Bu dünyayı sevmeyin !
2- Gözlerin istekleri (1. parça)
1.Yuhanna 2:15-17
1.Yuhanna 2:15-17
Bu dünyayı sevmeyin, ne de bu dünyada olan şeyleri sevmeyin. Bir kişi bu dünyayı sevdi mi, onda Baba'nın sevgisi bulunmaz.
16 Bu dünyada sade şunlar var: - beden tabiyetinin istekleri, - gözlerin istekleri ve - bu hayatın boş gururu. Ve bunlar Baba'dan değil, dünyadandırlar.
17 Bu dünya ve bu dünyanın sevdaları geçmektedir. Ama kim Allahın istediğini yerine getirirse, o sonsuza kadar duracak
Geçen sefer 'bedenin İstekleri'ne baktık. Ve dedik ki oradaki asıl motivasyon bir olayı yaşamaktır. Özel bir an, bir macera yaşamak istiyorsun. Normal evlilik hayatı sana sıkıcı geliyor, derken başka kadınların peşine gidiyorsun. Evden işe, işten eve - ondan da bıktın. Özel birtakım duygular yaşamak için hafta sonları sarhoş oluyorsun, yada uyuşturucular deniyorsun.
Hatta, bunun ruhsalcası bile var: normal imanlı hayattan bıktığın zaman, sözde daha büyük şeyler arıyorsun: “Rab bana bir rüya göstersin, onu kendi gözlerimle görmek istiyorum” ... bütün bunlar ruhsal görünürse de, aslında BEDEN istekleridir.
Ve burada aslında ne konuşuyoruz, Yuhannanın asıl konusu nedir? DÜNYA sistemi ! O da nedir, “dünya” sözünü nasıl anlamalıyız?
- Bizim düşmanımız sadece Şeytan değildir. O her an seninle uğraşmaz. Gerek de yok, çünkü onun 2 yardımcısı var: Beden tabiyatı ve Dünya. Ya da: içimizdeki düşman ve etrafımızdaki düşman. - Dünya burada Rabden uzak yaşayanların toplumu demektir.
Şimdi diyeceksin: Beden istekleri benim içimde bir güç değil mi? O zaman Yuhanna onu nasıl 'dünya' sayıyor, sanki dışımızda bir problem imiş gibi.
Burada kafamızı çalıştıralım: Dünya sistemi sana yeni yeni günahlar teklif etmiyor - ama senin içinde ne kök varsa, senin beden tabiyatının zayıflıklarını kullanıyor, sanki o zayıflıkların yaktığı ateşin içine benzin döküyor.
Senin içinde zaten o Allahsız istekler var... ve diyelim yapayalnız yaşarsan onları kontrol etmek daha kolay oluyor. Ama yalnız değilsin ya ! Sağda solda reklamlar var, insanlar var, halkın beklentileri var.
Ve böylece görüyoruz, dünya sistemi insanın beden arzularını kullanıyor.
BEDEN istekleri dedik ... o birinci konu ve onu kolay anlıyoruz, ama bugün o şehvetin başka bir türüne bakmak istiyoruz. Ve İncil ona “GÖZLERİN istekleri” diyor. İşte, onları bir günah olarak görmek daha zor.
Sül.Özd. 27:20
Ölüm ve yıkım diyarı insana doymaz, İnsanın gözü de hiç doymaz.
Vaiz 1:8
Her şey yorucu, Sözcüklerle anlatılamayacak kadar. Göz görmekle doymuyor, Kulak işitmekle dolmuyor.
Vaiz 5:10
Parayı seven paraya doymaz, Zenginliği seven kazancıyla yetinmez. Bu da boştur.
Evet, bugün onu konuşacaz: Açgözlülük - Yuhanna'nın ikinci konusu: GÖZLERİN istekleri.
Açgözlülükte konu, bir olay yaşamak değil, ama birşeye sahip olmaktır. O sevdiğin mal senin yanında durdu mu yeter. sadece onu elinde tutmak, yada para ise saymak, yada evde bir eşya ise onu temizlemek, altın ise onu kutuya koyuyp saklamak... işte zevkini ondan alıyorsunz.
