nın dokuz tane sancağı var. ‘Batı Burun’ (‘Zapaden Nos’) denilen sancakta dört milyon kişi yaşıyor. Onların arasında yarım milyon müslümanlar var, o da bütün Güney Afrika’daki müslümanların yarısıdır.

Aşağı yukarı 300 sene önce Hollandılar ilk müslümanları doğu Afrika, hem de Endonezy’dan köle olarak getirdiler. Daha sonra İngilizler de Hindistan’dan işçiler gönderdiler, şeker tarlalarında işlemek için. Onların arasında da birçok müslüman bulunurdu.

‘Batı Burun’ sancağında yaşayan 500.000 müslümanların kendi istatistiklerine göre, 1997 senesinde 111 cami, 172 müslüman organizasyon ve 108 okulu vardı, kaldı ki, bunların sayısı gittikçe artıyor. Parlamentodaki müslümanlar, kendi halkının sayısına göre çok yüksektir. Politikada ve ekonomide de müslümanların etkisi artıyor. Son yıllarda müslüman fanatiklik de türemeye başladı. Üç sene önce birkaç bomba atıldıktan sonra ilk fanatikler tutuklanmaya başladı.

Müslümanlar en fazla burunda yaşayan Malay halkı (Asya’dan getirilen kölelerin torunları), Hintliler ve melez halkların arasında bulunuyor. Son senelerde müslüman propagandistler siyah halkların arasında kişi kazanmaya çalışıyorlar. Bunun dışında Afrika’nın birçok fakir müslüman devletlerinden insanlar daha zengin olan Güney Afrika’ya kaçmıştır (en çok batı Afrika ve Somalia’dan).

Yüzlerce sene önce Hollandalılar ve İngilizler, kölelerin arasında müjde yayılmasını yasaklardılar ve böylelikle müslümanlığı desteklemiş oldular. Müslümanlar yüzlerce seneden beri Hristiyanlarla yanyana yaşadıkları için, İncilin anaöğretişlerini biliyorlar. O da müslümanların çoğunu daha serbest düşünmeye zorluyor. Her sene müslümanlar Rab İsa’ya geliyorlar: kimisi imanlı bir komşuyla konuşuyor, kimisi merak edip bir toplantıya dalıyor, başkası gene İsa’yı rüyada görüyor.

Ama serbest ve batılı bir devlet olan Güney Afrika’da, müslümanlıktan Rab İsa’ya gelenlere gene de baskı yapılıyor. Aile ve cinsten kovuluyorlar, miras haklarından ve işlerinden oluyorlar. Kimi aileler imana gelmiş evlatlarını öldürüyorlar bile. Bu baskı yüzünden sadece adca Hristiyan olan birçok kişi, bir müslümanla evlenirken islamiyeti kabul ediyorlar.

Pastorların işi bu konuda kolay değildir. ‘Arnold’ adında bir pastor bize bu konuda örnek olabilir: Toplantısında Selime adında müslümanlıktan gelmiş bir imanlı kızkardeş vardı. Aylarca onu her gün kendi arabasıyla iş yerine götürdü. İşten atılınca bütün topluluk onun geçimi için para topladı. Bu yardım olmasaydı, sokakta kalacaktı. Şimdi bu zor günleri atladı ve gene kendisine ve hanesine bakabilir. Şimdi onun iki kızkardeşi de imana merak gösteriyorlar, çünkü Selime’nin bunca baskı dayandığını görüyorlar, kendi hayatları gene karmakarışıktırlar. Şimdi sık sık Selime’ye ziyaret ediyorlar. O da onlara müjdeyi anlatmak için Rabden açık bir kapı diliyor.



DUA KONULARI:

50