İshak büyünce, İbrahim’le Sara ona doyamıyorlardı. Bir gün, İbrahim Allah’ın sesini duydu! Allah ona şöyle dedi: „İbrahim, sevdiğin biricik oğlunu al balkana götür, orada onu Bana kurban olarak sun.” İbrahim’i büyük korku yakaladı. Çünkü İbrahim lazımdı İshak’ı öldürsün? Madem bunu Allah buyurdu, İbrahim mecburdur boyun eğsin.
Ama çok yazık, İbrahim’le Sara oğulsuz kalacak? İshak dünyaya gelmezden önce, Allah onlara söylemişti ki, onun bu oğlundan büyük bir halk gelecek. Hem de bizim kurtarıcımız İsa Mesih, O da İbrahim’in ve İshak’ın soyundan doğacak. Ama İshak ölürse ki, bu olmayacak...
İbrahim kendini Allah’a bütün vermişti. Yok öyle bir şey hani Allah’tan buyurulsun da onu yapmasın.
İbrahim çok erkenden kalkıp İshak’ı da kaldırdı ve “Kendini yolculuk için sık” dedi. Sonra İbrahim, onlarla birlikte gelmek için, iki hizmetçi çağırdı: onların da balkana gitmesi lazımdı. İbrahim kurbanlık için odun kesti, küçük eşeğe koştu ve ateşle keskin bıçak da aldı. Odunları küçük eşeğen sırtına bağladı.
İshak sandı ki, babasıyla birlikte kurban kesmeye gidiyorlar. İbrahim eşeğe bindi, İshak’la iki hizmetçisi gene yanında yürürüyorlardı. Onların önünde üç günlük yol vardı, ama ishak büyük çocuk olduğu için dayanabilir.
İbrahim üçüncü günde, daha uzaktan Moriya balkanını gördü. Allah’ın istediği için, orada İshak’ı lazımdı kurban olarak sunsun. İbrahim eşekten inip hizmetçilerine şöyle dedi: „Siz eşekle burada kalın, biz çocuklan devam edeceğiz. Dua etikten sonra da balkandan ineceğiz.”
İbrahim’in ne söylediğini duydunmu? O söylüyor ki, İshak’la birlikte dönecek. Ama İbrahim lazım değilmiydi İshak’ı kurban olarak sunsun... Belkide hizmetçilerini aldatıyor? Hayır, İbrahim inanırdı ki, Allah İshak’ın hayatını koruyacak. İshak Ölmüş olsa bile, Allah tekrar hayatını geri çevirecek.
İbrahim eşeğin sırtından odunları indirdi ve İshak’ın omuzlarına bindirdi. Onun kendisi gene, bıçakla ateşi aldı. Sonra balkanın tepesine binmeye başladılar. İshak sordu: „Baba, ateşle odunlar burada, ama kurbanlık koyun nerede?” İbrahim şöyle karşılık verdi: „Koyunu Allah’ın kendisi düşünecek.” İbrahim’le İshak devam ettiler.
En sonunda balkanın tepesine yetiştiler. Allah İbrahim’e buyurdu dursun ve bir sunak yapsın. İbrahim kaya topladı ve onlarla bir mezbah (kurban yeri) yaptı. Sonra İshak’ın sırtından odunları aldı ve mezbahın üstüne dizdi. İshak’da onun yanında dururdu ve durmadan etrafına bakınırdı, koyun nerededir diye bakışlarıyla arıyordu. Ama İbrahim birden bire İshak’ı tuttu, onu balayap mezbaha koydu. Artık İshak anladı ki, kurban odur. Yine de hiç bir şey söylemedi. Çocuk şöyle düşündü: „Madem Allah bunu istedi, demek doğrudur.” İbrahim bıçağı aldı...
O anda gökten bir ses duydu: „İbrahim, İbrahim!” Bu Allah’ın meleğinin sesi idi. İbrahim karşılık verdi: „Burdayım.” Melek: „Çocuğa dokunma. Şimdi artık anlıyorum ki, sen Allah’a itaat ediyorsun. Sen biricik oğlunu kurban etmek istedin!.” İshak Meleğin sesini duydu ve kurtulduğunu anladı. Allah İbrahim’i denemek istedi. Artık anladı ki, İbrahim Onu sesliyor.
İbrahim İshakı çabuk çözdü. Çocuk da mezbahtan indi. O anda, yakında bir fısıltı duydular. Boynuzları çallara sarılmış bir koçtu. Bunları Allah düşündü. İbrahim koçu alıp mazbahın yanına götürdü. Onu bıçağıyla kesti ve mezbaha yatırınca odunları yaktı. İşte, kurbanlık için, biricik sevdiği oğlunu İshak’ı değil, koçu kesti.
İbrahim, yine meleğin sesini duydu: Allah’ı çok seslediği için, ondan İshak da bir büyük halk olarak çıkacak. Bizim kurtarıcımız İsa Mesih, O da aynı halktan olacak. İbrahim, oğlu İshak yaşıyor diye çok sevindi. Çocukları olacak, çocuklarının çocukları olacak ve böylelikle türeyp büyük halk olacak. Bunu Allah’ın kendisi söyledi.
Koçu kurban olarak sundu, İbrahim evine ve Sara’ya dönmek için, yeniden eşeğe binip geri çekildiler.
1. İbrahim'in İshakla ne yapması lazımdı?
2. İshak babasına ne sordu?
3. Gökten melek ne dedi?
4. Allah İbrahim'e ne vaat etti?
5. İbrahim'in ve İshak'ın soyundan kim türeyecek?
İshak büyünce evlendi. Bir kız aldı, adı da Rebeka idi. Evlenmezden önce, Rebeka uzak bir yerde yaşardı. Bir zaman, İbrahim oradan ayrılmıştı. İshak’la Rebeka, yirmi seneden beri, evli idiler. Biri birilerini çok seviyorlardı. Ama çocukları yoktu. Çok sık Allah’a dua ediyorlardı onlara çocuk versin. En sonunda Allah onları düşündü ve Rebeka ikiz çocuk doğurdu. Birinci doan çocuğun adını Esav koydular, ikinci çocuğun adını gene Yakup koydular. Çocuklar dünaya geldikleri zaman, Allah Rebeka’ya konuştu: „Büyük çocuğun küçüğüne kulluk edecek.” Rebeka bu sözleri duyunca çok şaştı. „Yakup hanemizin başı mı olacak? Birinci doan Esav'ın olması lazım. Adetlermize göre, hanemizin başı, o, olmalı? Yoksa herşey ters mi olacak?”
Çok seneler geçti. Esav’la Yakup büyüdüler. Esav kuvvetli, geniş omuzlu ve kızıldı. Her yeri kıllı bir çocuktu. Hayvan avlamak için, bütün günlerini ormanda geçirirdi. İshak, en büyük oğlunu çok severdi. Çünkü o, çok kuvvetli, kurajlı ve becerikli idi. Yakup, agası gibi kuvvetli değildi. Onun bedeni düzdü ve onda okadar da kıl yoktu. Yakup avcı da değildi. O, evcil hayvanlarına bakardı ve bütün gün evde dururdu. Çok evcimandı. Yakup biliyordu ki, Allah Rebeka'ya çok önce bildirmişti, hanenin başı Esaf değil o olacak.
İshak artık çok ihtiyarladı. Hiç birşeği göremez oldu. Kendi insanlarını bile ayrıt edemiyordu. Yakında ölecek diye çok korkuyordu. Çünkü sık sık hastalanıyordu. Bu yuzden bir gün Esav’ı çarıp sen, en büyük oğlum olarak, bütün miras senin olacak diye söyledi. İshak, Esav’ı bereketlemek istedi ve Allah onlardan büyük bir halk türeteceğini, kurtarıcı İsa Mesih aynı halktan olacagını da anlatmak istedi. Esav içeri girdiğinde, İshak ona dedi: „Yaşlandım, bilmiyorum ne zaman ölecem. Hava git, bir hayvan havla, bir yemek hazırla ve bana getir. Ben seni bereketleyecem.” Babasının isteğini yerine getirmek için, hemen hava gitti.
Rebeka, İshak’la Esav’ın arasında bütün konuşmaları duydu. O istemiyordu Esav babasının bereketini alsın. Allah ona söz verdiydi ki, hanenin başı Yakup olacak? Çok şevik Yakub’un yanına koşup her şeyi anlattı. Ve Rebeka ona şöyle buyurdu: „Sana ne söylersem onu yap! Hemen git, bizim sürüden iki keçi al. Ben onlardan lezzetli yemek yapacam, sen gene babana getirecen.” Yakup anasına dedi: „Ama Esav’ın yerine yemeği ben götürürsem, babam belki çok darılacak. Hem de Esav’ın bütün bedeni kıllı. Benim derim gene düz. Babam, hemen onu aldatmak istediğimi anlayacak.”
Rebeka şöyle karşılık verdi: „Eger baban darılırsa, her şeye ben suçluyum diyecem.” O zaman, Yakup anasına iki keçi getirdi, o da onları pişirip çok lezzetli yaptı. Çünkü kocasının nasıl et sevdiğini biliyordu. Tepsinin içine eti, çanağın içine ekmek ve bir bardak en güzel şaraptan koydu.
Yakub’un olduğunu anlamamak için, Rebeka keçilerin derileriyle oğlunun ellerini ve boynunu sardı. Hem de Agasının atkısını (omuzları orten şey) da giydirdi. Sonra Yakub’un ellerine yemeklerle tepsiyi koudu ve o da babasının yanına gitti.
İshak sordu: „Evladım benim, sen kimsin?” Yakup karşılık verdi: „Benim Esav, senin en büyük oğlun. Yemek getirdim sana. Hazırladığım eti ye ve beni berekle!”
İshak, şaşkınlık içinde sordu: „Nasıl bukadar çabuk hayvan avladın ve bana yemek de hazırladın.” Yakup, yalan söylüyor: „Allah bana yardım etti.” İshak da dedi: „Bana daha yakın gel, sana dokunup bakayım, sen sahidendemi benim oğlum Esav’sın.”
Yakup babasına yaklaştı, o da ona dokunup dedi: „Şaşılacak iş, sesin Yakub’un sesi, ellerin ve boynun Esaf gibi kıllı. Sen sahidendemi, benim oğlum Esav’sın?” Yakup yine yalan söylüyor: „Evet” dedi.
„İshak, iyi dedi. Hazırladığın yemeği bana ver.” İshak eti yiyip çok beyendi, şarabı da içti, ekmeği de yedi. Ama işkillenmesi onu bırakmıyordu. Bütün vakıtta, ona öyle geliyor ki, önünde Esaf değil Yakub’dur. İshak rica etti: „Gel ve beni öp.” O, kokusundan anlamak istedi, acaba önünde duran Esav mı değil mi. Ama Yakup Esav’ın atkısını giyimişti ve İshak beni öpen büyük oğlumdur diye, karar verdi. Yakub’a inanarak, onu bereketledi. Böylelikle Yakup mirasçı ve bütün hanenin başı oldu. İshak’ı nasıl dolandırdıklarını anlatmak için, hemen Rebeka’ya koştu
Esav, avdan döndü, yemeği hazırlayıp babasına götürdü. İshak korkarak sordu: „Sen kimsin?” Esav karşılık veriyor: „Benim, senin büyük oğlun.” İshak, onun sesini duyunca, herşeyi anladı. Ve dedi: Artık Yakup bana yemek getirdi, ben de onu yedim hem de senin yerine onu bereketledim. Hanenin başı artık Yakub’dur.” Esav yalvarmaya başladı: „Beni de berektle, değil mi, Yakup seni aldatmış.” İshak onu da bereketledi, ama artık Esav’ı hanenin başı yapamıyor. Hanenin başı Yakup oldu. Esav kardeşine çok öfkelendi ve babaları geçindikten sonra, onu öldürmek için, karar aldı. Rebeka, okadar korktu ki, Yabub’a, Eskiden Kendisinin yaşadığı yere kaçsın diye yalvarmaya başladı. Yakub’un kendisi de korkmaya başladı ve karar verdi, anasını dinlesin.
1. İshak büyük oğluna Esav'a ölümünden önce ne vermek istedi?
2. Yakub Rebeka'nın buyruğuna gere ne yapması lazımdı?
3. Yakub ellerini ve buazını ne ile sardı?
4. İshak Yakub'un giyisisini kokunca, ne düşündü?
5. Yakub İshak'dan ne karşılık aldı?
6. Yakub neden evden kaçmak zorunda kaldı?
Yakup, o dolandırıcılıktan sonra, babasının evini bırakıp uzun yolculuğa çekildi. Esav derin uykuda iken, o, geceyarısı çıkıyor. Ama, Yakup yalnız yürümüyordu, Allah bütün vakıtta ona yardım ederdi, bundan Yakub’un haberi yoktu. O, çok korkuyordu bu dolandırıcılıktan sonra, Allah ona öfkeli olmasın.
Yakub’un yolculuğu çok agır ve tehlikeli geçti. Fazla yorgun olduğu için, açık gökün altında gecelemeye karar verdi. Ayakları yaralıydı ve çok ağırırdı; onun için daha ileri yürüyemiyordu. Yakup durdu, Rebeka ona yolculuk için verdiği yağı alıp ayaklarını yağladı. Sonra ufacık bir kaya buldu, onu başının altına koyup uyudu.
Şaşılacak bir rüya gördü: bir merdiven ağşadan göklere kadar yükseliyordu. Melekler onda yürüyordu. En üsteki basamakta Allah’ın kendisi dururdu. Allah ona şöyle dedi: „Ben, deden İbrahim’in ve baban İsak’ın Allahı’yım. Bu yattığın yeri, sana ve senin soyuna vereceğim. Nereye gidersen, Ben seninleyim. Seni bu yere geri getireceğim”. Ayrıca Allah Yakub’a söz verdi ki, ondan büyük bir halk türeyecek ve bizim de kurtarıcımız İsa Mesih, aynı halktan olacak. İşte Yakup böyle bir rüya gördü.
Yakup, uyandığında çok mutlu idi. Artık İshak’dan o bereketi çaldığı için, Allah ona dargın olmadığını anladı. Yakup, başının altında olan kayayı aldı ve ondan bir put yaptı. Sonra onun üstüne yağ döktü. Bununla Allah’a göstermek istedi ki, rüyasını çok iyi hatırladı. Yakup, yatmış olduğu yere, Beytel adını verdi, onun anlamı (Allah’ın evi). Yakup, anası Rebeka’nın kasabasına ermezden önce, çok uzun yürüdü. Oraya, hemen girmedi, ama onun kenarında durdu. Aynı saatte pınarın etrafında çok çobanlar vardı, onlar sürülerini sulamak için gelmişlerdi. Çok az vakıt sonra, pınara başka hayvanlar yaklaştı.
Onları güden gene, bir kadın idi. Yakup çobanlara sordu: „Bu kadın kim?” - „Lavan’ın en küçük kızı Rahel” dediler.
Yakup, bu sözleri duyunca, çok sevindi. Lavan onun amcası, annesinin agası idi. Yakup Rahel’e yaklaşıp onu öptü, Rebeka’nın ve İsak’ın oğlu olduğunu bildirdi. Ve sonra hayvanları sulamak için, Rahel’e yardım etti. Onun kendisi gene, Yakub’u karşılamış diye babasına anlatmak için, eve koştu. Lavan, yegenini karşılamak için, sevinçle çıktı ve onu görünce sarmaşıp evine götürdü.
Lavan, uzun uzun Rebeka ve İshak hakkında, Yakub’un yolculuğu hakkında sordu: Yakup Lavan’ın yanında, yaşamak ve hayvanları bakmak için kaldı. Lavan’ın, iki kızı var. Büyünün adı Leya, küçüğünün gene Rahel. Leya okadar güzel değildi, ama Rahel çok güzeldi. Yakup Rahel’e gönlünü verdi ve onunla evlenmek istiyordu, ama babasına ödemek için parası yoktu. Çünkü onların tarafında adet böyle idi.
Yakup işe başlamak için, amcasına yalvarıyor. „Lavan, iyi dedi, ama zahmetin için ne isteyecen?” Yakup şöyle karşılık verdi: „Senin küçük kızın Rahel’le evlenmek İstiyorum, onun için yedi sene çalışacam”. Yakub’un teklifi Lavana iyi görünüp razı geldi.
Yakup hayvanları bakmaya başladı. Günlerce uğraşıyordu. O, işinde çok becerikli idi ve Lavan’ın sürüleri de çok çabuk çoğalıyordu. Yakup Rahel’i sevdiyinden ötürü merakla işliyordu.
Yedi sene geçti. Yakup Lavan’ın yanına gidip şöyle dedi: „Bana karı olarak Rahel’i ver!” „Lavan, iyi dedi.” Ve çok insan musafirliğe davet edip büyük şölen yaptı. Onların adetlerinin sırasına göre, akşam üstü güveği karanlık bir odaya gidiyor, Lavan da kıznı oraya getiriyor. Kapı açılıyor ve odaya bir kadın giriyor. Odanın içi çok karanlık, Yakup da düşündü, bu Rahel’dir. Ama sabah aydınlık olunca, Yakup, Rahel değil de Leya yanında yatığını görünce çıldırdı. Lavan onu aldattı.
Yakup, amcasına çok darıldı. Ona sordu, ne için beni aldattın? Lavan karşılık verdi: “Lazım önce büyü evlensin ve sonra küçüğü”. “Sen Rahel’le de evlenebilirsin, eger onun için de yedi sene çalışırsan”. Yakup razı gelmekten başka bir şey kalmıyor. O, Rahel için daha yedi sene işledi ve onunla da evlendi.
Ona on iki çocuk, bir de kız doğurdular. Ama, Yakup sevgilisi Rahel’den gelen çocukları, Yusuf’u ve Benyamin’i en çok severdi. Allah, Yakub’a çok yardım ediyordu. Yakup çok zengin oldu: koyunları, keçileri, inekleri, develeri ve eşekleri vardı. Zaman sonra, Allah ona Kenan'a dönmesini buyurdu. Yakup kendi memleketine dönürken, rüyayı gördüğü yerde durdu. Beytel de Allah’a yakılan takdime etti ve Kenan’a yaşlı babasının yanına çekildi.
1. Yakup nasıl bir rüya gördü?
2. Yakup hangi kızı karı olarak kendine almak istiyordu?
3. Yakup neden Lavan'nın yanında çalıştı?
4. Lavan Yakubu nasıl dolandırdı?
5. Yakup çocuklarında hangisini en severdi?
Yakup, çocuklaryla birlikte, kendi memleketine Kenan’a yerleşti. Ama İshak’la Rebeka, çoktan ölmüşlerdi. Onun sevdiği kadını Rahel, o da öldü. Onun kendisi de çok yaşlandı, çocukları büyüdüler ve erkek oldular. Sadece, Yusuf’la Benyamin küçüktü.
Yakup, bütün çocuklarından en çok Yusuf'u severdi ve ona agalarında olmadığı çok renkli bir giyisi hediye etti. Agalarına bu yiyi gelmedi, elbette Yusuf babasının sevgilisi idi.
Yusuf, Allah’a sevgi duyardı ve saygı sayardı. Allah, bir rüya aracılıyla Yusuf'a, agalarının ve babasının üstüne krallık süreceğini gösterdi. Rüyayı agalarına anlatınca, onlar daha fazla öfkelendiler.
Yusuf, başka bir rüya daha gördü, onu da babasına ve agalarına anlattı: „Rüyamda, kırlıkta hepimiz demet balıyoruz. Birden bire benim demetim dikildi, sizin demetleriniz gene onun etrafına dizilip ona eğildiler.” Agaları çok fazla kızmaya başladılar! Alay ederek dediler: „Acaba bizim üstümüze krallık mı sürecen? Yoksa hakim mi olacan?”
Agaları, Yusuf’un üçüncü rüyasını duyunca, çok aşırı kızmaya başladılar: o, rüyasında görmüş nasıl güneş, ay ve on bir yıldız ona diz çöküyorlar. Bu rüya gene gösteriyor ki, agaları, babaları ve anaları ona diz çökecekler.
En sonunda, yaşlanmış olan babası bile, sevgili oğlına kızdı. Agaları, Yusuf’a bağırmaya başladılar: rüyaların yorumcusu ve ona kötü bir şey olmasını çok istiyorlardı. Onların düşüncelerinde bu vardı: „Eger o ölürse, ne kadar iyi olacak.”
Bir gün babası, agalarına ve hayvanlara bir şey olmasın diye, Yusuf’a rica etti gidip öğrensin. Agaları, hayvanları iyi yemişlere getirmek için, çok uzaklaştılar, Yakup da sıkılmaya başladı. Yusuf hemen çekildi, ama belirlenen yerde kimseyi bulamadı. Razgele de oradan bir çoban geçiyordu, Yusuf’u görünce sordu: „Ne arıyorsun?” Yusuf karşılık verdi: „Agalarımı arıyorum.” Çoban, agalarının yeni otlak yerine gittiklerini bilirdi ve ona yolu gösterdi.
Agaları Yusuf’un geldiğini daha uzaktan gördüler. „İşte rüyaların yorumcusu geliyor!” dediler „Verin onu öldürelim ve hangi bir derin çukura atalım, babamıza gene ormanda vahşi hayvanlardan parçalandığını söyleyelim. O zaman bakalım rüyaları gerçekleşecek mi!”
Yusuf'un öldürülmesine, yalnız en büyük agası Rubin, razı değildi. Onlara şöyle dedi: „Onu öldürmeyelim, sadece bir derin pınara atalım, o açlıktan ölecek.” Rubin düşünürdü, akşam üstü agaları yatınca, Yusuf’u pınardan çıkarıp babasına geri götürsün. Rubin’in ne plan kurduğunu agaları anlamadı ve razı geldiler. Yusuf yaklaşınca onu yakaladılar ve güzel giyisilerini soyunturup pınara attılar. Şansına göre onda su yoktu, ama okadar derindi ki, yalnız başına dışarı çakamaz. Eger yardım eden olmazsa açlıktan ölecek!
Kötü olan agaları yemek yemeye oturdular, ekmeklerin kırıntılarını bile Yusuf’a vermediler. Yalnız Rubin onlarla birlikte kalmadı, koyunları bakmaya gitti.
Aynı zamanda, bir takım insanlar geldi. Onlar kervanla Mısıra yolculuk ediyorlardı. Onlar zengin tüccarlar idiler. Kardaşlerden biri olan Yahuda, onlara dedi: „Ne için Yusuf’u öldürelim, daha iyi değilmi onu satalım!” Bu teklif hepisine iyi göründü. kardeşler, Yusuf’u pınardan çıkardılar ve sürükleyerek tüccarlara götürdüler. Onlara sordular: „Bunu satın alırmısınız?” Tüccarlar Yusuf’u beyendiler ve agalarına para verdiler. Sonra çocuğu bir deveye bağladılar. Yusuf, yabancı ve çok uzak yere Mısıra kadar, devenin arkasından yürüyecek. Zavallı Yusuf! Ama, Allah onu bırakmayacağına inanıyordu. Rubin döndüğünde, Tüccarlar çoktan gitmişlerdi. Pınara gitti ve boş olduğunu gördü. „Şimdi babama ne diyecem? Ben en büyü olarak hepisi için ve Yusuf için de sorumluyum, Rubin çok üzüntülü idi. Eger dersem Yusuf kayboldu, beni cezalayacak.” Ama kurnas agaları, babalarını nasıl aldatacaklarını düşündüler. Bir koyun kesip onun kanına Yusufu’n gisilerini bandırdılar. Hizmetçiyi çağırıp bu giyisileri al, babamıza götür diye buyurdular. Hizmetçi, Yusuf’u vahşi hayvanlar ormanda parçaladı diye anlatmaya mecbur kaldı.
Yakup, Sevgili oğlunun giysisini kanlı görünce, nerdeyise ölecekti. „Benim oğlumu vahşi hayvanlar parçalamış diyerek” ağlıyordu. Yakup, oğlunun sağa olduğunu ve bir devenin arkasından Mısıra doğru gittiğini bilmezdi.
Kurnaz agaları eve varınca, kendilerini öyle gösteriyorlar, sanki Yusyf’un yok olması onlara çok acı vermiş. Ama çocuk ölü değildi. Onlar babalarına yalan söylediler. Ya Yusuf’un rüyaları? Onlar gerçekleşmeyecek mi? Elbette gerçekleşecek. Allah herşeyi adım adım planlamıştı.
1. Yusuf yaşlı olan babasından ne aldı?
2. Yusuf'u kim görmek istemiyordu?
3. Yusuf'la agaları ne yaptı?
4. Yusuf nereye doğru yürümeliydi?
5. Yakup Yusuf'un giysisini görünce ne düşündü?
Mısırda, bir büyük evde bir çocuk yaşıyordu. O Potifarın hizmetçisi idi. Bu çocuk çok gayretli olduğu için, Potifar da onu severdi. Bu genç hizmetçinin adı da Yusuf idi. Evet bu aynı Yusuf, hani Allah’ı çok seviyor ve harika rüyalar gördüydü.
Agalarından onu satın almış olan tüccarlar, Yusuf’u Mısıra getirmişti. Sonra tüccarlar Yusuf’u zengin bir memur olan Potifara sattılar. Yusuf, böylece hizmetçi oldu. Kendisi çok işlek, ne yaparsa her işinde başarılı idi. Allah Yusuf’a bakardı. Potifar, çocuğun becerikli olduğunu görünce, onu kendi evine idareci yaptı.
Yusuf yine güzel giyisiler giyidi. Potifar, bütün hizmetçiler onun buyruğunun altında olmalarını istedi.
Ama Potifar’ın çok kütü bir karısı vardı. Bir defa Yusuf’un onu öpmesini istedi. Ama Yusuf istemedi, çünkü Allah’ın bu tür işlerden hoşlanmadığını bilirdi. Yusuf çıkmaya uğraştı, ama Potifar’ın karısı onun atkısını tutup, bırakmak istemedi. Yusuf çekilip kaçtı, ama atkısı kadının elinde kaldı.
Kadın çok öfkelendi ve intikam almay karar verdi. Bütün hizmetçileri çağırıp uş Yusuf ona saldırmiş diye anlattı.
Potifar evine dönünce, karısı ona yalan uydurup, Yusuf onu öpmek istemiş. „Ben bağrınca o kaçtı ve onun atkısı benim yatak odamda kaldı. Bak, işte onun atkısı”. Kocasına Yusuf’un giyisisini gösterdi.
Potifar, çok kızdı. Ama karısı onu aldattığını bilmiyordu. Hemen hizmetçilerini çağırttı ve onlar da Yusuf’u hapise götürdüler. Allah orda bile Yusuf’u bırakmadı. Hapisin müdürü, çocuğun yavaş olduğunu görünce, onu kendisine yardım etmek için aldı. Yusuf bütün gün höcresinde durmuyordu, bütün mahpusçulara yemek dağıtıyordu. Bu iş ona çok iyi geldi. Bir defa, Firavun’un hizmetçilerinden iki kişi hapise götürdüler. Onlar, efendilerine karşı suç işlemişlerdi. Onlardan biri, Firavun’un sakisi. Bu sakici Firavun’a şarap dökerdi. Ötekisi gene, en büyük ekmekçisi idi. Sarayda bu ekmekçiyle sakici tanınmış insanlardı. Ama hapiste bu böyle değildi. Yusuf hergün onlara yemek götürürdü ve onların üzüntülü olduğunu görürdü. Firavun, onlara ölüm cezası vereceğinden, çok korkuyorlardı.
Yusuf, bir defa onlara yemek götürdü ve çok kederli olduklarını görünce Onlara sordu: „Neden bukadar kahırlısınız?” Ekmekçiyle sakici, nasıl şaşılacak rüya gördüklerini anlattılar, ama ne yazık ki, onları çözemiyorlardı.
Yusuf, onlara şöyle dedi: „Allah bütün rüyaları açıklayabilir! Rüyalarnızı anlatın!'' Yusuf, Allah’ın yardımıyla onların rüyalarını açıklayacağına güveniyordu.
En önce, sakici anlatmaya başladı. Rüyasında, Firavun’un sarayında eskisi gibi, kralına şarap döküyor. Ama bu sefer şişeden kanaya dökmekle değil, doğrudan kananın içine üç asmalığın dallarında büyüyen üzümü sıkardı.
Allah bu rüyayı Yusuf’a açıkladı. O da hemen anlatmaya başladı: „Üç deynek, demek üç gündür. Üç günden sonra sen serbest bırakılacan ve yine Firavun’un en büyük sakisi olacan'’.
Saki üç günden sonra serbest bırakılacak diye çok sevindi. Yusuf ona ricada bulundu: „Buradan çıktığın zaman beni hatırla”. Firavun’a ya da Potifar’a benden için anlat. Ben de hapisten çıkmak istiyorum”. Saki, Firavun’la konuşacağına Yusuf’a söz verdi.
Sıra ekmekçiye geldi. Rüyasında sarayın kenarında yürüyürmüş. Kafasında üç sepet, ekmek dolusu tutarmış. Bir bölük kuş salınıp üsteki sepetten bütün ekmekleri gagalamışlar.
Yusuf, rüyayı hemen açıklamaya başladı: „Üç sepet üç gündür, üç günden sonra seni de hapisten çıkaracaklar. Ama, Firavun izin verecek seni öldürsünler”. Ekmekçi, yaşamına sadece üç gün kaldı diye çok fazla üzüldü.
Yusuf nasıl anlatı iyse, her şey öyle oldu. Üç günden sonra saki serbest oldu ve yine Firavun’a şarap dökmeye başladı, ekmekçi ise öldürüldü. Ama saki Yusuf’u hatırladımı? Hayır, saki Yusuf’u çok çabuk unuttu. Delikanlı yine hapiste kaldı ve yardım için, Allah’a dua etmeye başladı. Allah Yusuf’u unutmadı.
1. Mısır da Yusuf kimin hizmetçisi idi?
2. Potifar'ın karısı ne istiyordu?
3. Yusuf neden onu seslemedi?
4. Yusuf kimin rüyalarını açıkladı?
5. Yusuf için kim unuttu?
6. Yusuf'u kim hatırladı?
Yaradılış kitapçığının 41 bölümü
Hapiste, vakit çok yavaş geçiyordu. İki uzun yıl daha geçti. Sanki Yusuf oradan hiç çıkmayacaktı?
Ama o gün geldi. Artık Allah Yusuf’u serbest bırakmaya karar verdi. Bir akşam, Firavun iki tane çok ciddi rüya gördü. Uyandığında, bunların anlamı nedir diye öğrenmek istedi. Bu rüyaları açıklamaları için, bütün akıldanecileri toplasınlar diye, hizmetçilerine buyruk verdi.
Bütün akıldaneciler saraya toplandı ve firavun anlatmaya başladı: „Rüyamda bir ırmak gördüm. Birden bire bu ırmaktan, yedi tane güzel besli inek çıktı ve kıyıda otlamaya başladılar. Hemen onların arkasından, yedi çirkin zayıf inek daha çıktı. Zayıf inekler, yedi tane besli ineği yuttu. Uyandım ben. Ama biraz sonra, yine uykuya daldım ve ikinci rüyayı gördüm. Yerden yedi tane güzel dolu taneli başak çıktı. Sonra onların yanından yedi tane, rüzgyardan kurumuş boş başak büyüdü. Kuru başaklar, güzel başakları yuttu.”
İşte, Firavun’un rüyaları ne kadar acayip. Akıldaneciler, uzun düşündüler ama açıklayamadılar.
Firavun bunları anlatana kadar, Saki onun yanında dururdu. Birden bire Saki'nin aklına hapiz, onun rüyası ve Yusuf geldi. Firavun’a dedi: „Aklıma getirdim ki, günahım var.” Ve delikanlı için anlatmaya başladı, nasıl onun ve ekmekçinin rüyalarnı açıkladı ve hepsi gerçekleşti. Firavun Yusuf’u saraya getirtmek için buyruk verdi. Hizmetçiler, hapisaneye doğru koştular ve Firavun Yusuf’u çağırdını söylediler.
Daha şevik! daha şevik! Yusuf yıkanıp giyindi, hazır olunca saraya doğru çekildi.
„Kendi kendine sordu, acaba şimdi ne olacak? Ama Allah bana yardım edecek!”
Yusuf sarayda, Firavun’un rüyalarını çok dikkatle sesledi. Firavun Yusuf’a şöyle anlattı: „Irmaktan Yedi tane güzel besli inek çıktı. Yedi tane de çirkin ve zayıf çıktı. Bunlar beslileri yuttular. Ama şişman olmadılar, yine çirkin ve zayıf kaldılar. Sonra yedi tane boş kurumuş başaktan, yedi tane güzel dolu taneli başak, yuduldu. Duydum ki, rüyaları açıklarmışsın. Benim rüyalarım ne gösteriyor?”
Yusuf, şöyle karşılık verdi: „Ben rüyaları açıklamıyorum. Onların anlamını bana, Allah söylüyor. Yedi tane güzel besli inek, yedi sene demek. Yeditane dolu taneli başak da aynı. Firavun, senin devletinde yedi sene, zengin ürünlü başaklar olacak. Yedi tane çirkin inek ve yedi tane boş başak aynı yedi sene dir. O zaman kırlarda çok az başak olacak ve açlık basacak. Firavun, işte senin rüyaların bunu söylüyor”.
Ama Yusuf, sade rüyaları açıklamakla kalmadı, akıl da verdi: „Firavun! kendine hizmetçilerinden, akıllı bir adam bulsunlar diye buyurdu. Bu ilk yedi senede, o zengin ürünlerin bir parçasını ambarlara toplasın. Bu ürünler yedi sene açlık zamanda yemek olsun.”
Firavun, Yusuf'un teklifini çok beyendi. Firavun Yusuf’u göstererek kendi insanlarına sordu: „Bizim etrafımızda onun gibi öyle bir adam var mı, hani Allah ona yardım etsin?” Onlar karşılık verdiler: „Yok Firavun.” O zaman kral dedi: „Yusuf, Mısırda bütün ürüne bakacak adam sensin.” Yusuf onun veziri oldu.
Bu olayın şerefine, Firavun Yusuf’a yüzüğünü, güzel elbiseler ve altın zinciri verdi. Artık o kadar güzel giyindi ki, Firavun’un kedisi gibi. Firavun’un yakışıklı arabasınla, her yere giderdi ve sokaklardan geçtiği zaman herkes eğilerek selam verirdi. O artık evelki fukara delikanlı degil, ama Mısırın en zengini oldu.
Bundan, ne agalarının ne de babasının haberi vardı. Ama Yusuf, Firavun’un veziri olduğunu agaları görsün ve ona sejde etsinler dıye durmadağan hayal kurardı.
Yusuf’a teklif edilmiş olan işi, çok iyi yapardı. O, büyük ambarlar yaptırdı ve hizmetçileri de ürünü oraya topluyorlardı. Yedi sene onları hambarlara döküp yukarı kadar doldurdular. O kadar çok ürün topladılar ki, onun ne kadar olduğunu bile kimse bilmiyordu.
Yusuf, Mısırda evlendi ve iki çocuğu oldu: Manese ve Efraim. Allah her zaman Yusuf’a bakardı. Allah, hazırladığı planından başka iş yapmıyordu. En birinci Allah onu Mısıra yolladı. Sonra Firavun’un veziri yaptı. Allah bunu ne için yaptığını biliyormusun? Çünkü O, Yakub’u düşünürdü ve çocuklarını, karılarını, onların kızanlarını bile. Onları düşündüğü için, Yusuf’u Firavun’un veziri yaptı: Kenan’ı açlık bastığı zaman, Yusuf aylesine yardım etsin.
1. Firavun nasıl bir rüya gördü?
2. Yusuf Firavun'un rüyalarını nasıl açıkladı?
3. Yusuf ne oldu?
4. Yusuf'a bütün zamanda kim bakardı?
5. Yusuf'un vezir olduğunu kim bilmezdi?
Yakup ve Yusuf’un agaları, haylağa Kenan’da yaşıyorlardı. Yakup çok fazla yaşlandı, çocukları gene evlenmişlerdi ve soyları bile vardı. Kenan’ı ve Mısırı, yedi yıl kıtlık bastı. Ama Yakup, başka insanlardan duymuştu ki, Mısırdan ekin satın alınabilir ve ekini de sadece Firavun’un veziri satıyordu. Yakup çocuklarını çağrıp dedi: „Mısıra gidin ve oradan hepimiz için satın ekin alın!” Sonra onlara para verdi. Yusuf’un agaları, sıpaları koşup uzun yolculuğa çekildiler.
Agalarından on kişi yolculuğa koyuldular, sadece en küçük olan Benyamin evde kaldı. Yakup, ondan ayrılmak istemezdi. O, düşündü ki, Benyamin için bu yolculuk korkunçludur.
On kişi uzun yolculuktan sonra, sıpalarla Mısıra vardılar ve vezirin evine doğru ilerlediler. Mısırın veziri, onların öz kardeşi Yusuf’tu, onlar bundan habersizdiler. Yusuf Kenanlılara onun evine girmeleri için, izin verdi. O, agalarını hemen tanıdı, ama onlara hiç birşey söylemedi. Agaları, aşaya kadar eğildiler. Bunu hatırladın ya? Yusuf’un rüyasında, ona nasıl eğilmişlerdi? İşte bu uygulandı!
Yusuf kendini dargın yaptı. Agaları onu tanıyamadılar ve korkuyla ona anlattılar. Onlar, bir babanın oğluları ve bir küçük kardeşleri varmış, o da evde kalmış, biri gene çok seneler once kayıp olmuş. Firavun’un veziri, karşılık verdi: „Size inanmıyorum, ama konuştuğunuz doğrumudur diye araştıracam. Şimdi biriniz gidip en küçük kardeşinizi götürecek, onlar gelinceyekadar, ötekileri hapiste kalcak”.
Yusuf önce, bütün agalarını hapise yolladı. Üç günden sonra, onları çağırıp dedi: „Ben Allah’ı seviyorum, siz de evinize gidebilirsiniz. Yoksa, sizin çocuklarınız ve karılarınız aç kalır. Ama, aranızdan biri lazım kalsın. En küçük kardeşinizle birlikte bana geri gelmeyene kadar, burda kalacak.”
Onlar çok korktular ve kardeşi Yusuf için, onu nasıl köle olarak sattılar diye düşündüler. Ve dediler: „Biz kendimiz suçluyuz. Kendi kardeşimize Yusuf’a, o kadar merhametsizce davrandık ki, işte cezamızı çekiyoruz.” Onlar, İbranice konuşuyorlardı ve düşündüler ki, vezir onları anlamıyacak. Ama ne yazık ki, Yusuf her şeyi anlıyordu.
Yusuf, agalarının konuşmalarını duyunca, ağlamaya başladı. Ve yaşlarını görmesinler diye, hemen arkasını döndü. Onlar gene, geri dönmek için hazırlanıyorlardı. Fakat onların dönmesine kadar, Şimeon hapiste kalacak.
Yusuf’un evinden agaları üzüntülü çıktılar. Vezirin hizmetçileri, onlara dolu çuvallarla ekin verdiler ve onlar da bu ekinleri ödediler. Ama bu nedir? Kardeşler arkalarına dönünce, hizmetçiler hemen paraları çuvalların içinde ki, ekinlere geri koydular. Yusuf onlara öyle buyurmuştu.
Kardeşler, çuvalları sıpaların sırtlarına bağladılar ve yola çekildiler. Sade Şimeon onlarla değildi. Çok uzun yürüdüler ve sıpaları beslemek için, duraklandılar. Onlardan biri çuvalı açtı ve paraları gördü. Paralar ekinin üstünde idiler. Ötekiler de hemen çuvallarını söktüler ve onlarda da para vardı. Agaları daha çok korkmaya başlayıp haykırdılar: „Allah bizimle ne yapıyor?” Ekinlerin paraları bulunmayacak ve mısıra geri döndüklerinde, Yusuf öfkelenip onları cezalıyacak diye çok korkuyorlardı.
Agaları eve döndüler ve her şeyi Yakub’a anlattılar. Mısıra ikinci defa ekin satın almak için, lazım kendilerinle birlikte Bünyamin’i de götürsünler. Çünkü Firavun’un veziri onlara öyle buyurdu. Ancak o zaman Şimeon’u hapisten salacak. Yakup bunu duyunca üzüldü ve çok kızdı. Kardeşlere dedi: „Yusuf çoktan beri bizimle değil. Şimdi Şimeon da yok, siz gene Bünyamin’i de yabancı yere götürmek istiyorsunuz.” Yakup, Bünyamin’in agalarınla birlikte Mısıra gitmesine asla razı gelmeyecek.
Bir süre sonra, ekin sona erdi. Yakup oğlularını çağırıp onlara dedi: „Ekin için, yine Mısıra gidin.” O zaman kardeşlerden biri olan Yahuda şöyle dedi: „Bir daha Mısır’a geri dönmemiz için, Bünyamin de bizimle gelmeli.” Yahuda, bütün yolculukta Bünyamin’e bakacağına söz verdi. „Baba, eğer Bünyamin’e bir şey olursa, aynısını da bana yap!”
Yakup, Bünyamin’i kırık yürekle braktı. O çocuklarına çuvallarda buldukları paraları, geri çevirsinler diye buyurdu. Ekin satın almak için de daha para verdi ve vezire de hediyeler yolladı. Yakup, böyle düşündü: „Belki de bu sefer daha iyi olur.” Kardeşler Bünyamin’le birlikte yola çekildiler.
En sonunda vezir’in evine vardılar. Yusuf onları avlusunda gördü ve çok sevindi: Bünyamin de onlarla beraberdi. Yusuf, hizmetçisine dedi: „Bu insanlar öğlen yemeğini benimle birlikte yecekler. Yemekleri hazırla!”
Yusuf onları evine davet edince, agaları korkmaya başladı. Girdikleri zaman, hizmetçiye çuvallarda bulunan paraları getirdik dediler. Bununla çok dürüst olduklarını göstermek istediler. Hizmetçi karşılık verdi, çok iyi yaptınız ve Şimeon’u hapisten getirdi. Kardeşler vezirin yanına gitti. İçeri girdiklerinde, kocaman sofrayı gördüler ve birazdan içeri Yusuf girdi. Agaları yere kapanarak ona selam verdiler. Babasının gönderdiği hediyeleri de verdiler. Bu sefer, vezir onlara çok iyi davrandı. Yaşlı babaları daha yaşıyormu diye merak etti. Sonra Bünyamin’e bakıp sordu: „Bu mu sizin en küçük kardeşiniz?” Yusuf ağladı: çok uzun zamandan beri, Bünyamin’i görmedi. Onlar bir şey anlamasınlar diye, çabuk odadan dışarı çıktı. Ağladığını kimse anlamasın diye, yüzünü yıkayıp geri döndü.
Sonra hepsi sofraya oturdular. Orada, çok lezzetli yemekler vardı, ama en lezzetlileri Bünyamin’e verilirdi. Bunu ayarlayan Yusuf’un kendisi idi.
Agaları şaşkınlık içinde idiler: bu sefer vezir çok nazikti, onlara şarap dökerdi ve kendisi bile onlarla beraber içerdi.
Ziyafet zamanında, Yusuf çok neşelendi ve aynı öyle agaları da neşeli idiler.
Agaları, yine yola çekildiler. Çok sevinçli idiler, çünkü Mısırda her şey iyi geçti. Ama bilmedikleri bir şey vardı: Yusuf onları bir kere daha denemeye karar verdi.
Sabah, daha agaları uyurken, Yusuf hizmetçilerine buyurdu, onların boş çuvallarının içine ekin ve üstüne para koysunlar. Bünyamin’in çuvalına gene onun gümüş kadesini koysunlar. Yusuf düşündü: „Kardeşlere diyecem ki, Bünyamin benim kadehimi çaldı ve Mısır’da kalması lazım. Onu kurtarmak isteyeceklermi diye denemek istiyorum, yoksa onu bırakacaklarmı, bir zamanlar nasıl benimle aynısını yaptılar.”
Yusuf, hizmetçilerine ne buyurduysa, her şeği yaptılar. Ama, agalarının bundan haberleri yoktu. Ne zaman sıpaları yüklettiler ve kasabadan dışarı çıktılar, Yusuf hizmetçilerini çağırtıp onlara buyurdu: „Bu insanları yetiştirin ve onlara deyin, onlardan biri benim kadehimi çaldı.”
Kardeşler, vezirin hizmetçilerini görünce, çok korktular. Bekçilerin komutanından durmaları için, buyruk olduğunu da işitince, daha fazla korkmaya başladılar. Yusuf’un hizmetçisi dedi: „Sizden biri benim efendimin gümüş kadehini çalmış.” Kardeşler Karşılık vererek bağırdılar: „Olamaz böyle şey! Asla böyle şey yapamayız!” Ama Yusuf’un hizmetçisi devam ediyor: „Kimin çuvalında bu kadeh bulunursa o cezalanacak. O bütün hayat Mısır’da kalacak ve benim efendim için çalışacak.” Kardeşler çuvallarını açtılar ve Yusuf’un hizmetçisi de gözden geçirmye başladı. En önce, en büyük agalarının çuvallarını ve sonra geri kalan kişilerin. En sonunda Bünyamin’in çuvalına erdi ve kadeh onda çıktı. Bu korkunç: demek Bünyamin bütün hayat Mısır’da kalsın! Ama agaları onsuz eve dönemezler. Babalarına ne diyecekler? Sıpalarını yuklettiler ve Bünyamin’le birlikte kasabaya döndüler.
Vezirin evine gelince, onlar Yusuf’un ayaklarına kapandılar. Yusuf sordu: „Ne yaptınız?” Yahuda karşılık verdi: „Efendimiz, bu işin nasıl olduğunu anlayamıyoruz. Ama hepimiz için izin ver, sende kalıp işleyelim.” Yusuf „Hayır dedi. - Kimin çuvalında benim kadeh bulunduysa, bende sade o kişi kalacak.” O zaman Yahuda anlatmaya başladı, Bünyamin’siz dönürseler babaları Yakup nasıl acı çekecek. Yahuda, Mısırda Bünyamin’in yerine kalıp işlesin diye yalvarıyor.
Yusuf, agalarının değiştiğini ve Bünyamin’i yalnız bırakmayacaklarını anladı. O artık daha fazla bekleyemiyor, bütün gerçeği anlatmak istiyor. Hizmetçilerine odadan çıkmalarını buyurdu. Mısırlılar dışarı çıktıktan sonra, Yusuf ağlamaya başlayıp dedi: „Yusuf benim. Babam daha sağa mı?”
Agaları bu sözleri duyunca, Onların kardeşi Yusuf Firavun’un veziridir diye, şaştılar! Onlar hiç işkillenmediler, çünkü Yusuf onlarla kendi ana dilinde
konuşurdu! „Evet, Mısır’a sattığınız Yusuf benim. Ama korkmayın, ben size darılmıyom. Beni Firavun’un veziri yapan, Allah’tır.” Yusuf, agalarına teklif etti, eve döndüklerinde babasına yaşadığını ve Mısır’da Firavun’un vezieri olduğunu anlatsınlar. Sonra babalarını, karılarını ve kızanlarını alıp Mısır’a gelsinler. Yusuf en küçük kardeşi Bünyamin’e yaklaşıp sarmaştı ve onu öptü, sonra bütün agalarını öptü. Çok uzun konuştular hem de karşılaştıklarına çok sevindiler.
Yusuf’la agalarının bu şaşırtırıcı karşılaşmanın haberi, Firavun’a erdi. O Yusuf’ için, çok sevindi. Firavun, kardeşlere aylelerinle Mısır’a dönmeleri daha kolay olmak için, beygirler ve arabalar gönderdi.
Babaları Yakup, çocuklarını arabalarla, gerili beygirlerle geldiklerini görünce, çok şaştı. Ve sordu: „Bu ne demek oluyor.” Kardeşler karşılık verdiler: „Yusuf yaşıyor, Mısır’da Firavun’un veziri odur.” Yakup baştan inanmadı. Ama çocukları ne zaman her şeği tane tane anlattılar, o çok fazla sevindi: „Yusuf yaşıyor ve ben onu ölmezden önce demek görecem!” Yaşlı Yakup oğlu Yusuf’un yanına Mısır’a gitmek için, hemen hazırlığa başladı. Yakup, uzun zamandan beri kendini böyle mesut hisetmedi ve bütün zamanda hep Rabbe şükretti.
Yusuf, evde beklemeye dayanamadı ve hemen babasını ve agalarını karşılamaya çıktı. En sonunda da karşılaştılar. Yusuf, babasına sarıldı ve uzun uzun öyle kaldı. O anda ikisi de ne kadar mutlu idiler!
Firavun, Yakub’a ve oğlularına, Mısır’da bulunan Goşen bölgesine yerleşmelerine izin verdi. Yusuf gene, her zaman ekinleri olsun diye, uğraşırdı. Yakup çok fazla yaşlandı ve ölümünden önce, bütün çocuklarını topladı, bir zaman babasından ne işitiyse onlara anlatı. Yakub’un Allah’ı onlara ve çocuklarına bakacak, bizim de kurtarıcımız İsa Mesih, aynı soydan gelecek.
Yakup öldü ve dünyaya geldiği kasabasına kenan’a onu gömdüler. Orada İbrahim, Sara, İshak, Rebeka ve Leya da gömüldü.
Yakub’un oğluları
ve onların çocukları Mısır’ın
Goşen bölgesinde, daha çok uzun yaşadılar.
Vakıt geçti, Kardeşler öldü, Yusuf da
öldü. Ama kardeşlerine çok ilgi gösterdi.
1. Birinci defa kardeşlerinden Mısır'a kim gitmedi?
2. Mısırda Firavun'un veziri kim di?
3. Benyamin'in çuvalında ne buldular?
4. Mısır'da yaşamak için kime izin verdiler?
5. Yusuf'u nereye gömdüler?
Çıkış kitapçığının 1-2 bölümleri
Zaman geçti, İsraililer Mısır da sayıda çok oldu. Bunların hepsi, Yakub’un torunlarıdır. Onların ülkesi, Mısır değildi, Kenan’dı. Allah da onları Kenan’a geri döndürmek için, karar verdi.
Yusuf’u vezir yapan Firavun, çoktan ölmüştü. Yeni Firavun gene onun bölgesinde bukadar çok İsrail’li yaşayor diye, hoşuna gitmiyordu. Mısırlılara karşı savaş açacaklarından dolayı, çok korkuyordu.
O zaman Firavun, korkunç bir plan düşündü. Bütün İsrail halkı Mısırlılara çalışacak diye buyruk verdi. Onlar, evler için tula yapardılar. Bu iş İsrailliler için çok ağır idi, onlardan bir kişi dinlenmek istedi mi, Mısırlılar onu döverdi.
Firavun askeriysine buyruk verdi: „İsrail’li haneden bir erkek çocuk dünyay geldiğinde, hemen öldürülsün. Kızlar sağa bırakılsın.” Firavun’un askerleri öyle yapardılar, bütün erkekleri, Nil ırmağına atardılar, kızlara dokunmazdılar. İsrail halkının çekisi sınırsızdı. Allah onlara yardım etsin diye, durmadağan dua ederdiler.
Allah İsrail halkını bırakmayacak. O, bu halka bir adam verecek, nerede bütün İsrail halkını Mısırdan çıkaracak. Ama bu olmak için, çok uzun zaman geçecek. Bu adam, Allah’ın hizmetçisi, lazım doğusun. İşte İsrail’li hanede bir çocuk doğudu. Bu çocuğun babasının adı, Amram anasının kiyi gene Yohabed. Henüz doğumuş olan bebekten başka, iki büyük çocuk daha vardı: kız Miryam, çocuk Harun.
Annesi Yohabed, küçük çocuğunu çok severdi ve kötü olan Mısırlılar onu Nil ırmağına atmalarını hiç istemezdi. Üç ay bebeğini sakladı, Mısırlılar da onu bulamazdılar. Kimi defa bebek ağlardı ve Yohabed, Firavun’un askerleri bu ağlamayı duyacaklar ve onu alıp suya atacaklar diye, çok korkuyordu. Yohabed ne yapacağını uzun uzun düşünürdü ve en sonunda düşündü.
