Muhammed Şeytandan ayet alıyor
Allahın üç kızı vardı: Al-Lat, Al-Menat ve Uzza. Al-Lat toprağı verimli kılan bir bereket kaynağı idi. Al-Menat insanın kaderini çizen, zamanı elinde tutan, bilge yaşlı bir kadındı. Fakat bunların en güçlüsü Uzza idi: Mekke kentinin koruyucusu olarak kutsal bir ağacın içinde yaşıyordu. Üçü de Al-lah denilen bir tanrının kızlarıydı. Araplar, babaları Al-lah'ı çok fazla yüce ve uzak saydıkları için, onun bu üç kızına şefaatçı yani aracı olarak dua ederlerdi. Bugünkü hac esnasında yapılan bütün tapınma hareketleri islamiyetten önce putların anısına yapılıyordu. Örneğin: Kaabe'deki karataşın (Hacer al-esvat) etrafında tavaf ederlerdi ve o sırada Al-Lat, Al-Menat ve Uzza için: "Bunlar yüce turnalardır ve şefaat etmeleri umulur" diye haykırırdılar.
613 yılından başlayarak Muhammed bu durumu değiştirmeye kalkıyor. Al-lah denilen tanrıdan vahiy aldığını söyleyerek, onun tek tanrının olduğu, Arapların taptıkları başka tanrıların da birer asılsız put olduğu haberini yayıyor. Fakat Mekke'nin en ileri gelen oymağı olan Kureyşler, Muhammed'in haberini kabul etmeyip önce onunla alay ediyorlar, sonra da giderek daha fazla baskı yapıyorlar. Bu şartlar altında Muhammed'in öğrenci sayısı ancak çok yavaş büyüyor: iki yıl içinde belki 50-60 kişi. Bu yavaş büyüme Muhammed'i zamanla bunalıma itti. Niyeti iyi değil miydi? Aralarında birlik olmayan, sadece birbirleriyle savaşmasını bilen Arapları tek tanrı inancının altında birleştirmek istemedi mi? O tanrının başmeleği olan Cebrail kendisine görünmedi mi? Kendi halkından gördüğü bu düşmanlık, bu eziyet nereden?
615 yılında baskılar o dereceye artıyor ki, Muhammed'in müritlerinin bir kısmı (11 erkek ve 4 kadın) geceleyin saklıdan Mekke kentinden ayrılıp gemiyle Kızıldeniz'i geçerek Etyopya kralı Aşama ibn Abjar'ın himayesine sığınıyor. Orada iyi karşılanıyorlar.
Bu durum üç ay devam ediyor. Sonra bir gün kulaklarına sevindirici bir haber geliyor: bütün Mekke kenti artık Muhammed'in haberini kabul etmiş, hepsi müslüman olmuşlar. Bu güzel habere dayanarak, Mekke'ye dönmeye karar veriyorlar. Yüreklerindeki sevinç onlara bir aylık yolculuğunun sıkıntısını unuturuyor. Artık Mekke'ye yaklaştılar, bir saatlık yol kaldı. Sevdiklerini yeniden görmek ve artık yeni inançlarını bütün Mekke halkıyla birlikte serbestçe yaşatabilmek duygusu onları coşturuyor. Tam o anda Mekke'den çıkan bir kervaneyle karşılaşıp, tüccarlardan son haberleri almaya çalışıyorlar. Ve Mekke'de olup bitenleri öğrenince donakalıp kulaklarına inanamıyorlar. Durum hiç de umut ettikleri gibi değildir: Kureyş halkı Muhammed'in haberini sadece kabul etmemiş, müslümanlara yaptıkları baskılarını arttırmıştı bile. Bu korkunç haberin karşısında Etyopya'dan dönenlerin arasında iki grup oldu: kimisi Mekke kentine girmeye ve orada yaşamaya cesaret etti, başkaları ise kırık kalple Etyopya'ya döndü. Acaba ne olmuştu?
Dikkat: bundan sonra anlatacağımız olay, herhangi yahudi, hristiyan ya da ateistin ortaya attığı bir iftira değildir, en eski müslüman tarihçler ve hadisçilerin kaynaklarından alınmıştır. İbn İshak, Al-Vakidi, İbn Sa'd ve At-Tabari, Muhammed'in biografisini yazdılar, hepsinde de bu olay bulunuyor. Ayrıca Kuran'ın kendisinde, bir de Kuran'dan sonra islamiyetin ikinci önemli eseri sayılan Sahih Buhari'nin hadis koleksyonunda bulunuyor. Onun tarihsel gerçeği tartışılmazdır.