“Yüzüklerin Efendisi” filminde o küçük, çirkin yaratık var ya, adı Gollum. O da o sihirli yüzüğü yüzlerce sene korudu. Karanlık ve pislik içinde oturup çiğ balık yiyor, ama sonra yüzüğünü çıkarıyor ve ona konuşuor: “Yor mayyyyn (senin benimsin), yu ar may preşıs (en kıymetli şeyim sensin)” !
İşte açgözlülüğün özü budur, yüreğin o mala bağlıdır, bütün zevkini, tatminini ondan alıyorsun.
- KANAAT GETİRMEMEK - varken daha fazlasını aramak
Yar 2:16-17
Ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu, ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün."
Yar 3:6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi
Fark ettiniz mi, açgözlülük nasıl işliyor: sahip olduğun şeylerle memnunluk getirmiyorsun, hayır, daha fazla istiyorsun.
Adem ve Havva aç mıydılar? Yada çöldeki İsrail halkı yemek konusunda çeşit mi yoktu, her gün aynı yemekten bıktılar mı? Hayır - yüzlerce meyva, hazır
Yeşu 7:20-21
Akan dedi: "İsrail'in Tanrısı RAB'be karşı günah işledim. Yaptığım şu: 21 Ganimetin içinde Şinar işi güzel bir kaftan, iki yüz şekel gümüş, elli şekel ağırlığında bir külçe altın görünce dayanamayıp aldım.”
Tapmamız gerekeni kendimiz için kullanıyoruz ve kullanmamız gereken şeylere tapıyoruz.
Sadece gerçek Tanrıya tapmamız gerekiyor... ama maalesef onu kendimiz için kullanmaya kalkıyoruz: zorluklarda dua etmekle, hastalıklarda ona bakmakla v.s.
Öte yandan, sadece bir alet gibi kullanmamız gereken şeyleri, para, ev, araba, başarı, popülerlik gibi... işte onları hayatımızın amacını yapmakla onlara tapıyoruz.
Kol 3:5
Madem öyle, içinizde ne kadar dünya şeyleri varsa, onları yok edin:
zina, miskinlik, hevesler, kötü istekler (buraya kadar okuyunca OK diyoruz, “Evet öyle hareketler bir imanlıya hiç yakışmaz” ... ama Pavlus devam ediyor)...
ve açgözlülük (ki, o aslında puta tapmak demektir).
Bu sözü iyice çiğneyelim, deri derin anlayalım: açgözlülük putperestliktir, yani en kötü günah - bu çoook ağır bir laf
Neden açgözlülük putperestlik olsun? Oradaki bağlantı nedir?
- “Allah’tan başka ilahın olmayacak”
(1) Bu buruğun anlamı şudur: Sadece ben senin Allah’ın olacağım. Bu ne demektir ve nasıl anlaşılmalıdır? Insanın bir Allah’ı olması ne demektir? Ya da Allah nedir? (2) Cevap: O, bütün iyiliği kendisinden beklediğimiz ve her sıkıntımızda sığındığımız Allah demektir. Dolayısıyla bir insanın Allah’ının olması, bütün yüreğiyle O’na güvenmesinden ve inanmasından başka bir şey değildir. (3) Sık sık söylediğim gibi: gerçek Tanrı yada put - o ancak senin yüreğindeki güvene ve imana bağlıdır. İmanın ve güvenin doğruysa, o zaman doğru bir tanrın var. Öte yandan, güvenin asılsız ve yanlışsa o zaman tanrın da hakiki Allah olmayacaktır. Zira bu ikisi, iman ve Allah kavramları birbirine bağlı olan kavramlarıdır [İbr 11:6]. Şimdi diyorum ki, neye yürekten bağlanırsan ve neye güvenirsen, işte aslında tanrın odur.
(4) Birinci emrin amacı şudur: yüreğin sadece hakiki Allah’a dayansın ve sadece O’na bağlansın ve güvensin. Sanki Rab diyor: “Dikkat et, sadece Ben senin tanrın olayım, sakın başka birini aramaya kalkma”. Başka bir deyişle, “Hangi iyilikten yoksun kalırsan, Benden bekle. Bunun için Bana güven. Her ne zaman felakete ve sıkıntıya uğrarsan, bana yaklaş, bana bağlan. Ben, evet, ben sana yeterince veririm ve her ihtiyacını karşılamana yardım ederim. Yeter ki, sen izin verme, yüreğin başka bir şeye bağlansın ve güvensin.”