Karada büyüyen sazlar vardı, o da onlardan koparıp, kapaklı sepet ördü. Harika bir sepet oldu, aynı bir beşik gibi. Sular içeri giremesin diye, sepetin en küçücük deliklerini bile ördü. Sonra Yohabed, bebeği sepetin içine koydu ve kızı Miryam’la birlikte ırmağa doğru getirdi. Sepeti, suda sazlığın içine sakladı. Ve onu kimse korumazdı. Yohabed düşündü: „Benim oğlumla, Sadece Allah ilgilenir” ve oradan ayrıldı. Ama Miryam, ırmağın kenarında kaldı.
Az vakıt sonra, hizmetçileriyle birlikte, çok süslü bir kadın geldi. Miryam kadını hemen tanıdı: o Firavun’un kızı idi. Prenses, her gün yaptığı gibi yıkanmaya geldi. Firavun’un kızı, suya yaklaşınca, sazlığın içinde sepeti gördü ve onu çıkarmak için, hizmetçisine buyurdu. Prenses kapağı kaldırınca, onun içinde bebek olduğunu gördü. Bebek de ağlıyordu. O düşündü: „Bu, herhalde Yahudi, onu öldürmesinler diye, buraya saklamışlar.”
Aynı zamanda Miryam Prensese yaklaşıp sordu: ''Olabilirmi köye kadar koşayım ve bebeği beslemek için kadın getireyim?'' Prenses karşılık verdi: „Evet, hangi birini buraya getir!” Miryam anasını çağırmak için, eve koştu. Yohabed kendisi bebeğinle ilgilenecek!
Anasıyla kızı ırmağa geldiler, Prenses Yohabed’e dedi: „Bebeği evine al ona iyi bak, ben gene sana bu iş için ödeyecem.” Yohabed ne kadar sevindi! O artık, Firavun’un askerlerinden hiç korkmadağan, bebeğine bakabilir. Elbette çocuk herdayim için onun yanında yaşamayacak: büyünce Prenses onu saraya alacak. Ama şimdilik çocuk evinde. Yohabed, İsrail’in Allah’ı için, Onu hatırlamak, sevip saymak ve İsrail halkına hizmet etmek için oğluna anlatabilir.
Vakıt geçti. Yohabed’de ne kadar avur gelse bile, o genede büyüdü ve çocuğunu saraya götürdü. Prenses, çocuğun adını Musa koydu, bunun anlamı: „Onu sudan ben çıkardım.” Musa, sarayda çok şeyler öğrendi: lazım asıl Prens olsun. Mısırlılar İsrail’in Allah'ını saymadıklarına ramen, Musa kendi Allah'ını unutmadı. Allah’ın kendisi bununla ilgilenirdi. Değilmi lazımdı Musa İsrail halkını Mısırdan çıkarsın!
Musa, kırk yaşını doldurdu. Onun istediği Allah’a hizmet etsin, asıl Yahudi olsun, değil Mısırın prensi. Musa, Mısır’da İsrail’in yaşamı ne kadar kötü olduğunu işitirdi ve çok acı duyardı.
Bir defa, Musa kasabadan çıktı. Kendi halkının işleri ne kadar avur olduğunu gördü. Her sefer çalışan yahudileri döven Mısır'lıya çok fazla öfkelendi. Ve Mısır’lıya yaklaştı ve baktı ki etrafında kimse yok, kötü angaryacıyı öldürüp kuma gömdü. Sonra saraya döndü.
Firavun, bu olayı öğrenince, Musa’ya çok öfkelendi ve onu öldürmek için buyurk verdi. Musa, beklemedi Firavun’un askerleri kendisini yakalasınlar. Hemen saraydan ayrılıp başka memlekete Midyan’a kaçtı.
1. Yahudilerin Mısır'da ne yapmaları lazımdı?
2. Firavun Yahudilerin çocuklarına nasıl davrandı?
3. Yohabed oğlunu nereye sakladı?
4. Sepetin içinde kim kaldı?
5. Çocuğu kim buldu?
6. Musa büyünce ne yaptı?
Zaman sonra, Musa Midiyan’a vardı ve bir pınarın yanında durdu. Aynı zamanda, pınara koyunlar yaklaştı. Onların peşinden yedi kız yürürdü. Onlar kızkardeş idiler, Yitro’nun kızları. Kızkardeşler, su çekmeye ve özel teknelere dökmeye başladılar. Koyunlar bu teknelerden su içiyorlardı.
Aynı anda, koyunlarınla başka çobanlar geldi, kızları çok sert kakıp, kendi sürülerini sulamaya başladılar. Musa bunu görünce, kızların tarafını tutup dedi: „Onlar birinci geldiler, birinci de onların koyunları içecek.” Çobanlar yabancı adamı görünce çok korktular ve pınardan koyunlarınla çekildiler. Tekneleri suyla doldurmak için, Musa kızlara yardım etti, onlar da çok çabuk hayvanlarını sulayıp gittiler.
Babaları onlara sordu: „Ne yaptınız da bukadar çabuk geldiniz.” Kızları karşılık verdi: „Bir Mısır’lı bize yardım etti.” Yitro: „Gidin onu eve getirin” diye buyurdu.
Musa Yitro’nun evine geldiği zaman, anlattı Mısır’ı bırakmak için sebep ne idi. Yitro Allah görevlisi idi ve Musa’yı da çok beyendi. Çünkü Allah’ına karşı sevgi duyardı. Bu yüzden Yitro ona teklif etti, onun evinde kalıp koyunları baksın. Musa razı geldi. İşte Prenslikten çoban oldu. Uzun zaman sonra, Musa Yitro’nun kızlarından biriyile evlendi, onun adı Tsipora idi ve zaman sonra iki çocukları da oldu.
Musa, Yitro’nun yanında, kırk sene koyunları otlattı. Musa, artık seksen yaşında idi. Bir defa koyunları otlatmak için, bir balkana gitti ve orada çilek çalılığı büyerdi. Birden bire, çallıkların biri tutuştu, ama nasıl lazımsa öyle yanmazdı. Ateş hiç tükenmiyordu, eşitli ve güzel şıllamaya devam ederdi. Musa düşündü: „ Bu çalı neden tükenmediğine bakacam.” İlerledi, ama birden bire ses duydu: „Musa! Musa!” „Burdayım” Karşılık verdi. Ses dedi: „Daha fazla yaklaşma. Ayağından çarıkları çıkar! Durduğun bu yer kutsaldır. Ben İbrahim’in, İshak’ın, Yakub’un allah’ıyım!” Musa çarıklarını çabuk çıkardı. Allah devam etti: „Mısır’da Firavun’a işlemek, İsrail’e ne kadar avur olduğunu gördüm ve İsrail’in çocuklarına yardım etmeye karar verdim. Musa, İsrail’ileri Mısırdan sen lazım çıkarasan. Ben sana yardım edecem.”
Musa Allah’a sordu: „Ben kimim ki, Firavu’na gideyim? Firavun beni dinlemek istemizse ne yapacam?” Allah ona karşılık verdi: „Korkma, Ben seninle olacam.” Ama Musa daha şhüpeli idi. O zaman Allah dedi: „Musa, asanı aşağa at!” Musa onu atınca, asa yılan oldu. Musa bunu görünce korkup fırladı, ama Allah ona buyurdu: „Yılanı kuyruğundan tut!” Musa korunarak yılana yaklaştı, onu kuyruğundan tuttu ve dakkasına asaya döndü. Musa’yı gönderen Allah'tır, İsrail’i ve Firavun’u inandırmak için mucize bu idi.
Allah ona daha bir şey yapmasını söyledi: „Musa, elini koltuğun altına koy ve yine çıkar.” Musa onu yaptı ve eli lepralı olduğunu gördü. Bu gösterme idi. Elini koltuğna koyup çıkarsın diye, Allah ona tekrar buyurdu. Bu sefer eli sağlamdı. Musa Firavun’la İsrail’e, bu ikinci mucizeği de gösterecek.
Allah ona izin verdi, daha bir mucize yapsın da hepsi inansın ki, onu gönderen Allahtır. „Irmaktan su al onu aşağa dök! Su kana dönecek.”
Ama Musa Mısır’a gitmeye korktuğu için, Allah’a sordu: „Ben güzel konuşmayı beceremiyorum. Belki başka birini gönderebilirsin?” Allah bunu duyunca hoşuna gitmedi ve Musa'ya dedi: „Senin agan Harun, sana yardım edecek.” Musa, daha fazla karşı gelemedi. Lazım Allah ona ne buyurduysa her şeği yapsın. İşte Böylece Musa Allah’ın görevlisi oldu.
1. Musa Yitro'nun yanında ne yapıyor?
2. Musa dağıda ne gördü?
3. Allah Musa'ya ne buyurdu?
4. Musa'nın elinle ne oldu?
5. Allah Musa'ya yardımcı olarak kimi verdi?
Musa, Allah’ın görevlisi olduğunu, Mısırdan İsrail’i çıkarmasına buyruk aldığını, karısına ve kâhin Yitro’ya anlattı. Musa, asasını, karısını, iki de çocuğunu alıp Mısır’a doğru çekildi. Aynı anda Agası Harun, Mısırdan çıktı ve karşılaştılar. İki kardeş görüştüklerinde çok sevindiler. Şimdi ikisi birlikte, Mısır’da olan kendi halkına dönecekler.
Musa, Mısıra geri dönmesini, Allah kendi halkını unutmadığını ve İsral’e yardım edeceğini, Harun’a anlattı. Hem de Harun’a gösterdi, nasıl asası yılana döndü ve eli hasta iken sağlam oldu. Musa, bu mucizelerle İsrail halkına Allah tarafından gönderildiğini gösterecekti.
Firavun’un yanına geldikleri zaman, Musa dedi: „İsrail’in Allah’ı istiyor, çölde bayramını kutlamak için, Onun halkını bırakasan.” Kötü Firavun’un karşılığı: „Kim bu Allah? Neden ben bu İsrail’in Allah’ını sesleyeyim? Ben bu Allah’ı tanımıyorum ve İsrail’i de bırakmayacam.” Firavun düşündü: „Demek İsrail halkı kendi bayramını kutlamak istiyor. Ben onlara gösterecem. Bütün İsrail halkından nefret ettim!” Firavun buyurdu, İsrail halkının işlerini daha fazla avurlaştırsınlar. İsrail halkı işleri daha avur olacağını işitince, dünyaları yıkıldı. Bütün bu işler için, Musa’yla Harun’u suçladılar. İnsanların laf gezdirmeleri: „Onlar Firavun’u kızdırdılar.”
Musa, akıl almak için, Allah’a dua etti, O da karşılık verdi: „Ben Firavun’u ve Mısırlıları cezalacağım. O zaman da Beni dinlemeyecekler. İsrail’i sade korkunç cezalarla bırakacaklar.” Firavu’na gitmeleri için, Musa'yla Harun’a yine buyruk verdi.
İki kardeş kralın yanına geldiklerinde, Musa Harun’a rica etti: „Firavun’un ayaklarına asamı at.” Harun bunu yaptı, ama ne oldu? Asa otalaklı yılana döndü. Firavun, aynısını yaptırmak için, onun bütün büyücülerini toplasınlar diye buyruk verdi. Bütün büyücüler saraya gelip asalarını Firavun’un ayaklarına attılar ve hepsi de yılan oldu. Ama Musa’nın yılanı, bütün yılanları yuttu. Bu da bir mucize idi. Harun yılanın kuyruğundan tuttu ve tekrar asa oldu. Firav’un bu mucizeye inanmak istemedi, İsrail’in Allah’ı ona ne dediğini bile duymak istemiyordu. Allah bunu gördü ve Musa’ya dedi: „Yarın, Firavun’un hergün gittiği ırmağa git. O geldiği zaman, ırmağın bütün sularını kana çevir! Bu birinci ceza olacak!”
Musa’yla Harun, ertesi sabah ırmağa gittiler. Biraz sonra Firavun hizmetçilerinle geldi. Harun Firavun’a, İsrail halkını bırakmak için, daha bir kere yalvardı, Firavun karşılık bile vermedi. Musa da asasıyla suya vurup ırmağın bütün suları kana döndü ve bütün balıklar da öldü.
Firavun, bütün büyücüleri çağırsınlar diye buyruk verdi. Hizmetçileri ırmağa yakın bir yeri derinleştirdiler, o da temiz suyla doldu. Firavun’un büyücüleri de asalarıyla suya vurdular, onlar da suları kana çevirdiler. Firavun düşündü: „İsrail’in Allah’ı yaptığı gibi, benim de büyücülerim aynısını yapabilir. Bu Allah her halde o kadar yüce değil. İsrail halkını brakmayacam.” Bu zamanın içinde, Mısır’ın bütün ırmakların suları kana döndü ve Mısırlılar temiz su bulmak için bütün hafta kazdılar. İnatçı Firavun, İsrail halkını yine bırakmak istemedi. Firavun İsrail halkını çöle brakmazdan önce, Allah Mısır’a lazımdı on tane korkunç bela getirsin.
Bir kaç günden sonra, Mısır’a bir çok miktarda kurbağalar meydana geldi. Onlardan her yerde vardı: suda, yerde ve evlerde. İnsanlar bir şey yapamazdılar. O zaman Firavun büyücüleri topladı, onlar da ona şöyle dediler: „Firavun, biz de bütün memleketi kurbalarla doldurabiliriz, ama değil onları kovabilelim, bunu sade Allah becerebilir!”
Firavun enezeye gelip, Musa’yı ve Harun’u çağırdı. Kardeşler geldiler, o da onlara dedi: „Mısır bu kurbalardan kurtulmak için, Allahınıza yalvarın, ben de İsrail hakını çöle gitmek için, bırakacam.” Musa Allah’a yalvardı ve bütün kurbağalar öldü. Bütün Mısır, ölü kurbağalarla örtülü idi. Firavun sözünü tutmadı, İsrail halkını da brakmadı. Allah, bütün bu olayları gördü ve Musa’ya şöyle buyurdu: „Harun asayle yerin tozuna vursun.” Harun bunu yapınca, yerin tozu sivirisineğe dönüp insanların hem de hayvanların üstüne kondular. Çok korkunç idi! Firavun’un büyücüleri yerin tozundan sivirisinek yapamayınca dediler, bunu sade Allah yapabiliyor. Bütün bu işlere rağamen, Firavun yine de İsrail’i brakmak istemedi.
Allah Musa’yla Harun’a buyurdu Firavun’a gidip şöyle desinler: „İsrail halkını brak, çünkü Allah bütün Mısır’ı yine cezalacak. Bu sefer kocaman bulutlar ve iğirenç atsinekleri gönderecek. Atsinekleri sadece İsrail’in yaşadığı yerde olmayacak.” Firavun, yine Musa’yı dinlemedi ve ertesi sabah, her yerde her çeşit atsinekleri uçuyorlardı, fırlıyorlardı ve yürüyorlardı. Firavun’un sarayında bile, onlardan kurtuluş yoktu.
Firavun, Musa’yla Harun’u çağırıp dedi: „Tamam, İsrail’e bayramını kutlamak için izin veriyorum, ama burada Mısır’da olsun!” Musa ve Harun razı gelmedi. Firavun, „Tamam” dedi, „İsrail’i brakacam, ama çok uzağa değil. Siz gene Allah’a yalvarın Mısır’ı atsineklerden kurtarsın.” İkisi Allah’a dua ettiler, atsinekleri de yok oldu. Firavun Musa’yı yine aldattı.
Mısır’ın başına yeni felaket geldi. İnekleri, koyunları, beygirleri ve bütün hayvanları hastalanıp ölmeye başladılar. Geşem’de İsrail’in yaşadığı yerde, bir hasta hayvan yoktu. Bütün bunlara rağmen inat ve kötü Firavun, yine de devletten İsrail’i brakmak istemedi.
Allah bilirdi ki, Firavun Onu dinlemek istemezdi. Ama Musa’yı ve Harun’u yine ona gönderdi. Bu sefer kardeşler kül taşıyordu. Allah onlara buyurdu bu külü, hem yukarı atsınlar hem de Firavun’un sarayına atsınlar. Musa ve Harun, Allah’ın buyruğunu yerine getirdiler. Sonra ne oldu? Kül, toza dönüştü ve bu toz bütün Mısır’a dağılıp Mısırlılara ve onların hayvanlarına yapıştı. Aynı anda insanların ve hayvanların bedenlerini yaralar örttü. Yaralar hem acıyordu hem de kaşınıyordu. İnsanlarla hayvanlar, rahat duramıyorlardı ne de oturuyorlardı: durmadağan kaşınıyorlardı. Yaraları o kadar ağrırdı ki, uyamazdılar. İsrail’i brakmak için, Firavun’u bu korkunç felaket bile razı ettiremedi.
Ertesi sabah, Musa’yla Harun, yine Firavun’la konuşmaya gitti. Onu uyarıp dediler: „Eger İsrail halkını, bayramlarını kutlayıp Allah’ına itağat etmeleri için çöle brakmasan, Allah Mısır’a daha çok felaketler gönderecek. Korkunç rüzgyar olacak, gökten kaya büyüklüğünde dolu düşecek. Bütün insanlara buyruk ver evlerinden dışarı çıkmasınlar, hayvanlarını ağıllardan çıkarmasınlar. Her kim sokakta bulunursa, doludan ölecek.”
Bir çok Mısır’lı, Musa’yla Harun’un sözlerine iman etti, hayvanlarını ağıllara topladılar, kendileri de evlerine saklandılar. Otlamak için, sadece Firavun’un hayvanları kırlıkta kaldı. Ve birazdan fırtına koptu, yamurla dolu yamaya başladı ve dışarda kalan herkes öldü. Dolu Mısır’da ki, bütün ağıçları ve bütün ekinleri çiğinedi. Sadece İsrail’in yaşadığı Göşen’de bir şey olmadı. Bu felaket de Firavun’un kararını değiştiremedi. O zaman, Mısır’ı kocaman çekirgeler bastı. Bütün ekini ve ağaçların yapraklarını yediler, Mısırlılar da yemeksiz kladı. İnsanlar korkunçtu: bütün devleti açlık bastı. Firavun iyine de Musa’yla Harun’u dinlemek istemiyor. Ancak Musanın duasından sonra, bütün çekirgeler öldüler. Allah onları denizde boğulttu.
Zaman sonra, Mısır’ın üzerine karanlık çöktü. Ne güneş ne ay ne de yıldızlar görünmezdi. İnsanlar evlerine bile toplanamazdılar, lazımdı karanlık onları nerede rastladıysa orada kalsınlar. Geşem’de İsrail’lilerin arasında gene güneş parlıyordu. Bu şaşılacak işti!
Mısır üç gün boyunca zifiri karanlıkta idi ve güneş yine meydana geldi. Bu sefer Musa, Firavun’un yanına yalnız gitti. Kral ona dedi: „İsrail’i çöle kendi bayramını kutlamak için, brakmaya razıyım. Sadece inekleri, koyunları ve başka hayvanları Mısır’da braksınlar.” Musa, bu teklife razı gelmedi. O istiyor onlara bütün ayit olan hayvanlar onlarla beraber gitsin. Bu Firavun’un hoşuna gitmeyip dedi: „Git ve hiç bir dayim yanıma gelme.” Musa şöyle karşılık verdi: „Ben gidecem ve bir daha senin yanına gelmiyecem ama, şimdi Allah’ın Mısır’a göndereceği onuncu ve en korkunç cezasını sana bildireğim. Akşamlayın Allah her bir Mısır’lı aylelerden, ilk doğanları öldürecek ve senin de en büyük oğlun ölecek. Mısır’da bütün hayvanların ilk doğanları bile ölecek.”
Firavun Musa’nın sözlerini duyunca çok korktu. Ama artık geç oldu... Bu cezanın önüne geçilemez!
Musa oradan öfkeli çıktı ve Goşem’de İsrail’iler ne yapmalarını söylemek için gitti. Mısır’ın üzerine karanlık indi.
1. Musa ile Harun ne için Allah'a yalvardılar?
2. Mısır'a felaketlerin gelmesini hatırlıyormusun?
3. Allah Mısırlıları neden cezaladı?
4. Allah en sonunda hangi korkunç belâyı gönderdi?
Çıkış kitapçığının 12 bölümü
Mısır’da derin karınlık idi, ama İsrail’iler uyumazdı. Bir çok Mısır’lı da uyumuyordu. Bu akşam korkunç bir şeyler olacak: Musa, Firavun’a demişti ya hani Mısırlıların her bir hanesinde ilk doğanlar ölecek? Mısırlılar hep umut ederdiler ki, hiç bir şey olmayacak, ama Musa önceden neyi bildirdiyse her şey oldu...
Goşem’de her bir ayle birer kuzu kesti. Anaları etleri pişiriyorlardı ve pideleri de yapıp sofraları kuruyolardı. O gün, İsrail’lilere buyruldu bayram (Fısıh) geçmek demek. Her bir hanede babalar boğazlanmış kuzuların kanlarını bir kadehe toplayıp, kapının dış tarafına sürdüler. Musa onlara böyle yapmalarını buyurdu. O İsrail’lilere dedi: „Bu akşam, Mısır’ın üzerine Allah’ın meleği inecek. O, ev ev gezecek ve hangi kapıda kan yoksa, orada ilk doğanı öldürecek. Nerede kan görürse oradan geçecek.”
Bu günlerde paskalyayı kutlarken, İsa Mesihi hatırlıyoruz. İsa Mesih insanların bütün günahlarını üzerine aldı ve Onu çarmıha gerdiler. Paskalyada gene dirildi. Eğer sen İsa Mesih’e iman edersen, aynı öyle kurtulacan.
(Allah Musa’ya buyurdu, kuzu alsınlar ve onun kanını kapıya sürsüner, o evde kurtuluş olsun. Bu İsrail’ halkına kurtuluş günü idi. İsrail’ halkı bunu iyi anlasın diğe, Allah bunu yaptı. Ama aslısı İsa Mesihtir! O bütün dünyaya kurtuluş getirdi. İncil-i Şerif’de görüyoruz, Yahya ne diyor: „İşte dünyanın günahını kaldıran Tanrı kuzusu. Bu sefer kuzuyu veren biz değil, Allah’ın kendisi veriyor. Yahya, İsa Mesih için bas etti. İsa Mesih, bütün insanlar için son kurban oldu. Onun kanında da kurtuluş var. Ona iman eden kurtulucak).
Musa, o akşam kendi halkına söyledi: „Yemek hazır olduğunda hemen çekiliyoruz. Hayvanlarınızı da malınızı mülkünüzü de sizinle birlikte alın. Bu sefer bizi Mısırdan bırakmak için, Allah’ın kendisi Firavun’la uğraşacak!”
Mısırlıların bağırmaları ve ağlamaları her yerde duyulmaya başladı. Mısır’lıların hanelerini büyük açı sardı: her bir aylede ilk doğanlar öldü. Melek, Bütün hayvanların ilk doğanlarını bile bağışlamadı. Musa her ne dediyse, her şey yerine geldi. İsrail’in Allah’ı, Mısırlıları ve onların kralını bile cezaladı. Aynı akşam Firavun’un en büyük çocuğu da öldü.
Mısır’lılar şaşkınlık içinde Goşem’e koştular ve bağırmay başladılar: „İstediğiniz her şeyi alın ve buradan gidin! Firavun Mısırdan gitmenize izin verdi. Gidin kendi Allah’ınıza dua edin ve bizim için de dua edin bizi daha fazla cezalamasın!”
İsrail’liler altından, gümüşten, çeşitli nakışlı şeyler aldılar. Mısırlılar da onlara çok güzel giyiseler verdi. Yahudiler, şimdiye kadar hiç bir zaman böyle zengin olmamışlar. Mısırlılar gene, İsrail’liler onların devletinden çıkıyor diye seviniyorlardı.
O akşamdan sonra, İsrail’ halkı Goşem’den ayrıldı. İnsanlar, uzun bir sıra yaptılar. Küçük çocukları analar taşığırdı, büyükler gene onların yanında yürürdüler. Musa’yla Harun, en önde idiler. Musa, asasını tutardı. Allah kendi halkına bakardı. Musa, halkını çıkaracağına ve uzak bir devlete Kenan’a gideceğine, Allah söz verdiğini yerine getirdi. Ama bu, çok çok zaman sonra olacak.
1. Yahudilerin nasıl bir bayramı vardı?
2. Musa kuzuların kanlarınla ne yapılmasını buyurdu?
3. Bu akşam Mısırlılar neden ağlıyordu?
4. Mısırlılar Göşem'e kuşurken ne bağrıyorlardı?
5. Yahudiler Mısırlılardan ne aldılar?
Yahudilerin yolculuğundan çok günler geçti. Allah’da onlarla birlikte yürüyordu. Herkes Onu görebilirdi ve küçük çocuklar bile. Bütün zamanın içinde onların başlarının üzerinde bir bulut gezerdi: onlarla gezen Allah’ın kendisi idi. Bu bulut akşam üstü ne kadar karanlık olsa bile, ışık saçardı ve halk ileri yürüyebilirdi. Allah kendi halkını düşünüyordu.
Goşem ığısıs kaldı. Mısır’da artık Yahudiler yok ve Mısırlılarla Firavun’a da yok kim işlesin. Firavun, İsrail halkını braktığına çok üzülürdü. Ve karar verdi Yahudi halkını tekrar geri çevirsin. Askerlerini çabuk toplayıp savaş arabalarını azırlasınlar diye buyurdu.
Firavun’un savaş arabası azır oldu. „Daha çabuk daha çabuk Yahudilerin peşine düşelim” askerlerini kışkıttırırdı. Askerler de savaş arabalarına fırlayıp Firavun’la birilikte Yahudiler’in peşine düştüler. Firavun kendi kendine dedi: „Bu Yahudiler ne kadar da sersem bir halk, doğrudan kızıl denizine gidiyorlar, biraz sonra yok nereye kaçsınlar. Sanra da bütün hayvanlarla ve çocuklarla kızıl denizini yüzsünler bu olamaz. Onları tutacayız ve Goşeme geri götüreceğiz.”
Yahudiler görünce Firav’un ve onun askerleri onların peşinde, çok korktular! Yok nereye saklansınlar: onların önünde sadece deniz var. Onlar düşündüler: „Mısırlılar bizi kovalayıp öldürecekler!” Yahudiler öfkelenip Musa’nın üstüne fırladılar: „Biz burda mı lazım ölelim? O zaman, daha iyi olacaktı bizi Mısır’dan çıkarmaydın!” Musa onları sakinleştirdi: „Korkmayın! Allah bizi düşünecek.”
Allah Musa’ya dedi, halk lazım ileri yürüsün. Ama onların önünde deniz idi... Allah Musa’ya buyurdu: „Asayla suya vur! Su nasıl çekilip yol açılacağını göreceksin. Mısırlılar arkanızda olup, onlar da bu yolu tutacaklar, ama Ben onları durduracam!”
karanlık çöktü. Allah yeni mucize yarattı: ışık saçan bulut hanı, Yahudilerin arkasından gelirdi, şimdiyise onların üstüne geçti. Mısırlıların yolu kapkaranlık idi, ama Allah İsrail’in yoluna ışık saçtı. Yahudiler, önlerinde ne var diye çok güzel görüyorlardı, Mısırlıları gene aynı vakıtta koyu karanlık sardı.
Başka bir mucize daha oldu: Musa, asasıyla suya vurdu, su kendini çekti yol meydana geldi. Yahudiler, öbür taraftan çok hızla geçmeye başladılar. sağıdan ve soldan sular duvar gibi duruyordu. Allah, Yahudilerin üstüne boşalmasın ve onları batırmasın uğraşırdı.
Ya Mısırlılar? Onlar, önlerinde ışık saçan bulutu görürdüler ve Yahudiler denizi geçmeye başladıladıkrını da gördükleri zaman. Hemen Mısırlalar karanlıkta beygirlerine dört nal kaldırarak, onların peşlerine düştüler. Beygirleri, ayrılmış olan denizin yoluna, basardı. Ama çok yavaş giderdiler, çünkü etrafları bütün karanlık idi. Bu zamanın içinde, Bütün Yahudiler öbür tarafa geçtiler.
Onlar kedersiz kusursuz öbür kıyıya geçenekadar, sabah oldu ve güneş parladı. Mısırlılar, gökte ışık saçan bulutu görürüyorlardı ve ondan çok korkuyorlardı. Güneşin ışığından, yolun iki tarafında duvar gibi duran sular meydana çıktı. Savaş arabaları slak kuma batmaya başladı. Ve hemen endişelenmeye başladılar. „Allah Yahudilere yardım ediyor! Kurtaralım kendimizi!” Artık çok geç oldu. Allah Musa’ay buyurdu daha bir defağa suya vursun ve aynı anda sular Firavun’la askerlerinin üstüne boşaldı. Bütün Mısırlılar ve onların beygirleri kızıl denizde boğuldular.
Yahudiler, öbür kıyıdan düşmanları olan Mısırlıların nasıl battıklarını gördüler. Allah İsrail’ halkını kurtardı! İnsanlar anladılar ki, onlara yardım eden Allah’tır ve Musa sahiden de, Onun hizmetçisi dir. Yahudiler, Musayla birlikte Allah’ın şerefine bir ilahi söylediler, onları denizden geçirdi, Firavun’u ve onun askerlerini boğulturdu diye. Kadınlar, Musanın ve Harun’un ablası Meryam ile birlikte ilahi söylerdiler hem de oynardılar. Yahudilerin sevgisi sonsuzdu!
1. Yahudiler Göşemi terk ederken, Firavun ne yaptı?
2. Yahudilerin yoluna ne engel oldu?
3. İnsanlar Musa'ya nasıl bağrıyorlardı?
4. Allah Yahudileri öbür kenara nasıl geçirdi?
5. Mısırlılarla ne oldu?
6. Yahudiler neye iman ettiler?
Yahudiler, güneşin kurutup yakmış olduğu çölde, uzun yürüdüler. Dehşetli sıcaktan yoruldular. İnsanlar ve hayvanlar çok susadılar, ama su, hiç bir yerde yoktu. Birden bire, ağıçlar gördüler. Nerede ağıç varsa, orada su da var! Ezilmiş insanlar acele acele ilerlediler. Ağıçların altında sahiden de su buldular. Onlar eğilip içmeye başladılar... Ama ne yazık ki, su çok acı idi ve onu ağızlarından attılar.
O zaman herkes Musa’ya koşup bağırmaya başladı: „Ne içeceğiz?” Musa, ne yapsınlar diye dönüp Allah’a sordu. Allah da Musa’ya cevap verdi: „Bir dal al, onu suya at!” Musa aynısını yaptı: dakkada su tatlı ve lezetli oldu. Şimdi herkez kana kana içebilir ve hayvanları da sulayabilir. İnsanlar ne kadar homurdandıysalar da, Allah halkına gene de yardım etti.
Yahudiler adımlarını ileri gitmek için, avur atmaya başladılar. Yolculukları zordu: çocuklar dinlenmek için çok sık dururdu, hayvanlar da hızlı yürüyemiyordu. Bütün zamanda, bulut onlarla birlikte idi: Allah, kendi halkını bırakmıyordu. İnsanlar en sonunda dinlenmek için, harika bir yer buldular. Orada on iki pınar vardı ve yetmiş tane yuksek palmiye ağıcı büyüyordu. Yahudiler Mısırdan getirdikleri çadırları, gölgeye gerip yattılar. Sabah, yine yolculuğa çekildiler.
Vakıt geçti, kendilerinle getirdikleri ekmekler bitti. Dargın ve korkuyla dolu olan insanlar, Musa’ya gidip dediler: „Mısır’da kalmış olsaydık daha iyi olurdu. Orada yeterince yemek vardı, ama şimdi açlıktan öleceğiz!” Musa, bu azarlamaları duyunca çok kırıldı. Onlara şöyle karşılık verdi: „Siz beni değil, Allah’ı azarlıyorsunuz. O gene sizin için uğraşıyor!”
Onlar, bunları hak etmediklerine rağamen, Allah, Yahudileri de, Musa’ya öfkelenenleri de unutmadı. Birden bire, İsrail’lilerin çadırlarının yanlarına bir bölük bıldırcın kondu. İnsanlar onları ellerle tutuyorlardı. Tutulan bıldırcınları pişirip yediler.
Ertesi sabah, çadırların etrafındaki yer küçücük buğudayla örtülü idi. Ve Musa dedi: „Bu buğuday, yenilebilir. Allah’ın verdiği manna, ekmektir.” Yahudiler bu mannadan toplayıp lezetli ekmek pişirdiler. Aftanın içinde altı gün manna toplayıp ondan ekmek pişirirdiler, yedinci gün cumaertesi için, önceki mannadan saklardılar. Bu manna, Yahudilere kenan’a kadar yetecek.
İsrail’liler, yüksek daya Sina’ya yaklaştılar. Çok zaman önce aynı dağada, Musa yanan çalı görmüştü. Allah, Musa’yla ateşin içinden konuşmuştu ve ona halkı bu daya getirsin diye buyurmuştu.
En sonunda İsrail’liler Sina’ya geldiler, ama hiç de sevinçli değildiler: suları yine bitti ve yine Musa’ya darılıp şöyle bağırdılar: „Sen ve senin agan Harun, suyu siz lazım düşüneseniz! Buraya siz bizi götürdünüz!” Onlar, tekrar inanmadılar Musa Allah’ın hizmetçisidir diye.
Musa, insanların öfkeli bağırışlarını duyunca, dua etmeye başladı. O zaman, Allah ona dedi: „Dağa bin, elindeki asayla taşlara vur, oradan su çıkacak.” Musa, dağaya kendisiyle beraber en yaşlı Yahudileri aldı. Asayla taşlara Vurdu ve oradan su fışkırmaya başladı. İnsanlar Musa’yla beraber oraya gelip bunu gözlerinle gördüler. Su, aşaya akmaya başlayıp kendine yol açtı. Erkekler, kadınlar, çocuklar, içebiliyorlar ve hayvanları da sulayabiliyorlardı.
Allah, böyle şaşılacak iş yarattı. O, kendi halkına yardım etmek istiyor. İnsanlar aynı dakkada bile, Allah’tan memnunluk getirmediler, bu Onu çok üzerdi.
1. Suyun tatlı olması için Musa ne yaptı?
2. Halk Allah'tan nasıl et aldı?
3. Yahudilerin topladıkları ve yedikleri kırıntılara ne deniliyordu?
4. Allah kayalıktan suyu nasıl bıraktı?
İsrail’liler, Sina dağanın eteğinde çok uzun yaşadılar. Bütün zamanın içinde, bulut Sina dağanın tepesinde idi: Allah kendi halkı için tetikte idi.
Bir defa, sabah daha hava henüz açılırken, Musa herkese dağaya gidiyor diye bildirdi. Yahudiler, en güzel giyisilerle Musa’yı giğidirdiler – değilmi Allah’la konuşacak! Birden bire buluttan bir alev peyda oldu. İnsanlar çok korktular, aynı anda, Allah’ın sesini duydular. Onun konuştuklarını herkes anladı. İnsanlar Ona nasıl lazım hizmet etsin diye Allah konuştu, O zaman, Allah neler söylediğise, biz bunlara diyoruz Kanun ya da Allah’ın On emri.
Allah’ı ve etrafında olan insanları sevmelisin – bu Allah’ın on emrinde söyleniyor. Allah İsrail’lilere böyle buyurdu, ama sen ve bütün kalmış olan çocuklar, yaşlılar, aynısını yapın. Allah kendi emirlerinde ne buyurmuşsa, çocuklar ve büyükler bunu yapmadıkları için, Allah onları cezalıyor. Ama O, merhametli günahlarımızı bağışlıyor. İsa Mesih, günahlarımız için çarmıhta öldü.
Allah İsrail’lilere her şeği anlatıktan sonra, Musa’yla hizmetçisi dağa çekildiler. Onlar çok yükseğe bindiler ve bulutun kendisine yetiştiler. Hizmetçi orada kaldı, daha öteye Musa yalnız devam etti. Musa Allah’la kırk gün konuştu. O, Allah’ın sözlerini çok dikkatle seslerdi. Musa Allah’tan işitti ki, insanların bir tapınak yapmaları lazım, sade tek bir odayla. Bu odaya sandık koyulması lazım, onun içi ve dışı altınla kaplansın, onun üstüne iki melek biçiminde altından yapılıp koyulsun. Tapınağın önüne güzel bir kurban yeri yapılsın, nerede Allah’a kurbanlarını sunsunlar. Allah Musa’ya şöyle dedi: „Harun ve onun çocukları orada Allah görevlileri olacaklar.”
Sonra Allah, iki tane güzel taştan tabela aldı, onların üzerine on emri yazıp, aşağa insanlara götürülsül diye, Musa’ya verdi. Musa, Allah’la konuşmasından sonra, hizmetçisi onu beklediği yere döndü ve birlikte dağadan indiler. Musa, Allah’ın ona verdiği tabelaları taşığırdı ve bütün zamanın içide Allah’ın sözlerini düşünürdü. Musyala hizmetçisi, ne kadar aşğa inirseler İsrail’lilerin kampından okadar hızlı nağara ve gürültü işitirdiler. Musa aşağada ne olduğunu anlayamazdı: değilmi o kırk gün yoktu.
Musa dağa bindikten bir kaç gün sonra, Yahudiler kendi kendilerine dediler: „O, artık bir daha yanımıza gelmeyecek” ve çok kortular. Hemen Harun’a gidip yalvardılar: „Bize bir tanrı yap onu görelim!” Harun şöyle karşılık verdi: „Allah, kendi kanununda bize yasak etti, Onun süretini yapalım ve ne de böyle yapılmış şeylere kurban keselim.” Ama Harun’un sözlerini bile duymak istemediler. Bağrıp mecbur ettiler. Korkmuş olan Harun onlara dedi: „Tamam, bana altın getirin ve ben de ondan size Allah yapacam.”
Yahudiler, kadınlarından ve kızlarından altın takılarını toplayıp, Harun’a götürdüler. O da, bu altınlardan, bir dana yaptı. İsrail’liler çok sevinçli idiler, düşündüler ki, gözlerinin önünde, altından yapılma o dana, onların tanrıları imiş. Dananın etrafında,İnsanlar ilahi söylemeye ve oynamaya başladılar.
Musa, daha dağın tepesinde iken, halkın nağarasını duydu, insanların da altından olan dananın etrafında oynadığını görünce, çok öfkelendi. O da sinirle, Allah’ın tablolara yazmış olduğu on emirini, aşağa attıp, kıyımcık kıyımcık oldu. Musa dağadan çabuk inip Harun’un yanına gitti. Harun ona anlattı, bu kırk günün içinde neler oldu. Yahudilere altından bir dana yaptı ve bu uygun olmadığını biliyordu.
Musa her şeği dinledikten sonra, altından danaya yaklaşıp onu kırdı. Halk gene cezalı idi: aynı günde, Sina dağanın eteğinde çok insan öldü. Allah izin vermiyor Ona gülümsesinler! Allah Musaya şöyle dedi: „Ben sizinle gitmeyecem, sadece bir melek gönderecem.”
Musa bunu duyunca, ne kadar çok üzüldü! Bütün insanlar da çok üzüldüler! Onları büyük kağar aldı ve yan yana oturdular. Biri birilerine sordular: „Neyçin bukadar budala ve itatsızdık?” Allah, halkı bırakmamak için, Musa Ona yalvarmaya başladı: „Allah’ım, sensiz daha ileri gidemeyiz. Bu sefer de bize bağışla!” Allah da onlara bağışladı.
Musa, Allah’tan yeni tabela on emirlerle yazılı olarak alsın diye, dağaya bindi. Ne zaman döndüğüse, insanları işlerken rastladı: onlar tapınağı yapardılar. Büyük tapınak için, Kadınlar nakışlı örtüler dokuğurdular, erkekler altından ve gümüşten sunak için sandık yapardılar. Zaman sonra, tapınak hazırdı. Harun ve oğluları Allah’a kurban sundular, insanlar da tapınak için büyük bayram kurdular.
Daha öteye yürümek için, vakıt geldi. Allah, halkına uzak yerde bulunan Kenan’a gitmek için, buyruk verdi.
1. Allah halka ne anlatıyordu?
2. Musa Allah'tan ne karşılık aldı?
3. Harun halk için ne yaptı?
4. İsrail'in nasıl inşat etmesi lazımdı?
5. Şamdanda ne vardı?
Yahudiler, Allah’tan her gün manna alırdılar, onunla da ekmek pişirirdiler. Her şeye ramen, gene de memnunluk getirmezdiler: et ve balık isterdiler. Yahudiler yine Musa’ya gidip bağırmaya başladılar. „Bizi Mısırdan neden çıkardın? Orada ne kadar istersek okadar da et ve balık yerdik. Artık man ekemği istemiyoruz.” Musa bunu duyunca çok darıldı ve Allah da aynı. Ve Allah, Musa’ya şöyle dedi: „İnsanlara de ki, yarın ne kadar isterseler okadar et olacak. Ve okadar çok olacak ki, birkerekte onu yeğemezler.” O zaman Musa Allah’a sordu: „Bizim koyunlarımızı ve ineklerimizi kesmemiz lazım mı?” Allah dedi:”Hayır, hayvanlarınızı kesmeyin. İnsanlar için, eti Ben düçünecem.”
Ertesi gün Allah, hızlı rüzgyar gönderdi, kampta bıldırcınlar uçmaya başladı. İnsanlar onları elle tutabilirdiler. Şimdi onlarda istedikleri kadar et oldu. İnsanlar, etlerin kaynamasını ve pişmesini bekleyemeğip bıldırcınları çiyi çiyi yemeye başladılar. Allah bunu beyenmedi. Ve İsrail’lileri cezalamaya karar verdi. Aynı günde çok kişiler öldü. İnsanların başlarına gelmiş olan felaketten kendileri suçludur.
İşte, Yahudiler en sonunda Kenan’a vardılar. Ve oraya gitmek için, Musa on iki kuvvetli erkek çağırıp onlara buyurdu: oraya gidip asker varmı, kasaba nasıl korunuyor, kırlıkta buğday çok mu diye araştırsınlar.
On iki erkek gizlenerek yabancı yere çekildiler. Onların aralarında, Musa’nın yardımcısı Yeşu ve onun arkadaşı Kalev de idi. Musa ve bütün halk casuzların dönüşünü beklerdiler. Bir kısa zaman sonra, kocaman salkım üzümlerle dolu olarak getirdiler. Bu salkım da, ne kadar ağırdı. Erkeklerin üzüntüsünü herkes farketti. Musa onlara ne gördüklerini sordu. Onlar da, Kenan ne kadar güzel bir ülke olduğunu anlattılar. Orada, çok büyük üzümler büyüor, Yahudilere göstermek için, bir salkım getirdiler. Bu ülkede, daha çok çeşitli meyve büyüyor. Bu ülkede kasabalar çok iyi korunuyor ve kalın duvarlarla sarılı. Kenan’da çok kuvvetli erkekler ve dev adamlar yaşıyor.
Casuzlar Musa’yla Harun’a akıl veriyorlar, Kenan’a İsrail halkıyla girmesinler- bu ülke hiç bir zaman alınamaz, çünkü çok asker var. Onlardan sadece Kalev dedi: „Biz lazım Kenan’a gidelim.” O inanırdı ki, Allah kendi halkına yardım edecek ve Yeşu da ona katıldı. Onun kendisi de inanırdı ki, Allah’ın yardımıyla Kenan’ın vatandaşlarını yenecekler. Kalan kişiler düşünürdüler, kuvvetli Kenan’lılar onları öldürecekler. Bu insanlar yine unuttular ki, Allah onlara yardım ediyor. Musa’ya ve Harun’a bağırmaya başladılar: „Neden bizi Mısırdan çıkardınız? Şimdi bizim karılarımız ve çocuklarımız yabancı ülkede mi ölsünler! Biz geri dönmek istiyoruz!”
Musa’yla Harun, çok fazla üzüldüler. Yeşu ve kalev, Allah’ın yardımına inanılsın diye, aynı düşüncede idiler. Onlar kampı gezerek, Kenan’ın ne kadar güzel olduğunu anlattılar. Ve halka söylediler: „Allah bize bu yeri verecek, Onun yardımına siz de lazım inanasınız.” Ama kimse onları dinlemedi. İnsanlar kayaları kapıp Yeşu ile Kalev’e atmaya başladılar. Ansızdan Allah bulutla tapınağan üzerine indi ve Musa’ya konuştu: „Ben bütün insanları cezalacam.” Musa Ona yalvardı: „Bunu yapma!”
Allah Musa’yı dinledi ve bütün halkı, ağır cazalamaktan vazgeçti. Ama, bütün Yahudilere yeniden çöle dönmelerini buyurdu. Çok yıllar lazım çölde gezsinler.Ve Allah dedi: „Kim Bana inanmadı, onların hepsi çölde ölecekler. Sadece onların çocukları Kenan’ı görecekler. Sizden yalnızca Yeşu’yla Kalev Kenan’a girecek, çünkü onlar Bana inandı.”
İnsanlar Allah’ın dediklerini duydular ve çok kederlendiler. Eger Onu seslemiş olsaydılar herkes Kenan’a ereceydi, ama onlar seslemedikleri için, sadece onların çocukları bu ülkeye girecekler.
Yahudiler de dediler: „Daha şimdi Kenan’a çekilip savaşacayız.” Musa onlara çok yalvardı bunu yapmasınlar. Çünkü Allah onlarla yok ve başlarının üzerinde bulut da yoktu.
İnsanlar yine de Musa’yı seslemediler. Önce Kenan’lılardan korkardılar, şimdi gene savaşmak için istekten yanırdılar. Tapınakta sadece Musa, Harun, Yeşu ve Kalev kaldı. Musa onları uyardığı gibi her şey öyle oldu. Yahudilerden çok az kişiler tapınağa geri döndü. Kuvvetli kenanlılar İsrail’lileri yendiler. Aynı günde çok erkek öldü. Kahırları kampa yerleşti. Kadınlar kocaları için ağlardılar, çocukları bile ağlardı: Onların babaları artık geri gelmeyecek. Sağa kalan
İsrail’liler lazımdı yine çöle çekilsinler.
1. İsrailliler kuşların etlerine ne yaptılar?
2. On iki casuz Harandan ne götürdüler?
3. Harana gitmekten kim korkmuyordu?
4. Yahudileri nasıl bir ceza bekliyordu?
5. Yahudiler ne yapacaklarına ne karar verdiler?
İsrail halkı kırk sene boyunca, çölde dolaştı. Allah’ın sözüne inanmadıkları için, öldüler. Musa’yla Harun da, yaşayanların arasında değildi. Artık halkın önderi Yeşu olmuştu ve Allah da onunla idi. İsrail halkı ülkenin vatandaşlarını yenmek için, yeniden Kenan’a doğru çekildi. Allah ona yardım edecek.
Ama halk lazımdı önce Şeriya ırmağını geçsin. Irmağın öbür kıyısında Kenan diyarı başlıyordu. Kampta, İsrail’liler sevinçli idiler. Fakat Kenan halkı ne kadar kuvvetli olduğunu bilmiyorlardı, sadece Yeşu biliyordu – değilmi çok önceden o Kenan’ı görmüştü. Bunun için, Şeriyanın öteki tarafına geçmezden önce, öğrenmek isterdi, Eriha kasabası nasıl desteklenirdi. Çünkü Yahudilerin yolunda duran birinci kasaba idi.
Yeşu iki kişi gönderdi. Onlar da lazım ırmağı yüzerek geçsinler, hiç kimse görmedeğen gizlice kasabaya girmeleri lazımdı. İki Yahudi Eriha’ya erdi. Onun duvarları ne kadar da kalındı! Casuzlar sessizce onun büyük dış kapısından kasabaya girdiler, askerler onları anlamıyacaklarını umut ederdiler. Razgele çok karanlık idi sokaklarda da çok az insan vardı. Askerler iki yabancının kasabaya nasıl girdiklerini gördüler. Onlar saraya kralın yanına gidip her şeği anlattılar.
Kral, iki Yahudi’nin ne için geldiklerini biliyordu. „Onlar, bizim kasabamız nasıl desteklendiğini görmek istiyorlar. Dış kapısını kapatın! Yabancıların kaçması İyi değil. Onları bulun ve bana getirin!” diye kral buyurdu. Askerler, Yahudilerın Rahav’ın evine daldıklarını gördüler. Onun evi, Erihanın duvarına yapışıktı – bu duvarlar çok kalındı. Askerler, beygirlerini koşup Rahav’ın evine doğru çekildiler. Kasabaya çok kişi, iş için gelmiş olanlar, onun evinde gecelemeye kalırdılar. İsrail’liler de oraya gittiler. Rahav kapıyı açınca, onların kim olduklarını anladı. Allah İsrail’lilere ne kadar yardım etiğini bilirdi ve iki yabancıyı evine ustalıkla sakladı. Yatmak için onları çatıya koydu ve kimse onları bulamasın diye üstlerine saman koydu.
Hangi biri, birden bire kapıyı kaktı. Rahav açınca, askerleri gördü. „İki İsrail’liği buraya götür” dediler. Rahav karşılık verdi: „Onlar benim evimde idiler ama gittiler. Acele edin, Eriha ırmağına doğru yolda onları erebilirsiniz!” Rahav, Yahudileri kurtarmak için, askerleri aldattı. Askerler ona inandılar ve beygirlerine dört nal kaldırarak, Eriha’ya doğru çekildiler. Bütün gece aradılar, elbette bulamadılar.
Askerler çekilince, Rahav çatıya binip Yahudilere dedi: „Bizim ülkeği Allah size vereceğini biliyorum. Biz, hepimiz bunu biliyoruz ve çok korkuyoruz. Sizin Allah’ınız yerin ve gökün Allahı, ben de Ona hizmet etmek istiyorum.” Rahav Yahudiler kasabaya girdikleri zaman onu öldürmesinler diye yalvardı.
İki erkek ona inanıp dediler: „Biz gidiyoruz, askerler her an gelebilir ve bizi bulurlar.” Rahav yine onlara yardım etti. Bir uzun ve kırmızı ip buldu, onu evinin penceresine bağlayıp dedi: „Daha şevik, ipten aşağa inin!” Yahudiler karşılık verdi: „Tamam, ama bırakındıktan sonra, ipi pencerede bırak. Bizim Allah’ımıza inadığını biz de bileceğiz ve kasabaya girdiğimizde seni öldürmeyeceğiz.”
Casuzlar ipten çabuk inip, hiç anlaşılmadağan Eriha’dan çıktılar. Ama Eriha’ya kestirme yoldan gitmediler, çünkü askleri karşılamaktan korkuyorlardı. Dolanmaya mecbur oldular, ırmağa üç günden sonra geldiler.
Kamptaki insanlar iki kurajlıyı gördüklerinde, çok sevindiler. Onlar, Yeşu’ya her şeği anlattılar. Yeşu, artık kasabanın nasıl desteklendiğini biliyordu ve Allah onlara yardım ediyor. Değilmi Allah bu iki Yahudi’ği yabancı ülkeden kurtardıydı? Casuzlar Rahav için ve onun evinde pencerede duran kırmızı ipten için anlatmaya unutmadılar. Bu kadının öldürülmemesi için yalvardılar, Yeşu da onlara söz verdi.
1. Yeşu iki Yahudiye ne buyurdu?
2. Duvara yapışık olan kadının adı ne idi?
3. O iki Yahudiği nereye sakladı?
4. Rahav neye iman ederdi?
5. Casuzlar kasabadan nasıl çıktılar?
6. Rahav pencereye ne bağlayacaktı?
Yahudiler’in kampında kargaşalık çıktı. İnsanlar varını yoğunu topladılar, çadırlarını katladılar, hayvanlarını bağladılar. Allah görevlileri, antlaşma sandığını hazırladılar. Yeşu, her şey sırada mıdır diye baktı. „Bu gün Şerya’yı geçeceğiz, Allah bize yardım edceğini göreceyniz” dedi.
Yol için, her şey hazır oldu. Allah’ın onlara verceği yere geliyorlar diye, halk sevinirdi. Allah görevlileri antlaşma sandığıyla ilerde yürürdüler, arkada olanlar da saygıyla yürürdüler. İsrail’liler, uzun yolculuktan sonra, Eriha ırmağına yetiştiler. Kenan ülkesi, öteki kıyıda başlıyordu.
Antlaşma sandığını taşıyan Allah görevlileri, ırmağın suyuna ayak attılar. Irmak çok derindi, akıntısı da çok hızlı idi. İnsanlar karşıda ki kıyıya geçemiyorlardı: boğulmasınlar diye korkuyorlardı.
Aynı zamanda şaşılacak bir iş oldu. Yükardan gelen akıntı bir anda durdu ve Allah görevlilerilerin ayaklarının altına kuru pıtika çıktı. Allah görevlileri onun izinden yürümeye başladılar, ırmağın yarısına kadar gelince durdular. Ve bütün Yahudiler onları dolanarak ırmakdan geçirdiler. Yahudiler, ırmağın karşısına geçtiklerinde, Allah görevlileri de onların yanına çıktılar. O zaman, ırmağın akıntısı tekrar akmaya başlayıp o kuru pıtikayı örtü. İnsanlar anladılar ki, İsrail’in Allah’ı kudretli Allah, bu mucizeği yapmak için, kimsede böyle kuvvet yok.
Sonra, Yahudiler fısıh bayramını kutlardılar. Fısıh kuzularını kesip pişirirdiler. Kadınlar gene ekmek pişiriyorlardı, ama bu sefer Allah’ın onlara gönderdiği manna ekmeği değil, Kenan topraklarından topladıkları ekinden. Çölde, dörtüyüz sene karnılarını doyuran man ekmeği, artık yere düşmez oldu.
Fısıh bayramından sonra, Yeşu Eriha’ya doğru çekildi. Birden bire yanında bir adam gördü. Yeşu korkup sordu: „Sen kimsin dost mu düşman mı?” O gene Allah idi! Yeşu, Onun önünde dizlerinin üstüne düşüp sordu: „Bana ne söylemek istiyorsun?” Allah da dedi: „Çarıklarını ayaklarından çıkar, çünkü bastığın yer kutsaldır.” Yeşu sevinçli idi, Allah ondan ne istediğise yaptı. Artık kesin bilirdi ki, Allah ona Kenan halkıyla savaşmak için, yardım edecek.
1. İsrailliler nereye doğru çekildiler?
2. Şeriya ırmağına sandığı taşıyan kim di?
3. Şeriya ırmağında kuru pıtikaya kim bakardı?
4. Kyahinler sandıkla nerede durdular?
5. Yeşu ile kim konuşuyordu?
Eriha’nın büyük kapıları kapalı idi. Kasabadan kimse ne çıkar ne de girer. Halk İsrail’lilerden ve onların Allah’ından, dayma korku içinde yaşıyorlardı.
İsrail’liler, kasabanın etrafını dolaşmaya başladılar. Borazanlarını çalan yedi Allah görevlileri en önde yürürdü, onların arkasından antlaşma sandığını taşıyan kayahinler, sonra İsrail’in askerleri. Allah kendi halkına dedi, bir defa altı gün sırayla kasabanın duvarlarını dolaşsınlar, yedinci günde gene, yedi dafa dolaşsınlar. İşte, ne zaman İsrail’liler yedinci günde yedinci defa kasabayı dalaştılar, Allah görevlileri yedinci defa borazanları şişirdiler, Yeşu halka şöyle dedi: „Sevinin! Bu kasabayı Allah size verdi!” İnsanlar sevinçle bağırdılar ve Eriha’nın duvarları yıkılmaya başladı. İsrail’in askerleri kasabaya hucum edip, Eriha’nın halkını öldürmeye başladılar. Kazanılan birinci kasaba, Kenan’dı.
Hatırladığın gibi, iki Yahudi, Rahav’ı ve onun aylesini sağa brakacaklarına söz verdi. Rahav, babasını, anasını, agalarını, kıskardaşlarını kendi evine topladı. Pencereden kırmızı ipi bıraktı sarksın. Erihanın halkı ölürken, o inanırdı ki, İsrail’in Allah’ı onu ve haylesini bağaşlayacak. Kale düştü, Rahav’ın evi duvara yapışıktı buna rağamen evi bütün kaldı. Yeşu pencereden kırmızı ipi görünce, iki askerine dedi: Rahav daha önce onları kurtardıydı. „Bu eve gidin ve orada kim varsa hepisini çıkarın, çünkü siz ona söz verdiniz.” İki asker Rahav’ın evine gittiler ve onula aylesini alıp İsrail’lilerin kampına götürdüler.
Eriha kasabası, İsrail’ tarafından kökten yıkılıp yakıldı. Sadece altını, gümüşü, bakır ve demiri toplayıp Allahın antlaşma sadığına koydular. Ne zaman Eriha yakıldıktan sonra, Allah bu kasabanın yeniden yapılmasını yasakladı. Ve kim bu buyruğa karşı giderse Allah ona korkunç bir ceza verecek.
Allah Yeşu’ya ve İsrail’lilere yardım etmeye devam ederdi. Onlara her zaman Kenanlılara karşı savaşları kazandırırdı. İsrail’liler bütün kenan topraklarına sahip oldu ve artık sakin bir yaşam sürmeye başlayacaklardı. Allah kendi halkına söz verdi: „Eger bana iman edip itaat ederseniz, Ben size yardım edecem, bol yentiniz olacak ve zengin olcaksınız.”
1. İsralliler Erihonu sonuncu defa döndüklerinde ne yaptılar?
2. Allah kasabayla ne yaptı?
3. Kimin evi bütün kaldı?
4. Haranı yok etmek için İsrail halkına kim yardım etti?
Genç Gidyon, harman döverdi. Onu kimse görmemek için, cendereye saklandı. Çünkü ülkenin her yerinde düşman dolu idi, onlar Yahudilerin ekinlerini alıyrlardı ve Gidyon bundan çok korkuyordu.
Birden bire, bir ses duydu: „Ey cesur delikanlı, Allah sana yardım edecek!” Gidyon, yanında bir adam görünce çok korktu. Bu adam, bambaşka bir adamdı, Gidyon bilmezdi ki, onun yanında gökten inmiş bir melek dururdu. Ve Gidyon dedi: „Efendim, artık Allah bize yardım etmiyor. Bizim düşmanımız Midiyanlılar bütün ülkeyi aldılar.”
Acaba ne oldu? Allah, neden kendi halkına yardım etmeği kesti? Bütün suç, Yahudilerin kendisinde idi. Allah’a itaat etmeği unuttular. kendilerine Altından, kayadan, put yapmaya ve onlara tapmaya başladılar. Allah, İsrail halkını cezaladı. Düşmanları, bütün devleti ele geçirdiler, ekinlerini aldılar, inekleri ve İsrail’in öbür hayvanlarını da aldılar. İsrail’in düşmanı Midyanlılar’dı, onların ordusu büyük ve kuvvetli idi.
İsrail’den bir çoğu, Allahın önünde ne kadar suçlu olduklarını anladılar ve putlara tapmayı da durdurdular. Allah, Midyanlılar’ı ülkelerinden kovmak için, halk dua etmeye başladı. Allah da, halkının isteklerini işitti. Melek, onlara karşılık verdi: „Sen, lazım Midyanlılar’ı bozguna çevresen! Allah sana yardım edecek.” Gidyon şöyle karşılık verdi: „Bu mümkün değil, Midyanlılar’ı yenmek için lazım çok büyuk ve kuvvetli ordu olsun.” Gidyon anlamadı ki, onunla konuşan melektir. O zaman melek, cesur delikanlıya dedi ki, onu gönderen Allahtır. Gidyon, Allah kendi halkını unutmadığını ve ona yardım edeceğini anladı. O, iğit bir delikanlı ve allah için, daha aynı akşam bir şey yapmaya düşündü.
Gidyon, akşamlayın yatmadı. Babasının, on hizmetçisi de onunla birlikte uyumadı. Onlar, evden sessizce çıkıp, köylerin karanlık sokaklarına gittiler. Onlardan biri, ineği güderdi. O kadar sessiz yürürdüler ki, köyden çıktıklarını hiç kimse anlamadı.
köyden uzak olan bir yerde, tepe vardı ve onun üstünde ağaçlar büyerdi. Ağaçların arasında mezbah vardı ve Baal putunun şerefine yapılmıştı. Her sabah köyün insanları, oraya bu puta kurban sunmak için gelirdiler. Gidyon’la hizmetçileri, tepeye binip çalışmaya başladılar. Onlar, baal’ın mezbahını bozdular ve aynı anda ağaçları da kestiler. Sonra, başka mezbah yaptılar ve İneği kesip Allah’a kurban getirdiler. Gidyon’la hizmetçileri bunu yaptıktan sonra, köye döndüler.
Köyün halkı her zaman yaptığı gibi, bu puta kurban sunmak için, ertesi sabah mezbaha geldiler. Onlar, bütün ağıçların kesildiğini ve mezbahın bozolduğunu da gördüler. Onun yerinde başka mezbah vardı, artık onda bir inek kurban olarak sunulmuştu.
Suçlu olan kim? İnsanlar bağırmaya başlayıp köye kaçtılar. Gidyon, bağalın mezbahını bozduğunu anladılar ve onu öldürmeye karar verdiler.
İnsanlar, Gidyon’un babasının evine gidip şöyle bağırmaya başladılar: „Oğlunu götür! Gidyon lazım ölsün!” Gidyon’un babası oğlunun ölmesini istemezdi. O, evden çıkıp şöyle dedi: „Değil siz onu öldüreseniz. Bunu Bağalın kendisi yapsın. Eger Allah iyise, kendi kendini mudafa etsin!” Bu sözler halka iyi geldi ve onlar da, Bağal Gidyo’nu ne zaman cezalacak diye, beklerdiler. Vakıt geçiyor Gidyon gene ölmüyor. Bağal, Allah olmadığı için, Gidyon’u cezalayamazdı.
Karanlık, yeniden bastı. Gidyon tepeye bindi, onun eteğinde Midyanlılar’ın kalabalık ordusu yayılmıştı. Tepeden, bütün çadırlarda rahat uyuyan düşmanları görebilirdi. Gidyon, Midyanlılar’ın kampını basmaya ve yok etmeye karar verdi. Allah ona yardım ederdi. Gidyon’la, sadece üçüyüz kişi idi. Önceden onlar daha çok kişi toplanmıştı, ama Allah’ın buyruğuyla, Gidyon onları bıraktı evlerine gitsinler. Sadece en kuvvetli askerleri bıraktı. Onlardan her biri, bir elinde borozanı öbür elinde meşaleği tutup kil çölmeğene saklardı. İsrail’liler düşmanlarının çadırlarını sarınca, Gidyon bağırdı: „Allah ve Gidyon için!” Ve bütün kuvvetinle borozanı bağırtırdı. Gidyon’un, üçüyüz askeri, onlar da aynı anda borazanlarını bağırtılar. Midyanlılar, korku içinde uyandılar, kampta garip eyvah bagırmalar başladı. Gidyon’un askerleri, kil çömlekleri kırıp yanan meşaleleri çıkardılar. Midiyanlılar, çadırlarında olduğu gibi kaldılar ve meşaleleri görünce dediler: „Biz koskoca orduyla sarılıyız!” Karanlıkta onlar sanıyor ki, Yahudilerle savaşıyorlar, fakat onlar, bir birilerini öldürüyorlardı. Kamptan dışarı bulunan Midyanlılar gene, kaçmaya başladılar. Allah, Gidyon’a ve İsrail’e yardım etti. Halk, Allah’a minnettardı! Ama... bu uzun sürmezdi. Vakıt sonra, onlar kendi Allah’ını unutup putlara tapmaya başladılar.
O zaman, Allah onlara dedi: „Acaba, Ben sizi unuttum mu? Bütün vakıtlarda sizi kötü işlerden koruyorum.” Ama şimdi çokları Allah’ı unutuyor. Allah bunun için bizi uyarıyor. Allah bunu, bizim kendilerimiz için yapıyor.
1. Gidyon'a kim yaklaştı?
2. Düşmanları kovmak için Gidyon'a kim yardım etti?
3. Gidyon'la hizmetçileri akşam üstü neği bozdular?
4. Midyanlıları ne uyandırdı?
5. İsrailliler kimi yine unuttular?
Adamın biri, Manoah adında, İsrail’de yaşıyordu. O, uzun zamandan beri evli idi, ama çocukları yoktu. Manoah ve kadını çok üzülürdüler.
Bir gün, Manoah’ın karısı bahçede çalışmak için, evden çıktı. Birden bire Allah’ın meleği ona gelip dedi: „Senin şimdilik çocukların yok, ama biraz vakıt geçtikten sonra, sen bir çocuk doğracan. O, banbaşka olacak, onun saçını hiç bir zaman kesmeyecen ve büyünce de şarap içmeyecek.” Allah’ın isteği bu idi: bu çocuk, Allah’ın hizmetçisi olacak ve İsrail’in bütün düşmanlarını yenecek.
İsrail, yeniden düşmanlar tarafından alınmışttı. Bu sefer, Filistin'ler geldi. Onlar komşu devleti idiler ve Allah Yahudileri kötülükleri yüzünden cezalamak için, İsrail’e gönderdi.
Çocuk dünyaya gelince, onun adını Şimşon koydular. Anası onun saçını kestirmezdi ve Şimşon da çok kyvvetli idi.
Şimşon büyüdü ve erkek oldu. Bir defa, Filistin'lerin yaşadığı yerine gitmeye karar verdi. Oraya varınca, karşısına bir kız çıktı, onu çok beyendi ve onunla evlenmeye karar verdi. Evine dönünce, kendi fikrini anasına ve babasına anlattı. Onlara, Şimşon Filistin’li kızıyla evlenmesi, iyi gelmedi. Anasınla babası, Şimşon’a sordular: „Bütün İsrail’de kendine karı mı bulamadın?” Oğul, israr ederdi ve anasınla babasına, kendisinle birlikte, kızın anasınla babasına gitmek için, yalvarıyordu. Şimşon, onları kandırıp çekildiler.
Kızın yaşadığı Köye gelmezden önce, Şimşon anasını ve babasını bırakıp yalnız devam etti. Birden bire, çallıktan bir aslan onun üstüne fırladı, Şimşon kızgın canavarın ağzını tutup, ikiye ayırdı. İşte, Allah onu ne kadar kuvvetli yaptı! Şimşon, ayırmış olan aslanı yola brakıp anasınla babasının yanına döndü ve bu olaydan için, onlara bir şey bildirmedi.
Kızın yaşadığı köyüne geldikleri zaman, Şimşon’un anasıyla babası, gelinin anasıyla ve babasıyla her şey için anlaştılar. Kızın anasıyla babası, Şimşon’u beyendiler ve evlenmelerine razı geldiler.
Bir kaç günden sonra, düğün yapmak için, Şimşon, anansı ve babası kızın köyüne gittiler. Şimşon, bir kaç gün önce, öldürmüş olan aslanın yerine geldi ve gördü ki, hayvan hayla orada yatıyor, ağazı gene arı kümesi olmuş ve çok fazla bal olmüş. Şimşon, pidelerle balı alıp anasınla babasına götürdü ve nereden bulduğunu onlara söylemedi.
İşte, düğünün günü geldi. Filistinler’in adetine göre, düğün yedi gün sürüyordü. Şimşon, ziyafetlerin birinde, otuz genç Filistinle birlikte, bilmecede eser söyleğip çözerdi. Bilmecede eser söylemek için, sıra ona gelince dedi: „Size bir bilmecem var. Eger, düğünün sonuna kadar bir kişi onu açıklarsa, her birinize birer güzel elbise verecem. Ama başaramazsanız, siz bana birer elbise vereceksiniz.” Otuz delikanlı, bu fikiri beyenip bağırdılar: „Söyle söyle.” Şimşon da bilmecesini söyledi: „Yeciden yemek çıktı ve kuvvetliden tatlı çıktı.” Şimşon’un söylemek istediği şu anlama gelirdi: tatlı, bal idi onu da öldürmüş olan aslanın ağzından aldı. Bundan önce aslan herkesi yeğerdi.
Delikanlılar, Şimşon’un bilmecesini üç gün deyince çözmeye uğraştılar ama başaramadılar ve çok öfkelendiler. Onlar, verilmiş olan bu bilmecenin çok zor olduğunu ve vaktın da yetmeyeceğini düşünüp korkmaya başladılar. Çünkü Şimşon’a her biri elbise vermesi lazımdı. Onlar bunu yapmak istemediler.
Düğünün sonuncu günü geldi. Gençler, dargın dargın Şimşon’un karısına gidip dediler: „Bilmecenin mağanasını kocana söylettir ve sonra bize gelip bildir. Eğer bunu yapmazsan, babanın evini sizlerle beraber yakacayız.” Kadın çok korktu ve Şimşon’a gip yalvardı: „Eğer beni seversen bu bilmecenin mağanasını bana söyle!” Şimşon, ona şöyle karşılık verdi: „Ben bunu anama ve babama bile söylemedim!” Karısı Şimşon’u suçlamaya başladı, onu sevmezmiş diye ve ona cevabı söyleyene kadar ağladı.
Acele acele Filistinler’e gidip bilmecenin mağanasını anlattı. Gençler çok sevindi ve akşamsı Şimşon’a dediler: „Baldan tatlı ne olabilir, aslandan kuvvetli kim olabilir?” Şimşon bunun karşılığını karısından aldıklarını anlayıp öfkelendı. Delikanlıların hepsine birer elbise alması lazımdı, ama otuz tane güzel elbise alması için, parası da yoktu.
Şimşon da, öbür köye gidip otuz Filistinli öldürdü ve onların giyisilerini alıp delikanlılara verdi. Şimşon, bütün bu olaylardan dolayı, karısının evinde kalmak istemez oldu ve anasını babasını alıp birlikte İsrail’e döndü.
Filistinler, çok öfkelendi ve Şimşon’u yakalamak istediler. Ama Allah onu koruyordu. Şimşon zaten Allah’ın hizmetçisi idi!
1. İsraillilerin düşmanlarına ne deniliyordu?
2. Şimşon nasıl bir vahşi öldürdü?
3. Şimşon neden Filistinlilere darıldı?
Zaman sonra güçlü Şimşon, yine Filistinler’in yanına gitti. kendisi için, bu yolculuk tehlikeli idi, ama Allah böyle istedi. Şimşon kendini tutamayıp, Filistin devletinde, Allah’ın hoşuna gitmeyen şeyler yaptı.
Filistinler Şimşon’u yakalamak için, durmadağan deniyorlardı. Bir defa onu yakalayacaklarını düşündüler. İşte nasıl oldu.
Şimşon, Gazaya kasabasında gezerken, bir Filistinli kadın gördü ve onu çok beyendi. O bir yolsuz kadındı, Şimşon da onun evine gidip orada kaldı. Gazaya halkı Şimşon'u kasabalarında görüp onu yakalamaya karar verdiler. hemen, koşup kasabanın kapılarını kapadılar. „ Filistinler, Şimşon artık kasabadan dışarı çıkamayacak ve onu yakalayacağız „- diye düşündüler ve kapalı kapının önüne çıkmasını beklediler.
Şimşon, gece yarısı kadının evinden çıkıp kır kapısına doğru ilerledi. Yakınlayınca, kapı kapalı olduğunu gördü. O da kızıp bütün avur olan kapıyı tutup, enteşelerden çıkardı. Sonra onu sırtına vurup Gazaya’dan ayrıldı. Filistinler bunu görünce, korkudan onu durduramadılar. Şimşon sırtndaki kapıyla, Gazaya’dan uzak bir tepeye bindi ve oradan kapıyı aşaya attı. Sonra evine doğru çekildi, kırılmış olan kapı tepenin eteğinde yatılı kaldı.
Allah, Şimşon’a büyük kevvet verdi. Ama, onun Filistinli kadına gitmesini beyenmedi.
Zaman sonra, Şimşon yine Filistinlere gitti. Bu sefer, Delila adında bir kadın, onun çok hoşuna gitti. Kadın onun hoşuna gittiğini görünce, iyit olanı onun yanında yaşamaya çağırdı. Şimşon, hemen razı geldi. Filistinliler’in askeriği kumandanları bunu işitince, kadını çağırıp ona şöyle dediler: „Eger Şimşon’un kuvveti nerede saklı olduğunu öğrenirsen, sana çok para vereceğiz.” Delila zengin olmayı çok isterdi ve bu yüzden razı geldi. Ama Filistinler Şimşon’u öldürecekmiş, umurunda bile değildi, çünkü onu sevmezdi.
Allah, Şimşon’a çok büyük kuvvet verdiğini hatırlıyorsun ya, bu kuvvet de onun saçında saklı idi, doğuduğundan beri de, bu saç hiç kesilmedi.
Delila Şimşon’a yalvarıyor: „Bana, senin kuvvetin nerede saklıdır anlat.” „Ne zaman beni yedi iple bağalarsan, o zaman benim kuvvetim kaybelecek.” Şimşon onu aldattı. Delila sevindi ve Askeriği kumandanlarına koşup her şeği anlattı. Ve eve dönünce, Şimşon’u uyutturup yedi iple bağladı. Sonra Bağırmaya başladı: „Şimşon, Filistinler seni yakalamaya geldi!” Şimşon uyanıp fırladı ve bütün ipleri kopardı. Delila çok darıldı ve onu sevmezmiş diye suçlamaya başladı. O zaman, Şimşon dedi: „Eğer beni hiç kullanılmamış iple bağlarsan, o zaman kuvvetsiz kalırım.”
Şimşon, ertesi günü yatınca, Delila onu yedi kullanılmamış iple bağladı. Filistin askeriğisi de öbür odada beklliyordu. Delila, bağırmaya başladı „Şimşon kurtar kendini!” Şimşon fırlayıp bir ince iplik gibi, ipleri kopardı.
Delila’nın azarlamalarına karşı Şimşon dedi: „Eğer saçım yedi pelik örülürse ve onlara yedi boy bez eklenirse, o zaman kuvvetsiz kalcam.” Bu sefer bu iyit istemedeğen saçından için konuştu, zaten kuvveti onun saçında değilmi? Delila, Şimşon’un saçını ördü, ama şimdi o kolay kurtuldu.
Kadın, o kadar uzun ağlamaya ve yalvarmaya başladı ki, Şimşon ona dedi: „Bütün kuvvetim saçımdadır. Saçım kesilirse başkalarından daha kuvvetli olmayacam.” Bu sefer Şimşon doğruyu söyledi.
Delila, askerleri çağırıp onları öbür odaya sakladı, Şimşon uykuya dalınca saçını kesti. Sonra bağırdı: „Şimşon, Filistinler seni yakalamaya geldi!” Şimşon uyanınca askerlerin üstüne fırladı. O düşündü ki, eskisi gibi kuvvetlidir, ama artık Allah ona yardım etmiyor. Askerler, zayıflamış olan Şimşon’u yakalayıp bağladılar ve gözlerini çıkarıp karanlığa attılar.
Ama Filistinleri cezalandırmak için, Allah ona son bir defa kuvvet verdi. Bu da şöyle oldu.
Filistinler, Şimşon’un yenilmesini büyük bir put evinde kutloyorlardı. Onunla eğlenmek için, hapisten çıkartılıp getirilmesini buyurdular. Kör olan Şimşon yalnız yürüyemediği için, onu bir adam götürüyordu. Filistinler onu böyle acınacak durumda gördükleri zaman, sevindiler. Şimşon onların coşku dolu seslerini işitince, dua etmeye başladı: „Allah’ım beni hatırla, önceki kuvveti bana bir kez daha ver!” Ve aynı anda, eskisi gibi kuvvetli olmasını hisetmeye başladı. Hemen put evinin bütün çatısını tutan iki direği kavrayıp kendine doğru çekti. Direkler yıkıldı, ve çatı da Şimşon’la Filistinlerin üstüne devrildi.
İşte kuvvetli Şimşon böyle öldü ve onunla birlikte bütün Filistinli kumandanlarını da yok etti.
1. Şimşon'a kuvveti veren kim?
2. Şimşon kasabanın kapısınla ne yaptı?
3. Allah Şimşon'un adımlarında neği beyenmedi?
4. Şimşon saçları için Delila'ya ne anlattı?
5. Filistinli'ler Şimşon'la ne yaptılar?
6. Şimşon nasıl öldü?
Elimelek adında bir adam, karısı Naomi ve iki çocuğu Mahlon ve Kilyon’la birlikte, İsrail’in Beytlehem kasabasında yaşıyordu. Bir sene, byük bir kıtlık bastı, tarlalarda çok az ekin büyümüştü. Elimelek daha fazla ekin almak için, hanesiyile komşu devleti olan, Moav’a gitmeye karar verdi.
Elimelek hanesiyile Moav devletine vardı, ne var ki, bir vakıt sonra hastalanıp öldü. Zaman sonra, iki çocuğu Moav halkından kızlarla evlendiler. Mahlon, Rut adında olan bir kızla evlendi, Kilyon da Orpa adında bir kızla evlendi. Kısa zamandan sonra, iki kardeş de öldü ve üç kadını yalnız braktılar. Artık Naomi’nin çocukları yoktu!
Bir gün, Naomi İsrail’e dönmeye karar verdi. İki gelini de onunla birlikte çekildi. İsrail’e vardıklarında Naomi iki genç kadına şöyle dedi: „Kendi ülkenizdeki evlernize dönün, Allah size başka eşler versin diye, dua edecem.”
İki gelini önce Naomi’ği brakmak istemediler, ama o israr ederdi: „Artık benim çocuklarım yok, siz de daha çok gençsiniz, sizin de evlenmeniz lazım.” Orpa’yla Rut, ağlamaya başladılar, sonra Orpa kaynanasının elini öpüp Moav’va geri döndü. Naomi ikinci gelinine sordu: „Sen neden Orpayla gitmiyorsun?” Rut karşılık verdi: „Ben seninle kalmak istiyorum. Sen nereye gidersen, ben de seninle gelecem. Senin halkın, benim halkım olacak. Senin Allah’ın, benim Allah’ım olacak.” İkisi de birlikte Beytlehem’e doğru çekildiler.
Naomi’yile Rut kasabaya vardıklarında, Beytlehem halkı dedi: „Naomi, ne kadar da yaşlanmışsın!” Naomi şöyle karşılık verdi: „Evet, ben kocamı ve çocuklarımı kaybettim. Allah bana zor denemeler gönderdi.”
Naomi’yile Rut, çok fukara idiler. Onların paraları yoktu, evlerinde ekmeği kazanacak erkek de yoktu. Aynı zamanda da tarlalardan ekinleri topluyorlardı. Rut sordu: „Olabilirmi tarlalardan arta kalan ekini toplayayım?” Naomi karşılık verdi: „Evet olabilir:” Rut, bir tarlaya gitti, bu tarla da Boaz adında zengin köylüğe ayitti. O, orakçıların tarlada bırakmış oldukları başakları, çok dikkatla topluyordu.
Boaz, orakçıların nasıl çalıştığını görmek için, tarlaya gitti ve amarat olan Rut’u seyrederdi. Boaz sordu: „Bu genç kadın kim?” Orakçılardan biri karşılık verdi: „Moav halkından Rut. O, Naomi’yile birlikte geldi.” O zaman Boaz Rut’a yaklaşıp şöyle dedi: „Sen benim tarlamda, ekin biçme mevsime kadar ekin toplayabilirsin. Susadığın zaman da hizmetçilerim tarlaya getirdikleri sudan içebilirsin.” Boaz ona dostça davrandığı için, Rut çok sevindi. O başka devletten değilmi, hani o insanlar Allah’ı saymıyorlar. Boaz konuşmaya devam etti: „Sen yaşlı olan Naomi’ye iyi baktığını ben biliyorum ve sanıyorum ki, Allah seni unutmayacak. Senin geldiğin devlette, insanlar Allah’a saygı saydıkları dogrudur.” Rut karşılk verdi: „Çok teşekür ederim bu sözlerin için, ben burada yabancıyım!”
Öğlen yemeğinin sırasında Boaz, Rut’a onun yanına oturmasını buyurdu ve ona yemek verdi. Sonra orakçılarına, tarlada daha çok ekin bırakılmasını buyurdu. O istedi Rut, kendisi ve Naomi için yeterince ekin toplasın. Boaz İki kadının ne kadar fukara olduklarını bilirdi.
Rut, akşama kadar çok ekin topladı ve eve doğru çekildi. Naomi, gelini ne kadar çok ekin getirdiğini görünce, sevinip sordu: „Bu gün hangi tarladan ekin topladın?” „Rut, Boaz’ın tarlasından” diye cevap verdi. – O, bana çok iyi davrandı ve orakçılar bütün harmanı toplayana kadar, tarlaya her gün gitmeme izin verdi.”
Naomi bu sözleri duyunca, daha çok sevindi. O, Allah’ı hatırlayıp dedi: „Bolluk getiren Allah’a şükür olsun. – O bize yardım ediyor. Boaz akrabamızdır belki bize bakabilir”.
Bütün harman toplanıldı. Boaz, artık ekinleri dövebilirler diye, çok sevindi. Ekinleri dövdükten sonra, büyük kutlama yaptılar. Naomi, Rut’a dedi:”Boaz’a git, bize yardım edecek mi sor!” Rut gitti. Boaz, Rut’la Naomi’ye çok fazla yardım etmek isterdi. Ama önce kasabanın ihtiyarlarınla konuşmam lazım” – diye karşılık verdi. Rut, Boaz’ın vermiş olduğu bir sepet dolusu başakla eve döndü.
Ertesi sabah, Boaz ihtiyarlarla konuşmak için, kasabanın kapılarına doğru çekildi. Boaz’ın teklifi Rut’a ve Naomi’ye bakmak için, İhtiyarlara iyi göründü. Fakat, İsrail’in sırasına göre, Boaz lazım Rut’la evlensin. Boaz Moav’lı olan Rut’u sevmeye başladı ve çok mutlu idi. Artık onunla evlenip sevgili karısı olabilir.
Az zaman sonra, Boaz Rut’la evlendi, ikisi de çok mutlu idiler, çünkü Rut’da Boa’zı sevmeye başladı. Sonra bir erkek çocukları doğudu, onun adını Obed koydular. Yaşlanmış olan Naomi, o da çok mutlu idi. O, Boaz’la Rut’un yanında yaşıyordu ve küçük Obed’i bakıyordu.
Obed, büyüdü, erkek oldu, evlenip bir çocuğu oldu. Ne zaman vakıt geldi , onun da çocukları oldu. Onlardan biri Davud adında, o bütün İsrail’e kral oldu. çok seneler sonra, Davud’un soyundan kurtarıcımız İsa Mesih doğudu.
1. Naomi kocasıyla hangi kasabaya gitti?
2. Naomi'nin çocuklarınla evlenmiş olan kadınların adları ne idi?
3. Moav da kim öldü?
4. Naomi ile birlikte Beytlehem'e gitmeye kim çekildi?
5. Rut kiminle evlendi?
6. Boaz'la Rut'un soyundan daha sonra kim doğudu?
Şilo köyünde İsrail halkı, Allah’a bir tapınak yaptı. Eli, o dönemde orada Allah görevlisi idi. Ama o, çok yaşlanmıştı. Allah görevlinin iki oğlu vardı – Hofni ve Pinehas. İkisi de Allah’a dua etmezdi ve onların haraketleri babalarını incitirdi.
Bir gün Eli tapınağın kapısının önünde oturururken, bir genç kadının içeri girdiğini gördü. Kadın diz çöküp dua etmeye başladı. Dudakları oynuyordu, ama Eli duanın sözlerini duymuyordu. Yalnız Allah işitrdi.
Kadının adı Hanna idi. O, Elkana adında adama evli idi. Bu adamın iki kadını vardı, ikincisinin adı Penina idi. Onun çocukları vardı, Hanna’nın çocukları olmadığı için, onunla eğlenirdi.
Elkana, Allah’a kurban sunmak için, kadınlarınla birlikte her sene Şilo’ya gelirdi. Bu sene, yine geldi. Elkana, Şilo köyünde kadınlarına çok güzel hediyeler verdi. Ama her zamanki gibi, Hanna’ya Penina’dan daha fazla ediye veriyordu. Hanna, Elka’nın en sevdiği kadını idi, buna rağamen: o yine kederli idi, dünyadaki her şeyden fazla, çocuk edinmesini istiyordu. Tapınakdan çıktıkları zaman, Hanna tek başına Allah’a dua etmek için, geri döndü.
Hanna dua etmeye başladı: „Allah’ım! Bana bir çocuk ver! Ben de onu bütün hayatının sonuna kadar, sana vercem”. Zavallı kadın, çocuk için Allah’a yalvarıp söz verirdi, eğer ona bir çocuk verirse, Allah’ın hizmetçisi olarak onu tapınağa bırakacak.
Tapınağın Allah görevlisi Eli, kadının bukadar uzun dizlerinin üstünde durduğunu anlamazdı. O sandı ki, kadın tapınağa sarhoş geldi ve bu yüzden aya kalkamıyor. Eli ona yaklaşınca, azarlamaya başladı. Hanna ona çocuk için, Allah’a dua etmeye geldiğini anlattı. Eli, kadının sözlerinden eycanlanıp dedi: „Evine selametle git! İsrail’in Allah’ı sana karşılık verecek!” Hanna bu sözleri duyunca, çok sevindi.
Elkan, her zamanki gibi, bir sene sonra haylesini kasabaya götürdü. Bu sefer, Hanna henüz doğurmuş olan çocuğu bakmak için, evde kaldı.
Bir kaç sene geçti. Çocuk büyüdü ve anası onu alıp tapınağa götürdü. Çocuğun adı da Samuel idi. „Beni hatırladın mı, Bir kaç sene önce çocuk için Allah’a dua eden kadın benim? – yaşlanmış olan Eli’ye dedi. – Allah beni işitti. İşte ben bir çocuk doğurdum ve o, Allah’ın hizmetçisi olmak için, tapınağa götürdüm.”
Küçük Samuel, tapınağa girdi. O, yaşlanmış olan Eli’ye ve başka Allah görevlilerilere yardım ederdi. Samuel, Allah’ı çok seviyordu ve doğrulukla ona itaat ediyordu. Eli’nin Allah görevli olan çocukları, Hofni ile Penihas’ın haraketleri çok kötü idi ve çok sık yalnışlıklar yapıyorlardı. Eli, onlara doğru yolu göstermek istiyordu, ama çocukları onu dinemezdi. Allah, Hofni ve Penehas’ın kötü hareketlerini görüp incitiliyor. Ama Allah en çok Eli’ye kızardı, çünkü oğlularınla başaramazdı. Ve Allah, Eli'yile çocuklarını cezalamak için, karar verdi.
Bir akşam, yaşlanmış Eli yattıktan sonra, Samuel Allah’ın sesini duydu: „Samuel! Samuel!” Çocuk, Eli bağırdığını sanarak, onun yanına gidip sordu: „Ben geldim. Çağırdın mı beni?” Eli karşılık verdi: „Hayır hayır, çağırmadım. Git yat!” Çocuk yatağına yattığında, tekrar ses duydu: „Samuel! Samuel!” Çocuk yine Eli’ye gidip sordu: „Sen mi beni çağırdın?” Eli karşılık verdi: „Hayır git yat!” Çocuk yine yattı, onu çağıran sesi yine duydu. Samuel Allah’ın sesini tanımadığı için, yine sandı onu Eli çağırıyor. Onun yanına üçüncü defa gitti, Eli çocuğu Allah çağırdığını anlayıp ona şöyle dedi: „Git yat, Allah’ın çağırısını duyduğun zaman, Ona de: „Allah’ım söyle, çünkü senin kölen Seni işitiyor!”
Samuel, odasına gidip yattı. Allah, tekrar onu çağırdı: „Samuel! Samuel!” Çocuk diz çökerek karşılık verdi: „Allah’ım söyle, çünkü senin kölen seni işitiyor!” Allah çocuğa, Eli’yi ve onun çocuklarını bütün günahları için, cezalayacağını anlattı.
Samuel, geçen akşam için, Eli’e anlatmak istemezdi. Fakat, çocuğa onun kendisi sordu: „Samuel, akşam Allah’la ne için konuştunuz?” Allah’ın karar vermiş olduğunu, onu ve çocuklarını cezalacağını anlattı. Eli şöyle karşılık verdi: „O Allah’tır – ona nasıl uygunsa öyle yapsın.” Eli, çocukları ile birlikte cezayı hak ettiklerini biliyordu.
Bir kaç sene sonra, Eli ve çocukları öldü.
Samuel büyüdü, erkek oldu, evlendi ve çocukları oldu. O artık, tapınağın hizmetçisi değildi. Allah ona, yeni görev verdi: o, peygaber oldu. O zamandan, Allah kendi halkına ne söylemek isterse, Samuel’e söylerdi, o da Allah’ın sözlerini halka bildirirdi. Yahudiler, onu Allah’ın hizmetçisi olduğunu bildikleri için, onu sesliyorlardı.
Zaman, çok çabuk geçiyordu. Samuel de artık yaşlandı. O, uzun senelerden beri, Yahudilere Allah’a nasıl hizmet etmelerini söyledi. Halk onu sesliyordu, buna rağamen yine de çok yalnışlıklar yapıyorlardı. Bir defa Yahudiler, yaşlı olan Samuel’in yanına gidip dediler: „Her bir halkın kralı var, biz de bir kral istiyoruz!” Samuel’i bu sözler incittiği için, onlara şöyle karşılık verdi: „Size kral lazım değil, sizin kralınız Allah’tır!” Allah Samuel’e dedi: „Halka söyle, Ben onlara kral verecem!”
Bir gün, iki kişi Ramatayim kasabasına doğru yürüyorlardı. Biri çok yüksek, genç ve adı Saul idi. Öteki gene, Saul’un babasının hizmetçisi idi. Babasının kaybolmuş eşeklerini arıyorlardı. Hizmetçinin teklifi: „Samuyel’e soralım acaba eşeklerin nerede olduğunu biliyor mu.” Saul bu teklifi beyenip Samuel’in evine doğru çekildiler.
Akşamsı Allah Samuel’e dedi: „İsrail’in kralı olacak adamı sana gönderecem.” İşte bunun için, Saul’la hizmetçi geldiği zaman, Samuel onları şu sözlerle karşıladı: „Eşekleri artık aramayın çünkü onlar bulundu. Şimdi sofraya oturalım.” Yemek sırasında, Saul’a en büyük lezetli etler veriliyor. Samuel ona bu kadar iyi davrandığını anlayamıyor.
Saul, ertesi sabah evine doğru çekildi. Samuel, kap ve zehtin ya aldı, onunla birlikte çekildi. Onlar yolda iken, Samuel dedi: „Saul, hizmetçiye ileri gitmesini buyur!” Saul’la kaldığı zaman, Samuel kabı açıp Saul’un eğilmesini rica etti ve zehtin yayla onu mesh etti. „İsrail’i gütmek için, Allah seni mesh etti” – delikanlıya deyip onu anlından öptü. İşte, Saul İsrail’in birinci kralı oldu.
Vakıt geçti, Saul babasının tarlasında işlemeye devam ediyordu. Değilmi Samuel’den başka, Saul’un kral olduğunu kimse bilmiyor. Bir gün, Samuel İsrail’in bütün erkeklerini topladı. Çünkü Allah, halka onların kralını göstermek istiyor. Saul, babasıyla birlikte geldi. Herkes toplandığı zaman, Allah Saul’u gösterdi. Herkes kralı görmek istiyordu. Çok yavaş olan Saul, şaşkınlık içinde arabaların arasına gizlendi ve kimse onu bulamıyordu. O zaman, Samuel Allah’a sordu: „Saul buraya gelecek mi?” Allah karşılık verdi: „Saul arabaların arasında gizleniyor.” Saul’u bulup Samuel’e götürdüler ve herkes onun yakışıklı, kuvvetli, herkesten bir baş daha yüksek olduğunu gördü. Sevinçli olan insanlar bağırmaya başladılar: „Yaşasın kral!”
Artık insanlar bilirdi ki, Saul onların kralıdır. Ama delikanlı, babasınla yaşamaya ve tarlada işlemeye devam ederdi. Onunla, sadece Allah’ın göndermiş olduğu bir kaç iyit vardı. Onlar, Saul’un birinci savaşçıları idi.
Zaman sonra, düşmanlar İsrail’i ele geçirdiler. O zaman Allah, İsrail halkını düşmanlardan kurtarmak için, Saul’a kuvvet ve kuraj verdi. Saul da, kendi insanlarını çağırdı. Ve düşmanlarla savaşmak için, bütün memleketten erkekleri toplasınlar diye, onlara buyurdu. Bütün Yahudiler geldikleri zaman, Saul askeriyisinle birlikte savaşıp düşmanlarını bozguna uğrattı ve tuzla buzetti. Düşmanlar panika içinde kaçtılar, İsrail’iler gene kazandıkları için, seviniyorlardı. Onun nağamına, büyük bir kutlama yaptılar ve Allah’a kurban sundular. Değilmi düşmanları bozguna uğratmak için, Saul’a O yardım etti.
Ne yazık ki, Saul Allah’a bütün yürekle hizmet etmezdi. Bazı sefer, değil Allah ne isterse, ama kendisi ne isterse onu yapıyordu. Yaşlı Samuel, buna çok kırılırdı. Ama Allah, Samuel’e dedi: „Saul için üzülme! Ben, İsrail halkına başka kral verecem.”
1. Samuel İsrail kralı için, kimi mesh etti?
2. Allah Saul'u gösterdiği zaman nereye saklandı?
3. Düşmanları bozguna uğratmak için Saul'a kim yardım etti?
4. Saul'un haraketlerine kim darıldı?
5. Allah Samuel'e ne vaat etti?
Allah’ın yaşlı hizmetçisi Samuel, Beytlehem kasabasına giden yolda, bir inek götürüyordu. Onları gören herkes düşünürdü: „Yaşlı Samuel kurban sunmak için, Beytlehem’e gidiyor.” Ama Samuel, Beytlehem’e sade kurban sunmak için gitmiyordu. Allah’ın buyruyla, orada İsrail’in yeni kralını bulacaktı. Samuel, bu sebeple yeni kralı mesh etmek için, bir kap dolusu zehtin yağı taşıyprdu.
Aynı zamanda, Beytlehem de Işay adında bir adam yaşıyordu, o Oved’in oğlu idi. Oved’in kim olduğunu hatırlıyorsun ya, Boaz’la Rut’un oğlu. Allah Samuel’e dedi ki, İsrail’in yeni kralı, Işay’ın oğlularından biri olacak. Beytlehem’e vardığı zaman, Samuel vatandaşlara dedi: „Allah’a kurban sunmak için geldim ve Buna hepinz katılmalısınız.”
Kurban sunmaya başladılar. Ondan sonra adete göre, insanlar kurbanın etini yemeleri lazımdı. Herkes tam yemeye katılacağı zaman, Samuel hemen kalkıp Işay’la, yedi oğluna yaklaştı. Işay'ın, en büyük oğluna bakıp „İsrail’in yeni kralı, o olacak” diye düşündü. Allah, Samuel’e dedi: „Bu genç, uzun boylu ve
kuvvetli, ama nasıl bana itaat edeceğini, ne kadar seslek olacağını, onun her şeyini bilen, sadece Benim. O. İsrail’in yeni kralı olmayacak.” Allah, YYişay’ın geri kalan oğlularından da kral seçmedi.
O zaman, Samuel sordu: „YYişay, başka oğluların varmı?” Babaları karşılık verdi: „Evet, bir küçük çocuğum daha var. Ama burada yok, o sürüleri koruyor.” Samuel şöyle dedi: „Onu getirmek için, insan gönder, biz onsuz yemyecez.”
Işay’ın hizmetçisi Davud’u getirmek için, kırlığa koştu. Davud, babasının koyunlarını otlatıyordu ve her zaman yanında getirdiği çenkle çalıyodu. O, aynı anda Allah'a ilahi söylerdi. Çok kurajlı biri idi. Bir defa, bir aslan sürüyü bastı, Davud kendini onun üstüne attıp onu öldürdü. Başka sefer, ayı geldi. Davud onu da öldürdü. Delikanlı Davud, Allah’ı sevip sayardı, Allah da ona yardım ederdi.
Davud eve gelince, babası dedi: „Benim oğlum Davud budur!” Samuel karşısında çok yakışıklı ve kızıl saçlı bir delikanlı gördü. Ve aynı anda, Allah’ın sesini duydu: „Kabı al ve Davud’u mesh et! İsrail’in yeni kralı o dur.” Samuel, aynısını yaptı. Davud’un babası, bütün agaları ve Beytlehem halkı, Samuel’in kapla dolu zehtin yasını delikanlının kafasına döktüğünü gördükleri zaman, İsrail’in yeni kralı o olduğunu anladılar. Bu olayı Saul'un duymaması için, lazım anlatılmasın.
Saul’un yereği kötü oldu için, Allah ona yardım etmeği kesti. Kral Saul da çok kahırlı ve dargındı. Hizmetçileri onu neşelendirmek için, karar aldılar. Ve ona dediler: „İstiyormusun çenk çalan bir adamı sana getirelim? Belki seni neşelendirir?” Saul bu teklifi beyendi. O zaman hizmetçilerden biri dedi: „Ben bir delikanlı tanıyorum. O, Beytlehem’den Yişay’nın oğlu, çok güzel çenk çalıyor.”
Saul, hizmetçilerini Yişay’a gönderdi. „Senin oğlun kral Saul’u neşelendirmek için, çenkle onun yanına gelsin.” Yişay, kral için çabucak hediye hazırladı: keçi, lezetli ekemk ve bardak şarap. Davud, bütün bunları kendisinle aldı.
Davud yaşamak için, Saul’un evinde kaldı. Kral üzülmeye ve sıkılmaya başlayınca, Davud çenlke çalmaya başlıyor ve Saul’un keyfi yerine geliyor. Elbette Davud İsrail’in yeni kralı olduğunu, Saul bilmiyordu.
1. Samuel'in Beytlehem'de ne yapması gerekti?
2. Samuel Beytlehem de yanına ne aldı?
3. Samuel kimi Kral için mesheti?
4. Davud sürüyü gütme zamanında hangi canavarları öldürdü?
5. Davud hangi aletle güzel çalırdı?
6. Davud çenkle kime çalırdı?
Filistinler İsrail’i yeniden bastı. Saul bütün askeriysini toplayıp düşmanını karşılamaya gitti. İki ordu, karşı karşıya savaşmak için hazırdı. Onları dere ayırıyordu. Her sabah dereye, Filistin ordusundan Goliyat çıkıp Yahudilere diyordu: „Benimle kuvvetini kim istiyor ölçsün?” Herkes bu dev adamdan korkuyordu. Kafasında bakırdan avur kasket, göysünde bakırdan zırhlı gömlek, ayaklarında bakırdan zırh vardı. Golyat, bir elinde bakırdan kalkan tutuyordu ve öbür elinde avur mızrak tutuyordu. Elbette, bütün Yahudiler ondan korkuyordu ve kimse kuraj bulamıyordu bu dev adam Golyat’la savaşsın.
İsrail’li askerlerin arasında, Davud’un agaları da vardı. Davud’un kendisi en küçük olduğu için, babasınla evde kaldı. Bir defa, Yişay oğluna dedi: „Git agaların hakkında bir şey duyulmadı mı diye öğren.” Davud yola çekildi. Kampa vardığı zaman, savaş hazırlığından dolayı bütün askerlerin meşgül olduğunu gördü. Davud agalarını şevik buldu ve onların herşeği sırada olduğunu görünce, çok sevindi. Delikanlı kampta yürürken, askerlerin konuştuklarını duydu. Onlar Golyat hakında konuşuyorlardı ve ondan çok korkuyorlardı.
Aynı anda, Golyat yine dereye çıkıp onunla savaşmak için, Yahudileri çağırıyordu. Davud askerlere sordu: „Bu Filistinli’ği öldürenin karşılığı ne olacak?” Onlar da dedi, Saul söz verdi, Golyat’ı yenene hem kızını hem de zenginlik verecek.
Golyat, Yahudilerle ve İsrail’in Allah’ınla eğlenmeye başladı. Davud, buna dayanamayınca dedi: „Ben onunla savaşacam!” Onu kral Saul’a götürdüler. Elbette Davud’u tanıdı. Değil mi çenkle, onu çok defa eylendirdi. Ama Saul kendini öle yaptı, sanki onu ilk defa görüyor.
Davud Saul’a dedi: „Golyat’la savaşmak istiyorum!” Allah ona yardım edeceğinden emindi. Saul delikanlıya karşı geldi: „Sen Filistinle savaşamasın. Sen daha gençsin, o gene iyit bir asker.”
Davud, kendi düşüncesinde dururdu. O, krala Sürüye saldıran aslanla ayıyı nasıl öldürdüyünü anlattı. Davud israr ederdi: „Bizimle ve Allah’la eğlendiyi için, bu Filistinli’yi ben öldürecem. Allah bana yardım edecek.”
Saul razı geldi „Tamam git, umarım Allah sana yardım edecek.” Saul delikanlının kafasına kendi kasketini koydu, kendi gömleğini ona giğidirdi ve avur kılıç da testim etti. Davud dedi: „Hayır, benim için bunlar çok avur, böyle haraket edemem.” Giyisileri çıkardı.
Davud sade gegesini alıp dereye doğru çekildi. Orada beş tane düz kaya bulup kuşağında asılı olan torbaya koydu. Bunlardan başka sapanını da aldı, onunla çok iyi beceriyordu kayaları fırlatmaya. Ne zaman bir koyun sürüden uzaklaşıyor, Davud sapana kaya koyup onun üzerine fırlatıyordu. O her zaman tam olarak nişan alırdı ve koyun da dönerdi. Sonra Davud Golyat’la savaşmak için dereye gitti. Bütün Yahudiler Davud'un nasıl yürüdüğüne ve nasıl dev adamınla karşılaşacağına bakıyorlardı. Onlar düşünürdüler: „Şimdi Golyat delikanlıyı öldürecek.” Golyat Davud’u görünce bağırmaya başladı: „Ne bu böyle, bana karşı sopayla mı geliyorsun? Ben köpekmiyim?” Davud’a karşı ağzını bozardı: „Buraya gel, ben seni öldürecem!”
Davud kurajlı idi, Allah ona yardım edeceğini biliyordu. Ve kurajla Golyat’a şöyle karşılık verdi: „Sen savaş yerine kasketle, gömlekle, elinde mızrakla geldin, ben gene Allah’la geldim. Bu gün Allah bana yardım edecek, ben de seni öldürecem:” Golyat öyle kızdı! Hemen mızrağı yuklenip Davud’a karşı yürüyordu. Ama Davud çok daha şevikti. Torbasından bir kaya çıkarıp bütün kuvetinle Golyat’a fırlattı. Kaya dev adamın anlısına çakıldı ve aşaya düştü. Kuvvetli Filistinli öldürüldü.
Yahudiler sevinç içinde idiler, Filistinler gene kaçmaya başladılar. Çünkü Golyat’sız, İsrail’lilere karşı savaşamazdılar. Saul’un askerleri düşmanları kovalamaya takıldı. Davud gene geri kalanlarla beraberdi. Aynı günde çok Filistinli öldü.
Kampa döndükleri zaman, Yahudiler bu kazancı kutluyorlardı. Sadece Saul sevinmezdi. O düşünürdü: „Herkes gördü Davud Golya’tı nasıl yendi. Yakında Davud İsrail’in yeni kralı olabilir.” Saul bunu istemezdi, ama Allah bunu istedi.
1. Davud'un gördüğü dev adamın adı ne idi?
2. Davud ırmakta ne topladı?
3. Golyat'la ne oldu?
4. Davud'un dev adamı öldürdüğüne kim sevinmedi?
5. Saul ne düşündü?
Saul, Davud’u sevmiyordu. Çünkü biliyordu ki, Allah bu delikanlıyı İsrail’in yeni kralı yapacak. „Bu olmayacak. – diye Saul düşündü – ben ölünceye kadar kralık sürecem, öldükten sonra da kral benim oğlum olacak.”
Davud, Saul onu sevmediğini anladı. Saul’un oğlu Yonatan'la Davud arkadaş oldular, o da aynısını söyledi. „Babam seni öldürmek istiyor – Yonatan bir defa Davud’a dedi: "Bunu yapmamak için, onun fikrini değiştircem.” İyi ki, bu sefer Saul oğlunu sesledi.xxxxxxxxx
Davud saul’un Yonatanı dinnediğini işittiği zaman, çok sevindi. „Görünüyorki – kendi kendine demiş – kral benim için, nefret duymuyor.”