"Resulullah, halkının kurtuluşu için kaygı çekiyordu ve ne olursa olsun onlarla uzlaşmak istedi. Bunu yapmanın bir yolunu bulmak istediği söyleniyor ve aşağıda yazılı olan olaylar bunun sonucudur: ... Resulullah, halkının kendisine sırt çevirdiğini görünce, kendilerine Allah tarafından getirdiği haberini reddettiklerine derinden üzüldü. Yüreğinde Allahtan kendisini halkıyla barıştıracak bir ayetin gelmesini arzuladı." Hatta bir gün yalnız başında otururken: "Keşke Allah bana hoşlarına gitmeyen herhangi bir vahiy göndermeseydi" dedi.
Günün birinde Kureyş halkı Kaabe'nin etrafında toplanmıştı, Muhammed de onların yanında oturuyordu. Belli bir zaman sonra Allah ona şu ayetleri indirdi: "Batmakta olan yıldıza and olsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır." (Necm suresi 1-2) ve sonra surenin devamını onlara okudu. Ama "Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat'in ne olduğunu söyler misiniz?" sözlerine gelince, Şeyta onun diline şu sözler koydu: "Bunlar yüce turnalardır ve şefaat etmeleri umulur".
Kureyşliler bunu işitince mutlu oldular, Muhammed'in kendi tanrıları hakkında ne söylediğine sevindiler ve ona kulak vermeye başladılar. Müslümanlar ise, peygamberlerine tamamen güvenerek ve hep Allahtan onlara haber ulaştırdığını bilerek, Muhammed'in yanlışlık yaptığını, hayal ettiğini ya da aldandığını sanmadılar. Surenin sonuna gelince Muhammed secde kıldı, müslümanlar da peygamberlerinin getirmiş olduğu bu haberine inanarak ve onun örneğine bakarak secde kılmaya başladılar. Kureyşlilerden Kaabe'de bulunan müşrikler de aynı şekilde secde kıldılar, çünkü Muhammed'in kendi tanrılarını andığını işitmişlerdi." (At-Tabari, cilt 6, sayfa 107)
Belli bir zaman sonra Muhammed ne yaptığının farkına varmış ve pişman olmuş olsa gerek, çünkü melek Cebrail'in gelip onun bu konuda azarladığı yazılıyor.
Müslümanlarla putperest Kureyş halkının arasındaki bu barış ve uzlaşma ne kadar sürdü. Bazı müslüman kaynaklarına göre o 'Şeytani ayetlerin' indirildiği gecesinde melek Cebrail gelip Muhammed'i bu konuda azarlamış. Artık bundan böyle "Bunlar yüce turnalardır ve şefaat etmeleri umulur" diyen Kuran ayetinin geçersiz olduğunu, onun yerine bugünkü Necm suresinin 21-25 ayetlerini indirdiğine inanılıyor. Muhammed bu sureyi okurken, o üç dişi putun şerefine indirilen ayeti atlayıp, o surenin yeni versyonunu yaydı.
Bu, tabii ki, Kureyş halkını son derece kızdırdı, eski düşmanlığın yeniden alevlenmesine hatta artmasına sebep oldu. Ve Muhammed'in kendi putperest halkına tek tanrı inancı konusunda taviz vermesini bir anlık bir aldanma, kısa süren bir hata olarak kabul edemeyiz, çünkü "Kureyş halkı müslüman oldu" söylentisinin ta Etyopya'ya ulaşması için birkaç hafta geçmesi gerekiyordu. Ve Muhammed hemen ertesi gün vazgeçmiş olsaydı öyle bir söylenti en baştan oluşamazdı.
Bugünkü müslüman propagandacılar her ne kadar bu olayı inkar etmeye ya da önemsiz olarak göstermeye çalışırsa da, en eski müslüman tarihçilerin hepsi bunun gerçekten olduğu konusunda aynı fikirdedirler, onun Muhammed'in saygı ve otoritesini küçük düşürdüğünü sanmadılar. Ama tarafsız bir kişi bu olayın karşısında kendi kendine bazı sorular sormaktan edemeyecek:
Rahatsız edici sorular
1) Başka tanrılar mı?
Kendini bütün müslümanların örneği olarak ilan eden bir kişi, bir an için olsun, nasıl başka tanrıları kabul edebilir?