(5) Bu noktayı daha net açıklamalıyım. Pek çok kişi parası ve malvarlığı varsa Allah’ın ve her şeyinin bol bol olduğunu düşünür. Başka bir şeyi umursamayacak kadar kesinlik ve cesaretle bunlara güvenir, bunlarla övünür. (6) Böyle bir kişinin de bir tanrısı vardır. Onun adı da, bütün yüreğiyle bağlandığı “Mamon”dur (yani para ve malvarlığı [Matta 6:24]). (7) Yeryüzündeki en yaygın put zaten budur. Parası ve malvarlığı olan biri kendini güven-de hisseder [Luka 12:16-21], Cennet’te oturuyormuş gibi neşeli ve korkusuzdur. (8) Öte yandan, hiç parası olmayan biri, Allah’ı hiç bilmiyormuş gibi kuşku içinde ve umutsuzdur. (9) Zira Mamon’dan yoksun kaldığında keyfi yerinde olan, ne üzülen ne de şikâyet eden çok az insan bulunabilir. Bu para sevgisi ta mezara kadar doğamıza yapışıp kalır.
o gerçekten doğru ise - o zaman ona göz yummamalıyız, kilisede on izin vermemeliyiz
Kafamda şöyle bir sahne canlandırıyorum: bir vaiz iki imanlıyı öne çağırmış ve şimdi cemaate konuşuyor:
“Kardeşler, bugün benim için çok üzücü bir gün. Maalesef aramızda iki kişi günah işledi, defalarca onları uyardık, aylarca onlar için dua ettik, değişsinler diye onlara yalvardık... ama boşuna.
Benim sağımda Hüsnü kardeş duruyor. Ve sanıyorum herkesin haberi oldu ki, aylardan beri zinada yaşıyor, kendi karısın aldatıyor. Artık onu dışlamanın zamanı geldi. Ne dersiniz?”
Ve herkes yüksek sesle birşeyler söylüyor. “Evet, bizim toplantıya leke getirdi; herkese rezil oluyoruz” - başkası ayet atıyor ortaya: “1.Kor 5:7 Onun için eski mayayı dışarıya atın ki, yeni hamur olasınız. 13 Dışarıdakileri Allah davalayacak. Ama siz kötü kişiyi aranızdan atacaksınız.”
Sonra vaiz devam ediyor: “Evet, şimdi solumda Pakize kızkardeş duruyor. Ve çok büyük utançla size bildirmem gerek, o zinadan daha kötü bir günah işledi”
Burada herkes şok olup derin bir soluk çekiyor:
“Evet Pakize kızkardeş, açgözlülük yapıyor. Bütün mahalle onu açgözlü biri olarak tanıyor. Hiç gerek yokken kendine üstüste mal alıyor. Komşusunda yeni bir mal gördü mü, o da lazım aynısını alsın. Senelerden beri öyle. Biz de şimdi onu 1.Kor 5:5'e göre, toplantıdan uzaklaştırıp Şeytana teslim ediyoruz”
Eee ? Ne diyeceniz ? bundan sonra mal sevgisine düşkün olan imanlılara öyle davranalım mı?
Tabii ki anlıyoruz kiliselerimiz belli bir süreçten geçtiler ve daha da geçiyorlar. 30 sene önce, ne zaman bütün doğu Avrupa henüz taze taze komünizmin etkisinden kurtulmaya başladı... hatırlıyorum, o zaman gerçekten büyük ziyanlık vardı, hiçbir mal bulunmazdı, dünya standardından 50-60 sene geri kalmıştık.
Hatırlıyorum, ilk geldiğimiz haftada bütün kocaman kasabamızda iğne iplik bulamadım. Seneler sonra bile Manol kardeşimle bütün dükkanları dolaştık, bir türlü askı bulamadık.
Ve öyle bir ortamdan çıkan kişi elbette daha rahat, daha güzel yaşamak için her fırsatı, her açık kapıyı deneyecek. Sonra gurbette çalışma fırsatları açıldı, BG'da da aylıklar büyümeye başladı. Ve yavaş yavaş, hiç anlamadan açlıktan açgözlülüğe geçtik.