O zamandan Saul çok sık kötü ve dargın olurdu. O her zaman düşünüyordu, Allah bana yardım etmiyor, gün gelecek Davud İsrail’in kralı olacak. Bir defa Saul evinde idi, Davud onun çok sıkıntılı olduğunu görünce, karar verdi ona çenkle çalsın. Değilmi önce Davud çenkle çaldığı zaman, kralın keyfi yerine gelirdi? Ama şimdi, Saul daha karanlık oluyor. O delikanlıya kötü bakarak, mükemmel muziği duymuyordu. Birden bire mızrağı kapıp Davud’a fırlattı. Saul düşünürdü: „O lazım ölsün.” Son anda Davud fırlayabildi ve mızrak onun arka tarafında ki, duvara dikildi. Davud, kötü kraldan kaçabildi.
Saul akşam üstü askerlerini çağırdı ve Davud’un evinin önünde sabaha kadar beklemelerini buyurdu. Davud’un kadını Mikal, yaklaşan askerleri görüce, kocasına dedi: „Daha karanlık iken lazım kaçasın.” Mikal, camı çok usul açtı ve Davud sesizce dışarı süzüldü. Sonra onu fark etmedeğen askerlerin yanından geçip kasabadan dışarı çıktı.
Mikal çok kurnaz kadındı. Davud çekildiği zaman, o büyük bir kukla aldı, onu çok güzel sarıp yatak odasına Davud’un yatağına yatırdı. Sonra bir koyun derisi alıp onun yastığına koydu, sanki bunlar Davud’un saçları.
Sabah, Saul buyurdu Davud’u ona götürsünler. Askerler evine dalıp dediler: „Kral, Davud’u bekliyor.” Mikal şöyle karşılık verdi: „Kocam hasta.” Askerler Saul’un yanına dönüp Davud’un hasta ve gelemeyecegini söylediler. Saul öfkeli. „Yatağınla birlikte bana getirin onu öldüreğim!”
Askerler Davud’un evine döndüler. Yatak odasına girdiler, battaniyeği dartınca, yatakta bir kuklanın yattığını gördüler, yastığa gene koyun derisi koyulmuş. Mikal Saul’u dolandırdı.
Mikal, Saul’un kızı olduğunu biliyormusun? Kral, kızının Davud’a kaçmak için yardım ettiğini duyunca, çok gücendi! Saul askerlerini toplayıp Davud’un peşine düşmelerini buyurdu. Allah Davud’a yardım ediyor ve Saul’a vermiyor onu öldürsün. Davud yalnız değildi. Saul’un kötü öfkesinden saklanmak için, çok insan ona yardım ediyordu.
Bir defa ormana saklandı. Saul bunu anlayıca, askerlerinle onu aramay çıktı. Davud’un arkadaşı Yonatan o da onlarla beraberdi. Askerlerin bir parçası ormana girince, Yonatan öbürlerinden de ayrıldı. Birağaz sonra Davud’u bulup dedi: „Korkma! Allah seni koruyor! Ben İsrail’in kralı olmayacamı biliyorum, Allah seni İsrail’in kralı yapacak. Benim babam Saul da bunu biliyor, ama barışmak istemiyor. Babam seni hiç bir zaman tutamıyacak. Değilmi seni koruyan Allah’ın kendisidir!” Sahiden de Saul Davud’u tutamıyordu.
Başka sefer ne zaman Davud adamlarınla yüksek balkana saklandı, Saul yine fırlayıp onun izinden gitti. Saul’un askerlerini uzaktan görünce, Davud ve adamları bir mağara içine girdiler. Öyle oldu ki, Davud’la adamları girdikleri mağaraya, Saul da dinlenmek için, aynı mağaraya girdi
Mağara çok karanlıktı, Saul hiç kimseği fark etmedeğen aşaya yattı. Arkadaşları Davud’a dediler: „Şimdi Saul’u öldürebilirsin. Çünkü buna Allah’ın kendisi uğraştı.” Davud şöyle karşılık verdi: „Hayır, bunu yapmayacam. Allah seçmiş olduğu kralı, ben öldürmeyecem.” Davud uyumuş olduğu saul’a usulcacık yaklaştı, Bıçağı çıkarıp onun atkısından bir parçe kesti. Sonra yine sessiz arkadaşlarının yanına gitti. Biraz sonra, Saul uyanıp mağaradan çıktı. Birden bire arkasından bir ses dudu: „Efendim kral!” Saul ürpelendi. Davud’un sesini tanıdı. döndüğünde, Davud’u mağaranın girişide gördü. Sessizce diz çöküp krala dedi: „Neden beni öldürmek istiyorsun? Sana kötülük yapmaya hiç niyetim yok.” Sonra Saul’un atkısından kesmiş olduğu parçayı gösterdi. Davud anlatmaya devam ediyor: „Onu sen uyurken kestim. Seni çok kolay öldürebilirdim, ama bunu yapmadım.”
Saul şaşkınlık içinde idi. Davud, ondan daha yavaş olduğunu anladı. Değilmi Saul Davud’u öldürmek için, her yerde arıyor. İşte Davud gene onu sağa braktı. Şaşkın Saul dedi: „Anladımı ki, benim kötülüğümü dilemiyorsun. Allah seni İsrail’in kralı yapmak istediğini biliyorum.” Sonra askerlerini çağırıp eve doğru çekildi. Davud’u da ha fazla kovalamayacağına söz verdi. Ama Saul sözünü tutamadı. Davud’u yakalamak için, tekrar ve takrar denedi, ama denemeleri her zaman başarısızdı. Allah Davud’u koruyordu.
Zaman geçti saul öldü. Bütün İsrail halkı Davud’a gelip kral olmak için yalvardılar, Davud da buna razı geldi. Değilmi herkesin içinden onu seçti?
1. Kral Saul neden Davud'dan hazlaşmıyordu?
2. Davud çenkle çalırken Saul ne yaptı?
3. Merab Davud'un yatağına ne koydu?
4. Saul mağrada uyurken Davud ona ne yapmadı?
5. Davud Saul'a ne gösterdi?
Davud Alah’ın yardımıyla, İsrail’in kralı oldu. Yahudiler çok sevinçli idiler ve Davud'u da çok severdiler. Davud, Yeruşalm’e taşındı – güzel kasaba, tepelerin üstünde bulunurdu. Kasabanın içine girmek için, herkes dış kapıdan giriyordu. Davud’un yeruşalim’de çok güzel sarayı vardı. İsrail’in yeni kralı, Allah’ın yardımına teşekür etmek için, hayal kurardı. Böyle durumlarda, Yahudilerin adetlerinde kurban sunmak vardı. Davud’un kendisi de nişan olarak Allah’a teşekür etmek için ve Onu sevdiğinden dolayı kurban sunmak isterdi. Fakat, Yeruşalim’de kurban sunmak için, sunak yoktu ve tapınak da yoktu. Orada, daha önce Musa’nın kaldırmış olduğu tapınak vardı, ama çok eski ve kullanılmazdı.
Davud, Yeruşalim’de çok güzel bir tapınak kaldırmaya karar verdi. Ama Allah rağazı değildi, O istedi yeruşalim’de Davud’un oğlu kral olduğu zaman, tapınağı o yapsın.
Bir gün, Davud hizmetçilerini çağırıp dedi: „Biz, bir tapınak yapacağız, onun önüne Allah görevlileriler Allah’a kurban sunmak için, bir sunak yapacağız.” Ama tapınağın boş kalması iyi değildir. Onun içide, güzel odundan yapılmış bir sandık ve altınla kaplı olarak olsun. Antlaşma sandığı uzun zamandan beri eski tapınakta bulunmazdı, bir Allah görevlileriin evinde bulunuyordu ve Yeruşalim’e çok yakın yaşıyordu.
Davud şöyle dedi: „Biz, Antlaşma sandığını Yeruşalim’e götüreceğiz.” Bu teklifi herkez beyendi. Götürülmesi için, çok güzel bir araba yaptılar, bu araba da mandalarla çekilirdi. Ama Allah antlaşma sandığının bu biçimde götürülmesini istemedi. Hatırladığınız gibi, daha önce Musa’ya buyurmuştu ki, antlaşma sandığı yalnız bu iş için özel yapılmış kollardan tutulup taşınacak diye.
Fakat Davud’la hizmetçileri, Allah’ın istediği gibi yapmadılar. Antlaşma sandığını Allah görevlileriin evinden çıkarıp arabaya koydular. İlahilerin coşkusuyla yola çekildiler. Antlaşma sandığını koruyan, bir delikanlı Allah görevlileriin oğlu arabanın yanında yürüyordu. Delikanlının adı Uzza idi. O uğraşırdı antlaşma sadığı arabadan düşmesin. Birden bire mandalardan biri kayıp araba sarsıldı ve antaşma sandığı kaydı.... Uza, son anda antlaşma sandığı düşürken onu yakaladı. Bunu asla yapmamalı idi! Allah’ın antlaşma sandığını ellemeye kimsenin hakkı yoktu. Yalnız sandığın kollarını elle tutulabilirdi.
Allah Uzza’yı cezaladı. Delikanlı ölü olarak aşaya düştü. Davud’la öbürleri olup bitenleri gördüler. Onlar oynamayı ve ilahi söylemeği durudurdular. Allah’ın öfkeli olduğunu anladılar. Sandığı arabadan indirip en yakın eve götürdüler. Üzgün olan Davud gene, hizmetçilerinle Yeruşalım’e doğru çekildi.
Vakıt geçtikten sonra, Allah razı geldi, sandık Yeruşalım’e götürülsün. Davud sevincinden büyük kutlama yaptı. Bütün Yeruşalim halkı sevinçli idi. Sandığın arkasından krallarıyla bilikte yürüyüp, kasabaya götürürdüler. Sadece Davud’un karısı Mikal onlarla gitmedi. Yüreğinde Allah sevgisi olmadığı için, sarayda yalnız kaldı.
Bu sefer, sandığı Allah’ın buyurduğu gibi taşıyorlardı. Allah görevlileriler sandığın kollarından tuttular, neşeli Davud da onların önünden giderdi. Öbür Allah görevlileriler gene muzik çalıyorlardı, arkalarından da bütün Yerusalim halkı geliyordu. Onlar sevinçli ve neşeli idiler: „Sandık Yerusalim’e taşınırdı! Dış kapısını açın!”
Kalabalık kasabaya girdiği zaman, yolları sarayın önünden geçiyordu. Aynı zamanda, Mikal pencerede dururdu. O gördu ki, kocası Davud, herkesin önde yürüyordu, şarkı söylüyor ve oynuyordu. Mikal çok öfkelendi. Davud kral giyisilerinle değildi, sıradan bir insana benziyordu ve öbürleriyile birlikte onuyordu. O düşünürdü ki, bir kral lazım her zaman kral gibi görünsün ve nasıl münasipse öyle giyinik olsun. Davud gene böyle istemiyordu. Ve şöyle düşündü: Bu gün istiyorum herkes, antlaşma sandığına baksın, bana değil”.
Alay en sonunda tapınağa yetişti, Allah görevlileriler de çok dikkatla sandığı yerleştirdiler. Önce sunakta kurban sundular, sonra büyük kutlama başladı. Davud, herkese birer büyük parçe et dağıtırdı, birer şişe şarap ve birer ekmek. Bu kutlamaya en fukaraların da katılması için yaptı.
Kutlama akşam üstü bitti, Davud da saraya dönünce, Mikal onun üstüne fırlayıp azarlamaya başladı: „Neden kral giyisilerini giyimedin? Neden sıradan bir insan gibi herkesle sokakta oynadın?” Davud, Mikal’ın bu sözlerine çok kızıp dedi: „Ben, Allah’ın şerefine oynadım!” Allah ceza olarak Milka’yı çocuksuz bıraktı.
Davud İsrail’de, uzun seneler krallık yaptı. Allah onun bağazı haraketlerini beyenmezdi. Davud yaşlılığında anladı ki, hayatında çok kötü şeyler yaptı ve Allah’a yalvardı günahlarını bağışlasın. Allah Davud’a bağışladı. Davud Onu sevip saydığını biliyordu.
Davud çok yaşlandığı için, halka ilan etti: „Benim ölümümden sonra, bütün İsrail’e benim oğlum Sülüman kral olacak!” Bu Allah’ın istediği idi.
Zaman sonra, Sülüman İsrail’in kralı oldu ve Davud öldü. O artık ebediyen için göklerin Allah’ınla yan yana olacak. Çok çok seneler sonra, Davud’un soyundan, bizim kurtarıcımız İsa Mesih doğudu.
1. Davud hangi kasabada yaşıyordu?
2. Sandık nasıl taşınmalı idi?
3. Kyahinin oğlu Uza neden öldü?
4. Davud'un karısı Merad neden kocasına darıldı?
5. Allah neden Davud'un bütün günahlarını bağışladı?
Yerusalim’in sokakları çok canlı idi! Kimileri taşlarla dolu arabaları kakardılar, kimileri omuzlarında kocaman direkleri taşığırdılar, kimileri gene tahta taşığırdı. İsrail’de Allah’ın tapınağı yapılırdı. Ama onu kral Davud kaldırmazdı. O artık yaşayanların arasında değildi. Onun oğlu Süleyman, İsrail’i güderdi. Allah’ın adına bu güzel tapınağı Süleyman kaldırırdı. O çok akıllı bir kral idi. İsrail halkı Süleyman’ın ne kadar akıllı olduğunu biliyorlardı ve onunla gurur duyuyorlardı. İşte bunun için, kral tapınağı yapmaya karar verdiğinde, herkes büyük sevinçle işe tutundu.
Sandık, daha kral Davud’un yapmış olduğu tapınakda dururdu. Tapınak hazır olduğunda, sandığı oraya götürecekler. Yedi sene işten sonra, insanlar bu güzel tapınağı kaldırdılar. Artık Allah görevlileriler sandığı oraya götürebilirler. En sonunda artık Allah kendi halkıyla yan yana yaşayabilecek!
Yeni tapınağın şerefine büyük bir kutlama yapıldı. Allah görevlileri Allah’a kurban sunardı, kral Süleyman gene dua ederdi, İsrail’i merhametinden yoksun brakmasın. Süleyman dua ederdi, düşmanlar ülkeyi bastıklaı zaman, kıtlık olduğu zaman, insanlara hastalık geldiği zaman, yardım etsin. „Allah’ım günahlar için bizi bağışla, her zaman sesini duymadığımız için de bizi bağışla!” Allah süleman’ın duasını işitti.
Kutlama, yedi gün devam ettikten sonra, İnsanlar mutlu olarak evlerine gittiler. Artık, Allah onların yanında olacak!
Kısa zaman sonra, Süleyman kendine güzel bir saray yaptı. Onu her gören dedi ki, böyle güzel bir bina yok. Süleyman’ın tahtı, temiz altındandı, onun yanında duran askerlerin takımları altındandı.
Süleyman’ın akılılığı bütün dünyaya yayıldı. Başka devletlerden insanlar, ondan akıl almak için, çok sık gelirdiler. Bu söylentiler, Şeba kraliçesine de ulaştı, ne kadar doğru olduğunu kendisi emin olmak için, Yerusalim’e duğru çekildi. Süleyman için, develerle uzun kervan hediyelerle taşınırdı: altın, degerli şeyler, güzel kokular.
Süleyman, Şeba kraliçesini cani gönülle karşıladı. Ona bütün sarayı ve Allah’ın tapınağını gösterdi. Kraliçe onları beyendi, ama her şeyden önce insanlar onun hakkında konuşmaları ve ne kadar akıllı olduğu, doğrumu değilmi öğrenmek istedi. Süleyman’a bir kaç soru sordu, hem de öyle sorular sordu, hiç kimse cevap veremedi. Ama bu sorular Süleyman’a hiç zorluk vermedi.
Şeba kraliçesi şöyle dedi: „Süleyman, insanlar senin zenginliğinden ve akıllılığından için çok konuştular, ama görüyorum ki yarısını bile bana anlatmadılar. Çünkü burada her şey daha zengin, sen gene çok daha fazla akıllısın. – Seni İsrail’e kral olarak seçtiği için, Allah’ın mubarek olsun!” Ayrılırken, Süleyman kraliçaya pahalı hediyeler verdi, kervan onları onun uzak memleketine götürdü.
Süleyman akıllı adamdı, ama sık aldanıyordu. Onun, farklı yerlerden çok karıları vardı. Bunun daha kötüsü ki, kadınlarına izin veriyor putlara tapsınlar. Kadınları kendi putlarına kurban sunmaları için, Yerusalim’de çok sayıda küçücük tapınaklar bile yaptırdı. Ara sıra kendisi bile kadınlarınla bu tapınaklara giderdi.
Allah Süleyman’ı günahlarından için, cezaladı. İsrail devleti ikiye bölündü: birinde Süleyman’ın oğlu kral oldu, öbür tarafta gene Ahab kral oldu. Bütün bunlar Süleman’ın ölümünden sonra oldu.
1. İsrail'in yeni kralın adı ne?
2. Onu akıllı ve zengin eden kim?
3. Sülüman İsrail'de ne kurdu?
4. Süleyman'ın zenginliğini görmek için yanına kim geldi?
5. Süleymanın nasıl günahları vardı?
6. Süleyman'ın ölümünden sonra, İsrail halkıyla ne oldu?
İsrail’in ayrılışının ve iki devlet oluşundan sonra, daha büyük tarafını kral Ahab, karısı İzabel ile birlikte güderdi. Ahab’la İzabel Allah’ı sevmiyorlardı ve Ona hizmet de etmiyorlardı. Ahab, Baal putuna itaat ediyordu ve bütün devlette çok yerlere Baal’a sunaklar yaptırdı. Devletin halkından çoğu, Allah’ı unuttular ve kralla birlikte puta hizmet etmeye başladılar. Allah, bütün bunları gördü ve bütün insanlara günahlarını hatırlatmak için, karar verdi oraya peygamber ilyas’ı göndersin.
İlyas, Ahab’ın sarayına geldiği zaman, Allah’ın sözlerini krala bildirdi: „Peygamber İlyas, yamuru çağırmayana kadar, bir damla yere düşmeyecek.”
Öyle de oldu. Artık yamurlar yoktu, bütün devleti kuraklık sardı. Bitkiler ve ağıçlar kurudu, güneş de bütün otları yaktı ve hayvanlar da yecek bulamıyordu. Devleti açlık bastı. Yalnız büyük ırmaklarda biraz su vardı. İnsanlar hayvanları sulamak için, ve kendileri de içsin diye, oraya giderdiler.
Ama, Allah istemezdi hizmetçisi İlyas, devletin insanları gibi açlık ve susuzluk çeksin. Bu yüzden İlyas’a dedi: „Şerya ırmağına saklan, orada senin için yeterince su olacak ve kargalar da sana her gün yemek getirecek.” Allah ne buyurduysa, İlyas onu yaptı.
Peygamber Şerya ırmağına gelince, kocaman kara kuşlar ona doğru geldiğini gördü. Kargalar İlyas için gagalarında yemek götürdüler. Birinin gagasında ekmek vardı, öbüründe de et vardı. Onlar çok dikkatla yemekleri aşağa koyup ileri devam ettiler. Her sabah ve her akşam kargalar İlas’a yemek götürüyorlardı. Allah İlyas’ı düşünürdü. Kargaların kendileri çok aç idiler, hiç bir dayim ekmekle eti yemediler.
Vakit geçti ve Şerya ırmağı da kurudu. O zaman, Allah İlyas’a başka devlete gitsmesini ve bir dul kadının evine yerleşmesini buyurdu. İlyas, Sarefat kentine geldi ve Allah ona gösterdiği eve yerleşti. İlyas gitmiş olduğu evde, bir kadın oğlunla yaşıyordu ve çok fukara idiler. Evde, hemen hemen yemek yoktu. Sade biraz un ve ya vardı, o da bir ekmeklik içindi. Kadın peygamberi doyurmak için, hemen mutfağa koştu, ekmeği pişirsin. O anda mucize oldu. Kadın ekmeği pişirdi, ama fıçıdan un eksilmedi, bardakta gene önce ne kadar ya vardı, aynı okadar kaldı. Her gün aynı öyle olurdu. Kadın İlyas’a, kendine ve oğluna ekmek pişirirdi, un da ya da eksilmezdi. Bu mucizeği Allah yaptı.
Ama birden bire felaket oldu. Kadının oğlu astalandı ve bir kaç günden sonra öldü. Kadın, ölmüş olan oğlunun bedenini dizlerinin önüne koyup teselli bulmadağan alıyordu. İlyas karar verdi ona yardım etsin. O çocuğun bedenini alıp kendi odasına götürdü ve onu yatağa koydu. Sonra diz çöküp Allah’a yalvarmaya başladı: „Allah’ım benim, bu çocuğa yeniden hayat ver.”
Allah da hizmetçisinin sesini duydu. Çocuk dirildi ve İlyas onu anasına götürdü. Anası oğlunu görünce, sevinçten kendinde değildi ve haykırmaya başladı: „Şimdi senin peygamber olduğunu ve Allah’tan gönderildiğini anladım!”
İlyas baya zaman Sarefat’ta yaşadı, ama Ahab’ın yanına dönsün diye, Allah’ın buyruğu ona tekrar geldi.
Ahab, peygambere çok kızdı. Kral düşündü ki, bu kuraklık için suçlu olan İlyas. Ve izin verdi onu yakalayıp öldürsünler. Askerler onu her yerde arıyorlardı, ama bulamıyorlardı. İlyas kendisi kralın yanına gitti. O Ahab’dan korkmazdı, saraya geldiği zaman, şöyle dedi: „Eger kuraklığın bitmesini istersen, bütün insanlarınla Karmen dağına binmelisin. Baal’ın bütün peygamberleri de oraya gitsin. Göreceksiniz gerçek Allah kimdir: Allah mı yoksa Baal mı!”
Ahab İlyas’ın buyurduğu gibi yaptı. Yahudiler Karmen dağına bindiler, Ahab da at arabasınla oraya gitti. Baal putunun peygamberleri de oraya geldiler. Herkes toplandıktan sonra, İlyas dedi: „Kime lazım hizmet edilsin bu gün göreceyniz: Allah’a mı yoksa Baal’a mı.”
Baal’ın hizmetçileri, kendi putuna lağazım bir sunak yapsınlar. İlyas da Allah’a bir sunak yaptı. Sonra onlar, birer hayvan kesip sunaklara koydular. Hayvanların altına çalı çırpı koydular. İlyas şöyle dedi: „Çalları yakmayın, Baal’ın kendisi bunu kendi sunağına yapsın, Allah da kendi sunağına.” Baal’ın peygamberleri başladılar puta bağırmaya, dua etmeye de çalları tutuştursun. Ama Baal bunu yapamıyor, o Allah değildi. İlyas Allah’a dua etmeye başladı, birden bire bulutlardan ışık parladı, değil sade çallarla hayvanı yaksın, sunağın kayalarını bile kül etti. Baal’ın sunağı ateşsiz kaldı. Bütün insanlar bunu görüp bağırmaya başladılar: „Bizim Allah’ımız Alla’tır, bizim Allah’ımız Alla’tır!” Sonra Baal’ın peygamberlerini yakalayıp öldürdüler.
Bundan sonra İlyas Ahab’a dedi: „Arabanla evine doğru çekil, çünkü biras sonra yamur başlayacak.” Göklerde daha bir bulut gözükmüyordu. İlyas, en yükseğe binip dua etmeye başladı. Birden bire, denizin üstüne bulutlar çıktı. Onlar çok fazla olmaya başladı, sonra hepsi bir büyük kara bulutun içine süzülüp bütün gökü kapladı. Başladı sel gibi yamur yamaya. Ahab, sarayına yetişmedeğen bile, yamurun damlaları yere düşmeye başladı. Herkes anladı ki, yamur Allah’tan gönderildi, İlyas’ın Allah’ından.
Bütün bunlara rağamen Ahab’la karısı İzabel, İlyas’ı öldürmek istiyorlardı. İşte, İlyas devleti neden terk etti. Ahab yalnış etmeye devam ederdi ve Allah da onu cezalamaya karar verdi. Bu da, öyle oldu.
Ahab askerlerinle düşmana karşı savaşıyordu, göklerden bir siviri ok salındı ve tam yüreğinden vurdu. İşte, doğru olmayan İsrail’in kralı, böyle öldu.
İlyas yaşlandı ve Allah başka bir peygamber gönderdi. Onun adı Elişa idi, yaşlanmış olan İlyas’ı gene Allah, yanına aldı. Elişa bunu gördü ve anladı, eger Allah’a iyi hizmet ederse, Allah da ona yardım edecek.
1. Ülkede yamur yamayacağını Afav'a kim söyledi?
2. İllâs'a ekmekle et getiren hangi kuşlar idi?
3. Sarefat'ta kadının ununla ve yasıyla ne oldu?
4. Allah kadının oğlunla ne yaptı?
5. Sunağın odunlarını kim yaktı?
Elişa, İsrail’in yeni peygamberi oldu. O, Allah’ın hizmetçisi ve Allah’ın haberini insanlara duyurucu oldu. Allah’ın yardımıyla mucizeler yaptı. İşte onlardan bazıları. Elişa’nın çok öğrencileri vardı ve ondan çok şeyler öğrenirdiler. Elişa’nın öğrengilerinden biri, Eriha kasabasında yaşıyordu. Bu kasabada her şey iyi görünürdü, yalnız suyu o kadar pis ve dadsızdı ki, ondan kimse içmezdi. Bir gün razgele, Elişa Eriha’ya gitti. Bu kasabanın halkı, peygambere yalvarmaya başladı: „Bize yardım et! Bizim kasabamızda her şey güzel, sade suyumuz o kadar piski, içilmeye gelmiyor. Belki bizim için birşeyler yapabilirsin?” Elişa ricağa etti: „Bana çanakla tuz getirin.” Ve çanakla tuzu alıp kaynağa doğru ilerledi. Onları suyun içine koyup dedi: „Allah diyor: „Ben bu suyu salıklı ve datlı yapıyorum.” Kasabanın halkı sudan tattılar, su çok güzeldi. Bu mucizeği yapan Allah’tır.
Bir kadın iki çocuğunla İsrail’de yaşıyordu. Kocası öldüğü için, hanesine o bakardı. O kadar fukara idi ki, çocuklarına yemek bile alamazdı. Buna raamen, bir adama borcunu da ödemeli idi. Ne yazık ki, ödemek için, parası da yoktu. Adam da kadına şöyle dedi: „Madem borcunu ödemek için paran yok, çocukların benim hizmetçilerim olacak. „Kadın, acı acı ağlamaya başladı.
Elişa kadının sıkıntısını öğrenince, onun yaına gidip şöyle dedi: „Ben sana yardım etmek istiyorum. Evinde birşeycik kaldı mı?” Kadın karşılık verdi: „Evet, bir kana yağ kaldı.” Elişa da, ona şöle dedi: „Git, köyden bütün köylülerin kanalarını topla.” Oğluları analarına yardım emek için, birlikte gittiler. Bal için, boş kana varmı diye, her bir eve sordular. Kanaları kadının evine götürdüler, çocukların anası da kapıyı sürgüledi ve kendi yağla dolu kanasını alıp boş kanalara dökmeye başladı. Ama ne oldu? Boş kanalar doluyordu, kendi yağsı bitmiyordu. Bütün kanalar dolunca, o zaman onun kanasından yağ bitti.
Kadın çok sevinçli idi ve bu mucizeği Elişa’ya anlatmak için, onun yanına gitti. Elişa da ona dedi: „Git, yağı sat ve borcunu öde. Artan paralarla kendine ve çocuklarına yemek al.” Kadın öyle yaptı. Çocuklarını korumak için, Allah ona yardım etti.
Elişa, çok sık Şunem köyüne sapardı. Aynı köyde, bir kadın kocasıyla yaşıyordu. Bu kadın biliyordu ki, Elişa allah’ın hizmetçisidir ve onunla Allah hakkında konuşmak için, evine çok sık davet ederdi. Bir gün, kocasına dedi: Daha bir oda yapmamız gerekiyor, Elişa geldiği zaman, orada gecelesin.” Kocası bu fikri çok beyendi. Elişa yine Şunem’e gitti ve onu, gecelemek için çok güzel bir oda bekliyordu.
Elişa, yalnız değildi. Onunla birlikte hizmetçisi Gehazi de geldi. Gehazi Elişa’ya dedi: „Bu kadın bize karşı okadar iyi dir, Sor bakalım, onun için birşey yapabilirmiyiz.” Kadın, Gehazi’nin sorusunu duyunca, şaşırıp kaldı ve Elişa’dan birşey istemedi. „Bu kadının çocukları yok, ama çocuk sahibi olmasını çok istiyor. Onu yanıma çağır” diye peygamber buyurdu. Kadın geldiğinde, Elişa ona dedi: „Bir seneden sonra, senin bir oğlun olacak.”
Kadın, inanamıyordu. Ama... Bir seneden sonra bir oğul doğurdu. Allah Elişa’nın sözünü yerine getirdi.
Çocuk büyüdü. Ama bir gün,büyük bir felaket geldi – çocuk hastalanıp öldü.
Kadın, bedeni peygamberin yatağına koydu ve kocasının yanına koşup dedi: „Elişa’yı arayacam.” Ama çocuğun ölümüden bas etmedi. Kadın, bir sıpaya binip yola çekildi. Elişa, tepeden onu görünce hizmetçisine dedi: „Şünem’den olan kadın geliyor.”
Kadın yetişince, onun sevgili oğlu öldü diye, Elişa’ya anlattı. Elişa Gehazi’e dedi: „Benim sopamı al, kadının evine koş. Sopamı ölmüş olan çocuğun üstüne koy!” Gehazi aynısını yaptı. Sopayı çocuğun üstüne koydu, ama çocuk dirilmedi.
Elişa, önce kadınla onun evine gitmek istemezdi, ama kadın okadar uzun yalvardı ki, en sonunda razı geldi. Ölmüş olan çocuğun yerine girince kapıyı kapatıp dua etmeye başladı. Sonra Elişa çocuğun yanına yattı, ama dirilmedi. Elişa evden dışarı çıkıp sonra odaya tekrar girdi. Yine çocuğun yanına yattı, bir anda mucize oldu. Çocuk yedi defa ansırdı ve gözlerini açtı. Elişa, Gehazi’ile çocuğun annesini çağırdı. Anasının sevinci ve teşekür etmesi sonsuzdu. Çocuk yaşıyordu! Acaba bu büyk mucize değilmiydi?!
1. Eriha'nın suyu nasıl tatlı oldu?
2. Kadın oğlularını neden lazımdı versin?
3. Kadın borcunu ödemeye nasıl başardı?
4. Şünem'li kadın Allah'tan ne aldı?
5. Elişa çocuğu nasıl dirilti?
Uzak bir yer Suriye’de, büyük bir evde, bir kız yaşıyordu. Bu ev babasının ve anasının değildi, bu ev Suriye kumandanın ve karısının idi. Kumandan, bu kızı İsrail’den götürdü: İsrail’le savaş zamanında, Suriyeli’ler onu yakaladı ve kumandanın evinde köle oldu.
Kumandanın adı Naaman idi. O çok zengin bir adamdı, Suriye kralı onu çok severdi ve ona çok güvenirdi. Buna rağamen, Naaman mutlu değildi. O cuzam hastalığına yakalanmıştı. Bütün bedeni beyaz lekelerle kaplandı, bu bulaşıcı ve iğrin topluyordu. Bu hastalık geçmiyor, hem de Naaman’a ölüm getiriyordu.
Naaman’da olan İsrail’li köle kız, Kumandanın eziyetini çok fazla yaşıyordu. Ama inanıyordu ki, Naaman’a yardım edilebilir. Bir gün, onun karısına dedi: „Hanım, benim efendim peygamberin yanına Samiriye’ye gitsin. Bu peygamber onun cuzamını şifalayacak.” Kız, Elişa pegamber için basederdi. O, Elişa Allah’ın yardımıyla mucizeler yaptığını biliyordu ve Naaman’ı da şifalayabilir.
Naaman bunu karısından işitince, düşündü: „Belki de kız doğrusunu söylüyor? Kraldan izin alıp İsrail’e gidecem.” Kral, cesaretli kumandanı çok severdi ve İsrail’e gitmek için, hemen izin verdi. Naaman’a şöyle dedi: „Hemen çekil, İsrail kralı için sana mektup verecem.”
Naaman, arabasınla İsrail’e doğru çekildi. Yolculukta, hizmetçileri efendilerini korumak için, arabanın yanında yürüyorlardı. Naaman peygamber için, yanına çok degerli hediyeler aldı: altın, gümüş ve güzel elbiseler. İsrail’e vardı ve o, Samiriye kasbasına doğru ilerledi, çünkü İsrail kralı orada yaşıyordu. O, suriye’nin baş komutanı Naaman’ı görünce, çok korktu, çünkü İsrail’le Suriye aralarında çok sık savaşırdılar. Naaman mektubu ona verdi. Suriye’nin kralı şöyle yazmış: „Benim kumandan naaman’ı sana gönderiyorum, ona iyi bak ve onun cuzamını şifala.” Bu adamı nasıl ben şifalayım? – İsrail’ kralı daha fazla korkmaya başladı. – Ben Allah’mıyım?” Kral, Allah’ı ne seviyor ne de sayıyor, ama biliyordu ki, cuzamı sade Allah şifalayabilir. çaresiz olduğunu bilerek, giyisilerini yırttı.
Elişa sarayda ne olduğunu öğrenince, kralın yanına hizmetçi Gehazi’yi gönderdi. „Bu adam benim yanıma gelsin ve anlayacak ki, İsrail’de peygamber var” – Gehazi onun bu sözlerini İsrail kralına anlattı. Kral bu sözleri işitince, çok sevindi, hemen Naaman’ı çağırtıp peygambere gönderdi. Naaman, Elişa’nın evinekadar vardı, ama onu beklemek için dışarda kaldı. O düşündü ki, Elişa’nın kendisi onun yanına gelecek. Fakat, Elişa kendi hizmetçisini gönderip dedi: „Şeriya ırmağına git, yedi defa yıkan ve cuzam hastalığı yok olacak.”
Naaman bu sözleri işitince çok darıldı ve kasabadan ayrıldı. Yolda hizmetçilerine dedi: „Ben sandım, Peygamber benim yanıma gelip ellerini benim yaralarıma koyup dua edecek ve beni şifalayacak. Neden Şerya ırmağında yıkanayım? Yoksa Suriye’de ırmaklar Şeriya ırmağından daha kötümü? Bizim tarafımızı bırakmadağan, ben onlarda da yıkana bilirdim.” Kumandan kızmaya devam ederdi.
Naaman’ın hizmetçileri, onu İsrail’den ayrılmasın diye kandırıyorlardı: „Efendimiz, eger peygaber seni zor bir şey yapmaya zorlasaydı, yüzde yüz razı geleceydin. Neden Şeriya ırmağına yedi defa gömülmeyesen?” Naaman düşündü: „Hizmetçilerim haklıdır, neden denemeyeyim?” Ve buyruk verdi Şerya ırmağına doğru çekilsinler.
Irmağa yaklaştıkları zaman, Naaman arabadan inip güzel elbiselerini çıkardı ve suya dalıp yedi defa ona kendini batırdı. Hizmetçileri seyrederdi nasıl onun bütün bedeninden lekeler ve yaralar yok oldu. Naaman şifalandı. Sevinçli olan kumandan, Samiriye’ye peygaber Elişa’nın yanına geri dönmeye çekildi. O istiyordu bu harika mucize için, peygambere teşekür etsin ve çok degerli hediyeler versin.
Bu sefer Elişa evinden dışarı çıktı ve gördü ki, Naaman sapasağalamdı. „Ben biliyorum ki, sade bir Allah var - o da İsrail’in Allah’ı. Olabilirmi hediyeleri sana sunayım?” diye kumandan ona sordu. Elişa, hediyeleri kabul etmek istemiyordu. Naaman ne kadar da onu kandırmak istediyise de, yine de razı gelmedi. Peygamber bilirdi ki, onu şifalayan o değildi Allah’dı.
Naaman evine dönmezden önce, söz verdi: „Bundan sonra, sade Allah’a hizmet edecem.” Elişa’ya tekrar teşekür etikten sonra, arabasına binip Suriye’ye geri çekildi. Naaman’da olan köle kız, efendisinin sapasağalam olduğunu görünce, çok fazla sevindi. O, çok önceden inanırdı ki, Allah onun hastalığını şifalayacak.
1. Köle kız Nağaman'ın kadınına ne teklif etti?
2. İsralil kralına mektub yazan kimdi?
3. Elişa yardım aracılıyla Nağaman'a ne buyurdu?
4. Nağaman'ı Eriha da yıkanmay kim kandırdı?
5. Nağaman'ı kim şifaladı?
Yunus Allah’ın hizmetçisi idi, bir gün Allah ona çok zor bir iş verdi. Fakat Yunun onu dakkada yerine getirmedi. İşte bu nasıl oldu.
Bir defa Allah ona dedi: „Yunus, kalk ve Ninovaya git, bu kasabanın halkına de ki, Onların kötü işlerinden haberim var. Eger günahlarından tövbe etmeseler, hepsi ölecek.
Bu yolculuk çok korkunçtu, çünkü Ninova halkı İsrail’ilere düşmandı. Allah onların günahlarına öfkeli olduğunu, Yunus çoktan biliyordu. ÷Ama düşündü: „Ninovaya gitmeyecem. Bu sözlerden için Ninova halkı beni öldürebilir, ben gene daha yaşamak istiyorum.” Ve Yunus kaçtı. Çekildi bir büyük kasabaya gitsin. Deniz kıyında limana erdi, orada çok gemiler vardı. Allah’tan kaçmak için, bir gemi arıyordu. Gemilerden biri yolculuk için hazırdı, bunu görünce, kaptana gidip sordu: „Yalvarırım beni sizinle alın.” Kaptan, razı geldi. Yunus yolculuğunu ödeyip gemi çekildi. Bundan sonra, Yunus ambar yerine inip uyudu.
Allah, Yunus’u kendisinin buyruklarını yerine getirmediğini görünce, denize korkunç bir fırtına gönderdi. Yüksek dalgalar gemiyi bir kıyımcık gibi fırlatırdı. Dalga, geminin ambar yerini gürültüyle vuruyordu ve su, geminin üst katını kaplıyordu. Kaptanla denizciler çok korkmaya başladılar: su üst katı daha fazla kaplıyordu ve onlar da onu dışarı atmaya başaramazdılar. İnsanlar fırtınayı dindirmek için, kendi allahlarına yalvarmya başladılar. Onlar putlara tapardılar, Ama putlar bunu yapamazlar.
Yunus, ambarda derin uykuya dalmıştı ve fırtınadan habersizdi. Kaptan onu kaldırıp sordu: „Nasıl uyabiliyorsun? şevik kalk ve kendi Allah’ına yalvar! Belki de bize yardım edebilir.” Ama Yunus dua etmek istemezdi. Çünk O, çok iyi biliyordu ki, Allah’ın önünde suçludur ve Allah onun duasını işitmeyecek. İnsanlar geminin üst katında şöyle konuşurdular: „Aramızdan hangi biri günah işledi ve bu fırtına ceza olarak bize gönderildi.” Ne kaptan ne de denizciler kendilerini suçlu görmüyorlardı. O zaman suçluyu bulmak için, kura çekmeye anlaştılar. Allah, Yunus’un günah işlediğini onlara gösterdi. İnsanlar Yunus’a sordular: „Şimdi ne yapalım seni?” O da karşılık verdi: „Atın beni ambarın arkasına o zaman fırtına dinecek.”
Kimse bunu yapmak istemedi. Denizciler gemiyi deniz kıyına doğru ayarladılar. Bütün kuvetlerinle kürek çektiler, ama başaramadılar: rüzgar çok fazla hızlı idi. Onlar da, Yunus’un Allah’ına dua etmeye başladılar: „Yunus’u suya attığımızda bizi cezalama.
Sonra, denizciler Yunus’un ayaklarından ve ellerinden tutup, denize attılar. Ve o anda mucize oldu: rüzgyar dindi, deniz yeniden sessiz ve sakin oldu. Bunu Allah’ın kendisi yaptı. Memnun olan denizciler, bundan sonra sade Ona tapacaklarını, Allah’a söz verdiler.
Yunus kendini suda bulduğunda, bir büyük balık ona doğru geldiğini gördü. Onu gene Allah göderdi. Balık kocman ağzını açtı ve Yunus’u bütün bütüne yuttu. Bir anda, onun midesinde, kap karanlıkta oldu. Yunus yaşıyordu ve değilmi Ninova’ya gitmesi lazım!
Şaşırmış olan Yunus, Allah’ın önünde ne kadar suçlu olduğunu çağak şimdi anladı. Ve dua etmeye başladı. Dua ederdi, Allah onun dinlememezliğini bağışlasın ve onu kurtarsın. Allah ona bağışladı. Balığın karnında üç gün kaldı, sonra balık deniz kıyısına doğru yüzdü ve onu ağzından kuma tükürdü. O zaman Yunus karar verdi, Allah’ın istediğini yapsın ve Ninive’ye doğru çekildi.
Bu yolculuk çok uzundu. En sonunda Yunus, bir büyük kasaba gördü. Ve bu kasabaya girip sokaklarında bağırmaya başladı: „Daha kırk gün, Ninive yok olacak!” Yunus bağrarak diyordu, kasabada, kralın sarayı ile birlikte, bütün evler yıkılacak ve bütün insanlarla hayvanlar ölecek.
Ninive halkı çok kortu ve ne yapacaklarını da bilmiyorlardı. Bu cezadan nasıl kurtulacaklarını, yalnız bu ülkenin kralı bilirdi. O buyruk verdi bütün insanlar küçük çocuklarakadar soyunsunlar ve çula sarındılar. insanlar lazımdı göstersinler ki, günahlarından tövbe ediyorlar ve hayatlarını sıraya koymak istiyorlar. En birinci Kral soyundu ve çula sarındı. Ve herkes onun yaptığını yaptılar. Bundan başka, lazım kimse ne yesin ne de içsin: ne yaşlılar ne çocuklar ne de hayvanlar. Bütün halk, Allah’a dua etmeye başladı. Ve kral dedi: „Kim bilir belkide Allah bize bağışlağar?” Allah onların dualarını işitti ve Ninive halkına bağışladı.
Yunus buna çok darıldı. O, Allah’la konuşmaya başlayıp Ona dedi: „Bu halkı öldürmeyeceğini ve onları bağışlayacağını biliyordum. Bu kasabayıda yıkmayacağını biliyordum. Buraya gelenekadar boşuna uğraşmışım.” Yunus, okadar kırıldı ki, ölmek için Allah’a dua ederdi.
Yunus duasını bitirince, kasabaya yakın olan tepenin üstüne binip beklerdi. Güneş çok hızlı kavrurdu, Yunus başına bir mendil koydu. Akşam üstü o uyuyunca, onun yanında bir büyük ve güzel ağaç büyüdü. Yunus uandığında ağacı görünce çok sevindi. Artık güneşin ışığından var nereye saklanayım.
Ertesi gün, Allah bu ağıca bir kurt gönderdi, onu yeyip kuruttu. Sabah Yunus güneşin yakıcı ışığından uyandı ve gördü ki, harika ağıç ölmüştü. Bütün gün sıcaktan Yunus’un hali kalmamıştı. O, sahidende ölmeği daha fazla istedi, ne kadar bu acıyı çekmesin. O zaman, Allah Yunus’a dedi: „Sen, güzel ağıç öldü diye kırıldın. Ama, değilmi sen onu ekmedin? Yunus „Evet” dedi. „Sen ağıçtan için kırıldın – Allah devam ederdi. – Demek, insanlara acımıyorsun ki, Ninive halkı ölecekti?” Yunus şimdi anladı ki, Allah ondan daha iyi yürekli! O kendi merhametsizliğinden tövbe etti ve Ninive halkınıda bağışladığı için, teşekür etti.
Artık Yunus rahatlıkla evine dönebilir.
1. Yunus Nineveye gitmemek için ne yaptı?
2. Fırtınayı kim gönderdi?
3. Denizciler Yunuz'la ne yaptı?
4. Yunus Nineve sokalarında ne söylüyordu?
5. Yunus'un yanında ne büyüdü?
6. Nineve de insanlarla hayvanların ölümünü istemeyen kimdi?
Allah Yeşaya sordu: „İnsanlara kimi göndereyeyim?” Yeşaya cevap verdi: „Beni gönder!” „Tamam – Allah razı geldi, - o zaman insanlara de ki, beni dinlemek istemeyen cezalanacak.”
Yeşaya, Allah’la rüyada böyle konuşma yaptı. Allah tahtında otururdu, tapınakta, Onun etrafında melekler uçup şöyle diyorlardı: „Kutsal, kutsal, kutsaldır Allah!” Yeşaya korkup düşündü: „Vay başıma! Ben ölüyorum! Ben insanım, çok günahlar işledim, günahlı insanların arasında yaşıyorum.” O, hemen putları hatırladı, insanlar ülkede onların sunaklarında kurbanlar sunuyorlardı.
O anda, tapınağın yanında olan sunağa, bir melek yaklaştı, maşayla kor alıp Yeşaya’ya doğru uçtu. Koru, Yeşaya’nın ağzına diğidirip dedi: „Bütün günahların bağışlandı.”
Allah, Yeşaya’yı Onun hizmetçisi olmasını istiyordu. Bu yüzden ona bu rüyayı gönderdi. Yeşaya için Peygamber olmak, çok zordu. Çünkü kendi ülkesindeki insanları seviyordu, şimdi gene, onları ceza beklediğini demesi lazımdı ve Allah onlara düşman gönderecek. Ona, bu şeyleri konuşmak için, çok zor geliyordu!
Yeşaya, kral Ahaz’a gidip dedi ki, ben mecburum Allah’a hizmet edeğim. Ahaz onu dinlemedi ve puta büyük sunak yaptı. O zaman düşmanlar ülkeyi bastılar ve Yeruşalim kasabasına kadar erdiler. Ahaz çok korktu: ama biliyorduki bu onun suçu yüzünden oldu. Ve, düşmanları durdurmak için, Allah’a yalvarmaya başladı.
Allah Yeşaya dedi: „Krala git ve ona de ki, Ben düşmanları Yeruşalim’e brakmayacam!” Kral, bu sözleri işitice çok sevindi. Ama, Yeşaya devam etti: „Çok seneler sonra ne olacağını da, sana anlatmak istiyorum. Bir kız, bir oğul doğracak, onun adı Emanuil olacak.” Sevgili çocuk, bu güzel ad ne anlam taşıdığını sen biliyormusun? „Allah bizimledir” anlamını taşıyor. Yeşaya, bizim Allah İsa Mesih’ten için konuşuyordu.
Yeşaya, yeryüzüne gelecek olan İsa hakında, çok sık konuşuyordu. Ve peygamber biliyordu ki, İsa Allah’ın oğludur. İsa, çok insanları mutlu yapacağını ve kurtaracağını hem de yeryüzünde, Onun Kendisi çok acılar çekeceğini de biliyordu. İnsanlar Ona merhametsizce çeki çektirecekler, sonra da onu öldürecekler. Ama Yeşaya peygamber, İsa’nın dirileceğini de bildirdi.
Yeşaya bütün bunları Allah’tan duydu. İnsanlar peygaberi dinlediler ve günah işlemeye devam ettiler. Zaman sonra, kral Ahaz öldü ve oğlu Hizkiya onun yerine geçti. Hizkiya, Allah’ı çok seviyordu. Yeşaya, yeni kralın yanına çok sık gelip Allah hakında paylaşıyorlardı.
1. Yeşeya'nın peygamber olması gerektiğini kim söyledi?
2. Kötü kral Ahab ne yaptı?
3. Yeşeya insanlara kimin hakkında anlatırdı?
4. Yeni kral kimdi?
5. Hiskiya kimi severdi?
Yeruşalim çok telaşlı idi. Çünkü Asurlular kasabayı sarmışlardı. Kral onlarla konuşmak için, yardımcılaından üç kişi gönderdi. Bütün Yeruşalim halkı, kasabanın duvarına yüyüşüp kişilerin dönmesini bekliyorlardı. Asurlular’ın kumandanı, kral Hizkiya’nın adamlarını görünce yüksek sesle gülmeye başladı ve kralla İsrail’in Allah’ını alaya aldı. Kumandan şöyle diyordu: „Kral Hiskya’yı dinlemeyin ve ona boyun eymeyin! O kötü kral. Benimle gelin, ben sizi Asura götürecem. Orada, İsrail’den çok daha güzel. İsrail’in Allah’ı hakiki Allah değil. O kasabayı korumayacak.”
Kumandanın eylentilerine hiç cevap vermediler, Hizkiya’nın adamları kasabaya dönüp her şeyi krala anlattılar. Hizkiya çok fazla kırıldı. Kasabada askeriyi yoktu, halk da Asurlular’ın kuvvetli askeriyisinle savaşamaz. Hizkiya Allaha dua etmek için, tapınağa gitti ve üç yardımcısı gene, Yeşaya peygambere gidip dediler: „İsrail halkı için yalvar.” Peygamber karşılık verdi: „Kralınıza bildirin, Allah Asurlular’ı cezalayacak.” Bir kaç gün geçti, Kumandan İsrail kralına mektupla iki eski asker gönderdi. Mektupta, onun için ve Allah için çok eylentiler vardı. Hizkiya mektubu okuduğu zaman, Asurlular’ın küstahlığına çok öfkelenip tapınağa girdi. Allah, mektubu okusun diye, aşağa koydu. Ve kral dua etmeye başladı: „Allah’ım, kumandan Seninle ve senin halkınla eğleniyor. Asurlular’ı cezala!”
Öylede oldu.
Akşam üstü, çadırlarında Asurlular rahat uyurken, Allah bir melek gönderdi ve onlardan çok asker öldürdü. Sabahlayın kumandan uyanınca, çoğu askerleri ölmüş gördü. Korkunç, kumandan bir avuç askeriyesinle Yeruşalim duvarlarından uzağa kaçmaya başladı. Allah Yeruşal’imi ve İsrail’in kralını kurtardı.
Çok sene geçti. Bir gün, Hizkiya hastalığa düştü. Ayaklarını korkunç yaralar kaplamıştı. Hizkiya yürüyemez oldu ve ölecek diye herkes korkuyordu. Doktorlar bilmiyorlardı ona nasıl yardım etsin.
Allah saraya peygamber Yeşaya’yı gönderdi. Peygamber Hizkiya’ya Allah’ın sözlerini bildirdi. Işaya onun yatağına yaklaşınca dedi: „Kral, yakında sen ölecen.” Kral ağlamaya başladı. O daha çok gençti ve yaşamak istiyordu. O kendi halkına ve kendi ülkesine hizmet etmek istiyordu. Hizkiya Allah’a yalvarmaya başladı: „Allah’ım beni hatırla! Bana hayat ver!”
Allah, onun duasını duydu ve Yeşaya’yı tekrar saraya gönderdi. Bu sefer Yeşaya, sevinçli haberle geliyordu. „Kral, Allah seni işitti. Sen, on beş sene daha yaşayacan.” Bir kaç gün sonra, kral şifalandı. Sevinçli olan Hizkiya bu şifadan için, Allah’a teşekür etti. Üç seneden sonra kralın bir de oğlu oldu.
1. Yeruşalim neden telaşlı idi?
2. Kumandan Sanherib gönderilmişlere ne karşılık verdi?
3. Hiskiya Sanherib'in mektubuyla ne yaptı?
4. Allah Asurluların ordusuyla ne yaptı?
5. Allah Hiskiya'ya yaşamak için daha nekarar ömür verdi?
Uzak bir ülkenin Babil kasabasında, kral Nebukadnessar yaşıyordu. Onun güzel sarayında çok gençler vardı, bunların arasında dört İsrail’li vardı. Kral Nebukadnessar Yeruşalim’i ele geçirirken, bir kısım halkından da ele geçirdi. Bu dört genç, onlar da tututklulardandı. Babil kasabasına götrüldükleri zaman, kral onları kendi yanına saraya yerleştirdi. Ama gençler sevinmiyorlardı. Değilmi Babil de Allah’a dua edemiyorlardı? Bu kasabanın halkı putlara tapardılar ve Nebukadnessar, İsrail’in gençleri de aynısını yapmak için, buyuk verdi. Gençlerden birinin adı Daniyel idi, geri kalanları da onun arkadaşları idi. Kral herkese yardım ediyordu. Bu dört kişi, değil sade öbür gençlerle sarayda otursun, Ama ülkenin en büyük bilgin adamlardan, çeşitli bilim de oğreniyorlardı. Kral, bütün gençler en güzel yemeklerle beslensinler diye, hizmetçilerine buyuruk verdi. „Ben hangi yentilerden yeğersem, onlara da aynısını verin!” – Nebukadnessar buyurdu.
İşte, bir gün masalar kuruldu. Herkes oturup emeye başladı. Sadece Daniyel ve onun arkadaşları oturmadılar. Bütün iş bu idi ki, Babil’de yemekler Allah’ın buyruklarına göre yapılmazdı. Daniyel ve arkadaşları, bu uzak ülkede bile Allah’a sadık kalmak isterdiler. Bu sebeple masalara oturdular, ama yemeklere ellerini sürmediler. Hizmetçiye yalvardılar: „Bize ekmek ve su ver.” Hizmetçi onların istediğini yapmadı. Korkuyordu Eğer kral bunu öğrenirse, öfkelenecek. Hizmetçi düşündü: „Eğer onlara sade ekmek ve su verirsem, değilmi onlar zayıflayacak.” Daniyel ona dedi: „Korkma zayıflamayacaz!” Hizmetçi razı geldi.
Bir kaç gün böyle geçti. Bu Yahudi gençleri, ekmekten ve sudan başka bir şey yemezdiler. Ama zayıflamazdılar, buna rağamen öbürlerinden hem daha kuvvetli hem de daha güzel olurdular. Çünkü, Allah onlara bakardı. Kralın hizmetçisi anlayamazdı ne oluyor, yine de hep öyle ekmekle suyu getirirdi.
Daniyel ile arkadaşları, öbürlerinin hepisinden daha iyi öğrenirdiler. Allah, öğrenmekte bile onlara yardım ederdi. Dördünden Dniyel en akıllısı idi ve rüyaları da açıklıyordu.
Bir gün, kral Nebukadnessar çok şaşılacak bir rüya gördü. O bütün ülkede olan akıldanecileri, çağırsınlar diye buyruk verdi. Ne yazık ki, ona yardım edemiyorlardı. Nebukednassar rüyasını unutmuş. „Gördüğüm rüyayı, bana anlatın ve de açıklayın! – diye kral buyurdu. – Eger bunu yapamazsanız buyuracam sizi öldürsünler” – o dargındı. Akıldaneciler karşılık verdi: „Kralımız, senin rüyanı bizden kimse sana anlatamaz eger sen onu unuttuysan.”
Kral bütün ülkenin akıldanecilerini öldürmeye hazırlandığını, Daniyel öğrenince, hemen saraya gitti. Daniyel krala şöyle dedi: „Kral, akıldanecileri öldürme! Bana bir gün müsade ver, ben senin rüyanı açıklayacam.” Daniyel eve döndü ve yardım için, Allah’a dua etmeye başladı. Allah da, kralın rüyasını ona anlattı. Ertesi sabah, genç olan Daniyel, saraya gelip kralın rüyasını hatırlattı ve onu açıkladı. Kral, çok sevindi ve akıldanecileri de serbest bıraktı. Daniyel'e gene çeşitli hediyeler verildi ve artık ülkeyi gütmek için, krala yardım ediyordu. İşte Allah, Yahudi gençlere böyle yardım ediyor. Zaman sonra, Nebukadnessar buyurdu temiz altından oyulmuş büyük bir heykel yapsınlar. Onu, geniş bir meydanlığa koyup insanları oraya gitmeye ve eğilmye mecbur ettiler. Heykel bir put idi. Onun etrafında çalgıcılar duruyordu. Herkes toplandığında, kralın hizmetçisi şöyle dedi: „Şimdi muzik çalacak, biz de puta tapacağız. Kim bunu yapmazsa, diri diri yanacak!”
Orda bulunanların arasında, Daniyel’in üç arkadaşı da bulunuyordu. Muzik çalınınca, bütün insanlar puta tapmak için, diz çöküp eğilmey başladılar, ama üçü ayak durmaya devam ederdi. Onlar, Allah’a sadıktılar ve puta eğilmek istemezdiler.
Kral Nebukadnessar, gençlerin itaat etmediklerini görünce, buyruk verdi onları çağırsınlar. „Size daha bir defa tekrarlıyorum – bu puta herkes lazım itağat etsin. Eğer bu defa da muzik çaldığında diz çökmezseniz, yanacaksınız!.
Muzik tekrar çaldı, ama gençler ayak duruyordu. Kızmış olan kral, onların tutulup bağlanmasına ve fırına atılmarına buyruk verdi. Ama herkes, iplerin kopmasını, elbiselerin yanmamalarını gördü ve ateş de onlara zarar vermedi. Allah’tan gönderilmiş melek, gençlerle yan yana duruyordu.
O zaman kral, hızla içeri girip gençleri çağırdı. Üç arkadaş ateşten çıktı, melek de göklere döndü. Herkes şaşkın şaşkın gençlere bakardı. Onlar hiç zararlı değildi, yalnız ipler yandı. Kral Nebukadnessar şöyle dedi: „Şimdi ben anladım ki, Allah, biricik gerçek Allah!”
1. Danail'le arkadaşları başkalarıyla beaber yemekten neden vazgeçtiler?
2. Kral Nebukadnetsarın rüyasını kim açıkladı?
3. Kime lazımdı eğilsinler?
4. Üç arkadaş nereye atıldılar?
5. Ateşte gençlerle birlikte duran kim idi?
Babili, Kral Darius gütmeye başladı. Daniyel, Kralın iyi arkadaşı idi ve ona yardım ederdi. Darius da onu severdi, ama bu, kralın öbür hizmetçilerine iyi gelmezdi. Onlar karar verdi Daniyel’i öldürsünler. Ne yapacakları için çok uzun düşündüler, en sonunda kurnasça bir plan kurdular.
Daniyel’in düşmanları saraya gidip Darius’a şöyle dediler: „Kralımız, bütün halk sede otuz gün, bütün ihtiyaçları için, yalnız sana yalvarsınlar!” Ama Allah’a dua ettiğin zaman da aynı ricağa etmektir! Herkes biliyor ki, Daniyel Allah’ı çok seviyor ve günde üç defa Ona dua ederdi. Daniyel kendi evinde, açık pecerenin önünde diz çöküp Allah’a danışmak istedi.
Düşmanları bunu biliyordu. İşte, neden daha da ekleyip krala dediler: „Bu otuz günün içinde, senin buyruğunu her kim bozarsa, en korkunç cezaya çarptırılsın! Sarayın bahçesinde kazılmış derin çukur var, orada kafezle senin aslanların duryor. Bu suçlu, kafeze aslanlara atılsın!” Kral Darius, bu fikiri byendi ve bu buyruğu imzaladı. Vatandaşları ihtiyaç için, kimseye dönemzdiler kraldan başka.
Daniyel, bu buyruğa boyun eymedi. Evinde ki, Yeruşalim’e bakan pencereği açıp günde üç defa Allah’a dua etmeye devam ederdi, sabah, öğlen ve akşam.
Daniyel, bir gün dua etmekte iken, kralın hizmetçileri hızla onun evine girdiler. Onu dizlemiş olarak görüp yakaladılar ve Darius’a götürdüler.
Kral onların kötü düşüncelerini, ancak şimdi anladı. Ve çok sıkılmaya başladı: Daniyel onun en iyi arkadaşı idi, ama şimdi aslanlar onu parçalayacak. Darius, imzalamış olduğu buyruğu değiştiremez. Kral, Daniyel’e dedi: „Umut ederim ki, Allah seni bırakmayacak.” Zavallıyı sarayın bahçesine götürdüler, aslanların kafezini açıp yırtıcı hayvanlara attılar.
Darius, bütün gece gözlerini kıpmadı. Değilmi onun suçu yüzünden arkadaşını aslanlar kafezine atıldı? Kral düşünürdü: „Kendi Alah’ı tarafından kurtarılacakmı?”
Ertesi sabah, erken giyinip
acele etti sarayın avlusunda bulunan kafeze insin. Ve kral
bağırmaya başladı: „Allah’ın
hizmetçisi Daniyel, Allah’ın seni aslanlardan
kurtardımı? Sen Ona hakikatla itaat ederdin.” „
O,
kral! – Darius arkadaşının sesini duydu. –
Allah kendi meleğini gönderip beni aslanlardan kurtardı.”
Sevinçli olan Darius hizmetçilerini çağırdı, onlar kafezi şevik açtılar, ipleri salıp Daniyel dışarı çıktı. O sağa idi, aslanlar ona dokunmadı! Allah Daniyel’i brakmadı
Kral, Daniyel’in sağasalim oduğuna çok sevinçli idi ve haberdarları buyrukla bütün ülkeye gönderdi: „Bütün vatandaşlar Daniyel’in Alah’ına saygı duyacaklar.” Darius, arkadaşının düşmanlarnı gene, aslanlar kafezine attı, yırtıcı hayvanlar, dakkada onları parçaladılar.
1. Danail'in düşmanları krala ne anlattılar?
2. Danail günde kaç defa pencerenin önünde dua ediyordu?
3. Allah Danail'i aslanlardan kurtarmak için kimi gönderdi?
4. Kim bütün gece uyamadı?
5. Dariyus Danail'lin düşmanlarını nasıl cezaladı?
Bir gün, Pers kralı Ahaşveroş karısının dinlememezliğine çok kızıp onu saraydan kovdu. Bundan sonra, bütün krallıkta ne kadar güzel kızlar varsa, hepsini saraya gelmelerini byurdu. kendine yeni eş beyenmek istiyordu. bütün getirilmiş olan kızların arasında bir de Yahudi kız vardı, onun adı da Ester idi.
Kızlar, kralın yanına birer birer dalıyorlardı ve o da herkesle konuşurdu. Ester’in sırası geldi. Onun yanına girince gördü ki, geri kalanlardan daha güzeldi ve konuştuktan sonra, çok akıllı olduğunu anladı. Ve Ahaşveroş Ester’le evlendi.
Ester’in anası ve babası çoktan ölmüştü, o daha küçüklüğünden beri, amcası Mordekay tarafından eğitilmişti. Mordekay, kraliçe sağasalim midir diye er sabah saraya geliyordu.
Bir gün saraya yakınlağarken, onun giriş kapılarının önünde, kralın nizmetçileriden, iki kişinin mımırdanmalarını gördü. Mordekay, onların kralı öldürmek için, konuştuklarını duydu. Bütün bunları, hemen Ester’e anlattı ve o da bu tehlike için, kocasını uyardı. Gizli konuşmacılar öldürüldü, Mordekay’ın adını gene, unutulaz kitaba yazıldı.
Kral Ahaşveroş’un arkadaşı vardı. Onun da adı Haman idi. Haman, saraya her gün geliyordu ve insanların yanından geçtiği zaman, herkes ona aşağa kadar eyliyordu. Sade Mordekay onu eğilmekle karşılamazdı. Haman kudurmuştu: „Neden bu Yahudi bana eğilmiyor? Bütün Yahudiler lazım öldürülsün!”
Bir defa, Haman kralın yanına gidip şöyle dedi: „Yahudiler sana boyun eymiyorlar ve saygı saymıyorlar. Bu halk lazım yok olsun. Bu işi bana brak!” Ahaşveroş onun sözlerine inanıp buyruk verdi ve buyruğunda da yazılı, bütün ülkede olan Yahudiler, lazım öldürülsün. Yahudiler kralın buyruğunu duyunca, dehşete düştüler ve hemen Allah’a yalvarmaya başladılar.
Mordekay da Haman’ın aldatıcı düşüncesini öğrendi. Ve ümütsüz bir halde saraya gitti. „Bunu Ester’in duyması da gerekiyor” diye düşündü. Ester sarayın penceresinden Mordekay’yın gelmesini görünce, hizmetçisine sordu: „Mordekay neden bukadar kahırlı? Git onu bana getir.”
Mordekay, kraliçeye her şeyi anlattı. „Ester, krala git! Belki de Yahudileri ölümden kurtarır.” Ester karşılık verdi: „Bu mümkün değil. Sade kralın yanına girilebilir ne zaman o çağırırsa.” Mordekay israr ederdi: „Yine de gitmen lazım. Çünkü bütün ülkede Yahudileri öldürmeye başladılarmı, sen de Yahudi olduğun için, seni de öldürecekler.” Ester, razı geldi. Tamam yapacam bunu. Benim için dua et!” Bundan sonra, en güzel giyisisini giyidi ve Allah’a dua edip kralın yanına gitti.
Ester, onun salonuna girdiği zaman, durdu. Ahaşveroş onu gördü, onun yanına kendinden girdiği için, Ester’e gücenmedi. O, Esteri çok seviyordu. Ve karısına sordu: „Ne için bana yalvaracan?” Ester karşılık verdi: „Akşama benim yanıma, Haman’la birlikte ziyafete gel.”
Ziyafet zamanında, Ahaşveroş Ester’e yine sordu: „Galbağa bir şey için yalvarmak istemiyorsun?” „Yarın arkadaşın Haman’la birlikte benim yanıma gel. Ricamı sana yarın söyleyecem.” Haman, çok gururlu idi: kraliçe ikinci kez onu yanına davet etti.
Haman, ertesi gün saraya geldiğinde, Mordekay’yı gördü. Yahudi tekrar ona boyun eymedi. Haman, daha fazla öfkelendi.
Bu arada, kral akşamlayın uyamıyordu. Hizmetçisine ricağa etti: „Bana bir şey oku.” Hizmetçi, unutulmaz kitabı alıp Mordekay Ahaşveroş’un hayatını nasıl kurtardığını okumaya başladı. Kral sordu: „Onu ödüllendirdimmi?” Hizmetçi karşılık verdi: „Hayır.” Artık Ahaşveroş ne yapmasını biliyordu.
Haman, ertesi sabah kralın yanına gelip Mordekay’ın ve bütün Yahudilerin ölüm kararını gerçekleştirsin diye yalvardı. Ahaşveroş ona sordu: „Krala doğru olarak ve sadikane hizmet eden adama, nasıl lazım davranılsın?” Haman, kendisinden söz konusu olduğunu sanıp dedi: „Bu adamı, kralın beygirine bindirilmeli, kafasına kral tağacı takılmalı, kendisi kral giyisilerinle giyinmeli ve bütün kasabayı gezmeli. Beygir, kralın yardımcısıyla gezdirip yolda şöyle bağırmalı: „Kral doğru hizmet edene böyle davranıyor!”
Ahaşveroş ona buyurdu: „O zaman Yahudi olan Mordekay’ı yanıma götür!” Kral, hizmet için ona değil, Yahudi Mordekay’a teşekür etmek istediğini anlayınca, dehşete düştü. Ama ne yzık ki, buyruk lazım yerine getrilsin.
Mordekay, kral beygirine bindi, kafasına kral tacını koydular, onun kendisi gene kral giyisilerinle giyindi. Haman, beygirin gemlerinden tutup bütün kasabayı yürütüyordu ve şöyle bağrıyordu: „Kral, doğru hizmet edene böyle davranıyor!”
Bu arada, Ester Yahudi olduğunu krala anlattı. Kocasına ricağa etti: „Benim halkımı yok etmek isteyen adamı cezala!” Ahaşveroş, artık Haman’ın bütün yalacı düşüncesini anladı: o kraliçeği de öldürmek istedi. Bunun için, Haman saraya döndüğünde, Ahaşveroş buyruk verdi onu yakalasınlar ve öldürsünler. Yahudileri gene kimse zorlamıyordu. Allah, Ester’i kraliçe etiğinde, kendi halkına böyle hizmet ederdi. Mordekay, kralın en iyi arkadaşı oldu.
1. Hangi kız kraliçe oldu?
2. Haman'a kim boyun eğimek istemiyordu?
3. Haman Yahudi'leri ne yapacağına nasıl karar aldı?
4. Kim cezalandı?
5. Kralın en yakın arkadaşı kim oldu?
İsrail de Allah görevlileri Zekeriya yaşıyordu. Onun kendisi de çok yaşlı idi ve karısı Elizabet, o da yaşlanmıştı. İkisi de Allah’a, doğru hizmet ediyorlardı. Sadece onlara bir şey acı veriyordu: çocukları yoktu. Allah onlara çocuk vermek için, çok sık dua ediyorlardı, seneler ğeçiyordu, ama yinede onların çocukları yoktu.
Bir gün, Zekeriya Yeruşalim’e çekildi. Orada ki tapınakta, Allah’ın sunağında, lazım kurban sunmalıydı. Zekeriya içeri girdiğinde kapılar kapandı, insanlar Allah görevlilerii beklemk için, sokakta kaldı. Zekeriya kendisi lazımdı kurbanı kezsin ve dua etsin.
Zekeriya, birden bire sunağın yanında bir meleğin durduğunu gördü. melek ona şöyle dedi: „Korkma Zekeriya, senin duaların işitildi. Yakında karın bir çocuk doğracak. Onun adını Yahya koyacaksın. Sizin çocuğunuz Allah’ın hizmetçisi olcak. en önemlisi ki, senin oğlun bütün insanlara İsa Mesih için doğruluğu konuşacak.”
Zekeriya meleği sesliyordu, ama ona inanmıyordu. Allah görevlileri itraz ediyordu: „Artık çocuğumuz olmak için, ben ve karım çok yaşlıyız. Melek devam etti. „Ben cebrail melek, Allah’la her zaman yan yana duruyorum, Allah beni senin yanına gönderdi. Sen benim sözlerime inanmıyorsun. Ceza olarak, sen dilsiz kalacan ve birdaha hiç konuşmayacan.” Bunu söyleğince, melek kayboldu.
Zekeriya tapınakta yalnız kaldı. Ve düşündü: „Lazım insanların yanına çıkayım. Her halde çok vakıt geçti ve herkes çoktan beri beni bekliyorlar.” Zekeriya kapıları açtı ve dışarı çıktı. Ellerini göke doğru kaldırdı ve konuşmak için, ağzını açtı, Ama ne yazık konuşamadı. Dilsiz oldu. İnsanlar sormaya başladı: „Bu Allah görevlilerile ne oluyor? Galbağa tapınakta birini gördü.” Biraz durduktan sonra, herkez dağılmaya başladı, Ama Zekeriya tekrar tapınağa girdi.
Zekeriya bir kaç günden sonra, evine karısının yanına döndüğünde, eline kiyat ve kalem aldı ve olup bitenleri yazdı. Elizabet onu okuduğunda çok sevindi ve Allah’a teşekür etmeye başladı. Biliyorduki oğlu olacak ve Zekeriya da buna inandı
Nasıra kasabasında bir kız yaşıyordu, onun adı Meryem idi. O, Davud’un soyundandı, çok zaman önce İsrail’de krallık sürdü. Ama şimdi Meryem’in aylesi çok fukara idi.
Bir defa, Meryem evde yalnızken, onun karşısına Cebrail Melek geldi. Meryem korktu, ama o gene dedi: „Korkma, Allah bütün kadınlardan seni ayırdı. Sen bir oğul doğracan, O Allah’ın oğlu olacak, onun adını İsa Mesih koyacan.” Meryem sordu: „Ama benim oğlum nasıl olacak nezaman evli değilim?” Cebrail dedi: „Allah bunu düşünecek. Yaşlanmış olan Elizabet, o da bir oğul doğracak.” „Allah’ın bütün işleri harika ve çok güzeldir” – Meyrem saygıyla karşılık verdi ve melek kayboldu. Meryem yola hazırlık yaparken şöyle düşündü: „Lazım çok acele Elizabet’e gideyim, o okadar yaşlı olduğuna rağamen yine de oğlu olacak. Allah onun dualarını işitti.” Uzun yolculuktan sonra, Meryem Zekerya ile Elizabet’in evine vardı. Onu gördüğünde, yaşlanmış kadın haykırdı: „İşte benim Allah’ımın anası geliyor!” Allah Elizabet’e anlattı ki, Meyrem İsa’yı doğracak. Meryem de çok sevinçli idi: „Allah bütün kadınlardan beni ayırdı. ben bir oğul doğracam, O bütün insanları mesut edecek!” Meryem, biraz Elizabet’te yaşadıktan sonra, Nasıra’ya çekildi. Orada ona bakan masum Yusuf vardı, O da aynı Davud’un soyundan ve aylesindendi.
Zaman sonra, Elizabet bir oğul doğurdu. O ve Zekerya çok mutlu idiler. Zekerya’nın dilsizlik yüzünden,sevinçleri karanlık olurdu. Komşuları çocuğu görmeye geldiler. Ve Elizabet’e sordular: „Çocuğa nasıl bir ad koyacağınız?” Zekerya çocuğa nasıl bir ad vereceğini bilirdi. Konuşamadığı için yazdı: „Yahya.” Çocuğun adını yazınca mucize oldu. Zekerya birden bire konuşmaya başladı. Sonsuzca sevinçli idi, o Allah’a dua ve teşekür etme ilahisi söylemeye başladı. Kadınlar, Zekerya’nın dua ilahisini saygıyla dinliyordular. O gene, onlara bizim kurtarıcımız İsa’nın doğacağını anlatıyordu.
1. Zekerya tapınağda ne yapardı?
2. Cebrail melek Zekerya'ya ne anlattı?
3. Cebrail neğin hakkında Meyryem'le konuştu?
4. Meryem kimi lazımdı doğrsun?
5. Zekerya oğlunun adını yazınca, onunla ne oldu?
Bir peygamberin söylemesine göre, İsa lazım Beytlehem kasabasında doğusun. Fakat Yusuf’la Meryem, Nasıra da yaşıyorlardı, Beytlehem’den çok uzak.
Bir gün, Nasıra’ya Romalı asker geldi, Roma imperatorun buyruğunu halkın arasına yerleştirip okumaya başladı: „İsrail’ artık Yahudilere ayit değil. İsrail, Roma ülkesinin bir parçası oldu. Sizden herkes mecbur, daha önce hangi kasabada ya da köyde kendi aylesinle yaşamışsa, oraya dönsün. Romalı askerler, herkese sayım yapıp yazacaklar, her bir kasabada ve köyde kaç kişi var. İmperator Avgustos’un buyruğu böyledir.”
Yusuf Romalı’nın sözlerini duydu ve eve dönüp Meryem’le birlikte uzak bir kasaba Beytlehem’e gitmek için, hazırlık yapmaya başladılar. Beytlehem çok kalabalıktı, insanlar sayım için, her yerden geliyorlardı. Onlar gecelemek için, kervansaraya doğru çekildiler. Yusuf’la Meryem kasabaya erince, kervansarayda boş yer kalmamıştı. Dışarda gecelememek için, ahıra gittiler. Orası samanla döşenmişti ve ortasında gene, hayvanlara yemek konulan yaslalar duruyordu.
Gece bastı. Bütün Beytlehem halkı uyumuştu. Sadece Meryem’le Yusuf uyumuyordu. Onlar sevinçli olarak yan yana duruyorlardı, Meryem de henüz doğrmuş olan harika çoçuğu elinde tutardı. Çok insanı sevinçli yapacak olan İsa, Allah’ın oğlu doğudu.
Meryem, oğlunu sıcak giyisilere sarıp yemliğe yatırdı. Onun salıngacı bunlar olurdu.
Aynı akşam, Beytlehem kasabasından, uzak bir yerde çobanlar oturuyordu. Onlar, ateşin başında hem konuşuyorlardı hem de onlara yakın otlayan koyunlara bakıyorlardı. Birden bire, gökten bir ışık salındı ve çobanlar melek gördü. Melek, aklını kaçırmış ve dilleri tutulmuş olan kişilere dedi: „Korkmayın. Ben geldim size büyük sevinci duyurayım. Şimdi Beytlehem’de size bir kurtarıcı doğudu, o da Mesih Allah’tır. Siz, yeni doğumuş bebği, sarılıp yatırılmış yemlikte bulacağınız.” Birden bire, gökten çok sayıda melek geldi ve Allah’ı yüceltme ilahisi söylüyorlardı: „Yükseklerde olan Allah’a yücelik olsun ve yeryüzünde insanların arasında barışla iyilik olsun.” Suskun çobanlar, mükemmel ilahiyi sesliyorlardı. Melekler ilahiyi söyledikten sonra, yine göke döndüler, çobanlar gene dedi: „Daha çabuk, Beytlehem’e allah bize iletiğini gidelim ve bakalım orada ne oldu.” Koyunları ateşin başında yatarak bırakıp hemen yola çekildiler. Allah, koyunları vahşi hayvanlardan koruyordu.
Onlar kasabaya erdiler ve yemlikte yatan çocuğun ahırını buldular, onun yanında meryem’le Yusuf duruyordu. Çobanlar, yemliğin önünde saygıyla başlarını eğiltiler: orada Allah İsa yatıyordu.
Sabah açılınca, çobanlar geri çekildiler ve bizim kurtarıcımız İsa doğudu diye, herkese anlatıyorlardı. Onları karşılayan insanlar, şaşkınlık içinde: „Acaba mümkünmü kurtarıcı ahırda doğusun?” Çobanlar „Evet” – dediler ve Allah’a sevinçle şükür ederdiler.
İsa’nın doğumu için, biz de lazım Allah’a teşekür edelim. Hepimiz kötü şeyler yapıyoruz, ama İsa bize bunları bağışlasın diye, bu yeryüzüne geldi, hem de bize doğru yolu göstersin. Eger onu seversen, senin de günahlarını bağışlayacak.
1. Romalı asker Nasra da ne anlattı?
2. Yusuf'la Meryem hangi kasabaya çekildiler?
3. Beytlehem'de kim duğudu?
4. Meleklerin ilahisini kim duydu?
5. Neden İsa'nın doğumu için Allah'a teşekür etmeliyiz?
Doğunun uzak bir ülkesinde, yıldızbilimciler yaşıyordu. Onlar gökte her bir yıldızın yerini biliyorlardı. Her akşam yıldızlara bakardılar. Bir defa, herzamanki gibi, akşamlayın göke bakarken, bir yıldız göründü: Bakın, yeni yıldız! Bu hiç bir zaman aynı yerde olmamış. Bu yıldız, Yahudilerin kralınındır. Daha çabuk, Onun yanına gidelim ve Ona sejde kılalım!” Yıldızbilimcileri, İsa Mesih’e sejde kılmak için, uzun yolculuğa çekildiler. Bu Onun yıldızı idi, Odur Yahudilerin kralı.
Aynı zamanda, Yeruşali’mi kral Hirodes güdüyordu. Yıldızbilimcileri kasabaya erince, Yahudilerin kralı sarayda doğudunu sanıp hemen kral sarayına doğru çekildiler. Onlar bütün akıldanecilere sordular: „Nerede Yahudilerin yeni doğan kralı? Biz Onun yıldızını gördük ve Ona sejde etmeye geldik.”
Hirodes, onların sözlerini duyunca çok korktu. Hirodes şöyle düşündü: „Acaba yeni kral mı doğudu? Ve neden Onun yıldızı gökte peyda olmuş? Galba bu kral çok kuvvetli.” O doğru idi: İsa Mesih doğudu. Bütün dünyanın kralı ve Allah'’n Oğlu.
Hirodes, Yeruşalim kyahinlerini sorguya çekti: „Yeni kral nerede doğudu? Kyahinler biliyordu, kutsal kitaplarda yazılmış olan her şeği biliyorlardı. Ve cevap verdiler: „Allah’ın peygamberinin söylediğine göre, Beytlehem’de.” Bunu duymak, kral Hirodes’in hoşuna hiç gitmedi. Ve şöyle düşündü: „Ben istemiyorum benim ülkemde yeni kral olsun ve istemiyorum bu kral benden daha kuvvetli olsun.”
Doğudan yıldızbilimcşlerini götürmeleri için, hirodes buyruk verdi: „Beytlehem’e gidin ve çocuğu orada arayın. Eger Onu bulursanız, bana geri dönün ve anlatın O nerede. O zaman ben de Beytlehem’e gidip Ona sejde kılayım.” Bu doğru değildi, o hiç istemiyordu İsa’ya sejde etsin, maksadı Onu öldürmekti.
Ona geri dönmeleri için, söz verdikten sonra, Beytlehem’e doğru çekildiler. Onlar kasabaya erince, yine gökte yıldızı grdüler, o öbür yıldızlardan çok daha parlaktı. Ama şimdi tam o evin üstünde parlıyordu, nerede Yusuf, Meryem ve küçük İsa yaşıyordu. Yıldızbilimciler artık İsa Mesih’in hangi evde olduğunu biliyorlardı. Onlar eve girdiler ve büyük saygıyla Ona sejde ettiler. Sonra sırayla güzel hediyeler: altın, tütsü ve mür verdiler.
Yıldızbilimcileri akşamleyin uyurken, rüyalarına bir melek geldi. Ve onlara şöyle dedi: „Hirodes’in yanına dönmeyin, doğurudan kendi ülkenize gidin. Dönüşünüzde de Yeruşalim’den geçmeğin.”
Aynı akşam, Yusuf da rüya gördü. Allah’ın meleği ona gelip dedi: „Çocuğu ve Meryem’i al, Mısır’a git. Sana geri dön demeğinceye kadar oradan ayrılma. Hirodes İsa’yı öldürmek istiyor.” Yusuf uyandı. Çok derin akşamdı, Meryem’i de uyandırdı ve İsa’yı ellerine alıp hemen yola çekildiler. Hirodes, yıldızbilimcilerin dönüşünü bekliyordu ve her geçen günde daha fazla güceniyordu. Hizmetçilerine sordu: „Neden daha Yıldızbilimciler gelmedi?” En sonunda beklemeye bıktı ve Beytlehem’e kendi askerlerini gönderdi. haskerler iki yaşında olan çocukların hepsini öldürdüler. Ama... onlar İsa Mesih’i öldürmediler. O, Mısır’da güvenilir yerde idi. Hirodesin bundan haberi yoktu.
1. Yıldız bilimciler gökte ne gördüler?
2. Yıldız bilimciler neden yoculuğa koyuldular?
3. Hirudes Yıldız bilimcilerin haberini işittince neden sıkılmaya başladı?
4. Yıldız bilimciler İsa'nın doğudğu evin üstünde ne gördüler?
5. Yusuf, Meryem ve İsa nereye kaçmaları lazımdı?
6. Hirodes askerlerine ne buyurdu?
İsrail’de büyük bayram bekleniyordu. Fısıh! Bütün ülkenin her yerinden çok fazla insan yola çekildi. Herkes istiyordu Yeruşalim’de Fısıh’ı kutlasın. Bu günlerde ülkenin yolları çok kalabalıktı. Erkek kadın, kızan herkes Yeruşalim’e doğru gidiyordu. Yusuf, Meryem ve İsa onlar da yaşadıkları Nasra kasabasından Yeruşalim’e doğru çekildiler. İsa, oniki yaşını doldurdu ve artık rahatça yolculuk yapar. Yusuf, Meryem ve İsa yalnız yola çekilmediler: onlarla akrabaları ve arkadaşları da birlikte idi. Herkesin keyfi mükemmeldi ve bütün yolculukta ilahi söylüyorlardı, bunlar bir vakıt kral Davud’un eserleri idi.
Yeruşalim’de Yusuf, Meryem ve İsa bir eve yrleştiler. Geri kalan Yahudilerle birlikte her gün tapınağa giderdiler. İsa, her zaman Yusuf’la ve Meryem’in yanında kalmadı, onlar da sıkıntıya kapılmıyorlardı: O çok seslek çocuk olarak büyüyordu.
Bir kaç gün geçti. Bayram bitti ve bütün insanlar evlerine geri dönmeye başladılar. Yusuf’la da Meryem, onlarla birlikte çekildi. Yulculukta arkadaşlarınla rahat rahat konuşuyorlardı, çünkü İsa’nın öbür çocuklarla birlikte yürüdüğünü sandılar.
Böylece gün geçti, akşam bastığında herkes gecelemek için durdu, Yusuf Meryem’e sordu: „İsa nerede?” Onu aramaya başladılar, ama hiç bir yerde bulamadılar. Yusuf’la Meryem telaşa düşüp sormaya başladılar: „Bizim İsa’yı görmedinizmi?” Ama çocuk nerededir diye kimse bilmiyordu. Yusuf’la Meryem dediler: „Eger Onu burada bulamasak, lazım Yeruşalim’e geri dönelim.”
Uzun uzun aradılar, Onu bulamayınca da, akşam üstü Yeruşalim’e doğru çekildiler. Yusuf’la Meryem, sabah erken kasabaya vardılar ve bayram günlerinde kaldıkları eve doğru ilerlediler. Ama ne yazık ki, İsa orada da yoktu. Çok fazla korkup telaşa düştüler, Yeruşalim’in kalabalık sokaklarında Onu aramaya başladılar. Üçüncü günde, çok fazla yorgun olarak tapınağa gittiklerinde, Çok insan gördüler. Bunlar Yeruşalim’in din öğretmenleri idi, dizili olarak bütün çevreği sarmışlardı ve İsa onların ortasında idi. Din öğretmenleri İsa’ya Allah için, en zor soruları sorurdular, İsa gene çok kolaylıkla karşılık verirdi. Herkes dinliyordu ve Onun aklına hayran kalıyorlardı. Onlar şaşıyorlardı: „Nasıl olabilir bukadar küçük çocuk, bu karışık şeylere karşılık versin?”
Meryem Ona yaklaşıp sordu: „Oğlum neden burada kaldın? Biz Seni
heryerde aradık ve çok fazla korkup telaşa düştük.” İsa şöyle karşılık verdi: „Neden Beni arıyorsunuz? Siz bilmez misiniz ki, Ben lazım gökte olan Babamın işleriyile uğraşayım?” İsa’nın Babası, Allah’dı ve İsa Allah için insanlarla konuşurdu. Bunlardan sonra, İsa din öğretmenerle vedalaşıp Yusuf ve meryem’le birlikte evine nasıra’ya doğru çekildi.
1. İnsanlar Yeruşalim'e hangi bayramı kutlamaya gittiler?
2. Meyrye'le ve Yusuf'la birlikte kim çekildi?
3. İsa kaç yaçında idi?
4. Meryem'le Yusuf İsa'yı nerede buldular?
5. İsa'nın babası kim?
Sen, herhalde atırlıyorsun ki, kyahin Zekerya ile karısı Elizbet’in bir oğlu Yahya doğudu? Cebrail meleği, Zekerya’yı oğlunun doğumu için, uyarmıştı ve söylemişti ki, Yahya İsa Mesih’in gelişi için insanlara anlatacak.
Vakıt geçti, Yahya büyüdü ve İsrail’i gezip Mesih için anlatmaya başladı. İnsanlar onu seslemek için, her yerden geliyordu. Yahya onların günahları ve ne yapmamaları için konuşuyordu.
Çok insan günahlarından kurtulmak istiyordu. Onlar Yahya’ya gidip kötü davranışlarını anlatıyorlardı. Ve Yahya’yla birlikte, günahlarından arınmak için, Şeriya nehrinde vaftiz oldular. Yahya insanlara şöyle diyordu: „Ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen, benden daha güçlüdür.” O, bizim Kurtarıcımız, İsa Mesih için konuşuyordu. Yahya devam ediyordu: „O sizi Kutsal Ruhla ve ateşle vaftiz edecek.”
Yahya çok insan vaftiz ettiği için, ona vaftizci Yahya diyoruz. Her nerede de olsa, Nasıra’dan gelecek olan, İsa Mesih’ten için anlatıyordu.
Ama sen, Yahya’nın nasıl giyinik olduğunu biliyormusun? Giyisisi deve tüyüsünden, deriden kuşağa ve yemeği de yaban balı ile çekirge idi.
Bir defa, İsa Nasıra’dan Yahya’nın yanına geldi.Yahya Onu görünce, çok sevindi. İsa Yahya’ya şöyle dedi: „Ben de istiyorum vaftiz olayım.” Acaba bu olabilirmi? – Yahya şaşkınlık içinde idi. – Ben lazım Senin tarafından vaftiz olayım.” Yahya biliyordu ki, İsa kötü birşey yapmadı. İsa vaftiz olmak için ona geldiğinde, Yahya çok eycanlandı. Ama İsa şöyle karşılık verdi: „Şimdilik razı ol da, beni vaftiz et.” Yahya Onu sesledi: değilmi İsa Allah’ın adında konuşuyordu.
İkisi birlikte Şeriya nehrine girdiler ve Yahya İsa’yı vaftiz etti. İsa tekrar kıyıya çıkınca, gökten bir sez duyuldu: „Bu Benim sevgili Oğlumdur, Ondan hoşnudum.” Ses Allah’ındı İsa’nın Babasının! Ve Şerya nehrinde duran bütün insanlar, gökten güvercin inip İsa’nın kafasına konduğunu gördüler. Bu demek ki, İsa’nın üzerine Kutsal Ruh indi. Artık bu yeryüzünde İsa kendi görevine başlayabilir.
İsa, Onu sevenler çin, bu yeryüzüne geldi. Ve onlar için, O lazımdı ölsün. Allah dedi ki, Oğlunu seviyor. Aynı öyle, kim Onun Oğluna İsa Mesih’e saygı duyarsa, Allah o insanları da seviyor.
İsa oradan ayrılınca, Yahya, Odur İsa Mesih bizim kurtarıcımız diye herkese anlatmaya başladı
1. Yahya kimin için insanlara konuşurdu?
2. Yahya'ya neden vaftizci diyoruz?
3. Vaftizci Yahya ne ile besleniyordu?
4. Yahya'ya vaftiz olmak için kim geldi?
5. Gökten kimin sesi geldi?
6. Allah kimi seviyor?
Çok zaman geçmedeğen, İsa yine Vaftizci Yahya’nın yanına gelip Allah için, konuşma yaptılar. Onların etrafında duran insanlar, Yahya’yla konuşan kim olduğunu bilmiyorlardı. Aynı anda, Yeruşalim kyahinlerden bir kaç kişi Yashay’ya doğru yaklaşıp sordular: „Kimsin sen? Mesih misin?” yahya şöylekarşılık verdi: „Hayır, ben Mesih değilim. O, burada insanların arasında. Siz Onu daha tanımıyorsununz. Ben, Kutsal Ruh nasıl güvercin biçiminde gökten Onun üzerine salındığını gördüm.” Ama yahya İsa’yı göstermedi. İsa’nın kendisi insanların arasına gelecek.
Ertesi günü, Vaftizci Yahya, yine Yordan ırmağında dururdu. İki öğrencisi de, Onun yanında idi. Birirnin adı Andreas ve ötekinin Yuhanna. İsa’nın onlara doğru yakınladığını görüce, Vaftizci Yahaya öğrencilerine dedi: „İşte Allah’ın Kuzusu.” Ögrencileri, Yahya’nın Kimin için konuştuğunu anladılar, Allah’ın Kuzusu – O bizim kurtarıcımız, İsa Mesih. İki ögrenci İsa’nın peşinden gittiler ve her zaman Onunla olmak istediler. İsa arkasına dönünce, iki genci gördü ve onlara sordu: „Ne arıyorsunuz?” Gençler şöyle karşılık verdi: „Nerede yaşadığını öğrenmek istiyoruz.” „Benimle gelin ve görün”
Andreas’la Yuhanna bunu duyunca, çok sevindiler: artık İsa’yla bütün gün konuşabilirler ve Onu dinleyebilirler. Andreas’la Yuhanna, akşam üstü gittiler. Onlar Kurtarıcıyı buldular ve Onun hakkında, başka insanlara da anlatmak istediler.
Andreas’ın kardeşi var, ona Simun diyorlardı. Andreas, kardeşinin yanına gitiğinde, ona şöyle dedi: „Biz Kurtarıcıyı bulduk.” Simun’un da İsa’yla konuşmak istiyordu ve ertesi gün, Kurtarıcıya gitmek için, Andreas onu kendisiyle birlikte aldı. İsa, Simun’un içeri girdiğini görünce dedi: „Sen Simun’sun, ama şimdiden sonra, herkez sana Petrus diyecek, onun anlamı kaya demek.” Şimdi, Petrus imanda kaya gibi sağılam ve kuvvetli olmalı. İsa Mesih’in kendisi gene, Onun Allah’ı hem de muallimi ve O, her şey için Petrusa yardım edecek.
Ertesi günü, İsa Filipus denilen adamı görüp ona „Arkamdan gel” – dedi ve o da hemen çekildi. Filipus da İsa’nın öğrencisi oldu ve İsa da onu her zaman sevecek. Filipus, sevinçle doldu ve hemen arkadaşı Nataniyel’e İsa hakkında anlatmaya gitti. Nataniyel, o zaman Mesih’i daha tanımıyordu. Filipus onu bir aağcın altında otururken buldu. Natanael çok sıkıntılı ve kahırlı idi. Onun kendisi de kurtarıcıyı arıyordu ve Onu nasıl bulacağını bilmiyordu. Filipus arkadışını görünce, eycanlı eycanlı bağırdı: „Biz Kurtarıcıyı bulduk! Nasıra’dan Yusuf’un oğlu İsa dır.” Natanael itraz edip dedi: „Kurtarıcı Nasıra’dan mı gelecek? Bu olamaz. Nasıra’dan iyi bir şey çıkarmı?” Natanael Filipus’a inanmadı.
Filipus ona teklif etti: „Onu kendin görmek için, benimle gel.” Natanael onunla gitti.
İsa’nın yanına girdikleri zaman, Kurtarıcı Natanael’e bakıp dedi: „Ben seni biliyorum, sen Natanael’sin. Filipus seni çağırmazdan önce, seni aacın altında otururken gördüm.” Küçük okuyucu, belki sorarsın İsabunu nasıl anlaya bildi. İsa Allah’tır, O her şeği bilir.
Artık kurtarıcımız onun önünde durduğuna iman etti. Natanael sevinçten şçylebağırdı: „Sen Allah’ın oğlu ve Yahudilerin kralısın!” Natanael kurtarıcıyı buldu ve Onun öğrencisi oldu. İsa’nın on iki öğrencisi vardı. Onlar İsa’yla her yerini gezdiler ve Onun bütün işlerini gördüler. O, onların Allah’ı di.
1. Vaftizci Yahya Eriha ırmağında iken, onun yanına kim geldi?
2. İsa'ya birinci kim geldi?
3. Filipua Natanyeli nerede buldu?
4. Öğrenciler neden bukadar sevinçli idiler?
5. İsa Mesihi sen de sevmek istiyormusun?
Kana köyünde, büyük şölen vardı. Delikanlı ile bir kız evleniyordu. Bu düğüne, Kana köyünden insanlar ve bütün komşu köylerden insanlar da davetli idiler. Meryem İsa’nın annesi, İsa’yla birlikte bütün öğrencileri de davet ettiler.
Diyarın adetine göre, düğün, işleri sıraya sokandan güdülürdü – bu adam musafirleri karşılamak için, yemekle ve içkiyile uğraşırdı. İşte büyük ziyafette yemek ve içmekle uraşan görevli, birden bire farkediyorki şarap bitmek üzere. „Ne yapacağız şimdi? – diye düşündü. – Nasıl bir düğün bu eger şarap yoksa?”
İsa’nın anesi Meyem de, şarabın bitmesini fark etti. Kendi kendine düşündü: „Belki İsa yardım eder. Ve çok şevik oğlunun yanına gidip kulağına fısıldadı: „Onların şarabı kalmadı.” İsa bunu zaten biliyordu. O değilmi Allah’ın oğlu, O zaten her şeği biliyor! Bu yüzden İsa dedi: „Şarabın bitmek üzre olduğunu biliyorum, ama Benim bir şey yapmam için, daha zamanım gelmedi.”
Meryem hemen rahatlandı. O emindi ki, İsa insanlara şarap verecek. Onun bunu yapacağına iman ediyordu. Yemekle içkiyi dağadan hizmetçilere yaklaşıp dedi: '‘İsa size ne buyurdusa, öyle yapın!”
Evin etrafında, su için kayadan yapılmış altı tane fıçı vardı, insanlar bu suyla ayaklarını yıkıyıdu. Ama o anda onlar boş idi, İsa bunu biliyordu. Ve hizmetçilere dedi: „Fıçıları suyla doldurun.” Hizmetçiler de Onu dinledi. „Oradan kedehe dökün ve ziyafetle ilgilenene götürün.” Hizmetçiler öyleyaptılar.
Ziyafet görevlisi kadehten tattı. Ve ne düşünüyorsunuz? Bu şarap şaşırtıcı idi! Ziyafet işlerini gören, onun su olduğunu ve şaraba döndüğünü bilmiyordu, bu yuzden güveiye yaklaşıp dedi: „ziyafet zamanında, en güzel şarap en birinci veriliyor ve sonra kötü şarap. Ama sen, en güzel şarabı en sonuna braktın!” Okadar lezetli idi. İnsanların önce içtikleri şaraptan, çok daha lezetli idi.
Bu İsa’nın yer yüzünde yaptığı, en birinci mucizesi idi. İnsanlara Allah’ın Oğlu olduğunu göstermek için, daha çok mucizeler yaptı.
1. Kana köyünde yapılan düğüne kim davetli idi?
2. Şarabın bitiğini İsa'ya kim söyledi?
3. Hizmetçilerin suyu nereye dökmeleri gerekti?
4. Güveğinin düğününde baş hizmetçi ne dedi?
5. Neden İsa mucize yapabiliyor?
Yeruşalim de harika bir tapınak vardı. Onunlabütün Yahudiler ferahlanıyordu. Tapınağın önünde, her zaman insanla dolu olarak, büyük meydanlık vardı. İnsanlar kyahinlere kurbanlık hayvan verirdiler. Zenginler, inek ya da koyun götürüyorlardı, bu fukaralara çok pahalı olduğu için, her zaman bir kaçtane güvercin getiriyorlardı. Onların Allah için, getireceği kurbanlık bu idi. Ama değil bütün Yahudiler tapınağa yakın yaşasınlar. Onların çoğu, çok uzaktan geldikleri için, kendi kasabasından ya da köyünden kurbanlık hayvan götürmeleri kolay değildi. Bu yüzden Yeruşalim’de bu hayvanları satın alırdılar.
Aynı öyle, bütün Yahudilerin tapınağa gelmeleri için, ödemeleri lazımdı. Hem de normal para ile değil, özel tapınak parası ile. İnsanlar Yeruşalim’e kendi paraları ile gelip orada tapınak paraları ile değiştirirdiler.
Ama en kötüsü ne idi biliyormusun? Kurbanlık hayvanları satanlar, tapınağın avlusuna inekleri, kounları ve güvercinleri ile birlikte geliyordu. Avluyu, büyük pazara çevirdiler. Satıcılarla alıcılar çekişip bağrıyorlardı, inekler börüyorlardı, koyunlar meliyorlardı, güvercinler kafezlerinde ötüyorlardı. Orada korkunç nağara olurdu! Bütün bunlar tapınağın kapısının önündeolurdu!
Paraları bozanlar da orada oturuyorlardı. Paralar gene, onların önünde duran masalların üstünde yayılı idiler.
Bir defa İsa öğrencilerinle Yeruşalim’egeldi. Bir kaç günden sonra Fısıh başlıyordu. İsa bu bayramda bulunmak istiyordu. Ama O, tapınağın avlusuna gelince, bölük bölük insanları gördü ve bütün bu naraları duydu. İsa Allah’ın Oğlu
ve tapınak da Onun Babasının evi. İnsanlar gene, Onun Babasının evinin avlusunu, pazara çevirdiler. İsa şöyle düşündü: „Çok korkunç, bu böyledevam edemez. Burası ticaret yeri ve para bozdurmak yeri değil.”
Sonra yerden ipleri toplayıp bir kamçı yaptı. Tapınağın avlusundan tker teker danaları, koyunları kovaya başladı. Paralarla olan masaları çevirdi ve bütün paralar yayılıp tekerlenmeye başladı. Güvercin satanlara dedi: „Kafezlerinizi alıp burdan defolun! Nasıl kuraj buldunuz Benim Babamın evini pazar avlusuna çeviresiniz?”
Yahudiler İsa’ya çok fazla darıldılar. Ve Ona soru sormaya başladılar: „Bütün bunları hangi hakla yapıyorsun. Neden insanlar ve hayvanlar Seni bukadar sesliyorlar?” İsa’nın öğrencileri bu sorunun cevabını biliyordu: İsa Allah’ın Oğlu, yer yüzüne geldi.
1. Neresi çok nağaralı idi?
2. Tapınağın önünde insanlar ne satıyordu?
3. Avluya kim geldi?
4. İsa avluda ne yaptı?
5. İsa neden bukadar gücendi?
Ülkenin sokakları insanla korkunç kalabalıktı. Erkekler, kadınlar, çocuklar, yürüyüp İsa için konuşurdular. İsa öğrencilerinle birlikte, aynı insanların arasında yürüyordu. O yeruşalim’de Fısıh bayramında idi, şimdi Celile’ye dönüyordu. Zaman sonra, İsa öğrencilerinle birlikte Kana köyüne yetiştiler. Sen, bu köyde İsa’nın birinci mucizesini hatırlıyorsun. İsa’yla birlikte yürüyen insanlar, Onun Kana köyünde, suyu şaraba çevirdiğini biliyorlardı. Onlar, bu köyde İsa yeni mucize yapacağını umardılar. Hepsi, Yeruşalim de İsa’nın bütün satıcıları tapınaktan kovduğunu ve paralarla masaları devirdiğini gördüler. Şimdi insanlar İsa’nın ne yapacağını görmek istiyorlar.
Aynı anda, çok kahırlı biradam İsa’ya yaklaştı. Bu adam askeriyi kumandanı idi. O çok uzak yerden Kefernahum’dan geldi. Çok güzel zengin giyisilerle giyinikti. Kral Hirodes’in sarayında görevli idi. Bu adam İsa’ya yalvardı: „Allah’ım yalvarırım benimlegel. Benim oğlum ölüm yatağında. Çocuğun ölmesine izin verme, oğlumu şifala.” İsa Kefernahum’dan olan adamı çok dikkatlesesledi. Ama onunlagitmek istemezdi. Çocuğu şifalamak için, Kefernahum’a gitmeye ihtiyaç yoktu. İsa Allah’ın Oğlu ve Allah’ın kendisi, O her şeği yapabilir!
İsa ona şöyle karşılık verdi: „Evine git, senin oğlun şifalandı.” Babasına bir ses duyulmadı mı? Acaba gerçekten de mi oğlu şifalandı? İsa bunu söyledi, askeriyi kumandanı Ona iman etti. İnsanlar söyleşmeye başladı: „Acaba gerçekten mi onun çocuğu şifalandı? Acaba bu doğru mu?”
Babası çok acele Kefernahum’a geri çekildi. O çok sevinçli olarak yolda yürüyordu: değilmi yakında şifalanmış oğluna sarmaşacak! Adam, İsa’nın çocuğu nasıl şifaladığını anlamadı. İsa Allah’tır, O bizim kurtarıcımız.
Askeriyi kumandanı, bütün yolculukta dinlenmeye durmadı. O çok acele ederdi. Birden birekarşısında insanlar gördü. Onları tanıdı – onun hizmetçileri idiler. Onu gördüklerinde sevinçlebağırdılar: „Senin oğlun yaşıyor ve çok kuvvetli!” Askeriyi kumandanı hizmetçilerinesordu: „ne zaman iyi olmaya başladı, ne zaman şifalandı?” Onlar da şöyle karşılık verdi: „Dünkü günde.” Askeriyi kumandanı İsa’yla konuşurken, aynı saatte şifalandı. Şimdi İsa’ya daha fazla iman etmeye başladı.
Sevinçli olan baba, evinin yanında oğlunu gördü. Çocuk koşup onun kucağına kendini attı ve babasına sarıldı. O sapasağlamdı, kuvvetli ve gül gibi idi, sanki hiç bir daim hastalanmamış.