Allah, daha Muhammed gelmeden 2000 yıl önce, Musa'nın ağzından şu buyruk verdi:
"Kendisine buyurmadığım bir sözü benim adıma söylemeye kalkışan ya da başka ilahlar adına konuşan peygamber öldürülecektir" (Tevrat - Yasa 18:20). Ve yine:
"Aranızdan bir peygamber ya da düş gören biri çıkarsa, bir belirtiyi ya da şaşılası bir olayı önceden bildirirse, 'Bilmediğiniz başka ilahlara yönelip tapınalım derse, söz ettiği belirti, şaşılası olay gerçekleşse bile, o peygamberi ya da düş göreni dinlememelisiniz. ... O peygamber ya da düş gören öldürülecek. ... Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldırmalısınız." (Tevrat - Yasa 13:1-5)
2) Şeytanın sesi ve Allahın sesi
Kendini son peygamber, bütün peygamberlerin 'mührü' olarak ilan eden bir kişi, bir an için olsa, nasıl Şeytanın sesine kulak verip onu Allahın sesi diye kabul edebilir? İkisini ayırt etme gücü yoksa, nasıl peygamber olacak?
Bu konuda Kuran'ın kendisinde olayı önemsiz göstermeye çalışan ayetler var:
"Seni, sana vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi Bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyledecektin". (Kuran - Isra suresı 17:73-74)
"Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar." (Kuran - Hac suresi 22:52-53)
Sözde Allah tarafından indirilen bu ayetler, Muhammed'in 'Şeytani ayetler' olayında yaptığını açıklamak ve hafif göstermek amacıyla yazıldı. Fakat içindeki tutarsızlıklar korkunçtur:
(1) "Bize karşı uydurman için uğraşırlar" - gördüğümüz gibi, Kureyş halkı Muhammed'in Şeytan tarafından ayetler almasına sebep olmadı. Sebebi kendi yüreğindeki arzularıydı. Müşriklerle uzlaşmayı arayan oydu; "Keşke Allah bana hoşlarına gitmeyen herhangi bir vahiy göndermeseydi" diyen oydu. At-Tabari'nin sözlerini burada tekrarlamalıyız: "Bunu yapmanın bir yolunu bulmak istediği söyleniyor ve aşağıda yazılı olan olaylar bunun sonucudur". Evet sebep ve sonucu karıştırmayalım: Şeytan Muhammed'in yüreğinde fırsat buldu, 'Şeytani ayetler' öyle indirildi. Kureyş halkından olan müşriklerin bunda payı yoktu. En eski müslüman kayıtların gösterdiği odur.
(2) "az da olsa onlara meyledecektin" - Birinci yerde, gördüğümüz gibi, Muhammed müşriklere değil, doğrudan Şeytana meyletti. Kureyşliler Allahın sözüne kendi sözlerini katmadılar: Allahın sözü olarak kabul edilen Kuran'a kendi sözlerini katan Şeytan'dı.
Müslümanların çoğu bugünlerde Yahudilere ve Hristiyanlara "Siz Allahın sözüne 'beşer', yani insan sözlerini kattınız" suçlamasında bulunuyorlar. Ama bu olayda çok daha korkunç bir şey görüyoruz: insan değil de Şeytan Allahın sözüne kendi sözlerini katmış. Bu hiç de küçümsenecek bir konu değil. Sanki bir futbol oyuncusu triko değiştirip rakip takımın içine sızmış, bir süre o takımda oynamış. Takımın kaptanı da onu hiç anlamamış, ancak hakemin uyarısı üzere onu takımdan kovmuş. Öyle bir senaryo bize düşünülmez ve saçma geliyor, oysa Muhammed'in yaptığı budur.
(3) "Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun"
Muhammed'in kendi hatasını küçük ve önemsiz göstermek için başvurduğu üçüncü iddia da tarihseldir. Kendisinden önceki bütün peygamberlerin sözlerine Şeytan kendi sözlerini karıştırmış. Bu da Muhammed'in Kutsal Kitap'ı ve onun tarihinden habersiz olduğundan kaynaklanıyor.
Kutsal Kitap'ta elbette birçok Allah adamlarının ve peygamberlerin aldanıp günaha düştüğünü görüyoruz: Nuh sarhoş oldu, İbrahim yalan söyledi, Musa adam öldürdü, Yunus Allahın sözünü dinlemedi, Davut zina işledi ve, örneklerin belki en korkuncu, Süleyman yaşlılığında putlara tapmaya başladı.