Ama sonra ne oldu: gaza basa basa, basa basa gittkçe daha hızlı bir yaşam standardına alıştık... Tam gaz ! Her sene yeni mobilya, her hafta yeni giysiler, her yaz daha pahalı tatiller, her sene daha pahalı, daha fantastik, daha egzotik düğünler !
Düğünler de artık tatmin etmiyor: bir yaşında bebeğin doğum gününe 20 bin euro harcıyoruz. Hatta imanlı iken sünnet yapıp onu müslümanlardan daha büyük kutluyoruz ... delilik ... ve şimdi gene freni bulamıyoruz ! DUR -STOP demenin zamanı geldi ! Ama ne yazık, bu yaşam tarzını durduramıyoruz, daha akıllı bir yaşam stili, daha basit bir hayata gelmek için yolu bulamıyoruz.
Ve işin en acı tarafı: bütün bunları yaparken, bunun açgözlülük olduğunu kabul etmiyoruz. Kabul etsek de onun günah olduğunu anlamıyoruz. Günah olduğunu anlasak bile, onu putperestlik olarak, yani en büyük günah olarak kabul etmiyoruz. İmanlı kardeşleri bu konuda yüzleştirdiğim zaman ne diyorlar: “Yaaa... yaptım bir hata. Allahcağızım beni af etsin” Ve beş dakka sonra aynı tam gaza devam.
Sanki bu gözlerin istekleri, bu açgözlülük bizi kör etti: tersliği bak - AÇgözlülük diyoruz...
ama körüz, gözlerimiz KAPALI. Gerçekleri göremiyoruz
İsa, İncilin son kitabında senin gibilerine konuştu, sana bir çift lafı var... ona kulak ver!
Açıklama/Vahiy 3:17-20
17 Madem diyorsun, 'Zenginim, zenginleştim, artık bir şeye ihtiyacım yok', ve madem bilmiyorsun, ziyan ve zavallı ve fukarasın, 18 madem öyle, ben sana yol göstereyim: Benden altın satın al, hani ateşten geçmiş bir altın, öyle ki, asıl zengin olasın. Benden beyaz rubalar satın al, öyle ki, giyinmiş olasın ve ayıp olan çıplaklığın gözükmesin. Ve benden göz meylemi satın al, gözlerine süresin, öyle ki, gözlerin görsün.
19 Kimi seversem, onların hepsini azarlayıp sıraya sokarım. Onun için kendini toparla ve tövbe et. 20 Bak, ben kapıda duruyorum ve onu çalıyorum. Bir kişi sesimi işitip kapıyı açtı mı, içeri girecem ve onun yanına gelecem. O ve ben, ikimiz birlikte sofraya oturacaz.
Laodikya kilisesinin imanlıları da bizim millet kiliselerimizin durumundaydı: “Zenginim, zenginleştim” - demek “Bir vakıt ben de fukara idim, ama çok şükür şimdi halimiz daha başka!”
KÖRSÜN ! Hiçbir şey görmüyorsun, ruhsal anlayışın SIFIR !
İsa bağırıyor sana: Düğünlerde 5-6 kilo altın takıyorsun, öyle ki, artık ağırlıktan kafanı kaldıramıyorsun... ama bu altın sahte, bu 8 ayar - 24 ayar değil, aldatırdılar seni.
Altın mı istiyorsun, asıl zengin mi olmak istiyorsun? Ben sana akıl verecem: BENDEN altın al: ateşten geçmiş bir altın. O zorluklar, sıkıntılı günler var ya. Hani hep bana dua ediyorsun, o günleri görmeyesin. Sen anlamadın ki, o günlerde senin sahte altını alıp eritiriyorum, ve o günler geçti mi, açgözlülük, o putperestlikten vazgeçtin mi... işte, o zaman 24 ayar saf altın kalacak.
Ve gelinlik için titriyorsun, birkaç saat için binlerce euro harcayıp herkesin dikkatini çekmek için uğraşıyorsun. Gelinliğine bakıp eyvahlansınlar, ağızları açık kalsın. Ama sen kimi aldatmaya kalkıyorsun, ha? Ne kadar pahalı gelinlik de giyersen, aslında çıplaksın: ben senin her tarafını görüyorum - komşuların bile görüyor. Senin karakterin, hareketlerin meydanda.
Ama BEN sana öyle bir beyaz ruba, öyle bir gelinlik hazırlıyorum ki... kendi doğruluğumu sana verecem. İnsanların önünde değil, ama benim önümde pırıl pırıl olmaya bak. Sen süslenmek istiyorsun... güzel... benim adımda iyi işler yap, o zaman herkes eyvahlanacak, herkesin ağzını kapatacan !
Bak, anla ki, açgözlülük seni kör etti. Ve beeeelki onu bir parça anlamaya başlıyorsun bile: peki, çare nerede? Sağlık konusuna gelince herkes profesor kesiliyor, herkes sana bir ilaç tavsiye etmeye kalkıyor. Onlara kanma, asıl meylemi benden alabilirsin! Benim sözlerime kulak ver, benim sözlerimi kabul et: bu gözlerin istekleri bitmeeez, sonu gelmez. O yaşam tarzına alıştın mı, durduramayacan kendini!
STOP ! BURAYA KADAR ! Yeniden kanaat getirmeyi öğren, yeniden küçük şeyler için şükretmeye alış. O zaman görüşün iyileşecek.
Evet... sanıyorum İsa bugün aramıza gelirse, yada Açıklama kitabında olduğu gibi bize bir mesaj gönderirse, aynısını söyleyecek.
Ama sonra İncil'in en acıklı sözlerini söyleyecek:
Açıklama 3:19
Bak, ben kapıda duruyorum ve onu çalıyorum. Bir kişi sesimi işitip kapıyı açtı mı, içeri girecem ve onun yanına gelecem. O ve ben, ikimiz birlikte sofraya oturacaz.
Biz o ayeti imansızlara müjdelerken kullanmayı çok seviyoruz. Ama o aslında yanlış: İsa imansız kişinin kapısını çalmıyor, onun içeriden açmasını beklemiyor. Hayır: o kapı kilisenin kapısıdır, ve ne bir acı şey ki, İsa o kilisenin içinde bulunmuyor, dışarıdadır.
Bir vakıt elbette içeride idi. Ama sonra oradaki imanlılar İsa'yı kiliseden dışarı attılar ! Nasıl mı: altınların peşinden gitmekle, kendi ruhsal ziyanlığını, çıplaklığını görmemekle ve açgözlülükle kendi gözlerini bozmakla. Biz gözlerin isteklerinin peşine düşerken, İsa artık dışarıda kaldı. Biz onu kovduk !
Ama bakın: ne kadar merhametli, ne kadar sabırlı bir Rabbimiz var. Bir kişi beni kovarsa ne yapacam: öfkeden, sinirden kuduracam, nasıl öç alacağımı planlayacam.
Ama İsa öyle değil: o bugünkü millet toplulukların durumunu görüyor ve en olmayacak şey yapıyor. Her şeye rağmen yendiden kilisenize girmeye bakıyor. İş işten geçmedi; mecbur değiliz gözlerin isteklerine boyun eğelim, mecbur değiliz o delilikte devam edelim. Fırsat varken gözlerimize doğru konulara çevirelim.
Büyük grek filozof Platon'a iki soru sormuşlar: “İnsanların hangi davranışlarına en çok şaşıyorsun?”
Küçükken canları sıkılıyor ve çocukluğunu yaşamadan çabucak büyüyorlar. Ama bir kere büyüdüler mi, çocukluğunu özlüyorlar.
Sonra para kazanıp biriktirmek için sağlığını feda ediyorlar. Ama para kazandıktan sonra, sağlığını geri kazanmak için bütün paralarını harcıyorlar.
Yarın için kaygılanırken, bugünü kaçırıyortlar. En sonunda ne şimdiki zaman, ne de gelecek zaman içinde yaşamamış oluyorlar.
Sanki hiç ölmeyecek gibi yaşarlar, ama en sonunda sanki hiç yaşamamış gibi ölürler.
Sonra Platon'a ikinci soru sormuşlar: “Peki, sence insan nasıl yaşamalı?”
İnsanların beğenisini kazanmak için uğraşma, ama gerçek sevginin peşine git.
Mümkün olduğu kadar fazla şeylere sahip olmaya bakma, tam tersi: en az şeylere muhtaç kalmaya bak !
Rab isterse haftaya bu konuya devam edecez ve bakacaz ki, açgözlülüğün çaresi, ilacı nedir? Para kazanmak ve harcamak konusunda Rab nasıl davranmamızı istiyor?