Askeriyi kumandanı, İsa’nın yanına gittiğini ve İsa Kefernahum’a gelmek istemediğini, sadece ona: „Git çocuğun iyileşti!” Bunları evde karısına ve bütün arkadaşlarına anlattı. Bütün bunlar önceki günde oldu ne zaman çocuk iyileşti. Askeriyi kumandanı karısına, çocuklarına, hizmetçilerine şöyle dedi: „İsa Allah’ın Oğlu. O bizim kurtarıcımız, bizlazım Ona iman edelim ve Onu sevelim, O bizim hepimizi mesutedecek. inanın! O benim oğlumu şifaladı.” Ve hepisi İsa’ya iman etti.
1. İsa nasıl bir bayramda dönüyor?
2. Kumandan ne için İsa'ya yalvarıyordu?
3. İsa ona ne karşılık verdi?
4. Kumanda İsa'ya ne anlattı?
5. Kumandan, karısı ve herkes kime iman etti?
6. Neden herkes mutlu idi?
İsa Kefernahum’da idi. Bu kasaba, Ginesar gölüne yakındı. İsa, insanlarla paylaşmak için, gölün kıyısına her gün geliyordu. Burada her zaman kalabalık insan vardı. Herkes onu görsün ve işitsin diye, İsa bir kayıkta durup oradan konuşurdu.
Bir defa kıyıya aşırı fazla insan toplandı. Bütün kalabalık Mesih’in etrafında ve herkes Ona daha yakın olmak istiyordu. Aynı günde, İsa iki kayık onda gördü.
Birisi balıkçı olan, Petrus’a ayitti. Petrus her gün denize balık tutmaya gidiyordu. Bazı sefer avçılık çok iyi, bazı sefer Petrus çok az balıklakıyıya geliyor. Aynı günde gene bir şey tutamadı.
Öbür kayıkta, İsa’nın iki öğrencisi idi – Yuhanna ve Yakup – bunlar Zebedi’nin oğluları. Yakub’la Yuhanna, balık tutmak için, Petrus’a yardım ediyorlardı. İki kayıkta kocaman ağalar attılar, ama boşuna. Kayıklar kıyıya geldiklerinde, İsa Petrus’un kiyine binip dedi: „kayığı kıyıdan içeri uzaklaştır.” Petrus aynısını yaptı. Şimdi artık İsa rahatça konuşabilir. Herkec onu çok iyi görürdü ve duyardı. İsa oturup insanlarlapaylaşmaya başladı.
Kıyıda duran insanlarla konuşmasını kesip Petrus’a dedi: „Daha içeri gir ve ağalarını yine at!” Petrus karşılık verdi: „Muallim! Bütün gece sabaha kadar uğraştık bir şey tutamadık, ama madem Sen buyuruyorsun ağaları yine atacayız.”
Petrus kayıkyla daha içeri girip ağaları ırmağa attı. Ve biliyormusunus ne oldu? Bütün ağa suya battı ve Petrus, bir dakkanın içinde ağa balıkla dolduğunu gördü. O kadar avur oldu ki, Petrus yuhanna’yla Yakubu çağırdı: „Çok acele buraya gelin, yalnız ağayı sudan çekemiyorum, yardım edin.” Yuhanna’yla Yakup vaktında yetiştiler. Bütün kevvetleriyile ağayı çekmeye başladılar. Son anda ağa yırtıldı ve bütün balıklar doğrudan iki kayığa döküldü. Okadar balık vardı ki, iki kayık yukarı kadar doldu, ambarları gene suya deyerdi. İsa’nın öğrencileri batmasınlar diye, kıyıya doğru çok dikkatle kürek çekmeye başladılar.
Bunun büyük bir mucize olduğunu Petrus anladı. Değilmi bütün geceği ırmakta geçirdi, denedi bir şey tutsun ama küçücük balık bile tutamadı? İsa’ya bu yetiyordu desin: „Ağaları at!” O da balıkla doldu. Hepsi kıyıya çıktıkları zaman, Petrus İsa’nın ayaklarının önüne dis çökerek dedi: „Allah’ım benden uzaklaş, çünkü ben günahkyarım!” Petrus anladı ki, İsa Allah’tır çünkü böyle mucizeleri sade Allah yapabilir. Kendisinin işleri kötü olduğundan dolayı, İsa’yla kalamak istemiyordu. Bu sebeple Ona dedi: „Allah’ım benden uzaklaş!”
İsa karşılık verdi: „Korkma şimdiden sonra sen insanları avlayacan!” Elbette İsa Petrus’a konuşmuyordu sen ağalarınla insan avlayacan. Hayır, ama bütün insanlara Onun hakında anlatacak, insanlar Onu sevsin diye.
Yuhanna’yla Yakup, onlarda İsa hakkında insanlara anlatacaklar. Petrus, Yuhanna, Yakup balıkları kıyıyaboşaltırdıktan sonra, İsa Mesih’in ardından gittiler: değilmi onlar Onun öğrencileri.
1. İsa insanlarla konuşurken nerede idi?
2. Ne zaman Petrus balık tutamadı?
3. Petrus İsa için ne yapmalı idi?
4. Balıkla kaçtane kayık doldu?
5. ''İnsan avlamak'' ne anlama geliyor?
Yeruşalim’de büyük bayram vardı. Bu günlerde kasabaya çok insan geldi. İsa da öğrencilerinle geldi. Tapınak insanla çok kalabalık idi. Beytesta denilen havuzun başına da az insan toplanmamıştı. Orada çok çeşitli hastalıktan insan yatardı. Körler vardı, sakatlar, felçliler nerede hiç yürüyemiyorlardı. Herkes gökten Allah’ın meleğinin salınmasını bekliyordu suyu çalkalasın. Böyle suya birinci giren, her ne çeşit hastalığı da olsa o şifalanırdı. Helbette felçlilerin kendileri havuza inemezdiler: onlara birinin yardım etmesi lazımdı.
hastaları görmek için çok insan geldi. Ama aynı gün Şabat’tı – cumaertesine eski Yahudi dilinde öyle denilirdi. Bu günde Yahudiler çalışmıyor, bu yüzden havuzda hastalara yardım eden kimse yoktu.
İsa da öğrencilerinle Beytesta’ya hastaları görmek için geldi. O onların arasında yürüyodu ve çok dikkatle hepisine bakardı. Bir felçli adam uzun zamandan beri postakinin üstünde yatardı, postakinin altında asır vardı onu da doğrudan kayaların üstüne döşemişler. Felçli adam İsa’yı tanımazdı, İsa onu biliyordu. İsa onun yanında durdu. Bu adam otuz sekiz yaşında vardı ve uzun zamandan beri hasta. İsa ona sordu: „Şifalanmak istiyonmu?” Elbette adam şifalanmak istiyordu, yürüsün ve işine gitsin. Çok kahırlı olarak karşılık verdi: „Evet Allah’ım şifalanmak istiyorum. Ama yok kim beni havuza indirsin. ben yürüyemiyorum, havuza kadar sürüklensem de havuzda başkası var.” Ve İsa ona şöyle dedi: „Kalk, minderliğini al ve yürü!”
Bu olaydan için ne düşünüyorsunuz? Felçli olan hemen şifalandı. Ayakları onu yeniden seslemeye başladı, kalkıp hemen çekildi.... Büyük sevinçle postakisini aldı onu kıvırıp omuzuna vurdu ve havuzdan ayrıldı. Sade bir şey yapmaya unuttu: şifasından için unuttu İsa’ya teşekür etsin.
Ama sen hatırlıyorsun, bu gün şabattı. Yahudiler çalışmıyor, dinleniyor, omuzlarında her ne olursa taşımak yasaktır. Adam havuzdan çıkıp postakisini taşıyarak, kasabaya gitti. öbürYahudiler ona barmaya başladı: „Bü gün şabat olduğunu unuttunmu? Bu gün postakini taşımak iyi değil!” Bu adamı kasabada herkes onu tanıyordu, uzun zamandan beri felçli olarak yattığını herkes hatırlıyor. Ama şamat gününde postakisini taşıdığı için, Yahudiler okadar öfkeli idiler ki, adamda olan mucizeye biledikkat çevirmediler – o düz bütün şifalanmıştı ve yürüyordu. şifalanmış olan tekrarlardı: „Beni şifalaya bana dedi: „Kalk, minderliğini al ve yürü!” O zaman insanlar oasormaya başladı: „Kim seni şifaladı?” Adam tapınağa gidiyordu Allah’a teşekür etsin şifasından için, aynı anda karşılık verdi: „Bilmiyorum.”
Aynı anda İsa da tapınağa geldi, adamı görünce onun yanına gidip dedi: „İşte sen şifalandın. Artık daha fazla günah işleme, daha kötüsü gelmesin.” Adam aynı anda anladı ki, İsa onu şifaladı. Ve acele dışarı çıkıp insanlara anlatmaya başladı: „O İsa idi! İsa beni şifaladı!”
İsa kimdir diye Yahudiler çok iyi bilirdi, değilmi O bütün tucarları tapınaktan kovdu! Onlar İsa’ya bu işten için çoktan dargındı. Şimdi gene daha fazla darıldılar. Değilmi şabat gününde bir şey yapmasın, ne de hastalar şifalansın! Onlar da tapıağagittiler. İsa’yı orda gördükleri zaman, kararverdiler Onu öldürsünler. Ama İsa onlaradedi: ''Benim Babam neyi yaratırsa, Ben de yaratıyorum.” Gerçekten de öyle. Değilmi Allah bütün günlerde insanlara bakıyor ve şabatta da öyle? Güneş, şabat gününde de parlıyor ve otlar büyüyor. Bütün bunlarabakan Allah’tır. İsaMesih Allah’ın Oğlu. Onun Oğlu - yeryüzünde.
Yahudiler, İsa Allah’ın Oğlu olduğuna inanmadılar ve daha çok öfkelendiler. Ama İsa hakikatı söyledi: O Allah’ın Oğlu, O bütün hastaları şabat gününde de şifalayabilir.
1. Hastalar Yeruşalım'in hangi yerinde yatıyordu?
2. İnsanlar nasıl şifalanıyorlardı?
3. İsa felçli adama ne dedi?
4. Şifalanan sırtında ne taşıyordu?
5. Yahudilerin kanuna göre hangi günde lazım hiç bir şey yapılmasın?
Nain kasabasında bir kadın yaşıyordu. Kocası çoktan öldü ve tek oğlunla kaldı. Bu fukara kadının üstüne yeni bir felaket yüklendi: oğlu hastalanıp o da öldü.
Delikanlıyı kasabadan uzağa gömmeleri lazımdı. Cenazeye çok insangelmişti. Erkekler ölmüş olan delikanlıyı tabuda yatırdılar ve omuzlarında taşımaya başladılar. Kalabalık kasabadan çıkınca, gördüler nasıl onlara doğru çok sayıda insan geliyordu. Onların arasında İsa öğrencilerinle birlikte idi. Ardından gelen insanlar Onun sözlerini dinniyorlardı.
İsa cenaze kalabalığını görünce durdu. Ölmüş olan genç delikanlıya ve ağlayan annesine bakarak dedi: „Ağlama!” Sonra tabutta yatan delikanlıya yaklaşıp dedi: „Delikanlı, sana söylüyorum: kalk!” Ve... genç dirildi. İsaoğlu annesine çevirdi. Mesut olan kadın, sevinçten kendine gelemiyordu. Onun sevgili oğlu yaşıyordu.
Bu mucizeği bütün insanlar gördü, onlardan çoğu çok korktu ve akıllarınla sözlerini kaçırdılar. Kendi aralarında konuşmaya başladılar: „İsa güçlü peygamber! O Allah’ın hizmetçisi. Allah bizekendi peygamberini gönderdi.” İnsanlar anlayamadı ki, O bizim Kurtarıcımız ve O Allah’ın Oğlu.
İsayer yüzünde daha çok işler lazım yapsın, daha çok insanı mesut edecek. Ve O, Ona iman edenlerin ve Onu sevenlerin günahını kendi üstüne aldı.
1. Nain kasabasında kim öldü?
2. Cenaze alayında kasabaya kim geldi?
3. İsa ölmüş olan delikanlıya ne dedi?
4. Mutu olan kimdi?
İsa delikanlıyı nasıl diriltiğini herkes görüp Onun arkasından Kefernahum kasabasına geldi. Aynı anda Kefernahum’da bir Romalı kumandan yaşıyordu. O Romalı askeriyede yüz başı idi. Bu kumandanın bir uşağı vardı, onu çok seviyordu. Birde bire uşağı hastalandı, kumandan da ölmesin diye çok korkuyordu. İsa’nın Kefernahum’a geldiğini öğrenince, Romalı Yahudi arkadaşlarına gidip rica da bulundu: „Uşağımı şifalamak için, İsa’yı bana getiremezmisiniz?” Yahudiler bu Romalıyı çok sevip sayıyorlardı, çünkü onların kasabasına yeni tapınak yaptırdı. Bunun için, hemen İsa’nın yanına gidip yalvarmaya başladılar: „Yalvarıyoruz Sana, Romalı kumandanın uşağını şifala. O sadık bir adam, bizim halkımızı seviyor, bize tapınak yaptı.”
İsa razı gelip insanlarla Romalının evine doğru çekildi. Evine çok yakın kumandanın insanlarını karşıladılar. Onlar İsa’ya şöyle dedi: „Efendimiz bizi gönderdi Sana diyelim: „Allah’ım zamet etme! Ben layık değilim benim evime giresin, ben layık değilim Seni önüne geleyim. Sade bir söz söyle benim uşağım iğileşecek!” İsa bunları duyunca şaşa kaldı. Romalı kumandan Ona inanıyordu. O inanırdı kşi İsa Allah’ın Oğlu. Onu sarmış olan insanlara dedi: „İsrail’de böyle hızlı iman daha karşılamadım.
Kumandan göndermiş olan insanlar döndükleri zaman, kumandanın uşağa sağlam olduğunu gördüler – İsa onu şifaladı. Bunu Romalı Ona iman etiği için yaptı ve iman ederdi İsa Allah’ın Oğlu.
1. Romalı ne için yalvardı?
2. Romalı neye iman ederdi?
3. Hasta olan köleyle ne oldu?
Bu günde çok insan İsa’nın etrafına toplandı. Ona daha yakın gelmek için, biri birilerini sıkıştırıyorlardı. herkes kakışırdı ve İsa’nın konuşmasına engel olurdu. O zaman kaya binip kıyıdan biraz uzaklaştı ve oradan insanlarla paylaşmaya başladı. Şimdi herkes Onu görebilir ve duyabilir. İsa ekinci için anlatmaya başladı nasıl ekinci kendi tarlasına ekin ekermiş. Toprak her yerden bir değildi. Bazı yerlerde toprak kayalı idi, başka yerde gene diken vardı. Sahi, ekinci tohumu ekmezden önce, toprağı sürdü, ama yerde çok kaya kaldı ve bütün dikenler de kökünden çıkmadı. Ekinci tarlada yürüyordu ve avuç dolusu ekin alıp etrafa atıyordu.
Ekincinin tarlasına giden yola çok fazla tohum düştü ve kuşlar hemen onları gagalamışlar.
Tohumun öbür parçası kayalı toprağa düşmüş. Çok çabuk filizlenmiş, ama sürmek çok derin olmadığı için, kayalar engel olurdu daha içeri büyüsün ve yerden buğu çeksin. Bunun için güneş yükselenince filizler kuruyup öldü.
Bazı tohumlar, topraktan temizlenmemiş dikenli köklerin üstüne düşmüş. Sonra dikenler büyüdü ve bütün filizleri yok etti.
Tohumun bir parçası iyi toprağın üstüne düşmüş. Orada mükemel başaklar büyümüş. Her bir başakta yemiş varmış, bazı zaman bir başakta yüs tane tohum, bazı zaman altmış, bazı zaman da otuz. Bu ekinciyi çok sevindirirmiş, çünkü o ekiyor ürün toplasın. İşte isa böyle benzetme anlattı. Herkes İsa’nın benzetmesini beyendi, ama ne anlama geldiğini anlamadılar. Ve açıklanmak için de İsa’ya yalvarmadılar. İsa’nın örencileri de benzetmeyi duyduldr. Sadece onlar bu benzetmenin mağanasını öğrenmek istediler. Sen de onu duy.
Bu „tohum” sözünden İsa ne anladı, biliyormusun? Tohum için konuştuğu zaman, demek Allah’ın sözünden bas etmek istiyordu. İsa, Allah’ın sözünü insanlara getirmek için, yer yüzüne geldi, ama çoğu Onu dinlemek istemediler. İsa, tohumlar yol kenarına düşüp kuşlar yedi benzetmesini, onların hakkında anlattı. Başka insanlar gene tam ters, Allah’ın sözünü duydukları zaman, Ona iman ettiler ve iyiy işler yapmaya başladılar. Ama sonra Allah’ı unutup yeniden günah işlemeye başladılar. Kayalı toprakta genç filizlerin öldüğünü, İsa bu kişilerden için konuşuyordu.
Dikenlerin köküne kadar inen tohumlar, bunlar o insanlar hani hayatlarında okadar yalnışlıklar yapmışlar ki, onların iyi adımları kötülüklerden kayboluyor. İsa böyle kişilerden için bas etti.
Ama var öyle insanlar, yürekleri Allah’ın sözüne açık. Onlar Allah’a inanıyorlar, Onu seviyorlar. İşte bu toprak mutlaka güzel yemiş verecek.
Bu, hem yaşlılar, hem de çocuklar için geçerlidir. Çocuklar da Allah hakında çok şeyler öğrenebilir: mesela okulda, arkadaşlardan ve kitaplardan. Çocuklar da Allah’ın sözünü dikkattle seslemeli; o zaman mutlu olacaklar.
Allah’ın sözü, senin yüreğinde canlı mı? Evet ise, o zaman sen mutlusun. Yoksa, Kutsal Kitaptan okuduğun bütün benzetmeleri unuttunmu? Sen, Allah’sız yüreğinde mulu olamazsın. O zaman Allah senin yüreğine girmek için, dua et. Allah senin duanı duymak istiyor.
1. Yolda ekinleri kim gagaladı?
2. Kayalığa güşen ekinlerle ne oldu?
3. Dikenler filizlere ne yaptı?
4. İyi toprağa düşen tohumlardan ne çıktı?
5. Allah'a ne için yalvarabilirsin?
İsa öğrencileriyle birlikte Kefernahum’a geldi. Deniz kıyısında büyük bir halk Onu bekliyordu. Herkes, İsa ne yapacak ve ne söyleyecek diye öğrenmek istedi.
İsa kıyıya indiğinde, halk Onu sardı. Yairus adında bir adam da onların arasında bulunuyordu. O, dua hanenin güdücüsü idi. Bu Yahudilerin dua hanesi. Yairus, oradakiyilerin en büğü idi. Ama şu anda o, şaşkınlık ve korku içinde idi.
Yairus’un on iki yaşında kızı var, o çok avur hastalığa düştü. Bu sebeple İsa’nın yanına yaklaştığı zaman, dizlerinin üstüne düşüp yalvardı: „Allah’ım benim evime gel! Kızım çok hasta, ölecek diye çok korkuyorum. Ne olur kızımı şifala!”
İsa razı geldi. Ama Onun yanında okadar insan vardı ki, zorla kalabalığın içinde kendine yol açtı. Birden bire İsaduraklanıp sordu: „Kim Bana dokundu?” Ama İsa biliyordu Ona yaklaşıp dokunan kimdir.
Kalabalık halkın arasında bir de kadın vardı, o çok senelerden beri hasta idi. Doktorlarona yardım edemiyordu, bunun için İsa’ya yaklaşıp Onun eteğine dokundu. Bu ona yardım edeceğine inanıyordu. Ve mucize oldu: kadın iyileşti. Sebep bu idi ki, o İsa’ya iman ediyordu. Ne zaman O sordu „Kim Bana dokundu?”,kadın susuyordu.
O zaman, öğrencilerinden biri Petrus adında dedi: „Mualim! Burada okadar insan var ki, hepisi kakışıyor. Acaba bu kakışmanın içine Sana kim dokundu belli olurmu?” Ama İsa şöyle karşılık verdi: „Ben biliyorum bu oldu, çünkü Benden kuvvet çıktı.”
Kadını şifalyan kuvvet o idi. İsa’nın bu sözlerini duyunca, korka korka yaklaşıp her şeği anlattı: uzun zamandan beri hasta, doktorlar ona yardım edemezmiş, işte bu sebeple karar verdi Onun eteğine dokunsun. Eteğine dokununca, hemen şifalandı. İsa onu dinnedikten sonra, şçylededi: „İmanın seni kurtardı, esenlikle git!”
Aynı dakkada Yairus’un hizmetçisi onayaklaşıp dedi: „Kızın öldü. İsa’yı da rahatsız etme. Çünkü ona yardım edemez.” İsa bunu duyunca Yairus’a dedi: „korkma. İman et mucize olacak!” Sonra öğrencilerinlebirlikte Yairus’un evine gittiler. Bütün konuşmayı insanlar duydu ve İsa ne yapacak diye Onun peşinden gittiler.
İsa öbürlerini sokakta bıraktı, sadece Yairus’un evine Petrus, Yuhanna ve Yakup’la girdi. Kızın yatığının yanında da akrabalarınla hizmetçileri dururdu. Herkes alıyordu. İsa şöyle dedi: „Ağlamayın! kız ölmedi, uyuyor.” Ama kimse Ona inanmadı. O zaman herkesi dışarı çıkarttı, sedece öğrencileri ve kızın babasınla anası kaldı. Onlarla birlikte kızın yatağına yaklaşıp dedi: „Kalk!”
Ve mucize yarattı. Kız gerinip kalktı. İsa kızın anasına buyurdu yemek getirsin ve kız da getirilmiş olan yemeklerin hepsini yedi. Şimdi belli oldu ki, kız sapa sağalamdır. Yairus’la kadını çok sevinçli idiler, Ama İsa onların kızını nasıl diriltmeye başardığını anlayamadılar. Belki sen de anlayamıyorsun, ama bu gerekli değil. Sadece iman etymen lazım.
1. Yairus İasa'ya ne için yalvarıyordu?
2. İsa'nın giyisisine kim dokundu?
3. Kadınla ne oldu?
4. Yairus'un evine İsa'yla birlikte kim daldı?
5. İsa kıza ne dedi?
6. Kızın şifalandığını herkes nezaman anladı?
İsa’yla öğrencileri bitkin halade idiler, çünkü çok kasabalarla köyler gezdiler. Bir defa, nefes almak için, kayıklara binip insansız yere çekildiler. Ama insanlar Onun nerede olduğunu öğrenip oraya yayan çekildiler. Onar İsa’nın hastalıkları şifaladığını biliyorlardı ve Onun yanına hastalarla birlikte geldiler. İsa bütün gün hastadan hastaya gezip onları şifalamıştı.
Artık akşam olmuştu ve güneş batmak üzere idi, az sonra karanlık basacaktı. Eve gitmeye kimse kalkmıyordu, bu İsa’nın öğrencilerini rahatsız etti. İsa’nın yanına gidip dediler: „Muallim! burası ısız bir yer hem de geç oldu. İnsanları serbest et! Yakın köylere gidip kendilerine yemek alsınlar.” İsa şöyle karşılık verdi: „İnsanların gitmesine gerek yok, siz onlara yemek verin.” Öğrencileri karşılık verdi: „Ama bizim sadece beş ekmeğimiz ve iki balığımız var. Bu da çok az, kimseye de yetmeyecek.” İsa şöyle buyurdu: „Bana ekmeklerle balıkları getirin.”
Öğrencileri ekmeklerle balıkları getirdikleri zaman, İsa ellişer ellişer oturmalarını buyurdu. İnsanlar oturdu. Öğrencileri onları sayınca, gördülerki elli bin kişi gelmişler. Ve herkesin de beslenmesi lazımdı. İsa’nın öğrencileri anlayamazdılar bukadar insan bu beş ekmekle, iki balıkla nasıl beslenecek.
İsa ekmeklerle balıkları alıp dua etti, insanlara dağıtılmak için, ekmeği küçük parçelere kırıp kendi öğrencilerine verdi. Öğrencileri parçeli olan ekmeklerle balıkları dağıttılar ve herkes yemeğe başladı. Acaba ne oldu diye düşünüyorsunuz? Herkes yeyip doydu. Ekmeklerin çokluğundan arttı bile. İnsanlar doyduktan sonra, İsa’nın öğrencileri ekmeğin artanlarını toplamaya başladılar ve on ikşi buçuk sepet dolusu kaldırdılar. İşte İsa, Allah’ın Oğlu böyle beş ekmekle, iki balıkla elli bin kişi doyurdu.
1. İnsanlara yemek kim lazımdı dağıtsın?
2. Öğrencilerin anlamadıkları şey ne idi?
3. İsa'nın öğrencilerinde kaçtane ekmek ve kaçtane balık vardı?
4. İsa en önce ne yaptı?
5. Kaç kişi emkmek ve balık yedi?
6. Arta kalan ekmeklerle öğrenciler ne yaptı?
İsa, gölün karşıki kıyına uzaklaşsınlar diye, öğrencilerine buyurdu kayığa otursunlar. Sonra Ona yardım için gelen bütün insanları yollayıp yalnız kaldı. İsa yalnızlık içinde Allah’a dua etmek isterdi.
İsa tepeye binip Allah’la, Kendi Babasına konuşmaya başladı.
Akşamlayın gölün üstünü bir rüzgyar kapladı. Kayığın keneviri rüzgyara eğiliyordu, kayığın dğreği sallanıp gıcırdıyordu. Kayık sallanmaya başlayınca, su dolmaya başladı. Öğrenciler hemen kayığın kenevirini topladılar, ama rüzgyar okadar hızlı idi ki, dalgaları da okadar büyüktü, su bütün kayığı kaplıyordu. Öğrencileri bütün kuvvetinle kürek çekmeye başladılar, ama cağatları boşuna idi. Kayık tahta kıyımcığı gibi dalgalardan götürülüyordu. İsa’nın öğrencileri çok korktular. Ve konuşmaya başladılar: „Acaba batacayızmı? İsa bizimle değil, ama sedece O bizi kurtarabilir.” Korkudan unuttular, ihtiyaç yoktu İsa onları kurtarmak içini, onların yanında olsun. Değilmi İsa kumandanın yanına hiç gitmedeğen oğlunu şifaladı.
Birden bire, suyun üstünde kayığa doğru yürüyen birini gördüler.
„Bu bir hayalet! bakın, bu hayalet suyun üstünde yürüyerek bize doğru geliyor!” – öğrenciler korkudan titreyerek fısıldamaya başladılar. Fakat hayalet değildi. Bu onların Muallimi İsaidi. O tepede dua ediyordu, ama öğrencilerinin felakette olduğunu biliyordu ve onları kurtarmak için doğrudan suyun üstünden yürümeye başladı. Allah’ın Oğluna yapılmayacak bir şey yık! Hiç bir insanın başaramadığını O başarıyor.
„Korkmayın Benim” – öğrenciler İsa’nın tanıdık sesini duydular. Petrus birinci karşılık verdi: „Allah’ım eyer Sen isen, suyun üstünde yürümek için, bana izin ver, Senin yanına geleyim.” İsa dedi: „gel!” Petrus hiç düşünmedeğen kayıktan inip İsa’ya doğru, suyun üstünde yürümeye başladı. Fakat etrafında kocaman dalgaları görünce ve rüzgyarın nağarasını duyunca, korktu ve batıp buğulmaya başladı. Böyle olmasına sebep bu idi ki, o İsa’ya iman edeceğine, dakkada Onu unuttu, çünkü Petrus sadece etrafında dalgaları görüyordu ve rüzgyarın sesini duyuyordu.
Petrus ellerini İsa’ya doğru uzatıp bağırdı: „Allah’ım kurtar beni!” İsa her zaman onunla idi. Ve Petrus’un elini tutarak dedi: „İmansız neden korktun?” İsa Petrus’u tutarak, öbür öğrenciler kayıkla bekledikleri yere doğru ilerlediler. Onlar İsa’nın Petrus’u nasıl kurtardığını gördüler ve biliyorlardı ki, onları da kurtarmaya geldi.
İsa kayığa bindiği zaman, rüzgyara buyurdu dursun. Rüzgyarla, dalgalar hemen kesildi ve gölde sakinlik oldu. İsa öğrencilerine daha bir defa göstermek istedi ki, O Allah’ın Oğlu dur. Öğrencileri dizleyip yalvarmaya ve kurtuldukları için teşekür etmeye başladılar.
Kenevir yeniden kaldırıldı ve kayık rahat rahat uzaklaşmaya başladı. Zaman sonra İsa öğrencilerinle, karşıki kıyıya erdi.
1. İsa dağıda yalnız kalınca ne yaptı?
2. Öğrencilerinle ne oldu?
3. İsa'nın öğrencileri korkularından neği unuttular?
4. İsa kayığa doğru nasıl yürüyordu?
5. Öğrenciler Onu görünce ne düşündüler?
6. Petrus İsa'ya nasıl karşılık verdi?
7. Kim İsa'yı unuttu ve onunla ne oldu?
8. İsa rüzgyara ne buyurdu?
Bir defa İsa öğrencilerinle öyle bir yere geldiler ki, kimse Onu tanımıyordu. Daha önce İsa oraya yok gitiği, şimdi artık biraz dinlenebilir. Ama bir saba İsa evden çıkıp rahatça yoluna devam ederi. Hangi bir tanınmayan kadın, Onu izliyordu. Baştan kadın suskun suskun yürüyordu ve İsa onu fark edemedi bile. Zaman sonra, kadın İsa’ya şöyle bağırdı: „Allah’ım! Davud Oğlu! Acı bana! Benim kızım avur hasta. Doktorlar bilmiyorlar onu nasıl ilaşlasınlar, yalnız sen ona yardım ede
bilirsin.” Her zaman İsa’yla birlikte olan öğrencileri, şaşkınlık içinde idiler. „Bu kadın İsa hakkında nereden biliyor? Belki de İsrail’e gelmiş ve Onu orada görmüş?” İsa hiç karşılık vermedeğen yoluna devam ederdi, kadın gene durmadağan ona yardım etmek için yalvarıyordu. Kadının sözleri bütün sokakta duyuluyordu, bu İsa’nın öğrencilerini incitirdi. Bir önceki gün onlar çok rahat yürüyebilirdiler, aralarında usul usul konuşabilirdiler, Ama şimdi, kadının sözlerine bütün insanlar her yerden koşarak, kim geldi diye baksınlar. Öğrenciler biri birinesormaya başladı: „İsa neden ona yardım etmedi? Kadın gitmiş olacaydı ve biz de rahatça
yolumuza devam edeceydik.
Öğrenciler yine unuttular ki, İsa önce yalvaran kişinin imanı Ona karşı ne kadar kuvvetli olduğundan emin olmak isteğerdi. Bu sefer de ihtiyacı vardı öğrensin, bu kadın gerçekten mi iman ediyor ki, O kızını kurtarabilir, yoksa sadece hangi bir yardım mı arıyor.
İsa birden bire durdu. Kadın hemen Onun önüne dizlerine çökerek dedi: „Allah’ım bana yardım et!” „Ben sana yardım edemem – karşılığını verdi İsa. – Sen Yahudi değilsin. Ben Yahudilere yardım edemeye geldim. Bu iyi değil ekmek kızanların önünden alınsın köpeklere atılsın.”
Kadın İsa’nın ne söylemek istediğini anladı. Anladı ki, yardım etiği Yahudilere İsa, daha kızan diyor. Köpek hakkında demek istedi, Allah’a iman etmeyen kişiler. Ama kadın Ona iman ediyordu, bu yüzden Ona dedi: „Allah’ım köpekler de efendilerinin sofrasından artan kırıntılarla karnılarını doyuruyorlar.” Kadın doğru idi: efendiler yerken köpekler her zaman bir parçe ekmek alıyorlar. İsa karşılık verdi: „Kadın! senin imanın büyük. Bana yalvardığın şey için olsun. Evine git kızın iyileşti.”
Kadın evine doğru acele etti. Evine girince, kızının sapasağilam olduğunu gördü. Bu, sade İsa’ya iman etmekle oldu, çünkü Ona yardım için yalvardı.
1. Ne için kaDIN İsa'ya yalvarıyordu?
2. Öğrenciler neye çok şaşa kalırdılar?
3. İsa kadın hakkında ne öğrenmek isitiyordu?
4. İsa kadına ne karşılık verdi?
5. İsa kadının kuvvetli imanını görünce ne yaptı?
İsa bir köye dalınca, ses duydu: „Allah’ım acı bize! Yardım et bize!” İsa’nın öğrencileri, biri biribirine sormaya başladı: „Duyuyonuzmu? Kim bağrıyor? Ve herkesin bakışları, seslerin geldiği yerde idiler. Öğrenciler bir bölük insan gördüler. Hepsi lepradan hasta idiler. Bu lepra hastalığı çok korkunç. Lepra hastalıgına bulaşan insanlar, sağlam insanlarla birlikte yaşayamaz. Çünkü sağalam olanlar da hastalanacak. Bunun için lepralılar her zaman ayrı yaşıyorlar. Onlar evlerinden, karılarında ve kızanlarından hebediyen ayrılıyorlar.
İsa da onları gördü ve Ona nasıl yalvardıklarını da duydu: „Yasrdım et bize!” İsa, onları kimse iğleştiremeyeceğini biliyordu. Onra sede O, Biricik Allah’ın Oğlu yardım edebilir.
İsa lepralılara gitti. Onlar on kişi ididler. Onların bütün bedenleri, alleri ayakları korkunç yaralarla kaplı olduğu için, hızlı yürüyemiyorlardı. Biri birilerine yardım ederek yavaş yavaş isa’ya doğru gelirdiler. O bulaşacak diye hiç korkmuyordu: hiç bir hastalık Allah’ın Oğlu İsa için ve Onun öğrencileri için korkunç değildi.
İsa lepralılara şöyle dedi: „Gidin kyahin sizi görsün!” İsa bunu neden söylediğini biliyormusun? İş orada idi ki, eger bir lepralı iğleşirse o mecburdur evine gidemezden önce kyahine gitsin. Sadece kyahin buna izin verebilir. İşte İsa’nın on hastayı gönderdiğinin sebebi bu idi.
Bu on hasta kendilerini daha çok hasta bildiklrine rağamem, yine de avur avur kyahine doğru çekildiler. Onlar İsa’ya iman ediyordular ve madem İsa onlara kyahine gitmelerini söyledi, demek ki, bunu lazım yapsınlar. Birden bire mucize oldu! Onlar yürürken, başladılar iğileşmeye, ellerinde ve ayaklarındaki yaralar kapanıyordu, bir kaç dakikadan sonra bütün kayboldular. „Daha çabuk kyahine gidelim!” – sevinçli insanlar bağırmaya başladılar ve başladılar koşmaya.
Yalnızca bir kişi onlarla birlik te koşmadı. Bu Samiriye’li idi, başka yerden gelmiş. Ama şimdi şifalndıpı zaman, kendi memeleketinde ki, kyahine gitmesi lazımdı. Ama o bunu yapmadı, İsa’ya doğru çekildi. Samiriye’li biliyordu onu bu korkunç hastalıktan kurtaran isa idi. O İsa’ya yaklaştığı zaman, dilerinin üstüne düştü ve iyileştiği için İsa’ya teşekür etti.
İsa kendi öğrencilerine şöyle dedi: „Acaba bu on kişi şifa bulmadımı? Kalan kişilernerede? Neden yalnızca kendi şifasındfan için Samiriye’li geldi?” İsa Samiriye’liye şöyle dedi: „Kalk evine git! senin imanın seni kurtardı.”
Samiriye’li mutlu olarak yola çekildi: o sadece değil şafalansın, ama İsa’yı hem sevmeye hem de Ona iman etmeye başladı. Öbür dokuzu, şifalanmış ise de, onlar okadar mutlu olamazlar ne kadar Samiriye’li, çünkü onlar İsa’ya bizim Kurtarıcımıza iman etmediler ve Onu sevmediler.
1. On kişi hangi hastalıktan çekiyordu?
2. Neden onlar hanelerinin yanında yaşamıyorlardı?
3. İsa onlara ne yapmaları için ne buyurdu?
4. Şifa için İsa'ya kim teşekür etti?
5. Samiriyeli neden bukadar sevinçli idi?
Cuma ertesi gününe, Yahudi’ce şabat. Bu günde, hiç bir Yahudi işlemiyor. İşte birdefa şabat gününde İsa, öğrencilerinle birlikte Yeruşalim tapınağınageldiler. Tapınaktan çıkarken, tapınağın girişinde bir adam dizlerin üstünde oturuyordu. Bu adam, suskunluk içinde elini gelene geçene doğruuzatırdı. O, kör idi. Ve işleyemiyordu, her gün tapınağın önüne gelip aynı yerde gelenden geçenden dileniyordu. İnsanlar küçücük para nonun eline bırakırdılar. Bu adam douştan kör idi, ne annesini ne de babasını gördü. O ne güneşi ne gökü ne de yıldızları.
İsa’nın öğrencileri, onlarda kör olanı fark ettiler. „Allah’ım – diye Muallimine sormuşlar, - neden bu adam kör? kim günah işledi – o mu yoksa anası ve babasımı? Neden bu adam cezalı?” İsa şöyle karşılık verdi: „Hayır! hangi bir şey için ne o ne de anasınla babası, bu adam kör doudu Allah onu şifalasın diye. Ylnız Allah ona yardım edebileceğini, şimdi Ben size göstercem.
İsa köre yaklaştı, onun üstüne doğru eğilip yere tükürdü. Tükürükten çamur yapıp körün gözlerine sürdü ve sonra dedi: „Git hamamda yıkan!”
yeruşalim’de hamam büyük bir göl idi, o da kasabanın öbür kenarında bulunurdu. Eskiden, kör adam bukar uzağa gitmek için hiç kuraj bulamazdı, onun için, Yeruşalim’in kalabalık sokaklarından geçmek korçunçtu. Ama o İsa’ya iman ediyordu, kalktığında avur avur ve çok dikkatle hamama doğru çekildi.
Vakıt sonra, kör adam en sonunda göle yetişti. O ellerini suya batırdı, avuçlarını suyla doldurup gözlerini yıkadı. Aynı zamanda etrafında neler varsa, görmeye başladı: mavi bulutu, gölün etrafında büyüyen çiçekleri, insanlar, hamama geldi.
Çok sevinçli idi, anasına ve babasına gitmek için, kendini koşmaya saldı. Artık Yeruşalim’in kalabalık sokaklarından korkmuyordu, çünkü etrafında neler varsa her şeği görüyordu. Sokakta olan insanlar onun koştuğuna bakıp biri birilerine diyorlardı: „Bakın bu bizim kür adamımız!” O da şöyle karşılık verdi: „Evet bu benim.” „İnsanlar şaşkınlık içinde, - bunca sene körlükten sonra birden bire görsün.”
İsa adında olan adam, bana yaklaştı ve eğilip yere tükürdü, çamur yapıp gözlerime sürdü, sonra bana hamama gidip yıkanmamı buyurdu. Ben de Onu dinledim işte şimdi görüyorum” – şifalanmış olan kör, onu durduranlara anlattı. O zaman insanlar onu tutup feresilere götürdüler. Onun anlattıklarını işitince, ferisiler İsa’ya çok öfkelendiler: „Şabat gününde nasıl bir şey yapalır? Şabat gününde Yahudiler lazım bir şey yapmasınlar! İsa neden doğruyu tutmuyor?”Bundan sonra ferisiler öbür insanlara sormaya başladılar: „Bu adam daha eskiden kör imiş bu doğrumu? Belkide bütün bu şeyleri kendisi düşünmüş? Lazım anasınla babasına sorulsun.”
Ferisiler gözleri açılmış olan adamın evine gittiler, anasınla babasına sordular: „Bu sizin oğlunuzmu?” „Evet” karşılığını verdiler. Ferisiler devam ederdiler sormaya: „O körmü idi?” Annesi şöylekarşılık verdi: „Evet o kör doğudu.” „Nasıl oldu da birden bire iyileşti?” Babası karşılık verdi: „Bizbilmiyoruz, onun kendisine sorun!”
Ferisiler iyileşmiş adama yeniden baştan sona kadar sormaya başladılar. Ve o, olayını tekrarlıyordu. „İsa beni şabat gününde şifaladığı için, yalnış mı yaptı diye ben bilmiyorum, sadece bir şey biliyorum, - eskiden kör idim, şimdi görüyorum” – en sonunda bunu söyledi. Ferisiler bu adama çok kızdılar ve onu kovdular.
İsa, gözleri açılmış adamın yolda geldiğini görünce, ona yaklaşıp dedi: „Sen Allah’ın Oğluna iman ediyor musun?” Adam da dedi: „Kimdir O, Allah’ım, da Ona iman edeğim?” İsa dedi: „Bu Benim.” Mutlu adam, İsa’nın önüne dizlerinin üstüne düşerek, şöyle dedi: „İman ediyorum Allah’ım!”
İşte böylebu adam çok mutlu olmuş. O değil sedece etrafındadünyayı görsün, ama İsa’yı tanıdı ve Onu sevdi. Şimdi ona artık farketmezdi ki,ferisiler ona kızardı.Ona daha çok fark ederdi ki, İsa Allah’ın Oğlu onunla beraberdi.
1. Kör adam neden merhamet diliyordu?
2. İsa körü nasıl şifaladı?
3. İsa'ya kim gücendi?
4. Ferisiler neden İsa'ya gücendiler
5. Şifalanmış kör neden bukadar çok sevinli idi?
İşte İsa bir defa kendi öğrencilerine ne anlattı. Çok aşırı sıcak olan günde, sokaklar insansızdı, Yeruşalim’den Eriha’a doğru bir adam yürüyordu. Birden bire hırsızlar onu bastı. Onu yakalayıp dövdüler, bütün paralarını aldılar ve ölü gibi sokağa atıp kaçtılar.
Zavallı adam öyle dövülmüştü ki, şavalayamıyordu. ağrılardan çok acı çekiyordu, buna rağamen susuzluk da ona çok acı veriyordu. Gün kaynak idi, o gene yerde yakan güneşin altında yatıyordu. Zaman sonra raz gele adam bir kyahin gördü ona yaklaşıyordu. Zavallı adam düşündü: „Elbette kyahin bana yardım edecek.” Kyahin ona hiç dikkat çevirmedeğen geçti. Az sonra yolda bir levili. Levili bu Allah evinde bir görevli ve her bir insan yardım etmeli. Ama Lebili de yaklaşmış, yere atılmış adama bakmış ve... bir söz söylemedeğen geçmiş.
Levili de Kyahin de büyük günah işlediler. Zavalılara ikisininde yardım etmesi gerekiyordu, ama onlar sade kendileri için düşünürdüler ve kendi görevlerini unuttular.
Adam, saatlar boyunca yerde yatıyordu. Sıcaklıktan ve susuzluktan hali kalmamıştı, yardım için bütün kurajını kaybetti. Ama birden bire yolda bir adam gördü, eşeğine binmiş geliyordu. Bu adam Samiriyeli idi. Aynı zamanda Yahudiler Samiriyelerle savaş yapırdılar, onlar biri birine düşmandılar.
Ama Samiriyeli zülmedilene yaklaştığında, yerde kimin yattığını hiç düşünmedi - Yahudi mi yoksa kendi milletindenmi, eşeğinden inip zavalıyı suladı ve yaralarını bağladı. Sonra çok dikkatle ona acı vermesin diye, fukara olan Yahudi’yi eşeğine bindirip hana götürdü. Ertesi gün, Samiriyeli gideceği vakıt hanın sahibine dedi: „Felakete düşmüş adama bakman için, bu paraları al! Eger paralar yetmezse, senden harca, gecelemek için geldiğimde sana öderim.”
Sadece Samiriyeli görevini yaptı. O ihtiyaçta bulunan adama yrdım etti. Fakat Levili ile kyahin, görevlerini yapmaya unuttular ve bu onlara büyük günah sayıldı. Allah bütün insanlara yardım ediyor, sen de öyle herkese yardım etmelisin, senin arkadaşların olmazsa bile.
1. Eriha'ya giden yolda adama ne oldu?
2. En önce yatan adama kim yakınladı ve ne yaptı?
3. Oradan başka kim geçti?
4. Dövülmüş Yahudi'ya kim yardım etti?
5. Herkes ne yapmaya mecburdur?
Az sonra İsa, daha bir benzetme anlattı. Onun istediği, insanlar dinledkleri zaman çok şeyler için düşünüp öğrensinler. Nasıl bir benzetme.
Çok zaman önce, bir çoban yaşıyordu, onun çok koyunları vardı. O bütün koyunlarını seviyordu ve onları çok iyi bakıyordu. Ama koyunlarından biri, seslek değildi. Her zaman sürüden geri kalıyordu, ya da ayrı bir yere gidiyordu, ama çoban onu geri çeviriyordu.
Bir defa, koyunun geri kaldığını çoban fark etmedi. Budala koyun! O kendi kendine bakamaz – güzel otlak ve su içmek için iyi yer bulamaz, en önemlisi ki, etrafta bulunan vahşi hayvanlardan kendini koruyamaz.
Çoban koyunlarınla çöle geldiği zaman, onları saymaya başladı. Onların yüz tane olduğunu biliyordu, saydığında doksan dokuz çıktı. Çoban yine saydı, birtane eksik. Hahgi koyunun kaybolduğunu hemen anladı. O bütün koyunlarını çok iyi biliyordu, adlarını bile.
„Belki çok uzaklara gitti? Belki de kaydı ve hangi bir çukura düşüp ayağını kırdı? Kim bilir, belki de vahşi hayvanlar onu parçaladı ve paramparça yerde yatıyor? Lazım onu bulayım” - diye düşündü. Çoban doksan dokuz koyunu çölde bırakıp kaybolmuş olanı aramaya gitti. Çok uzun aradı, en sonunda buldu. Büyük sevinçle onu omuzlarına koyup götürdü. Çölde kalmış olan koyunların yanına gelince, o zaman onu aşaya yere indirdi. Yeniden yüz koyunu oldu
Çoban köye toplandığı zaman, arkadaşlarını dedi: „Benimle birlikte sevinin! Ben kaybolmuş koyunu buldum.” Ve herkes sevindi.
İsa benzetmeği devam etti.”Gökte olan melekler de seviniyorlar, bir kişi imanını kaybetmiş ve yeniden iman etmeye başlıyor. Bazı insanlar düşünüyorlar ki, Allah onlara lazım değil. Melekler böyle insanlara üzülüyorlar. Böyleinsanların imanı yok.” Ama sen Allah’a iman ediyormusun?
1. Buda koyun ne yapmış?
2. Kaybolmuş koyunu aramaya kim çıktı?
3. Çoban arkadaşlarına ne dedi?
4. Kökte ki melekler ne zamn sevindi?
5. Senin Allah'a ihtiyacın varmı?
Başka sefer İsa öğrencilerine kaybolan oğul benzetmesini anlattı. Aynı zamanda Ferisiler de Onu dinliyordu. O anlattı nasıl bir oğul karar verdi doğumuş evinden ve babasından hebediyen için ayrılsın. İşte bu benzetme nasıldır.
Bir adamın iki oğlu varmış. Daha büyü olan her zaman seslek ve yavaş. Daha küçüğü baştan o da babasını sesliyordu, ama büdüğünde, babasına gelip demiş: „Baba mirasımdan düşen payımı daha şimdi istiyorum.” Babası oğlu nasıl istedi ise öyle yaptı. Oğlu birden bire zengin olup şöyle düşündü: „Neden gitmiyorum başka ülkede yaşamaya?” Paraları alınca, babasının evini terk etti ve daha mutlu yaşamak için başka ülkeye gitti.
Tanımamaş bir ülkeye vardı ve yaşamak için orada kaldı. Her şey ona iyi geldi. Her gün lezetli yemekler alıyordu kendine ve her türlü gözel eşyalar da alıyordu. Ama işlemek de istemiyordu. O para kazanmıyordı ve babasının evinde alan paralar da kısa zanda bitti. Ve o çok fukara kaldı.
Buna rağamen yaşadığı ülkeği felaket bastı. O sene çok yamur yadı ve kırlıkta olan bütün ekini çuruttü. Ürün çok kötü idi. Fukaralar bile açlık çekiyordu – taneler az olduğu için, ekemek çok pahalı oldu. Sadece zenginler satın ekmek alabilirdi. Bütün paralarını arcamış olan genç adam, öbür fukaralar gibi açlık çekmek zorunda idi.
Bir kaç gün yemek yemediği için şöyle düşündü: „Bir zenginin yanına gitmem lazım. Belki de benim için iş bulunur. Ben işi bitirecem, o gene beni doyuracak.”
Gerçekten de bir zenginin evinde iş bulundu. Domuzları otlatması lazımdı. Domuzlara her gün yarma karılırdı. Onlar da açgözlülükle yemeğin üstüne fırlıyorlardı. Genç adam domuzların nasıl yediğine durup bakıyor, onun kendisi de istiyordu yarmadan yesin. Ama ona kimse bir şey götürmüyordu. Zengin olan onun için unuttu.
Bir kaç gün böyle geçti ve genç adam son günlerde onunla ne olduğunu düşünmeye başladı. O anladı ki, çok büyük yalnışlıklar yaptı ve bütün bu yaptıklarından tövbe etmeye başladı. Babasının evini ve babasını hatırladı, orada yediği yemekleri de. Ve kendi kendine dedi: „Babamın hizmetçileri her zaman çok yemek veriliyor, ben gene bu uzak ülkede açlık çekiyorum.” Babasının evine, kendi ülkesine dönmek istiyordu. ve şöyle düşündü: „Babama gidip diyecem: „Baba, Allah’ıma karşı ve sana karşı yalnışlık yaptım. Artık senin oğlun olmadığımı biliyorum. Ama bana izin ver senin hizmetçin olayım.”
Zengin adamı ve onun domuzlarını bırakıp babasının evine doğru çekildi. Yolda kendi kendinesoruyor: „Acaba babam beni görünce kızmayacakmı? Acaba beni kovmayacakmı?”
Köye erince, yolda bir adamın durduğunu gördü. Onun babası olduğunu Hemen tanıdı. Ama o, ne kadar da çok değişmiş: ihtiyarlamış, zayıflamış! Babası da oğlunu tanıdı ve ona dogru koşmaya başladı. Gözleri yaşla dolu olarak ona sarmaşıp öpmeye başladı.
Genç adam dedi: „Baba, ben göke karşı ve sana karşı çok yalnışlık yaptım, artık ben senin oğlunum demeye hak etmiyorum.” Ama sevinçli olan baba, bir şey duymak istemiyordu. Hizmetçilerini çığrıp dedi: „Oğlum bu yırtılmış giyisileri soyunmak için, çabucak ona giyisi getirin.” Hizmetçiler güzel giyisilerle ayak kabı ve çeşitli süsler getirdiler. Genç adam, yıkanıp giyindi ve çok güzel oldu.
Babası devam edip dedi: „Oğlum evine döndüğü için, lazım büyük bir kutlama yapalım! Onu bir daha görmiyeceğimden çok korkuyordum. Yolda ölmesinden korkuyordum. Ama o yaşıyor ve geri döndü, ben de çok fazla mutluyum.” Hizmetçiler sevinçle işe tutundular. Onlar bir dana kesip pişirdiler ve bu kutlamaya çok insan davetettiler. Küçük oğlu evine babasının yanına döndüğü için, insanlar da mutluluktan yediler içtiler.
Aynı vakıtta büyük oğlu orada yoktu. Kırlıkta idi. Akşam üstü dönürken, babasının evinde kutlama olduğunu anladı. Ve hizmetçilere sordu: „Ne oldu? Evde ne için kutlama oluyor?” Hizmetçier karşılık verdi: „kardeşin döndüğü için, baban buyruk verdi bir dana kesilsin ve çok insan davet edilsin. Herkes kardeşinin dönüşünü kutluyorlar.''
Büyük oğlu bu sözleri duyunca, çok darıldı! Eve girmek bile istemiuordu. O zaman babası avluya onun yanına çıkıp dedi: „Neden darılıyorsun?” Büyük oğlu şöyle karşılık verdi: „Bütün senelerin içindeişledim ve her zaman seni sesledim. Ben arkadaşlarımla neşelenmek için, bir keçi bile kesmedin. Ama senin zinacı oğlun dönünce bir dana kestin. „Kederli olan baba karşılık verdi: „Oğlum benin, sen herdaim benimle birlikte idin. Benim her neyim varsa hepsi senindir. Senin kardeşin sa salim evine döndüğü için neden sevinmiyorsun?”
İşte İsa kendi öğrencilerine nasıl bir benzetme anlattı. Eger sen de bir şeyde yalnışlık yaptıysan ve bunun yanlış olduğunu anlarsan küçük oğul gibi sen de tövbe et. Allah, bizim Babamız her zaman sana bağışlayacak, nasıl baba küçük oğluna bağışladıysa. Ama kendini gururlandırrsan, hiç bir daim mutlu olmayacan, nasıl büyük oğulla olduysa.
1. Küçük oğul babasından ne istedi?
2. Küçük oğul paraları aldıktan sonra nreye çekildi?
3. O paraları bitirinceye kadar ne yaptı?
4. Kaybolmuş oğul eve dönünce ne dedi?
5. Babasına kim darıldı?
6. Tövbe ettiğin zaman kim her zaman hazır sana bağışlasın?
İşte, İsa’nın insanlara anlatmış olduğu daha bir benzetme, o da Ferisi ile gümrükçü.
Günün birinde, bir ferisi ile bir gümrükçü dua etmek için, tapınağa geldi. Ferisilerin çok sert insanlar olduklarını biliyor musun? Başkalarını izliyorlardı kötü işler yapmasınlar diye. Ferisilerin kendileri her zaman uğraşırdılar günahsız ve namuslu olsunlar. Umutlanırdı ki, öldükten sonra Allah onların ruhlarını göklere alacak.
Ferisi tapınağa daldığında gümürükçüyü gördü. Ferisi gümrükçüleri sevmiyordu. Ve sahiden de bütün gümrükçiler kötü ve acımasız idiler. Onlar Yahudilerden gümrük parası toplayıp Romalılara veriyorlardı. O zamanda İsrail Romalılardan yenildi, Yahudiler de onlara gümrük ödemeleri gerekiyordu. Öyle ki, gümrükçüler Yahudi halkının düşmanlarına çalışıyorlardı. Onlar da çoğu zaman Romalılara gümrük parasından daha fazla topluyorlardı ve o paraları kendilerine ayırırdılar.
Ferisi ile gümürükçü dua etmeye başladı. Ferisi Allah’a sesini yükselti: „Allah’ım sana şükrederim ki, günahkyarlar gibi değilim, ya da bu gümürükçü gibi!” Doğrusu o Allah’a dua etmiyordu, ne kadar iyi olduğunu Ona övüyordu. Allah ona hiç lazım değildi.
Gümrükçü daha uzakta durarak, gözlerini göke bile kaldıramıyor. O, alçak gönüllükle günahlarını bağışlamak için, Allah’a yalvarıyordu.
İsa sesleyen insanlara dedi: „Allah gümürükçünün günahlarını bağışlayacak, ama Ferisinin günahlarını bağışlamayack. Kim gururlu ise onlar mutlu olmayacak. Mutlu olacak o kişiler, hani kendilerini Allah’ın önünde günahlı hissediyorlar.”
1. Kim çok gururlu idi?
2. Kim başını bile göke kaldıramıyordu?
3. İkisinden hangisi mutlu olacak?
İsa’nın dinlecileri arasında, çok çocuk vardı. Anaları onlarla birlikte dizili idiler. Anaların biri, çocuğunu elinden tutup İsa’ya yaklaştı. O çok istiyordu İsa çocuğuna bir şey söylesin ve onu bereketlesin.
Bunu başka analar da görünce, istediler İsa onların da çocuklarını bereketlesin ve kalabalığın içinden çıkıp Onadoğru gidiyorlardı.
O zaman İsa’nın öğrencileri dediler: „Kadınları durdurmamıs lazım. İsa zaten çok meşkül, çocuklar da hiç seslek değil...” Kadınları İsa’ya bırakmamak için, onların üstüne yürüdüler.
Ama İsa öğrencilerine çok darıldı. Nasıl bu çocukları Bana bırakmıyorsunuz?! Ve dedi: „Bırakın çocukları Bana gelsinler, onlara engel olmayın! Allah’ın kralığı onlarındır.”
Öğrenciler anladılar ki, yalnışlık yaptılar. Ve acele çocukların yanına gittiler ve onları alıp Mualimine götürdüler. İsa çocuklara sarmaştı ve onları bereketleyip dedi ki, Allah onlara her zaman bakacak. Allah sana da her zaman bakacak.
1. Anneler ne istiyordu?
2. Önce İsa'nın öğrencileri ne yaptı?
3. İsa ne yapı?
Yeruşalim kasabasına yakın bir köyde, Lazar adında İsa’nın arkadaşı yaşıyordu. Onun iki ablası var, Meryem ve Marta. İsa Lazarı çok seviyordu ve onun ablalarını da. Ne zaman yolu Yeruşalim’e düşerse onlarda kalıyordu.
Bir defa İsa öğrencileriyle birlikte, Yeruşalim’den uzak bir yerde idiler. Onun yanına çok hızlı yürümekten zor suluğunu alan biradam gelip şöyle dedi: „Allah’ım senin sevgili arkadaşın hastalandı!” İsa hemen Lazar’ın hastalandığını anladı. Adamı Meryem’le Marta gönderdi İsa’ya haber versin, çünnkü sevgikleri kardeşi ölecek diye korkuyorlardı. Onlar Lazar’ın günden güne daha kötü olduğunu görüyorlardı ve doktorlar da ona yardım edemiyorlardı. Lazar’ı iyileştirmek için, hiç kimse yetenekli değil İsa’dan başka.
İsa gelmiş olan adamala öğrencilerine şçyle dedi: „Lazar çok avur hasta, ama ölmeyecek.” Bununla daha bir defa göstermek istiyordu ki, O Allah’ın Oğlu. İsa öğrencilerine dedi: „Gidelim!” Hepisi birli,kteyola çekildiler. Yolda giderken, öğrenciler Lazar hakkında konuşuyorlardı: „Acaba daha yaşıyormu?” İsa onlara dedi: „Bizim arkadaşımız Lazar uyuyor, ama Ben gidiyorum onu uyandırayım.”
Öğrenciler Mualliminin sözlerini anlayamadılar. Ve şöyle dediler: „Allah’ım madem uyuyor demekki iyileşti.” İsa da dedi: „Lazar öldü.” Şimdi anladılar ki, İsa onu uyandırmaya değil ama diriltirmeye gidiyor. Öğrencileri biliyordu ki onların Muallimi her şey yapabilir, ölüleri bile diriltebilir. En sonunda İsa’yla öğrencileri, Lazar’ın yaşadığı köye yetiştiler. Ama onu evine gitmediler, köyün kenarında beklediler. Onların önünden çok insan geçti, hepisi Meryem’le Marta’nın yanına gidiyordu. Bu insanlar, Lazar’ın ölüp gömüldüğünü İsa’ya ve öğrencilere anlattılar. Şimdi Meryem’le Marta’yı kardeşinden için avutmaya gidiyorlar.
Marta, İsa’yla öğrencileri köyün kenarında olduklarını öğrenince, bütün
kuvvetinle Ona doğru koştu. Meryem gene evde kaldı. Marta İsa’ya yaklaşarak diyordu: „Allah’ım, eger Sen burda olaydın, bizim kardeşimiz ölmeyecekti.” İsa karşılık verdi: „Kardeşin dirilecek, kim Bana iman ederse sonsuzca yaşayacak.” İsa söylemek istedi, ölmüş olan imanlının ruhu göklere gidiyor ve orada sonsuzca yaşıyor. Marta da İsa’ya dedi: „Evet Allah’ım, ben bunu biliyorum.” Sonra İsa köyde bulunduğunu Meryem’e anlatmak için koştu. „Muallimburada seni çağrıyor.”
Meryem İsa’yı karşılamak için çıktı, insanlar gene sandılar, Lazar’ın mezarına gidiyor ve hepisi onun peşinden gittiler. Ama herkes Meyrem’in İsa’ya yaklaşıp önünde dizlerin üstüne düşüp şöylededi: „Allah’ım eger Sen burada olaydın, benim sevgili kardeşim ölmeyeceydi.” İnsanlar Meryem’le geldiler, Lazar’ı çok sevdikleri için, yaşlarını tutamıyorlardı. Onlar düşünürdüler ki, İsa çok geç geldi ve hiç bir şey yapamayacak.
İsa sordu: „Lazar’ı nereye gömdünüz?” Meryem karşılık verdi: „Allah’ım gel Sana gösterecem: „Mezarlığa geldikleri zaman, İsa üzüntüden ağlamaya başladı. İnsanlar Onu göstererek konuşmaya başladılar: „Bakın İsa ağlıyor, O Lazarı çok seviyordu.” Lazar’ın mezarı bir mağrada idi, onun girişi büyük bir kayayla kapanıyordu. İsa insanlara dedi: „Bu kayayı çekin!” Marta İsa’ya şöyle karşılık verdi: „Allah’ım onun gömülmesi artık dört gün oldu.” O düşünürdü ki, Lazara artık bir şey yardım edemez.
Ama İsa kendi kiyinde duruyordu. Bir kaç kuvvetli erkek çıkıp kayayı yuvarladılar ve mağranın girişini açtılar. İsa Babasına dua ettikten sonra, mağranın girişine durup bağırdı: „Lazar dışarı çık!” Ve şaşılacak iş oldu. Lazar mazardan dışarı çıktı. O sağ idi. Meryem’le Marta sarmaşmak için, kendilerini onun üstüne attılar ve bu harika dirilişten için, İsa’ya teşekür etmeye başladışlar.
1. Kim hastalandı?
2. Lazar'a kim yardım edebilir?
3. İsa köye gelince Ona kim yaklaştı?
4. Sonra İsa'ya kim yaklaştı?
5. Lazar gömülü iken onunla ne oldu?
Eriha’nın sokaklarında sesler yükseliyordu: „İsa geliyor! İsa geliyor!” İsa’nın yürüdüğü yolda, her yerden insanlar koşuyurdu. HerkesOnu görmek için geliyordu.
Yolun kenarında da bir dilenci oturuyordu. Ona Bar-Timeyus diyorlardı. O, kör idi. bartimeyus, sesleri duyunca düşündü: „Belki de İsa beni görebilir? Belki de beni şifalayabilir?” Bartimeyus bağırmaya başladı: „Allah’ım Davu Oğlu yardım et bana!”
başka bir kör, Bartimeyus’un sesini duyunca, o da bağırmaya başladı: „Allah’ım bize bağışla!” İnsanlar körlere çok fazla kızıp dediler: „Susun, İsa hep sizi seslemeyecek!” Ama iki kör İsa’ya daha hızlı bağırmaya başladılar.
İsa onların seslerini duydu ve buyurdu onları getirsinler. Şimdi insanlar iki köre dediler: „Gidelim İsa sizi çığrıyor.” İki kör çekildi. İsa körlere sordu: „Sizinle ne yapmamı istiyorsunuz?” Bartimeyus dedi: „Muallim görmek istiyorum.” İsa fukara körlere acıyıp dedi: „Görün!” Aynı anda görmeye başladılar Onun sayesinde. Bartimeyus ve arkadaşı çok mutlu idiler. Onlar değil sadece görmeye başlasınlar, ama İsa’yı buldular ve sevmeye başladılar. Artık her yerde onu izliyorlardı.
„İsa geliyor, İsa geliyor!” – bu kalabalığın seslerini bir adam daha işitti, onun adı Zakay idi. O gümürükçü idi. Bu adam, Yahudi‘lerden gümrük topluyordu ve Romalı‘lara veriyordu, bu görevden çok zengin oldu. Romalı‘larra ne kadar lazımdı versin, o Yahudi‘lerden daha fazla alırdı ve arta kalanı kendisine bırakırdı. Bütün Eriha halkı ondan nefret ederdi, bu onun hoşuna gitmiyordu.
Zakay İsa‘nın Erihon‘a geldiğini duyunca, O da Onu görmek istedi. İsa hakkında çok şeyler duymuş... Ve o da Eriha halkıyla İsa‘yı karşılamaya gitti. Zakay boydan yana çok alçaktı ve kalabalıktan bir şey göremiyordu.
Ama o, çok kurnazdı. Yol kenarında büyüyen ağıca binip yaprakların arasına gizlendi ve İsa‘yı bekliyordu. Orada onu kimsenin göremiyeceğini düşünüyordu.
İsa ağıca yaklaşınca durdu ve yukarı bakmaya başladı. İsa Allah‘ın Oğlu olduğu için, Zakay‘ı yaprakların arasında olduğunu biliyordu. İsa onu çağırdı: „Zakay, aşağa in! Ben senin evinde kalmak istiyorum.”
Şaşılacak bir şey, kasabanın halkı ona nefert bağlamış, İsa gene onun evinde kalmak ve dinlenmek istiyor. İsa Zakay’a dosça bakıyordu! Zakay çabucak ağıçtan indi ve İsa’yla birlite yola çekildi. O çok mutlu vesevinçli idi. Ve istiyordu ne kadar mümkünse İsa’yı evinde daha iyi karşılasın.
Eriha halkı İsa’ya çok gücendi. Aralarında konuşmaya başladılar: „O, kasabanın en kötü adamın evine gitti.” İsa’yala birlikte yürüyenlerden, yalnızca Zakay mutlu idi. O, birden bire anladı ki, hayatında çok kötü işler yaptı. Romalı’ların işini yapmakla ve fukara Yahudileri soymakla zengin oldu. Zakay İsa’ya dedi: „Allah’ım, bende olan paranın yarısını fukaralara dağıtacam. Kimden de fazlasıyla almışsam, dört kat fazlasını çevirecem.”
Gerçekten de öyleidi: Zakay kötü yolda yürüyordu, bu yolda düşüp yok olacaktı. Ama İsa onu bulup doğru yola döndürdü, nasıl çoban sasırmış koyunu döndürdüyse. Zakay, mutlu adam oldu. Çok günah işlemiş olanlar, Allah’a döndüklerinde, İsa onları ebediyen için mutlu kılacak.
1. Bartelomeyus'la arkadaşı İsa'ya ne için yalvarıyorlardı?
2. İsa iki körle ne yaptı?
3. Neden Bartelomeyus'la arkadaşı İsa'nın peşinden gittiler?
4. Zakay neden ağıca bindi?
5. Zakay hayatında negibi kötülükler işledi?
6. Zakay'ın ağıca bindiğini kim biliyordu?
7. Zakay İsa'ya nasıl söz verdi?
8. Zakay neden mutlu adam oldu?
Çok önce, Romalı’lar İsrail’i gütmezdi, Yahudilerin kendi kralı vardı. Eski kitaplarda yazıyordu ki, bu ülke düşmanlardan ele geçirildiği zaman, artık İsrail’lilerin kendi kralı olmayacak. Düşmanlar tarafından çok seneler güdülecekler, ama sonra daha bir Yahudi kralı gelecek, o da sonuncudur ve O eşeğe binmiş olarak Yeruşalim’e girecek. Her zaman bütün Yahudi kralları bu kasabaya girdiği gibi.
İsa kral olacağını biliyordu. Ama değil normal krallar gibi güzel sarayda yaşasın, O göklerin kralı. İsa çok sık bunu insanlara anlatırdı, ama Ona iman edenler az idi. Öğrencileri bile bunu anlayamıyorlardı, onlar düşünürdü ki, bizim Muallimimiz yerin kralı olacak. Ama İsa karar verdi, eski Yahudi kitaplarında yazıldığı gibi yapsın ve insanlar iman etsinler ki, O yerin ve gökün Kralıdır ve gerçekten de Allah’ın Oğludur.
İsa Lazar’ın köysünden ayrıldı ve öğrencilerinle birlikte Yeruşalim’e doğru çekildi. Kasabada da bir kaş günden sonra, Fısıh bayramı başlayacaktı. Birköyden geçerken, İsa öğrencilerinededi: „Köye gidin, daha koşulmamış olan gen eğeği Bana getirin!”
İsa’nın öğrencileri ve bütün insanlar sevinip aralarında konuşmaya başladılar: „Eski kitaplarmız yazdığı gibi, İsa eşeğe binmiş olarak Yahudi kralı gibi, Yeruşalim’e girecek. En sonunda yazılar yerine geldi.” İsa’nın öğrencileri genç bir eşek getirdiler ve giyisilerini çıkartıp eşeğen sırtına saygıyla attılar. İsa kral olmaya razıdır diye, işaret olarak lazım eşeğe binsin. İsa’yala yürüyen insanlar dallar kırıp yere eşeğen önüne yere koyuyorlardı. Bu da demek ki, razılıkları var İsa onların kral olsun. Sevinçli insanlar, durmadağan bağırmaya başladılar: „Yeni kralımız yaşasın! Bizim topraklarımızdan düşmanları kovmak için, bize yardım etsin!” Onlara doğru yürüyenler de bağırmaya başladılar: „Allah bize yeni kral verdi!” İsa kasabaya girmezden önce, Zeytin dağında durdu. Oradan bütün Yeruşalim görünüyordu. İsa Onu görünce ağlamaya başladı. İnsanlar Ona imanetmedikleri için mutlu değildiler, İsa bunun için ağlıyordu. O güzel Yeruşalim kasabasına da üzülüyordü. Çünkü kasabayla ve onda yaşayan insanlarlane olacağını biliyordu. Gün gelip Romalılar bütün kasabayı darmadağın edeceğini biliyordu ve etrafında olan insanlara bunu anlatıyordu.
İnsanlar bunu duyunca, bağırmayı kestiler. Ve aralarında konuşmaya başladılar: „İsa kral değildir! Böyle düşünmek için, Ne kadar apdal imişik!” İnsanlar artık yola dallar koymuyorlardı ve İsa’yı İsrail’in kralı gibi selamlamıyorlardı. Kasabaya girdiklerinde herkes dağıldı, İsa’yla öğrencileri yalnız kaldı. Halk dalırken kimi evine, kimi tapınağa, kimi işine, şöyle düşündüler: „İsa ölkemizi düşmanlardan almak için, bize yardım etmiyor.” İsa yerin ve gökün kralı, artık onlara lazım değil!
1. İsa nerede lazım kral olsun?
2. İsa eşeğe binince insanlar ne yaptı?
3. İnsanlar İsa'dan ne bekliyordular?
4. İnsanlar neye iman etmek istemezdiler?
5. İsa Yeruşalim'e bakarak neden ağladı?
6. Kasbaya girince Yahudiler ne yaptı?
İşte İsa öğrencilerine anlatmış oolan daha bir benzetme.
Bir defa, bir köyde bir büyük sevinçli şölen hazırladılar: delikanlı ile kız evleniyordu. düğünden sonra, dağamadın arkadaşları, onu bekleyen gelinin evine götürmeleri lazımdı. Artık dışarda geç oldu ve karanlık bastı.
Ülkenin adetine göre, dağamat evine gitmek için, on kız ellerindeki kandillerle, lazım onun yolunu aydınlatsınlar. Kandillerin yanması için, yeterince ya olması lazım, yoksa sönebilir. Kandiller sönmesin diye, kızlar mecburdur rezerf ya alsınlar ve oradan ara sıra kandillere döksünler.
Kızlar dağamala yürüyecek ve onun yolunu aydınlatacaklar diye, çok sevinirdiler, çünkü onun evinde büyük şölen başlayacaktı. Kızlar en güzel giyisilerini giyimişler. Ama öyle oldu ki, dağamadı çok uzun beklediler ve yoruldular. Önce yol kenarına oturdular ve sonra onlardan biri yattı yattı, sonra başkası ve birden bire hepsi sağlam uykuya daldılar. Kandiller devam ederdiler yanmaya, ama yaları çok çabuk bitti.
Seslerden kızlar birden bire uyandılar: „Dağamat geliyor! Dağmat geliyor! Çabuk onun yanına gelin!” Bunlar dağamatın arkadaşları idi. On kıs kandillerini ellerine alıp hemen dağamatın yolunu aydınlatmaya koştular. Ama yaları bitmenin üzerinde idi ve kandiller de sönmenin üzerindeidi. Beş kız, rezerf yağlarından alıp çabucak kandillerinedöktüler. Ve kandillerinde ki, ışık hızlandı.
Öbür beş kız, rezerf ya için düşünmediler. Bu yüzden onların kandilleri sönmek üzere idi. Arkadaşlarına yalvarmaya başladılar: „Kandillerimiz için bize biraz yağlarınızdan verin, çünkü birlikte dağamatla gidemeyeğiz.” Öbür kızlar karşılık verdi: „Hayır, size ya veremeğiz. Çünkü bizim kandillerimizde de olmayacak. Daha iyi satıcılardan kendineze ne kadar lazımsa alın.”
Bu beş kızın ya tucarlarına koşmaktan başka çare yok. Onlar dağamadın gelimine kadar döneceklerini ve onu evine kadar getireceklerini sandılar.
Ama işte dağamat arkadaşlarınla yola geldi. Birinci beş kız, fenerlerini alıp dağamatla gittiler. Herkes onun evine girip şölen başladı. Ama öbür beş kızla ne oldu? Onlar ya satın alıp kandşlleri yeniden yanmaya başladı, ama artık dağamada değil. Onun evine yetiştikleri zaman, şölen başlamıştı. Onlar da kapıda bağırmaya başladılar: „Yalvarıyoruz bize kapıyı açın!”
Dağamad onları duydu ve kapıya yaklaşıp dedi: „Siz kimsiniz? Ben sizitanımıyorum” – ve onlara kapıyı açmadı. Beş kız böylece kırda kaldı. Onlar geç geldiler çünkü vaktınla kandillerini düşünmediler.
İsa bu benzetmeği öğrencilere ve Onu seslemeye gelmiş olanlara anlattı. Bu benzetmede dağamadı kendi yerine koyuyor. İsa yakında göke gideceğini ve zaman sonra tekrar yeryüzüne geleceğini biliyordu. Sen Onu göksel evine kadar götürmeye ve ona eşlik etmeye hazırmısın? Yeterince mi Onu sevecen? Eger evet ise, sen her zaman Onunla beraber olacan. Bu geç kalmış olan bu beş kızla nasıl olduysa, işte, şu anda seninle de aynısı oldu.
1. On kız için benzetmeği kim anlattı?
2. Beş kız ne almayı unuttular?
3. Onlar nereye geç kalırdılar?
4. İsa güveği hakkında konuştuğu zaman kimin için bas ediyordu?
5. Eer sen karar verirsen Onun ardından gitmeye ne yapabilirsin?
Matta İncilin 26. bölümü
Bir defa İsa çğrencilerineşçylededi: „Ben yakında bu dünyadan gidecem. İsrail’iler Beni tutup öldürecekler.” Öğrenciler İsa’nın yanında rahaysız oturuyorlardı. Onlar kendi Muallimine inanmak istemiyorlar. „Acaba İsa ölecekmei? İsa’ya yeterli sade birşey desin Onu kimse elleyemeyecek. İsa Allah’ın Oğlu.” Ama İsa kendini ölüme vermesi lazımdı. Onun Kendisi bunu istiyordu. Onu seven kişiler için, lazımdı çlsün. Herkes kendi hayatlarında günah işliyor, yaşlılar da çocuklar da. Bütün bu günahları İsa Kendi üzerine altı. O şöylededi: „Ko Ben bütün insanların günı için cezayı çekeğim!”
Ama ne yazık ki, bütün insanlar İsa’dan memnun gelmiyorlar. Çoğu düşünüyor ki, Ondan ihtiyacımız yok. Ama bu böyle değil. Gerçekten Allah’a hizmet eden o kişi hani iman edşyor İsa Kendini kurban verdi bizim günahlarımı için.
İsa’nın öğrencileri hiç anlayamıyorlardı, onların Muallimi ne için lazım ölsün ve o gün onlara çok avurdu.
İsa öğrencilerinleYeruşalim de idiler, bütün Yahudiler gibi o akşam Fısıh bayramını kutlayacaklar. Odada masa düzülü idi. Masa da büyük tabakta Fısıh kuzusu, ekmek ve nağışlı kadede şarap. İsa ve on iki öğrencisi masaya oturdular
Öğrencilerinden biri – Yahuda – o akşam çok kinci idi. O İsa’ya darılırdı neden kral olmak itememiş diye. İsa Yahuda’nın düşüncelerini bilirdi. O, yahuda’nın aynı akşam ferisilerle kyahinlerin yanında bulunduğunu ve Muallimini yakalatmak için, onlara yardım edeceğini de biliyordu. Yahuda İsa’yı yakalattırdı, kyahinler de ona para vereceklerine söz verdi.
İsa örencilerine şöyle dedi: „Ölmezden önce sizinle Fısıh bayramını kutlayacağım için, çok seviniyorum.” Yemekten sonra, Mesih eline ekmek alıp onu bereketledikten sonra kırdı, öğrencilerine dağıttıp dedi: „
İşte İsa Mesih ‘Rabbin sofrası’ dediğimiz töreni, böylece başlatmış oldu. (Bugüne kadar bütün dünyada İsa Mesihe iman edenler, bir araya geldiklerinde, bu töreni kutluyorlar).
Yahuda’nın kendisi de ekmekten ve şarabdan aldı. Aynı akşam kendini öyle yaptı ki, sanki İsa’nın öğrencilerinden en sadık odur. Öyle ki, sanki İsda’yı çok seviyor. Öğrenciler Yahuda’nın düşüncelerini bilmiyorlardı, İsa Yahuda tarafından ele verileceğini, yalnız Kendisi bilirdi. Bir defa İsa dedi: „Benimle aynı çanağa lokmasını bandıran, Beni ele verecek olan odur. Benimle masada oturanlardan biridir.” Yahuda kendi lokmasını çanağa bandırdı, Yahuda İsa’yı ele vereceğini kimse düşünmedi. Herkes biri birine sordu: „Yoksa bizden biri, İsa’yı ele mi verecek?” Teker teker İsa’ya sormaya başladılar: „Allah’ım benmiyim?”
Ama İsa, kim Onu ele verecek diye söylemedi. Ne zaman Yahuda Ona sordu: „Allah’ım benmiyim?” İsa karşılık verdi: „Onu sen söyledin, ne düşündüysen öyle yap!” Yahuda bunu işitince, hemen kalkıp o evden çıktı. Öbür öğrenciler birşey anlamadılar. Onlar düşündüler ki, İsa onu bir iş yapmak için yolladı. Yahuda İsa’yı ele vereceğini kimse düşünmedi.
Yahuda gittikten sonra, İsa’yla öğrencileri şükretme ilahisini sölediler - Fısıh bayramını kutlarken, bunu hep böyle yapoyorlar. O evden çıktıktan sonra, Yeruşalim’den uzak olan Zeytin dağına bindiler. Yolda iken öğrencileri kendilerinde değildiler: „Yoksa İsa gerçekten de mi lazım ölsün?” ve Petrus İsa’ya dedi: „Allah’ım Sana yardım etmek için, her zaman Senin yanında olcam.” İsa karşılık verdi: „Bu akşam oroz ötmedeğen önce, sen Beni tanıdığını üç kez inkyar edecen.” Petrus bağırmaya başladı: „Hayır, ben bunu hiç bir daim yapmayacam!”
Acaba Petrus sözünde duracak mı?
1. İsa'yla öğrencileri neği kutluyorlardı?
2. İsa'yı ele kim verecek?
3. İsa ekmekle ve şarapla ne yaptı?
4. İsa kimin için kurban oldu?
5. Rabbin sofrası denilen ibadet ne zaman buyruldu?
6. O zaman insanlar ne için düşünüyorlar?
İsa’yla öğrencileri Zeytin dağına yaklaitığında, onlara dedi: „Benimle daha öte, Petrus, Yakup ve Yuhanna gelecek ve ötekileri bizi beklesin.” Babasına dua etmek için,Getsemani bahçesine gittiler. İsa en yakın zamanda Kendisinle ne olacağını biliyordu. Onu yakalamak için, askerlerin geleceğini de biliyordu. Ve askerlerle birlikte Yahuda’nın geleceğini de biliyordu. Bundan sonra, Onun acıları başlayacağını ve Onu kimse kurtaramayacağını da biliyordu.
Bahçeye girdikleri zaman, İsa Perus’u. Yakub’u ve Yuhanna’yı oarada bıraktı, Kendisi daha öteye gitti. Onları bırakırken Şöyle dedi: „Uykuya girmedeğen Beni beklyebilirmisiniz? Kendimi yalnız hissetmek istemiyorum:” Babası Ona yardım etmeyeceğini ve Kendisi bütün acılara dayanmak zorunda olduğunu biliyordu.
Petrus, Yakup ve Yuhanna çok istiyorlardı İsa’ya yardım etysinler ve cağat ediyorlardı uyumasınlar. Ama yakında, uyku onları yendi. Ve İsa yalnız kaldığında dua etmeye başladı: „Baba Allah’ım benim, eyer mümkünse Beni bu acılardan kurtar! Ama Benim değil, Senin istediğin olsun!” İsa çekilerden kaçamayacağını biliyordu. O, Babasını seslemek istiyordu, ama Ona olacağından korkuyordu. İnsanların günahları için, çekecek olan ceza çok avurdu.
İsa öğrencilerinin yanına dönünce, onlar uykuya girmiş. İsadi: „Beni bir sağat mı bile bekeyemediniz?” Ve tekrar duaetmeye gitti. Az sonra döndüğünde, öğrencileri yine uykuya dalmış olduğunu gördü. Onları uyandırıp tekrardua etmeye gitti, ama Babası artık Onu işitmiyor.
Üçüncü defa döndü Petrus, Yakum ve Yuhana’nın yanına, onları tekrar uykuda buldu. İsa Şöylededi: Uyuyun, uyuyun, yakında Benim de sıram gelecek. İnsanlar gelip Beni yakalayacaklar.”
İsa öğrencilerini uyandırıp onlara dedi: „Kalkın Beni ele veren buraya geliyor!” Petrus, Yakup ve Yuhanna kalkıp öbür öğrencilerin yanına gittiler.
Aynı anda Yeruşalim’den kalabalık insan çıktı. Herkesin önünde Yahuda yürüyordu. O, İsa’nın öğrencileriyle birlikte Getsemani bahçesine gittiğini biliyordu ve şimdi de Onu yakalatmak için, oraya asker götürüyordu. Askerler meşale taşıyordular, çünkü karanlık çoktan basmıştı. Onların kılıçları ve mızrakları vardı.
Onlar Getsemani bahçesine girince, İsa onları gçrdü ve sordu: „Kimi arıyorsunuz?” Askerler şöyle karşılık verdiler: „Biz Nasra’lı İsa’yı arıyoruz.” İsa dedi: „Benim”
Askerler bu sözleri duyunca, yere biri birinin üstüne düşmeye başladılar – Allah’ın Oğlunun kuvveti çok büyük. Sonra çok şevik aya kalktılar. Onlara buyuruldu İsa’yı yakalasınlar ve onlar da daha fazla oyalanamazdı.
Yeruşalim’den çıkmazdan önce, kurnas yahuda askerlere şöyle dedi: „Kimi öpersem İsa Odur. Onu lazım yakalayasınız.” Ve şimdi de Yahuda Getsemani bahçesinde İsa’ya yaklaştı ve Onu öpüp dedi: „Muallim ben geldim!” İsa ona sordu: „Yahuda bir öpücükle mi Beni ele verecen?”
Artık askerler kimi yakalayacağını biliyordu. İsa bağlanakadar çok sakin durdu. Askerlerler İsa’ya nasıl davrandıklarını Petrus görünce, kılıcı kapıp birini vurdu. Ama İsa Petrus’a şöyle dedi: „Kılıcını yerine koy! Çünkü her kim kılıcı çekerse, o kılıçtan yok olacak!”
Aynı anda öğrenciler anladılar ki, onlar da korkunçluk içinde ve onları da yakalayabilirler. Onlar çok korktular ve kaçmaya başladılar. Onların arasında Petrus da idi. O unuttu ki, İsa’ya söz verdi, her zaman Onunla olacak diye.
İsa düşmanlarınla yalnız kaldı. İsa’yı yakalayanlar Onu Allahevinin güdücüsüne götürdüler. Onun adı Kayafas idi. Orada Kanun muallimleri ve akıldaneciler topanmıştı.
1. Getsemani bahçesinde İsa'yla birlikte kim idi?
2. İsa Babasına ne için yalvardı?
3. İsa yalavarana kadar öğrencileri ne yaptı?
4. Gettsemani bahçesine askerleri getiren kim idi?
5. İsa'nın öğrencilewri ne yaptı?
Pertus çok istiyordu İsa’yala yan yana olsun ve Onunla ne olacağını çok merak ediyordu. Çok fazla erkendi ve güneş bile doğumamıştı, Petrus Kyafas’ın evine gitti. Artık orası insanla dolmuştu: bütün anılmış yahudiler, Kyafas’ın evinin etrafında, İsa’nın kimliği için tartışmaya geldiler.
Petrus da avluya daldı ve İsa’yı başka insanlarla sarılı olduğunu gördü. Yaklaştığında duydu nasıl bütün insanlar bağırıyorlar, İsa lazım ölsünduydu. Petrus çokkorktu: Ya bu insanlar anlarsalar İsa’nın öğrencisi olduğunu? Onu yakalayabilirler ve her halde onu da öldürmek isteyeckler. Bu yüzden kendini çekti ve askerlerin yanına gitti.
Aını anda Kayafas’ın hizmetçisi ona doğru gelip dedi: „Sen de İsa’nın öğrencilerinden birisin.” Petrus cevap verdi: „Hayır, ben Bu Adamı tanımıyorum.” Petrus avludan dışarı çıkınca, ona doğru başka bir hizmetçi kadın geliyordu ve askerlere dedi: „Bu adam İsa’yla birlikte idi.” Petrus daha bir defa yalan söyledi ve İsa’yı tanımadığına yemin de etti.
Avluda kalabalık İsa’yla eğleniyorlardı. Allahevinin güdücüsü Ona sordu: „Bana söyle Allah’on Oğlu Mesih Sen mi sin?” İsa şöyle karşılık verdi: „Bunu sen kendin söyledin.” Halk İsa’ya daha fazla öfkelenip Onu dövmeye ve yüzüne tükürmeye başladılar.
Petrus bunu uzaktan gördü ve daha çok korkmaya başladı. Askerlerden biri onu göstererek dedi: „Ben Bunu tanıyorum. O, İsa’nın öğrencilerinden biri dir, o da İsa gibi konuşuyor.” Petrus acele karşılık vermeye başladı: „Hayır, hayır, ben Bu Adamı tanımıyorum.” Aynı anda, horoz ötmeye başladı ve Petrus İsa’nın sözlerini hatırladı: „Bu akşam oroz ötmedeğen önce, sen Beni tanıdığını üç kez inkyar edecen.” Petrus acı acı ağlamaya başladı: İsa doğru çıktı.
Zaman sonra, Yahudiler İsa’yı Pilatus’un evine götürdüler. O zaman Pilatus Romalı’ların sancak beyği idi. İsarail’de ve çok gözel sarayda yaşıyordu. Yolculukta daha bir sürü insan katıldı. Herkes İsa’nın yaptığını Pilatus’a anlatmak istiyordu: İsa nasıl kendini Yahudilerin kralı yapmak istiyor ve Kendine Allah’ın Oğlu diyor. Pilatus’a bağırmaya başladılar: „Onun öldürülmesine buyruk ver.”
Yahudilerin suçlamaları, Pilatus’un aklı sarmıyordu. Ve şöyle dedi: „Hayır, bence Bu Adam bir şey için suçlu değil.” Yahudiler daha fazla kızıp şöyle bağırmaya başladılar: „İsa Lazım ölsün!” Pilatus korkmaya başlayıp dedi: „Ama değilmi O sizin kralınız?” Kalabalık bağırıyordu: „Hayır, O bizim kralımız değil, O lazım haça gerilip olsün!”
O zaman Palatus düşündü: „Bu insanlar İsa’nın ölümünü okadar çok istiyorlar ki, lazım razı geleğim. Yoksa onar kendilerini askerlerimin üstüne atacak, bunu burayakadar gelmeye musade vermem.” Ve Pilatus kalabalığa dedi: „İsa’yı size veriyorum. Ne isterseniz onunla yapın!”
Kalabalık sevinçle bağırmaya başladı: „En sonunda İsa Ölecek! O artık insanları ayaklandırmayacak ve bizim ülkemize barış gelecek.”
Bu arada İsa hiç bir şey konuşmadı. Ne zaman Pilatus Ona bir şey sordu, İsa susardı. Pilatus’un askerleri İsa’ya gülümsüyordu. Ve Ona kırmızı bir kaftan gidirip kafasına da dikenden taç koydular. Onlar bilmiyordular ki, O Allah’ın Oğludur.
Artık vakıt geldi İsa’yı o yere getirsinler , nerede Onu gerecekler. Askerler Onun omuzlarından kırmızı rekli kaftanı aldılar ve kendi giyisilerinle kaldı. İsa lazımdı kendi avur hacını Kendi taşısın, Ama çok zayıftı. Bu yüzden askerler İsa’nın haçını taşımak için, başkasını çağırdılar.
Golgota denilen yerde, Yahudiler suçlu olanları orada haça geriyorlar. Orada üç tane çarmıh kaldırmışlardı. İsa’dan başka, daha iki kişi gerdiler, onlar katildiler. Evet onlar haca gerildi kötü işler yaptılar diye. Ama İsa ne yaptı ki? Neden İsa’yı Golgotada katillerin arasına gerdiler? O lazımdı insanların yapmış oldukları günahlardan ötürü, haça gerilsin! İsa haçta gerili iken, aşağısını koyu karanlık bastı. O zaman daha aydınlıktı ve güneş de parlıyordu. Öyle karanlık oldu ki, biri birilerini görmek için çok zorluk çekiyorlardı. İşt Allah onlara göstermek istiyordu, Onun Oğolu haçta gerili.
İsa’nın söylemiş olduğu son sözü, şu idi: „Tamam oldu!” Bu sözleri söyledikten sonra, son soluğunu verdi. O zaman, bütün yer sarsılmaya başladı, tapınakta olan avur perde, ikiye ayrıldı. Romalı askerler bunu görünce, çok korktular ve konuşmaya başladılar: „O gerçekten de Allah’ın Oğlu imiş!” İnsanlar, Mesih Golgota da nasıl gerileceğini görmeye geldiler, ama başladılar kaçmaya. Şimdi çok kişi, İsa’nın ölümünü istedikleri için, pişmanlık getiriyorlardı. Ama artık çok geç oldu.
İsa’nın arkadaşları, Onu çok dikkatle çarmıhtan indirip mezara koydular. Ve sonra evlerine toplandılar.
1. Petrus Kayafa'sın avlusunda üç defa ne dedi?
2. Allah görevlileri İsa'yı kime götürdüler?
3. İsa'nın gerilmesine ne için Pilatus razı geldi?
4. İsa ne için haçta öldü?
5. İsa'yı kim gömdü?
Ertesi sabah, cuma ertesi gününde, bütün öğrnciler Fısıh bayramını kutlamak için, büyük bir odaya toplandılar. Ama bu defa onların sevgili öğrencileri onlarla değildi. Bunlar biribirine sormaya başladılar: ''Bu nasıl olabildi? Neden Allah'ın Oğlu lazımdı ölsün?'' Öğrencilerle birlikte, iki kadın da oturuyordu. Bunlar İsa'nın annesi Meryem ve Mecdeli Meryem. İkisi de acı acı ağlıyorlardı. Öğrencileri ve iki kadın, İsa hakkında ve onları ebediyen için bıraktı diye, bütün gün konuştular. Ama gerçekten de öyle mi?
İşte pazar günü bastı, İsa'nın ölümünden üç gün geçti. Çok erkenden Allah'ın meleği İsa'nın mezarına indi. Şsa'nın mezarı bir mağara içinde idi, onun girişi kocaman ve çok avur bir kayayla kapalı. Melek, mezarın girişinde ki kayayı çekti. Çok büyük mucize oldu, İsa Mesih ölülerden dirildi. İsa yine diri idi.
İsa'nın mezarı Golgotadan uzak değildi. Aynı günde, İsa'nın annesi Meryem ve Mecdeli Meryem mezara geldiler ve mezarın girişinden kaya çekilmiş, giriş de açıktı. Biri birine sormaya başladılar: ''Bu kayayı kim çekebilir?'' Onlar yaklaştığında, kar gibi beyaz giyisilerle bir melek gördüler. Ve kadınlar çok korktular, melek onlara dedi: ''korkmayın! Gidin Allah'ın nerede yattığını görün!''
Kadınlar korkuyla ve korunarak mezara baktılar: ama o boştu, İsa orada yoktu. Melek onlara dedi: ''Daha çabuk öğrencilere gidin ve onlara İsa ölülerden dirildiğini bildirin.''
Kadınlar Yeruşalime koşmaya başladılar. Öğrencileri onları beklediği eve girip sevinçle bağırmaya başladılar: ''Artık O, mezarda yok! Melek dedi ki, O ölülerden kyam etti!'' Öğrenciler inanamıyorlardı, iki kişi Petrus'la Yuhanna mezarı görmeye gittiler. Oraya varınca, kaya kakılmış olduğunu ve mezarın da boş olduğunu gördüler. Artık onlar da İsa'nın dirildiğine inandılar. Kasabaya döndüler ve öbürlerine ne gördüklerini anlatılar. Öğrenciler buna sonuna kadar inanamadılar. Kısa zaman sonra, Mecdeli Meryem yine İsa'nın mezarına gitti. Ve acı acı ağlıyordu: İsa şimdi nerede, gerçekten yaşıyormu? Birden bir arkasından ses duyuyor: ''Kadın neden ağlıyorsun?'' Meryem Onu bahçivancı sandı ve hiç dönmedeğen karşılık verdi: ''Efendim, eger sen Onu mezardan çıkardıysan, nereye koyduğunu bana söyle, ben de gidip Onu alayım!'' Ama ses şöyle dedi: ''Meryem.'' O zaman Meryem İsa'nın sesini tanıdı. Çok şevik dönüp Onu gördü ve kendini Onun üstüne attı. Ama İsa ona şöyle dedi: ''Hayır bana dokunma! Çünkü daha Babaya çıkmadım. Git Benim öğrencilerimin hepisine de ki, Ben göklere Babamın yanına çıkacam.'' Mutlu ve sevinçli olan Meryem, öğrencilere koşup İsa'yı gördüğünü ve Onunla konuştuğunu anlattı.
1. Öğrencilerle iki kadın nereye toplandılar?
2. Kim erkenden İsa'nın mezarına geldi?
3. Mezarı kim açtı?
4. Bundan sonra İsa ne yaptı?
5. En birinci İsa'yı kim gördü?
Bir akşam, koyu karanlıkta iki kişi Emayus köyüne gitmeye Yeruşalimden çıkıyorlardı. Bu iki kişi, İsa taraftarı idiler. Evelki gün Yeruşalim'de öğrencilerle çekiştiler ve orada iki kadın isa'nın mezarı boş olduğunu anlattıla, onlar da bunu işittiler. Onlar Petrus'la Yuhanna'nın da mezara gidip Onun bedenini bulamadıklarını biliyorlardı.
Şimdi de yolda giderken sıkıntılı ve kahırlı idiler. Ve düşünürdüler: ''Yine de İsa nerede?'' Birden bire onlarla birlikte tanımadık bir adam yürüyor. Bu tanımadık adam sordu: ''Ne oldu? Neden bukadar gamlısınız?'' Onlar şaş kaldılar. Biri, Kleopas adında şöyle dedi: ''Ne olduğunu sen bilmiyormusun? Yoksa haçta gerilmiş Olan İsa için hiç birşey mi duymadın? Biz umut ederdik ki, bizim hepimizi kurtaracak. Bu sabah kadınlar Onun mezarına gitiler, ama bedenini bulamadılar. Mezarda iki melek görmüşler, melekler de İsa'nın sağa olduğunu demişler.''
Ve tanımadık olan, şöyle karşılık verdi: ''Akılsızlar, neden siz buna inanmıyorsunuz? Öyle şey olmuş ki, lazım olsun.'' O da iki arkadaşlarına Kutsal Kitabta Mesih adında ne yazıldıysa, her şeği onlara anlattı: nasıl önceden acı çekeceğini, sonra yine dirileceğini ve göklere alınacağını. Tanımadık adamın anlatmalarını, iki arkadaş çok beyendi. Artık İsa'nın sağa olduğuna inandılar.
Kleopas'ın yaşadığı köyüne Emayus'a yakınladılar. Kleopas tanımadık adama şçyle dedi: ''Artık çok geç oldu belki de bende geceleğersin?'' O da razı geldi.
Onlar eve girdiklerinde masaya oturdular, işte ne oldu: tanımadık adam dua etti ve ekmeği kıtıp arkadaşlarına birer parçe verdi. Çağak şimdi gördüler masada onlara karşı oturan Kimdir. Bu İsa'nın kendisi dir. İkisi de kendilewrini Onun üstüne attılar, Ama İsa birden bire görünmez oldu. Artık İsa'nın bedeni normal değildi: O birden bire kendini gösterebilirdi ve birden bire de kaybederdi.
İsa'nın birden bire yok olması Kleopas'a ve arkadaşına acı gelmedi. Onlar Onu gördüler, Onunla konuştular ve artık İsa dirildi diye emin oldular. Hiç karanlık olduğuna bakmadağan, bütün bunları öğrencilere anlatmak için, Yeruşalim'e çekildiler.
iki arkadaşın anlatıklarını duyduklarında, öğrenciler çok svinip bağırmaya başladılar: ''Allah'ımız gewrçekten de dirildi! Petrus da Onu gördü!''
Hepisi çok uzun oturdular ve İsa hakkında paylaştılar. Ama İki öğrenci onların aralarında yoktu. Yahuda yoktu, o anladı ki suç işledi ve kndini astı ve Tomas da yoktu. İsa son solugunu verdiğinde, o kasabayı terk etti ve şimdi de Allah'ın Oğlu dirildiğini bilmiyordu.
Birden bire öğrencilerin bulundukları odanın kapısı açılıyor ve onlar da çok korktular. Sandılar ki, onları yakalamak için askerler geldi. Ama sonra odaya İsa'nın daldığını gördüler. Öğrenciler daha fazla korkmaya başladışar, bu sahiden de İsa'nın kendisi olduğuna hiç inanamadılar.
İsa sordu: ''Neden şübeleniyorsunuz? Gerçekten de Benim! Bakın bunlar ellerim ve dizlerim.'' Ve öğrencilerine ellerinle ayaklarını gösterdi - haca gerilmiş olan enserlerin izleri daha duruyordu. Ama öğrencileri, sevgili Muallimi onların yanında olduğuna inanamıyorlardı. O zaman İsa onlara yemek istiyorum dedi.
Öğrenciler, bir parçe balıkla bal getirdiler. İsa hepisini yedi. Çağak o zaman anladılar ki, mucize oldu ve İsa kyam etti. Şimdi O, her zaman onlara bakacak. Bu akşam öğrencileri ne kadar sevinçli idiler!
İsa öğrencilerinle uzun vakıt konuşmakla geçirdi. Her yerde Onu annlatmalarını buyurdu. Kutsal Ruh onlara yardım edecek.
Bir hafta sonra, bütün öğrenciler yine büyük odaya toplandılar. Ama bu sefer Tomas da onlarla bilikte idi. Üstlerinden kapıyı kilitleğince, Tomas'a antmaya başladılar nasıl İsa geliyor ve onların önünde Kendini gösteriyor. Tamas karşılık verdi: ''İsa'nın ellerine ve börüne kendi parmağımı koymadağan inanmayacam.'' Birden bire kapı açılıyor, içeri İsa giriyor. Ve Tamas'a diyor: ''Buraya gel, parmağını yaralarıma koy imansız olma imanlı ol!'' Tomas'a lazım değildi parmağını İsa'nın yaralarına koysun, zaten inandı ki, muallimi yaşıyor. Sevinçli olan Tomas bağırmaya başladı: ''Allah'ım benim Rabbim benim!''
İsa ona dedi: ''Tomas sen Beni gördün de iman ettin. Ama başkaları Beni görmeğip de iman edecek.''
İsa haklı idi. Biz İsa'nın kyam ettiğine iman ediyoruz ve Ona dua ediyoruz Kurtarıcımız olarak, Çünkü O bizi mutlu edecek. Ve sen de bizim Kurtarıcımıza Durmadağan dua et!
1. Kleopas'la arkadaşı onlarla beraber yürümekte kimi gördüler?
2. Öğrencilerin arasında kim yoktu?
3. İsa ne yedi?
4. İsa Tomas'a ne gösterdi?
5. Biz neye iman ediyoruz?
Öğrenciler Yeruşalim de evlerine dağıldılar. İsa'yı çoktan göremedikleri için, Onun hiç bir daha onlara gelmeyeceğini düşündüler. Bir akşam Petrus bir kaç öğrenciye dedi: ''Ben kayıkla balık tutmaya gidecem.'' Yakub, Yuhanna ve birkaç kişi daha, onlarda dediler: ''Bizde seninle geleceğiz!'' Hepsi kayığa oturdular ve gölün ortasına geldiler. Ağalarını attılar, ama hiç bir şey tutamadılar.
Öğrenciler bütün göceği orda gecirdiler, ama bir balık bile tutamadılar. Kıyıya çıkmak için, yorgun yorgun kürek çektiler. Hava aydınlanmaya başladı ve öğrenciler kıyıda bir adamın durduğunu gördüler, onun kim olduğunu bilmiyorlardı. O gene İsa. Öğrencilere sordu: ''Benim için balığınız yokmu?'' Öğrenciler karşılık verdi: ''Hayır.'' İsa onlara dedi: ''Ağlartı sağa tarafa atın.'' Öğrenciler Onu seslediler ve ağa balıkla doldu. Okadar avurdu ki, öğrenciler onu sudan çekemiyorlardı.
O zaman Yuhanna Bu adamın kim olduğunu anlayıp bağırmaya başladı: ''Bu İsa'dır.'' Petrus okadar sevinçli idi ki, avur olan kayığın kıyıya çıkmasını bekleyemedi. O Muallimine daha çabuk gitmesini istiyordu. Petrus suya atlayıp yüzmeye başladı.
Biraz sonra, öbür öğrenciler de kayıkla kıyıya çıktılar ve balıkla dolu olan ağaı da arkalarından çektiler. Onlar kayalı kıyıda bir ateşin yandığını gördüler. Orada artık balık pişmeye başladı. İsa öğrencilerine dedi. ''Sizden tutulan balıklardan da buraya getirin!''
Petrus ağaı çekip balıkalrı saymaya başladı. Onlar çoktu ve ölçüleri de şaşılacaktı... Bu mucize idi! İsa Allah'ın Oğlu olduğunu, öğrencilerine bir kere daha göstermek istiyordu.
Petrus birkaç balık alıp ateşe döndü ve onları pişirmeye başladı. Sonra İsa öğencilerine dedi: ''Gelin şimdi kavaltı yapalım!'' Öğrenciler eskisi gibi gerçek İsa olduğuna şüphe etmediklerine rağamen, yine de şaşkınlık içinde idiler. İsa'nın diri olduğuna inanıyorlardı ve ispağata ihtiyaçları yoktu. İsa'nın istediği gene sade örencilerinle kalsın. İsa ekemeği parçaladı, balıkları da böldü ve ikisinden de herkese birer parçe verdi. Kayafas'ın avlusunda ki, İsa'nın ölümünü isteyen kalabalığı ve Petrus'un da orda bulunduğunu hatırlıyormusun? Petrus'un İsa'yı tanıdığını üç defa inkyar etiğini de hatırlıyormusun? Petrus bunu yaptığı için ve İsa'nın kötü öğrencisi göründüğü için, kendini af edemiyordu.
İsa bir defa kıyamından sonra petrus'la konuştu. Yemek sırasında ona gene sordu: ''Başkalarından daha fazla Beni seviyormusun?'' Petrus karşılık verdi: ''Evet Allah'ım, Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun.'' İsa sorusunu üç defa devam etti ve petrus da üç defa Seni seviyorum karşılığını vedi. İsa bunu neden yaptığını Petrus anladı: değilmi daha önce Petrus Onu tanıdığını üç kes inkyar etti.
O zaman İsa Petrus'a dedi: ''Sen yeniden Benim gerçek öğrencim oldun!'' Petrus çok mutlu idi: İsa onu bağışladığını, onu gene aynı öyle sevdiğini anladı! Petrus artık Mualliminin gerçek izleyicisi olabilir. İsa dedi: ''Petrus, Ben bu yer yüzüne, insanların yapmış oldukları günahların cezasını çekmeye ve onları kurtarmaya geldiğimi, sen gidip insanlara anlatacan. Öbür öğrenciler gene sana yardım edecek.
1. Denizin kıyında kim duruyoru?
2. Kıyıda duran adam öğrencilere ne dedi?
3. Serpme ile ne oldu?
4. Yemekler hazır olunca İsa ne yaptı?
5. Ne için İsa Petrus'a üç defa sordu?
6. Perus insanlara ne anlatması lazımdı?
Bir defa İsa öğrencilerinle Yeruşalim'e geldi. Ve onlara dedi: ''Kutsal Ruhun size inmesine kadar, burada kalacaynız.'' Öğrenciler Onu anlayamıyorlardı: nasıl onların üzerine Allah'ın Kutsal Ruhu inecek? Ya İsa? Değilmi O, daha onlarla beraberdi! Evet İsa daha onlarla beraberdi. Her halde Mecdeli Meryem'e ne dediğini hatırlıyorsun: ''Ben göklere Babamın yanına alınacam.'' İsa yer yüzünde öğrencilerinle daha fazla kalamaz. İsa göke alındığı zaman, Kutsal Ruh öğrencilerin yüreklerine inecek ve Kurtarıcı İsa için insanlara anlatmaya yardım edecek.
Muallimleri onlarla ebediyen kalmasını, Öğrenciler çok istiyordu. Onlar umut ederdiler İsa yer yüzünde kral olacak, bu yüzden sordular: ''Muallim yoksa Sen İsrail'in kralı olmayacakmısın?'' Muallim bu soruyu duyunca, çok üzülüp tekrarladı: ''Kutsal Ruh sizin üzerinize inecek. Benim hakkımda insanlara anlatmak için, O size yardım edecek.''
İsa öğrencilerinle Yeruşalim'e yakın olan Zeytin dağında duruyordu. Burada onlarlarla vedalaşması lazımdı. İsa ellerini onların başlarına koyarak bereketledi. Birden bire fark ettiler ki, İsa'nın ayakları yere basmıyordu, yükseldikçe göke yükseliyordu. Sonra da göremez oldular, çünkü bulutlar Onu sakladı. Yüne de göke bakıp ne olduğunu anlamadağan duruyorlardı.
Birden bire ses duyuldu: ''Siz Celileli adamlar, neden burada durup göke bakıyorsunuz? Bu İsa sizin aranızdan göke alınıp götürüldü. Siz Onu göke çıkarken nasıl Onu gördünüzse, aynı onun gibi de dönecek.'' Öğrenciler iki adam beyaz gisilerle giyinik gördüler. Bunlar gökten inmiş iki melek idi.
Çok vakıt geçecek, İsa daha bir defa yer yüzüne gelecek. Herkes Onu görecek ve kim Onu severse, Onunla birlikte ebediyen için göke gidecek. İsa iman etmemiş olanlar ve Onu sevmemiş olanlar, günahları yüzünden çok avur ceza çekecekler.
Öğrenciler en sonunda anladılar, sevgili Muallimlri onlara bakmak ve dua
etmek için, göke alındı. İsa öyle yaptı ki, onların üzerine Kutsal Ruh insin. Artık Mesih onları bıraktığı için üzülmüyorlardı. Çünkü biliyorlardı O kökün kralı oldu.
1. İsa öğrencilerine ne söz verdi?
2. İsa Öğrencilerinden ayrılırken nereye gitti?
3. Öğrenciler Kutsal Ruhu nerede beklemeleri lazımdı?
Öğrenciler, Kutsal Ruh onların üzerine daha çabuk inmesi için, her gün tapınağa gidip dua ediyorlardı. O günlerde Yeruşalim'de çok insan vardı. Pentokost gününü kutlamak için, her yerden Yahudiler geldi.
Pentokost gününde, çok erkenden her zaman toplandıkları evde, bütün öğrenciler birlikte otururdu. Birden bire çok hızlı nağra duydular, bu hatırlattı şidetli fırtına lüzgyarına. Evin yanından geçen insanlar da bu nağrayı duydular ve pencerelerden bakmaya başladılar. Ve ne düşündünüz, acaba ne gördüler? Bütün öğrencilerin başlarında alev ateşine benzer diller. Böylece Allah insanlara gösterdi, Kutsal Ruh nasıl öğrencilerin üzerine geldi. Bu nağrayı da yaptı insanlar duysun bu oldu diye. Her şey öyle oldu nasıl İsa söz veriyise.
İnsanlar şaşkınlık içinde evin yanında dururdu ve oraya çok insan toplandı. Öğrenciler dışarı çıktılar ve herkes onların başlarında olan alevi görebiliyorlardı. Kalabalığın içinden ssler duyuluyordu: ''Bu insanlarla ne oldu?''
Öğrenciler de anlatmaya başladı. Onlar değişik dillerle konuşuyorlardı, ama bu kalabalığın içinde başka yerlerden gelen insanlar vardı, onların konuşmalarını anlıyorlardı. Çünkü Kutsal Ruh onlara yardım ediyordu.
Ama bu kalabalığın içinde öğrencilere inanmayan da vardı, onlar sırıtıp şöyle diyorlardı: ''Onları dinlemeyin, çünkü sarhoşturlar!'' Petrus karşılık verdi: ''Hayır, biz şarap içmedik.'' Ve Petrus İsa hakkında anlatmaya başladı. Hatırlıyormusun Petrus nasıl Allah güdücüsü Kayafas'ın evinde, İsa'nın öğrencilerinden olduğunu insanlar anlayacak diye korkuyordu? Ama şimdi büyük kurajla İsa'dan için konuşuyordu ve Kutsal Ruh da ona yardım ediyordu.
Susmuş olan insanlar Petrus'u dinliyorlardı. Onlara şöyle dedi: ''Siz İsa'yı bizim Kurtarıcımızı gerdiniz!'' Petrus, İsa yer yüzüne geldiğini, insanların yapmış oldukları günahların cezasını çekmeye ve onları kurtarmaya geldiğini, insanlara anlattı. O anlattı İsa nasıl hağaçta öldü ve Babanın yanına çıkmak için, ölülerden dirildi. Petrus devam etti: ''Ve şimdi herkes bu nağrayı duyuyor, başlarımızın üzerinde olan yalını da görüyorsunuz: bizim üzerimize, İsa'nın öğrencilerininin üzerine inen bu Kutsal Ruhtur!''
İnsanların çoğu korktu. Onlar Mesihi gerdiklerinin günahını çağak şimdi anladılar. Öğrencilere sormaya başladılar: ''Şimdi ne yapmamız lazım?'' Pertrus onlara şöyle cevap verdi: ''İsa'ya iman edin ve Onu sevin, o zaman vaftiz olursınız, çünkü İsa sizin günahlarınızı bağşlayacak!''
İsa onların günahları için haca gerildiğine İnsanlar iman etti, evin etrafına üç bin kişi toplanıp vaftiz olmaları için öğrencilere yalvarmay başladılar. Onlar günahları bağışlanmak için,Allah'a yalvarmaya başladılar. İnsanları vaftiz etmek için, Kutsal Ruh öğrencilere yardım etti, O insanların yüreklerini değiştirirdi İsa'ya iman etsinler ve Onu sevsinler. İsa tekrar yer yüzüne gelinceye kadar, Kutsal Ruh insanların yüreklerinde yaşayacağını, öğrenciler biliyordu.
Bu gün biz de biliyoruz İsa bizim günahlarımızı bağışlayabilir. Bunun için, Biz de her zaman yalvarabiliriz.
1. Öğrenciler ne duydular?
2. İnsanlar onların başlarında ne gördüler?
3. Kaç kişi vaftiz olmak istediler?
4. Ne için İsa'ya her zaman yalvarabiliriz?
İsa'ya iman edenler ve Onu sevenler, Yeruşalım'de vaftiz oluyorlardı, Allahevinin güdücüsü ve onun yardımcıları bunu duyunca, çok korktular. Yahudilerin kyahinleri, Petrusa ve öbür öğrencilere gidip İsa'nın hakkında insanlara konuşmasınlar diye yasak ettiler. Ama öğrenciler kyahinleri dinlemediler ve her gün İsa hakkında konuşuyorlardı.
O zaman kyahiner öğrencilerin yakalanmaları için, buyruk verdiler. Ama şaşılacak iş oldu: akşam üstü öğrencilerin yanına bir melek indi ve kapıları açıp hepisini dışarı çıkarıp serbest etti. Öğrenciler tapınakda İsa'dan için, yeniden anlatmaya başladılar.
Yahudi kyahinleri askerleri çağırıp onlara buyurdular, öğrencileri öyle dövsünler ki, hiç bir daim insanların önünde İsa'dan için konuşamasınlar, ama öğrenciler yinede tapınağa gelip İsa'dan için anlatıyorlardı. Her geçen günde onları seslemek için, tapınak insanla doldukça doluyordu. Öğrenciler değil sade insanlara konuşsunlar, ama fukaralara da hastalara da yardım ediyorlardı. Öğrencilerin fukaralarla ve hastalarla ilgilenmek için vakıtları yoktu, çünkü yapmak için okadar başka işleri var ki, nasıl başaracaklarını bilmiyorlardı. Bunun için daha yedi kişi yardımcı aldılar.
Yedi kişiden birinin adı Stefanus idi. İsa hakkında insanlarla konuşurken Kutsal Ruh ona yardım ediyordu.İnsanlar Stefanus'un sözlwerini işitince iman etmeye başladılar. Stefanus Mesihin adında çok hastalar şifaladı.
Ama işte bir gün ne oldu. Stefanus'un yanına İsa hakkında tartışmak için, inanlar geldi. Kutsal Ruh ona yardım ettiği için, tartışmayı kazanamıyorlardı. Öfkeli çıkıp her yere yaydılar İstefanus Allah'a küfür etmiş.
Bu yalan Allaevinin hgüdücüsüne kadar erdi. O çok sevindi ve Stefanus'un yakalanması için, askerlere buyruk verdi. Stefanus Allahevinin güsünün yanına götürülürken hiç korkmadı. O cesurca önüne bakarak gülümsüyordu. Allahevinin güdücüsü sordu: ''Senin hakkında anlattıkları doğrumu?'' O zaman Stefanus konuşmaya başladı: ''Sizin hepinizin üstünde büyük günah yatıyor. Hiç bir kötülük yapmayan İsa'yı siz öldürdünüz.''
Allahevinin güdücüsünün evinde olanlar, Stefanus'a nefretle bakıyorlardı. Ama o, onların kötü bakışlarına hiç dikkat çevirmiyordu. Başını yukarı kaldırıp gökün açıldığını ve İsa Babasının sağında oturduğunu gördü. ''Ben gökün açık olduğunu ve İsa Babasının sağında durduğunu görüyorum.'' Yahudil'lerin kyahinleri bunlara dayanamadılar. Onlar Stefanus'u duymamaları için, kulaklarını kapadılar. Birden bire yerlerinden fırladılar Stefanusu yakalayıp öldürmek için, Yeruşalim kasabasının kenarına götürdüler.
Onlar Stefanus'a karşı okadar kuduruk idiler ki, onu öldürmekle ne kadar büyük günah işleyeceklerini bile düşünmediler. Kasabanın kenarında yığın yığın kayalar vardı. Güzel kaftanlarını batırmamak için onları çıkardılar ve bütün kaftanları bir yere koydular. Genç bir ferisi Saul adında, kaftanları korumak zorunda idi. Ve ellerine kayaları alıp Stefanus'a atmaya başladılar. Uçan kayalara dikkat çevirmedeğen, dua ediyordu. ''Allah'ım ruhumu Sana veriyorum, beni de Senin yanına göklere al!''
Stefanus kayaların vuruşlarından yğrı hissetmiyordu, dizlerinin üstüne düştü ve dua etmeye başladı: ''Allah'ım dakkada bu kötülüğü yapan insanlara bağışla!'' Bütün düşmanları için, dua ediyordu! Stefanus'un ölümü bu şekilde oldu.Yahudi'ler onun bedenini orada bıraktılar ve kaftanlarını unutup evlerine dağıldılar. Vakıt sonra, Stefanus'un arkadaşları bedeni bulup gömdüler. Onlar arkadaşına acı acı ağladılar.
1. Öğrenciler İsa hakkında insanlara anlattıkları için, onlara kim öfkelendi?
2. Öğrencileri zındandan çıkaran kim idi?
3. Ne için öğrenciler yedi tane yardımcı aldı?
4. Stefanus'la ne oldu?
5. Stefanus gökte ne gördü?
6. Stefanus'u kayalarla vururken, o kimin için dua ederdi?
Öğrencilerin yedi yardımcısından birinin adı Filipus idi. Stefanus İsa'dan için, nasıl bütün Yeruşalimi gezip anlatırdı, Filipus da bütün Samiriye'ği gezip bizim Kurtarıcımızdan için, insanlara anlatıyordu. Bu işte Kutsal Ruh ona yardım ediyordu. Samiriyeli'ler Filipus'u çok dikkatle sesliyordular, İsa onların da Kurtarıcısı olacak diye sevinçleri büyüktü. Allah insanları çok sevdiği için, Oğlunu yer yüzüne gönderdi - bizim günahlarımız için hağaçta soluğunu veren, İsa Mesih.
Bir defa Filipus Allah için insanlara anlatırken, onun yanına melek indi ve uzun yolculuk için, hazırlanmasını söyledi: başka yere götüren Yeruşalim'im büyük yolundan. Filipus da çekildi. Kısa zamandan sonra, meleğin söylediği yola vardı. Filipus aynı yolda çok güzel bir faytonun geldiğini gördü, onun içinde zengin ve tanınmış adam otururdu. Bu adam çok uzak olan Etiyopiya da vezir idi. O Allah'a dua etmek için, Yeruşalim de idi, şimdi de memleketine dönüyor.
Kutsal Ruh Filipus'a akıl veriyordu: ''Faytona yaklaş.'' Filipus sesledi ve Etiyopiyalıyı kitap okurken gördü. Bu Işaya peygamberin kitabı idi, orada İsa hakkında yazıyordu. Filipus ona sordu: ''Orada yazılanları iyi anlıyormusun?'' Etiyopiyalı karşılık verdi: ''Hayır, bana bunları açıklayacak olan öyle bir kişi tanımıyorum.'' Ve Filipus'a sordu acaba kitab da yazılanları açıklaya bilirmi. Etiyopiyalı ona teklif etti: '' Paylaşmak için, yanıma oturasan daha iyi olacak.'' Filipus faytona binip İsa için anlatmaya başladı.
Etiyopiyalı çok dikkatle sesliyordu, İsa nasıl insanların günahları için, haca gerildi. O, İsa Allah'ın Oğluna, bizim Kurtarıcımıza, onun da günahlarını bağışlayacağına iman ediyordu. Filipus ona anlattı nasıl bir kişi İsa'ya iman ederse lazım vaftiz olsun. Aynı dakkada fayton bir ırmağın yanından geçiyordu. Dolup taşan Etiyopiyalı dedi: ''Bak! İşte ırmak! Beni onda vaftiz edermisin?'' Filipus karşılık verdi: ''Evet, eger sen bütün yüreğinle İsa'yı seversen ve Ona iman edersen.'' Etiyopiyalı şöyle karşılık verdi: ''Ben İsa'ya Allah'ın Oğluna, bizim Kurtarıcımıza iman ediyorum.''
Fayton durdu, Etiyopiyalıyla Filipus ondan inip suya girdiler. Filipus da onu vaftiz etti. Orada şaşılacak iş oldu: Filipus birden bire kayboldu. Allah Filipus'u alıp başka yere getirdi. Etiyopiyalı, Filipus onunla beraber olmadığı için, üzülmedi. Çünkü o İsa Mesih'i tanıdı ve Ona iman ettiği için de çok sevinçli idi.
Filipus'un kendisi gene, oralarını gezip İsa ve bizim Kurtarızımız hakkında insanlara anlatırdı.
1. Filipus İsa için nerede anlatıyordu?
2. Melek Filipus'a ne dedi?
3. Güzel faytonda kim yolculuk ederdi?
4. Filipus Etiyopyalıya ne anlatıyordu?
5. Etiyopay'lı neye iman etti?
6. Filipus'la ne oldu?
7. Filipus Etiyopya'lıyla ne yaptı?
8. Etiyopyalı neden çok sevinçli idi?
O zamanda Yeruşalim'i kral Hirodes güdüyordu. O Petrus'un tutulup zındana atılmasını buyurdu. Kral, insanlara bizim Kurtarıcımız hakkında bir daha anlatılmasın diye, İsa'nın bütün öğrencileri öldürmek istiyordu. Hirodes en önce Yakub'u zındana kapattı ve buyruk verdi öldürülsün. Ve şimdi sıra Petrus'a geldi. Bir kaç günden sonra Fısıh başlıyordu. Hirodes Petrus'u tam Fısıh günlerinde öldürmek istiyordu. O bekliyordu her yerden insanlar toplandığında bunu yapsın. Herkese düşmanlarına nasıl davrandığını göstermek istiyordu.
Bunun için Hirodes buyurdu o zamana kadar iyi korunsun. Zındanın bütün kapıları kapalı idi ve her kapının önünde dört asker dururdu. Petrus'un ellerini prangalara koudular, zincirleri gene iki askerin ellerine bağladılar. Petrus kımıldayamıyordu, çünkü askerler onu duyacak.
Ertesi sabah lazımdı mahkeme kararını gerçekleştirsinler. Arkadaşları onun için, gece gündüz yalvarıyorlardı. Biliyorlardı ki, onu sadece bir mucize kurtarabilir. Ama mucizeleri sadece bir tek Allah yapabilir.
Artık gece bastı. Petrus yattı uyusun, ellerindeki prangalar hep sağlam bağlı idi askerlerin ellerinle. Öbür koruyucular kapının önünde dururdular. İçersi çok sakindi, askerler de uyudu.
Birden bire, Petrus'un yattığı yerini bir ışık aydınlattı. Onu kurtarmak içinü gökten bir Melek indi. Melek ona yaklaşıp dedi: ''Kalk!'' Petrus uyandı, aydınlıkla Meleği görüp hemen fırladı. Zincirler gürültüyle yere düştüler. Ne kadar da acağip olsa, askerler yinede uyumaya devam ettiler. Allah Petrus'a bakardı. Melek Petrus'a dedi: ''Kayışını beline tak, çarıklarını giyi!'' Petrus giyindiğinde Melek devam etti: ''Kaftanını sırtına at ve arkamdan yürü!'' Ptrus sordu: ''Zındanın bütün kapıları kilitli ve her bir kapı da askerlerle korunuyor. nasıl geçeceğiz?'' Melek hiç cevap vermedeğen önde yürüyordu. Birinci kapı kendiliğinden açıldı, askerler Melekle Petrus onların önünden geçtiğini hiç fark etmediler. İkinci kapı da açıldı, onu koruyan dört asker de, hiç fark etmediler. Petrus'la Melek en sonunda zındanın en büyük ve en avur kapısına erdiler. Bu dış kapısı idi ve bütün kapı demirden yapılmıştı. Bu kapı da aynı dört askerden korunurdu. Ama Melek ona yaklaşınca, kapı kendinden açıldı. Petrus'la Melek hiç fark edilmedeğen sokağa çıktılar.
Mucize oldu: Petrus serbest idi! Zındanın kapıları kilitli kaldı ve askerler de kollamaya devam ederdi. Perus'un zincileri, sakin uyuyan iki kişinin ellerinde hep öyle sıkı bağlı idi.
Melekle Petrus'u kasabadan çıkarken hiç kimse görmedi. Melek o zaman Petrus'tan ayrılıp göke döndü. Petrus yalnız kaldı, korkuyla kendine bakardı: acaba rüya mı görüyor, yoksa gerçekten mi serbest? Ve düşünmeye başladı: ''Kesinlikle biliyorum, Melek gelip beni zındandan kurtardı. Benim için uyumayan ve gece gündüz dua eden arkadaşlarıma gitmem lazım. Allah onların dualarını işitti, işte bende serbesim.''
Arkadaşları o akşam gerçekten de uyumuyorlardı. Onlar birlikte oturup dua ediyorlardı. Birden bire, birinin kapıya vurduğunu duydular. Roda adında hizmetçi çıkıp sordu: ''Kim o?'' Karşılık duyuyor: ''Benim Petrus!'' Roda okadar çok sevindi ki, hemen odaya koştu onun dönüşüne haber versin, ama kapıyı açmaya unuttu. Roda bağırmaya başladı: ''Petrus burada!'' Arkadaşları karşılık verdi: ''Bu olamaz!'' Mucize olmak için, bütün gün ve bütüngece dua ediyorlar, bu olunca da inanamıyorlar. Petrus kırda durmaya ve kapıyı kakmaya devam ediyordu. O zaman onun bütün arkadaşları odadan çıktılar. Kapıyı korunarak açtılar ve onu görüp kendilerini onun üstüne attılar.
Ama Petrus arkadaşlarınla uzun kalamayacaktı. Çünkü hava açılacak ve askerler de onun orada olmadığını anlayacaklar. O zaman onu yeniden yakalayacaklar. Bunun için Petrus arkadaşlarınla vedalaşıp kasabayı terk etti.
Askerler sabah erkenden onun zındanda olmadığını anlayınca, korkuya düştüler. Çünkü onlar kral Hirodes'in ne kadar acımasız olduğunu biliyorlardı ve Petrus kaçtığı için, cezalanacaklarını kesinlikle biliyorlardı. Hirodes ne olduğunu öğrenince, o akşam zındanı koruyamamış olan, bütün askerleri çığırıp tek tek sorguya çekti. Ama ne olduğunu kimse anlatamıyordu. Hirodes acımasızca onları cezalayıp Yeruşalim'den ayrıldı.
1. İsa'nın bütün öğrencilerini öldürmek isteyen kralın adı ne idi?
2. Hirodes Petrus'la ne yapmak istiyordu?
3. Petrus'u kim kurtardı?
4. Askerlerin hiç bir şey farketmemesine kim yardım etti?
5. Petrus'un arkadaşları bütün gece ne yaptılar?
Hatırlıyormusun bu Saul, nasıl Yahudi kyahinlerin kaftanlarını koruduydu, onlar gene Stefanus'a kaya atıyorlardı? O Stefanus'un ölümünü görünce çok sevindi. O, İsa'yı sevenlerden ve Ona iman edenlerden hiç azlaşmıyordu. Bu yüzden İsa'ya iman edenleri zındana atmak için, Allahevinin güdücüsünün askerlerine yardım ederdi, Allahevinin güdücüsü de onun bu hareketlerine seviniyordu. Saul da düşünürdü ki, onun böyle davranmalarını Allah da biyeniyor. Zavallı adam, o bilmiyordu ki, İsa Allah'ın Oğlu, bizim Kurtarıcımız.
İşte böyle, Saul Yeruşalim'de bukadar çok İsa imanlısı olduğu için, öfkelenirdi. Bir defa, Damask kasabasında çok kişiler vaftiz olduğunu işitti. Ve hemen oraya gidip onları yakalamak için, Allahevinin güdücüsünden izin istedi. Bu fikir Allahevinin güdücüsüne çok iyi göründü ve ona yardım etmek için, asker verdi.
Saul, tam Damask kasdabasına yaklaştığında, birden bire bir ışık gördü. Korku içinde yere düştü ve gökten bir ses duydu: ''Saul, Saul, neden Beni kovalıyorsun?'' Ses İsa'nın dı, ama o bunu bilmiyordu. Ve korkmuş olan Saul Sordu: ''Sen kimsin Allah'ım?'' Ses karşılık verdi: ''Her yerde aradığın O İsa'yım.''
Evet bu İsa idi, hani Saul görmek istemiyordu. Saul İsa ölülerin arasındaolduğunu sanırdı. İşte O, Saul'la gökten konuşuyordu. Saul düşündü: ''Demek İnsanların konuştukları hanı O dirilmiş ve göklere alınmış, şimdi de her zaman Allah'ın yanında dır, bunların hepsi doğrudur.'' Korkudan titreyerek sordu: ''Allah'ım şimdi ne yapmam lazım?'' Ve İsa şöyle karşılık verdi: ''Kalk kasabaya git! Orada ne yapacağını sana bildirecem.''
Saul'la birlikte olanlar ne oldu diye, bir şey anlamadılar. Onlar sadece Saul'la konuşan sesi duyuyorlardı, ama kendisini göremiyorlardı. Saul aşağıdan kalktı ve İsa ona buyurduğu gibi Damask'a doğru ilerledi. Ama bu nedir? O artık göremiyordu. Gökten olan ışık onu kör etti. Ardından gelen insanlar, onun ellerinden tutarak, kasabaya götürdüler.
Bir evde üç gün kör olarak yattı. Bütün bu günlerin içinde, ne yedi ne de içti. Bütün zaman hayatında ne kadar kötü işler yaptığını düşündü. O düşündü İsa'ya iman eden kişilerden kaç kişi zındana attı. İsa'ya nasıl güldüğünü hatırladı. Şimdi gene günahlarını bağışlasın diye, İsa'ya yalvarıyor.
Aynı zamanda, Damask kasabasında Hananya adında bir adam yaşıyordu. Bu adam kasabada iman edenlerin en birincisi idi. İsa da Saul'a gitmek için, Hananya'yı göndermeye karar verdi. ''Hananya'' İsa'nın sesini duyup dedi: ''Buradayım Allah'ım!'' İsa ona şöyle buyurdu: ''Saul'un yanına git!'' Hananya karşılık verdi: ''Allah'ım, ben insanlardan işittim ki, Saul Yeruşalim de çok kötülükler yapmış, şimdi de Sana iman etmiş olanları yakalamak için, buraya da gelmiş.'' İsa konuşmaya devam etti: ''Sen lazım onun yanına gidesen. Onu Ben seçtim. İstiyorum Benim öğretişimi İsrail'e ve başka halklara o yaysın.''
Artık Hananya Saul'un yanına gitmekten korkmuyordu. İsa'ya iman etiğini biliyordu. Bu yuzden Hananya Saul'un odasına daha dlınca dedi: ''Kardeşim, seni körlükten çıkarmak için, İsa beni sana gönderdi. Kutsal Ruh bana yardım edecek.'' Sonra ellerini Saul'un başına koydu ve yeniden görmeye başladı. Biliyormusun Saul en çok neye sevindi? O anladı ki, İsa onun günahlarını bağışldı. O biliyordu ki, İsa onu seviyor ve Onun hakkında insanlara anlatmay arzu etti.
Hananya Saul'un sevincini görünce, bu ferisi İsa'ya iman etti ve Onu sevdiğini anladı. Şimdi artık Hananya onu İsa'nın adında vaftiz edebilir, onu da yaptı. Saul yeniden yemeye ve içmeye başladı.
Bundan sonra Saul, İnsanları İsa hakkında anlatmaya başladı. Bütün İsda'ya iman edenler, onun arkadaşları oldu. Damask kasabasında çok insan yaşıyordu nerede İsa'ya iman etmek istemezdiler ve Saul'a çok kızardılar. Bunun için, karar aldılar onu yakalayıp öldürsünler. Kasabanın kapılarının etrafını, Gece gündüz koruyorlardı.
Ama arkadaşları Saul'u bu korkunçluk için, uyardılar. Akşam üstü Damask kapıları kapalı iken, Saul bir kaç arkadaşınla kasabanın duvarına yaklaştı. Onlar yanında bir büyük sepet kalın ve uzun iple bağlı olarak taşıyorlardı. Kasabanın duvarına binmek için, arkadaşları ona yardım etti ve ona sepeti verdiler. O sepete oturunca, arkadaşları çok dikkatle duvarın öbür yanına bıraktılar. Biraz sonra sepet yere oturdu, Saul ondan çıkıp çok şevik kasabadan uzaklaştı. O artık tehlikesiz idi. Damask kapılarında onu bekleyen insanlar, işte böyle hiç bir şey anlamadılar. Allah Saul'u koruyordu.
1. Saul askerleriyle birlikte hangi kasabaya çekildi?
2. Saul'la kim konuştu?
3. Birden bire Saul'la ne oldu?
4. Hananya Saul'la ne yaptı?
Saul neden çok sevinçli idi?
5. Saul'u öldürmeye kim karar verdi?
6. Saul kurtulmak için nasıl başardı?
Saul İsa'nın öğrencisi oldu. İnsanlar İsa'nın öğrencilerine atrık havari diyorlardı. Saul gibisi ve diyer havariler gibi, bütün ülkeği dolaşıp Allah'ın Oğlu hakkında vaaz ediyordu. Ona Havari isim verildi - Pavlus.
Pavlus'un çok iyi bir arkadaşı var, onun da ismi Barnabas idi. Bir defa çok uzak bir ülkeye nerede İsa için duymamışlardı ve başka allahlara itağat ediyorlardı. Bu ülkede Yahudi'ler de yaşıyorlardı ve onlar İsrail'in Allah'ına inanıyorlardı, ama Onun Oğlu İsa Mesih için, bir şey bilmiyorlardı. Pavlus onlara bizim Kurtarıcımız için, anlatmak istiyordu. Pavlus'la Barnabas çekilmiş olan ülkenin ismi Kıbrıs. Gemiyile Kipır'a gittiler, İsa hakkında anlatmak için, kasabalarla köyleri dolaştılar. Orada yaşayan Yahudi'ler de, onları seslerdiler. Bir defa Pavlus'la Barnabas, büyük kasabaya geldiler. Zaman sonra, Onları ksaba müdürünün yanına çağırdılar. Bu müdürün çok büyük ve çok güzel sarayı vardı. Onun kendisi de İsa'nın tarihini seslemek istiyordu. Pvlus'la Barnabas onları saraya çağırdıklarını duyunca, çok sevindiler. Belki de kasabanın müürü de İsa'ya iman eder.
Ama müdürün evinde Elimas adında biri, onları bekliyordu. Elimas büyücü idi, şeytan ondan ne isterse sade onu yapıyordu. O, müdürün İsa'ya iman etmesini hiç istemiyordu. Ve Elimas Pavlus'un bütün konuştukları yalan imiş diye, müdürü inandırmaya başladı. Ama Pavlus'a yardım eden Kutsal Ruh idi. Havari büyücüye bakıp dedi: ''Allah'ın sözlerinle eğlendiğin için, bir süre görmeyeceksin.''
Birden bire, Elimas'ın gözlerinin önüne karanlık çöktü ve göremez oldu. Korku içinde, etrafında bulunanlara yardım için, yalvarmaya başladı: ''Biri bana el uzatsın ve beni saraydan çıkarsın'' - diye Elimas yalvardı. Allah onu böyle cezaladı! Ama Elim ebediyen için kör olmadı.
Müdür olanları gördü. Ve artık kesinlikle biliyordu ki, Pavlusla Barnabas Allah'ın havarileri dir ve bütün konuştükları doğrudur. Müdür bütün yüreğinle İsa Allah'ın Oğlu ve bizim Kurtarıcımız olduğuna iman etti.
Baya vakıt geçtikten sonra, Pavlus'la Barnabas yine gemiye binip İsa'nın haberini başka memlekette de insanlara vaz etmeye gittiler. Ama Antakya kasabasında olan Yahudi'ler, İsa'nın haberinden için, Pavlus'la Barnabas'ı görmek istemiyorlardı. Onlar müdürün önünde, Pavlus'la Barnabas kötü işler yaparmış diye, ilenmeye başladılar. Ve müdürün iki arkadaşı kasabadan kovması için, yalvarmaya başladılar. Pavlus'la Barnabas kasabadan ayrılmaya mecbur kaldılar.
Pavlus'la Barnabas her bir kasabada İsa hakkında vaz ettiler. Ama her bir kasabada insanlar vardı ki nerede bizim Kurtarıcımıza iman etmek istemezdiler. Sen biliyorsun nasıl bu günde aynı öyle, İsa Mesih'e iman etmek ve Onu sevmek istemiyorlar. Ama sen Onu seviyormusun? Ona iman ediyormusun?
İşte en sonunda Pavlus'la Barnabas evlerine döndüler. Onlar çok sevinçli idiler hanı İsa bütün yolculukta onları korudu ve bütün bunlara teşekür ettiler.
Çok insan isa'ya iman etiği için de, şükür ettiler. İsa onlar için de, haçta öldüğüne şükür ettiler.
1. Pavlus'la Barnabas neden Kıbrıs'a çekildiler?
2. Kim istemiyordu kasabanın müdürü İsa'ya iman etsin?
3. Bar-Yesus'un başına nasıl bir ceza geldi?
4. Kasabanın müdürü neye iman etti?
5. Pavlus'la Barnabas evlerine dönünce, Allah'a ne için teşekür ettiler?
İşte Pavlus, yeniden yolculukta. Onunla beraber Silas adlı arkadaşı da çekildi. Zaman sonra onlar bir kasabaya erdiler. O kasabada eskiden İsa'ya iman etmiş ve Onu seven bir adam yaşıyordu. Onun adı da Timoteyus idi. Pavlus ona sordu: ''İsa hakkında insanlara vaaz ederken, bana yardım edecen mi?'' Timoteyus büyük sevinçle kabul etti.
Bir defa Pavlus, Silas ve Timoteyus deniz kıyısına geldiler. Pavlus Mesih'in öğretişini hangi ülkede yayacağını bilmiyordu. O istiyordu, Allah ona yolu göstersin. Akşam üstü Pavlus uyuyunca, bir rüya gördü: bir adam denizin öbür kenarında durduğunu gördü. Adam Pavlus'a el salyararak yana çağrıyordu.
Pavlus uyandı. İnsanlara Allah hakkında vaaz etmek için, artık biliyordu ki, denizin öbür kenarında bulunan uzak ülkeye gitmesi lazım. Uyanınca hemen Silas'la Timoteyus'u kaldırp denizi yüzmek için, başladı gemi aramaya. Bir kaptan buna rağazı geldi.
Zaman sonra, Pavlus'la arkadaşları gemi ile, Filipi kasabasına erdiler, orada çok Romalı yaşıyordu. Pavlus Kasabaya girince, hemen insanlara İsa hakkında anlatmaya başladı. Bir kaç erkek ve kadın onu sesliyordu. Kadınlardan biri Lidiya adında, İsa insanları ne kadar sevdiğini ve kendisini de çok sevdiğini anladı. Ve İsa'yı kendine Kurtarıcı olarak kabul etmeği arzuladı. Bu yüzden vaftiz olmak için, Pavlus'a yalvardı. Pavlus da onunla ırmağa gidip vaftiz etti. Filipi kasabasında da Pavlus'la Silas, İsa'nın 'Haberini' yaydıkları için, onlara karşı kudurmuş insanlar vardı. Pavlus'la Silas'ı yakalayıp Romalılara götürdüler ve onları kötü işler için suçladılar. Romalılar onlara inandılar, Pavlus'la Silas'a öfkelenip giyisilerini çıkardılar, onları dövüp zındana attılar. Zındanda bir bekçi vardı, o lazımdı onların her şeğini izlesin. Ama en önce onları yer altına götürdü ve en koyu karnlık bir odaya kapadı.
Karanlık bastı, ama Pavlus'la Silas uyumuyorlardı. Onları çok kötü dövdükleri için, sırtları ağrıyordu. Ama onlar şüpheye düşmediler ve Mezmurlardan ilahi söylemeye başladılar. Onlar Allah'a dua ilahileri idi. Orada çok daha mahpusçu vardı, Onlar anlayamazdılar nasıl Pavlus'la Silas bukadar korkunç bir yerde ilahi söyleyebilirler.
Birden bire zından sarsılmaya başladı - zelzele başladı. Kapılar açıldı, mahpusçulardan prangalar düştü ve isteseydiler herkes dışarı çıkabilirdi. Zelzeleği gönderen Allah'ın kendisidir! Ama insanlar okadar korktular ki, yerlerinden kımıldayamadılar. Koruyucu evinden zındana koştu ve kapıların açık olduğunu görünce düşündü: ''Bütün mahpusçular kaçtı, Romalılar da beni çok ağır cezalayacaklar. Ne yapayım şimdi?'' O bu cezadan çok korkuyor. Ama aynı anda Pavlus'un sesini duydu: ''Korkma! Biz buradayız.'' Koruyucu lambayı kapıp aşağa Pavlus'la Silas'ın yanına indi. Onları görünce, dizlerinin üstüne düşüp dedi: ''Ne yapayım?'' Pavlus karşılık verdi: ''Bizim Kurtarıcımıza İsa Mesih'e iman et, sen ve senin aylen kurtulacaksınız!''
Zındancı Pavlus'la Silas'ı serbestliğe çıkardı. Yaralarını yalayıp sardı. Pavlus'la Silas, zındancıyla ve onun aylesiyle İsa hakkında çok uzun konuştular. Zındancının hizmetçileri de, Pavlus'u ve onun yol arkadaşını dinlemeye geldiler. Hepsi Kurtarıcımız İsa'ya iman ettiler ve onların günahlarını bağışlayacağına da iman ettiler. Pavlus hepsini vavtiz ettikten sonra zındancı, onunla Silası evine çağırıp doyurdu. Zındancı Pavlus'la arkadaşına yardım ettiği için, çok sevinçli idi. Ama İsa hakkında doğruluğu öğrendiği için, daha da çok sevinçli idi.
Ertesi gün Romalı'lar, vatandaşların Pavlus'la Silas hakkında yaydıkları bütün haberler, yalan olduğunu öğrendiler ve onları serbest bıraktılar. Pavlus'la Silas Lidiya'nın yanına gittiler, bu kadın bütün yüreğinle İsa'ya iman etti. Ama ne yazık ki, yollarına devam etmeleri gerekti. Bir kaç günden sonra, arkadaşlarınla vedalaşıp kasabayı terk ettiler, ama Timoteyus yeni tanışık kişilerle daha uzun zaman kaldı.
1. Pavlus'la ve Silas'la çekilen adamın adı ne idi?
2. Pavlus'un Filipide vaftiz etiği kadının adı ne idi?
3. Allah Pavlus'la Silas'a zındanda yardım etmek için, ne yaptı?
4. Zındanın bekçisiyle ne oldu?
Bir defa Pavlus Yeruşalim'de insanlara İsa'nın öğretişi hakkında vaaz etmek için, tapınağa geldi. Yahudi kyahinleri bunu öğrenince, bağırmaya başladılar: ''İsrail halkı! Bu adamı yakalamak için, yardım edin bize! O bizim halkımızla tapınağımıza gülümsüyor!'' Bütün bunlar yalandı, ama tapınağda olan insanlar onu bilmezdi, bu yüzden kyahinlere inandılar. Büyük öfkeyle Pavlus'u yakaladılar, kakarak dışarı attıp kapıyı kapadılar. Ama sokakta olan kötü insanlar bile Pavlus'u rahata bırakmıyorlardı. Onlar hem gülümsemeye hem de onu dövmeye başladılar. Pavlus'u öldürmek bile istediler, ama Allah ona yardım etti. Birden bire askerlerinle geçen bir Romalı subay gördüler. Ve Romalıların geçmeleri için yer açtılar, pavlus'u da döverken durdular. Subay soru sormaya başladı: ''Ne oldu? Neden bu adamı dövüyorsunuz?'' İnsanların hepisinden ses çıkmaya başladı. Öyle nağara oldu ki, Romalı bir şey anlamadı. Subay buyruk verdi Pavlus'u zincirlerle bağlayıp askeriye yerine götürsünler, ne olduğu diye orada öğrensin.
Kalabalık onların ardından gitti. İnsanlar Romalıların üstüne kalktılar ve Pavlus'u da öyle kakıyorlardı ki, adımlarını atamıyordu. O zaman Romalı askerler Pavlus'u kaldırdılar ve omuzlarına koyup götürdüler. Askeri yerine yaklaştıklarında, geniş bir merdivenden yukarı bindiler, kalabalık da aşağıda kaldı. Pavlus insanlarla konuşmak için, subaydan izin istedi, o da verdi. Pavlus yukarıdan insanlara konuşmaya başladı. Onlar sustular ve Pavlus'un olayını çok dikkatle seslemeye başladılar: onun kim olduğunu ve İsa onu Damask da kurtardığını. Ferisiler Stefanus'u nasıl öldürdüklerini ve onun kendisi bunu gördüğünü anlattı. ''İsa bana dedi allahsız milletlere gideyim, bütün ulusların arasında yeni kurtuluştan için, haber vereğim'' - Pavlus devam etti. Bu kalabalığın içinde Yahudi kyahinleri de vardı. Onlar Pavlus'a çok kızdılar: ''Bu Allah'sız milletlere İsrail'in Allah'ı için, nasıl anlatabilir!Allah sadece Yahidilerin Allah'ı! Bunun için onu öldürmemiz lazım!'' Ve Pavlus'a çamur atmaya başladılar.
Binbaşı askerlerine dedi: ''Pavlus'u askeriyi yerine götürün! O zaman kalabalık dağlacak.'' Gerçekten de insanlar biraz dalgalandılar, ama sonra dağıldılar.
Binbaşı düşündü ki, artık Pavlus için çok korkunçtur, kasabanın sokaklarına çıksın. Yahudi kyahinleri onu tutup öldüreceklerinden korkuyordu. Bu yüzden Romalı Pavlus'u askeriyi yerinde tutuyor, akşamüstü çok koruyucu askerle onu Kayseriye kasabasına valinin sarayına götürdüler. Onun sarayında da zından vardı, Pavlusu oraya attılar.
Pavlus insanlara İsa hakkında vaaz edemiyeceğine çok üzülürdü, ama Allah onu bırakmayacağından emindi. Sabah Pavlus valiye yalvardı onu Roma imperatopa göndersin, orada suçsuz olduğunu anlatsın.
Bir kaç günden sonra, Pavlus'u Romaya gönderdiler. Bütün yolculukta Allah onu korudu. Çünkü O istiyordu Pavlus, Roma da İsa Mesih hakkında anlatsın.
1. Allah görevlileri Pavlus'u öldürmek istedikleri zaman, o nerede idi?
2. Romalı askerler akşam üstü Pavlus'u nereye götürdüler?
3. Pavlus suçsuz olduğunu kime anlatmak istiyordu?
4. Bütün yolculukta pavlus'a kim yardım ederdi?
5. Pavlus Roma da kimin için anlatmak istiyordu?
Pavlus'u Roma'ya götüren gemide, başka mahpusçular da vardı. Onları Yuliyus adında yüzbaşının askerleri koruğurdu. Yolculuk zamanında çok sık Pavlus'la konuşuyordu.
Ama bu gemi drek roma'ya gitmiyordu. Bunun için, bir limanda bütün mahpusçuları başka gemiye bindirdiler, bu gemi de Roma'ya ekin götürüyordu. İkinci gemi bütün kışı çıkarmak için, bir limanda kaldı. Ama kışı çıkarmak için kaldıkları limanda, geminin çok küçük olduğu uygunsuz göründü. Kaptan da başka limana gitmeye kara verdi. Pavlus ona şöyle dedi: Şimdi çok korkunç denize çıkalım. Daha iyi burada kalalım.'' Kaptan Pavlus'u dinlemedi, ertesi sabah erkenden çekildiler.
Hava çok iyi idi ve deniz de çok sakin. Ama birden bire çok hızlı rüzgyar çıktı - fırtına yükseldi. Kocaman dalgalar başladı gemiyi saya sola atmaya. Denizciler geminin yelkenini indirdiler, gemi artık güdülmüyordu. Rüzgyar hızlandıkça hızlanıyor her şey çatırdamaya başladı ve güverte su dolma başladı. Kaptan geminin daha iyin kalması için, bütün ekinin suya atılmasını buyurdu.
Artık birkaç gün fırtına devam ederdi. Bu zamanda hiç kimse ne yeyor ne de uyuyor. İnsanlar kurtulmak için, kurajlarını kaybettiler. O zaman Pavlus dedi: ''Siz beni dinlemediniz ve yola çekildiniz. Ama korkmayın, sizden hiç kimse ölmeyecek. Allah bana söz verdi.'' Ama insanlar tekrar ona inanmadılar.
Sonunda lüzgyar onları bir adaya doğru sürüklemeye başladı. Adanın kıyısı kayalı idi, kaptan da korkuyordu rüzgyar gemiyi kayalıkta parçalayacak. O akşamlayın suya bir kayık bıraktı ve karar verdi denizcilerle birlikte binip karaya doğru kürek çeksinler, askerlerle mahpusçuları gene bıraksın. Ama Allah Pavlus'a kaptanın hilekyar planını açıkladı, o da bunu Yuliyus'a anlattı. O da askerlerine koşup gemide asılı olan kayığın ipini kessinler diye buyurdu. Artık kaptanla denizgiler kaçamayacak!
O zaman Pavlus herkesi çağrıp dedi: ''Bu gün on dördüncü gündür nasıl hiç bir şey yemiyorsunuz. Biz lazım çok iyi karnılarımızı doyuralım, kurtulmamız için kuvetleşelim.'' Pavlus ekmek alıp Allaha dua ettikten sonra, yemeye başladı. Öbürleri de aynı öyle yaptılar.
İnsanlar ne zaman denediler kıyıya yakınlasınlar, gemi sıvaya diyidi. Gemiyi kımıldatmak mümkün değildi, dalgalar da onu parçalamaya başladı. O zaman Yuliyus yüzmeye bilenlere buyurdu kendileri kıyıya çıksınlar, yüzmye bilmeyenler gene tahtalara tutunup çıksınlar. Askerler mahpusçuların kaçacaklarını düşündüler ve çok korkup Yuliyus'a dediler: ''En önce bütün mahpusçuları öldürelim ve sonra kıyıya doğru yüzelim.''
Ama Yuliyus razı gelmedi, çünkü mahpusçuların arasında Pavlus da vardı, onu gene çok seviyordu. Allah yine Pavlus'u kurtardı. Herkes yüzmeye bilenler tahtaların yardımıyla kedersiz kusursuz kıyıya çıktılar. Hiç kimse boğulmadı. Her şey öyle oldu nasıl Allah Pavlus'a söz verdiyise.
Onlar kıya çıkınca, adanın vatandaşları yardım etmeye koştular. En önce kurtulmuş olanların giyisilerini kurutmak için, ateş yaktılar. Pavlus da ateş için odun topluyordu. Birden bire daldan kocaman yılan süzülüp eline sarıldı. Bu çok korkunçtu, çünkü yılanın ısırmasında ölüm vardı. Pavlus onu elinden çıkarmaya başarıp ateşe attı, ama bundan önce yılan onu ısırdı. Allah Pavlus'u koruyordu ve ona hiç bir şey olmadı. Pavlus yılanın ısırılmasından sonra sağa kalmasından, bütün adanın insanları şaşa kaldılar ve onu allah yerine aldılar. Zengin adamın biri, onu evine davet etti ve doyurup sıvadı. Bir gün, bu adamın babası avur hastalığa düştü. Pavlus yaşlı adamın yatığı odasına girdi. Ve adamın şifalanması için, Allah'a yalvarmaya başladı. Allah onun dualarını işitti ve hasta şifalandı.
Bütün adanın hastaları bunu öğrendiler ve şifalanmaları için, Pavlus'a geldiler. Pavlus her biri için dua etti, Allah da yardım etti. Onların hepsi şifalandı. Adanın vatandaşları teşekür için, bütün kış Pavlusa ve bütün kurtulanlara baktılar.
Kış bitince, Yuliyus karar verdi Romaya gitmek için, yolculuğa devam etsinler. körfezde başka bir gemi vardı, onun kaptanı onları İtaliya'ya götürmeye razı geldi.
En sonunda Pavlus'la öbür mahpusçular Roma'ya geldiler. Bu kasabada ona ne olacağını bilmiyordu, ama Allah onu burada da bırakmayacağına iman ediyordu.
1. Pavlus gemide iken ne oldu?
2. İnsanlar kurtulmak için kurajlarını kaybettikleri zaman, Pavlus ne dedi?
3. Askerler mahpusçularla ne yapmak istiyordu?
4. Adada Pavlus'la ne oldu?
5. Yolculuk zamanında Pavlus'a yardım eden kimdi?
Patmos adası denizin ortasında bulunurdu. Bir defa bu adaya gemi geldi, kıyıya bir yaşlı adam indi. Gemi yoluna devam etti.
Adam adada yalnız başına kaldı. Onun adı Yuhanna idi, o öğrencilerden biri idi. Yuhanna bizim Kurtarıcımız İsa Mesih'ten için, Onun şaşılacak işleri ve bereketli öğretişi hakkında çok seneler anlattı. Roma'yı başka bir imperator gütmeye başladı, o İsa'ya iman edenlerden ve Onu sevenlerden nefret ediyordu, impertora herkes inanıyordu. O, İsa Msih hakkında vaaz edilmeleri yasakladı, ama bu Yuhanna'yı durduramıyordu, bizim Kurtarıcımız için, vaaz etmesini her yerde devam etti. O zaman Romalı'lar onu yakalayıp Patmos adasına götürdüler, onu yalnız başına bıraktılar.
Bir pazar gününde, Yuhanna deniz kenarında duruyordu. Birden bire ses duydu, bu ses İsa'nın dı. O kendi havaresini Yuhanna'yı çağırdı! Yuhanna değil sade Onun sesini duysun, ama Onun kendisini de görüyordu. Allah'ımız İsa, mükemmel uzun bir giyisiyle giyinikti ve belinde de parlayan kuşak vardı. İsa Yuhana'yla konuşmaya başladı. ''Sen lazım kitap yazasın, onu bütün imanlılara yayasan, seninle ne konuşacaksam, onlar da öğrensin.''
Yuhanna İsa'yı çok dikkatle sesliyordu. Ona öyle geldi ki, sanki mucize oluyor. ''Uyuyor muyum'' diye düşündü. Ama birden bire gökte Allah'ın tahtını gördü. Gökler altın kasabasına benziyordu ve Allah'ın tahtı da güneş gibi parlıyordu. Orada hasta, sıkıntılı ve kederli yoktu. Kimse korkmuyordu, kimse de ağlamıyordu. Hepsi mutlu idiler.
İsa Yuhana'ya dei: ''Ben tez gelecem!'' Yuhana da karşılık verdi: ''Gel gel Allah'ım! Seni ne kadar da bekliyoruz!
Yuhanna Patmos adasında İsa'dan ne işitiyse, şimdilik senin için anlamak biraz zordur. Ama en önemlisini aklında tut ki, İsa gökten gelecek, seni de görecek. Onu yeterince sevdiğini O anlayacak.
İsa bize gelene kadar, belki de çok sene geçecek. Belki de bu çok yakında olacak. Ama İsa geldiğinde sen korkma! Eger sen Onu seversen ve Allah'ın Oğluna iman edersen, her zaman Onunla beraber olabilirsin. İsa'yı sev! Dua et, O da seni sevsin. Allah'a itaat et ve Onu yücelt!
Kutsal Kitapta geçen olayları anlatan kitabımız, burada sona eriyor. Büyüdüğün zaman, Kutsal Kitaptan daha bir defa ayrıntılı olarak, okuyabilirsin. Kutsal Kitapta yazılan herşey biraz karışık, ama daha da güzel. Çünkü Kutsal Kitab Allah'ın Kitabı. Onda bu olaylardan başka, daha çok güzel olaylar var.
Yuhanna'nın Patmos adasında bütün yazdıkları, Kutsal Kitabın son Kitabçığı dır. Yuhanna'nın son yazdığı sözler de şunlardır: ''İsa Mesih'in bereketi bizim hepimizle olsun. Amin.'' Diliyorum İsa her gün seninle olsun. Her gün Ona dua et, Ona dua et her gün seninle olsun!
1. Yuhanna İsa Mesih'in sesini duyduğu zaman nerede bulunurdu?
2. Yuhanna ne gördü?
3. Tekrar bize yeryüzüne kim gelecek?
4. Allah için ve İsa Mesih için bütün bu 'hakikatlar' hangi kitaptandır?
5. Her zaman ne için İsa Mesih'e yalvarabilirsin?