Bütün bu günahlar küçücük yanlışlıklar, kolayca silkebileceğimiz insani zayıflıklar değildir. Bunların hepsi sıradan insanlar için bile affedilmeyecek kadar ciddi günahlar sayılıyor - ne kaldı bize örnek olacak durumda olması gereken peygamberler için.
Ama her ne kadar eski peygamberlerden günaha düşenler olduysa da, hiç kimse Muhammed'in yaptığını yapmadı: hiç kimse Allahın sözlerinin arasına Şeytanın sözlerini katmadı. Hepsi Şeytan tarafından aldandı diyebiliriz, ama hiç kimse Şeytanın sesini Allahın sesiyle karıştıracak kadar düşmedi.
Peygamber de olsa, her insan hata yapacak kadar zayıftır, her türlü günaha düşebilir, ve arkasından ondan tövbe edebilir. Ama Şeytanla Allahın sesine ayırt edemeyen kişi peygamberlik görevine uygun değildir, çünkü Şeytana bu biçimde kulak verip aldanmakla peygamberliğinin temelini çürütmüş oluyor.
Diyelim bir devlet bakanı düşman devletleri için casusluk yapıyor. O zaman kimse "Yok bir şey, hatasız kul olmaz!" demeyecek, tersine ona ölüm cezasına kadar en ağır cezalar verecekler. Cumhurbaşkanı onu belki de bir gün af edebilir, ama bir kere casusluk yaptıktan sonra, aynı kişiyi katiyen bir daha bakanlık görevine koymayacak, çünkü düşmana çalıştı. Bu sonuç apaçıktır, ve Muhammed Kuran ayetlerle yaptığı hatasını ne kadar küçümsemeye çalışırsa çalışsın, acı ve yalın gerçek ortada: şeytani ayetleri söylemekle kendi kendini peygamberlik görevinden diskalife etti.
3) Kuran ayetlerine güvenebilir miyiz?
Şeytanın bir Kuran ayetini değiştirecek kadar gücü varsa, başka ayetlerin de onun tarafından gelmediğinden emin olabilir miyiz? Muhammed bir kere aldandıysa, başka ayetlerde de aldanmadığından nasıl emin olabiliriz?
Bunlar da Şeytanın sözleri değil mi? |
Dokuzuncu sureyi (Tevbe) örnek alalım: Kuran'daki bütün surelerin başında besmele bulunuyor ("Bismillahirrahmanirrahim" - "Rahman ve Rahim olan Allahın adına"). Bununla göstermek istiyor ki, bundan sonraki sözler, insan sözü değil, ama Tanrı sözü imiş. Halbuki, 9. surenin başında besmele yok; yani, surenin içinde yazılı olan ayetler zaten Allahın adında söylendiği iddia edilmiyor. Bütün ayetler de Allah hakkında üçüncü kişi halinde ('ben' biçiminde değil, 'o' biçiminde) konuşuyor. Demek, burada konuşan Allah değil.
Ve ayetlerin içeriğine bakmış olursak, bütün müslüman tarihini etkileyecek bir değişiklik görüyoruz. Kuran bilimcileri bize bu surenin en son 'indirilen' surelerinden biri olduğunu, ve dolayısıyla daha önceki sureleri geçersiz (mensuh) kıldığını söylerler.
Kuran daha önce "Dinde zorlama yoktur" derken (Bakara suresi, ayet 2:256), Tevbe suresi artık başka bir buyruk veriyor: "Puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün!" (ayet 5). Önce sadece Allahın sözlerini yaymakla yetinen bir din, nasıl oluyor da, artık bütün insanlara kendi fikirlerini kılıç zoruyla kabul ettirmeye çalışıyor? Din savaşlarının ve terörizmin kaynağı birtakım sapmış, aldanmış ve Kuran'ı bilmeyen fanatikler değildir - kaynak, işte, bu surenin kendisidir.
Bu ayetler (Bakara 256 ve Tevbe 5), kısa bir arayla aynı Allahtan çıkmış olabilir mi? Dokuzuncu suredeki sözler de şeytani ayetler değil mi?
Gördüğümüz gibi, Muhammed'den başka hiç bir peygamber Allahın sözlerini Şeytanın sözleriyle karıştırmadı. Hiç kimse Şeytani ayetlere benzeyen bir olayı yaşamadı. Bu bizi hemen şu soruya getiriyor: